PİRHA- Oyuncu Füsun Demirel, PİRHA için Abidin Çetin’in sorularını yanıtladı. Türkiye’de laik yaşamın daraltıldığını vurgulayan Demirel, “Ülkemi çok seviyorum. Başka bir yere gitmek ağırıma gidiyor” dedi. Ezilenden yana bir tutum aldığını belirten Demirel, “Ben yıllarca İtalya’da yaşadım ve benim kahramanım İtalya’da faşizme karşı direnmiş kadın gerillalardır” dedi. Oyuncu Demirel, içinde yaşanılan süreçten dolayı sanatsal bir üretim yapamadıklarının da altını çizdi.
Füsun Demirel’i Zengin Mutfağı, Züğürt Ağa, Uçurtmayı Vurmasınlar ve Büyük Adam Küçük Aşk gibi kült filmler ile tanıdı izleyici. Tiyatro eğitimini İtalya’da aldı. “Ustam ve yoldaşım” dediği dünyaca ünlü senaryo yazarı ve ressam Dario Fo’nun eserlerini çevirilerle Türkçeye kazandırdı. Oyunculuğunun yanı sıra, iyi derecede İtalyanca, İngilizce ve Almanca konuşabiliyor.
Çevre Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Dostlar Tiyatrosunda çalıştı. Füsun Demirel, 1996 yılında ÇASOD başkanlığı da yaptı.
Bir gazeteye verdiği röportajda, “Bir kadın gerillayı oynamak isterdim” demesinden dolayı, iktidar yanlısı basın tarafından adeta lince uğratıldı. Çalıştığı TV dizisinden ayrılmak zorunda bırakıldı. Şimdilerde ise “Aşk Dersleri“ adlı tiyatro oyununu sergiliyor.
Bu tiyatro oyunundan 2 saat öncesi için randevulaşıyoruz ve Zürih’te buluşuyoruz. Sinemaya, Tiyatroya ve siyasal gündeme ilişkin bir söyleşi yaptık.
Yaklaşık birkaç gündür İsviçre‘desiniz. “Aşk Dersleri“ adlı oyunu oynuyorsunuz. İsviçre’deki Türkiyeli seyirciyi nasıl buldunuz? Oyunla ilgili bilgi verir misiniz?
Ben hem Türkiye’de hem Almanya’da oynadım. Gördüğüm kadarıyla buradaki izleyici bu tür etkinliklere hasret. Çok keyifli geçiyor, iyi reaksiyonlar aldım ve ilgi oldukça fazla.
Siz Avrupa’ya yabancı biri değilsiniz. Sanırım İtalya’da ve Almanya‘da kaldınız. Avrupa serüveninizden biraz bahseder misiniz?
Ben İtalya’da yaşadım. İtalya’da Dramatik Sanatlar Akademisi‘nde okudum. Sonra da Berlin’e geçtim. Yani toplam 6 sene yurt dışında yaşadım İtalyanca ve Almanca biliyorum. Almancayı biraz tarzanca ancak İtalyanca’yı çok ileri düzeyde konuşabiliyorum.
Neden tiyatro ve sinema sanatçısı olmak istediniz?
Benim gençlik dönemimde herkesin bir hedefi vardı. Herkes istediği mesleği seçebilir diye. Ben de tiyatro ve sinema sanatçısı olmak istiyordum. Lise yıllarında öğretmenlerim böyle bir yeteneğim olduğunu keşfettiler ve beni yönlendirdiler. Bundan dolayı İtalya’ya geldim ve tiyatro eğitimi aldım. Hiçbir şey tesadüf sonucu olmadı. Lise yıllarımdan beri benim tiyatroya karşı özel bir ilgim vardı. Profesyonel tiyatro sanatçısı olarak çalışırken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanıştım ve benim hikayemi dinledikten sonra bana bir rol teklif etti. 1984 yılında ‘Bir Yudum Sevgi’ filmi ile sinemaya başlamış oldum.
Bir Yudum Sevgi filminde hem oyuncu olarak görev yaptım hem de yönetmen asistanı olarak çalıştım.
Daha sonra çok önemli kült filmlerde rol aldığınız. Uçurtmayı Vurmasınlar, Züğürt Ağa, Büyük Adam Küçük Aşk, gibi çok önemli filmlerde ve çok ödüllü filmlerde rol aldınız. Hep böyle önemli filmlerde rol almış olmanız sizin tercihiniz miydi ya da çok şanslı olmanızın bir sonucu mu oldu?
Bu alanda başarılı olabilmek için iyi bir eğitim ve yetenek gerekir. Ancak bazı tesadüflerin ve şanslı olma durumunun da önemli olduğu kanısındayım. Böyle önemli filmlerde ve önemli roller almam benim için büyük bir şans olmuştur.
Aslında bir tiyatro sanatçısı olduğunuz halde biz sizi daha çok sinemada izleme olanağı bulduk neden?
İlk başlarda sinema ve tiyatroyu bir arada götürmeye çalışıyordum, ancak daha sonra fiziki koşullar el vermediği için tiyatroya ara vermek zorunda kaldım. Yaklaşık 20 sene ara vermek zorunda kaldım.Tiyatroya, aile içi şiddeti anlatan bir tiyatro oyunu olan ‘Evim Benim Güzel Evim’ adlı oyun ile tekrar dönüş yaptım. Çünkü ezilenden yana bir duruşum var.
“EZİLENDEN YANA BİR DURUŞUM VAR”
Kadına yönelik şiddet ya da aile içi şiddet konularının işlendiği filmlerde oynamak daha mı çok ilginizi çekiyor?
Kadına yönelik şiddet, baskı ve kadın cinayetleri gündemden bir türlü düşmediği için bu tür filmlerde oynamak tabii ki benim de tercihim. Çünkü ezilenden yana bir duruşum var. Kadın hikayeleri neredeyse yok denecek kadar az o devasa projeler içerisinde küçük bir kadın hikayesi de olmuş olsa ben onu derinlemesine inceleyerek en iyi şekilde nasıl yansıtabilirim diye çaba gösterdim. Filmlerde oynadığım kadın karakterler de toplumdaki gibi eziliyor olsalar da, ben feminist bir bakış açısıyla bir yerlerden mutlaka bir şeyler yakalıyordum. Kadının pasif olmadığını ve bu duruma isyan ettiğini seyirciye aksettirmeye çalışıyordum.
Günümüz sinemasına baktığımızda çok sayıda film yapıldığını görüyoruz. Yeni Kuşak Sinemacılar ve filmleri ile ilgili neler söylersiniz?
Tabi ki bizim zamanımızda daha çok siyasallaşmış bir ortam vardı ve bizler siyasetle ilgileniyorduk. O dönemin şartları böyleydi. O dönem sendikalar çok güçlüydü ve biz sanatsal çalışmalarımızı siyasetten ayrı yürütmüyorduk. Yani demek istediğim toplumsal koşullar ve şartlara paralel olarak sanatsal üretim de benzeşerek yürüyordu. Bugünkü şartlarla o dönemin şartları doğal olarak farklıydı ve bu sanata da yansıyor. Tabii bir de bizim için asıl olan anlayış, sanatın toplum için olduğu anlayışıydı. Bugün ağırlıklı olarak televizyon için yapılan işler var ve ben televizyon için yapılan işlerin sanatsal yönünün olmadığı kanısındayım. Bunlar daha çok seyirlik eğlencelik işlerdir.
Peki her şeye rağmen özellikle sinema ve televizyon açısından olumlu giden şeyler de var, diyebileceğimiz bir durum söz konusu mudur?
Aslında geleceğe dair umudun kaybedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Umut her zaman olmalıdır. Ancak şu durumda olumlu giden çok şey var mıdır derseniz somut olarak söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok. Ahlaki değerler ve insani değerler adeta bir çöküş içinde. Sanatsal çalışma yapanlar zaten hiçbir destek alamadıkları gibi yapılan sanatsal filmleri oynatabilecek sinemalarda yok. Çünkü sinema salonları daha çok gişe filmlerine yöneliyorlar. Ticari bir bakış açısı ön plana çıkıyor.
Ben bütün bunların özellikle 12 Eylül’den bu yana uygulanan neoliberal politikalar sonucu olduğunu düşünüyorum. Yani bugün yaşadıklarımız bir sonuçtur, neler söylersiniz?
Tabii ki çok doğru bu söylediğiniz. Bütün bunlar adım adım işlenerek bugüne getirildi. Ben de Özal dönemini hatırlıyorum. Çok sanatsever bir Cumhurbaşkanımız var denirdi. Oysa uygulanan politikalar sonucu arabeskleştirme ve dejenerasyon yaygınlaştı.
“ÖZGÜRCE SANATSAL ÜRETİMDE BULUNAMIYORUZ”
Peki ne olacak bu memleketin hali diye sormam gerekirse neler söylemek gerekir?
Bu soruların cevapları ile ilgili derine indikçe baskı görüyoruz, dayak yiyoruz, izole ediliyoruz ve sürekli bir tedirginlik hali yaşamak durumunda kalıyoruz.
Peki siz sanatsal faaliyetler anlamında kendinizi özgür hissediyor musunuz, rahat mısınız?
Her şeyden önce bizim düşüncemizi özgürce ifade etme özgürlüğümüz elimizden alınmış durumda ve çok büyük bir baskı var ülkede. Tabii ki her şeyi özgürce ifade edip özgürce sanatsal üretimde bulunamıyoruz. Yani hemen hemen herkes otosansür uygulamak durumundadır Türkiye’de. Düşünün, hayır oyu vermek isteyenler bu referandumda sözü lafı dolandırarak; işte hayırlı akşamlar, hayırlı geceler, hayırlı bilmem neler“ diyerek lafı dolandırarak kendini ifade edebiliyor.
Siz ne diyorsunuz; evet mi, hayır mı?
Benim ne söyleyeceğim belli ve tabii ki hayır, diyorum. Ancak Türkiye’de hayır diyenler bugün cezaevlerine atılmakta, büyük bir baskı görmektedir. Aslında bizler açık bir cezaevinde yaşıyor durumundayız.
BENİM KAHRAMANIM İTALYA’DA FAŞİZME KARŞI DİRENMİŞ KADIN GERİLLALARDIR
Bir süre önce Türkiye’de bir kanalda gösterilen bir televizyon dizisinde oynuyordunuz ve Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiğiniz bir röportajda ben bir gerillanın yaşamını oynamak istiyorum dediğiniz için baskı gördünüz ve birçok olumsuz şey yaşadınız. Bunu biraz açar mısınız?
Röportajda bana 34 yıllık kariyeriniz sonunda oynamak istediğiniz başka hangi rol kaldı diye soruldu, ben de hiçbir örgütü kastetmeden, genelleme yaparak bir kadın gerillanın yaşamını oynamak isterdim dedim. Benim 13 yaşındaki kahramanım Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gerillalarından Leyla Halid’dir. Ben yıllarca İtalya’da yaşadım ve benim kahramanım İtalya’da faşizme karşı direnmiş kadın gerillalardır. Yani o kadar çok örneği olmasına karşın bunu getirip benim PKK gerillalarını kastettiğimi söyleyerek üzerimde baskı kurmaya çalıştılar.
Ben söylediğim her şeyden geri adım atmadım, asla da atmam. Aslında çok safiyane bir şeydir benim söylediğim. Hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak böyle bir rolü oynamak her oyuncu için çok caziptir. Ben bunu söylerken aslında gençliğimde oynamak istediğim bir rol olduğunu söyledim. Ancak Cumhuriyet Gazetesi de söylediğimi maalesef biraz da tahrif ederek, sanki bugün böyle bir rolde oynamak istiyor muşum gibi yansıttılar. Oysa fiziksel olarak dahi böyle bir rolü canlandırmak mümkün değildir. Olsa olsa ancak bir gerillanın annesini oynayabilirim demiştim, gülerek. Cumhuriyet Gazetesi’nin de biraz payı var bu konunun bu hale gelmesinde.
Sonra baskılar başladı…
Bu röportajın yayınlanmasından birkaç saat sonra bana ve benim ilişkide olduğum birçok insana saldırı başladı. Özellikle “Ak Troller” olarak adlandırılan gruplar saldırıya geçti. Sonra Akit Gazetesi, Beyaz TV ve Yeni Şafak Gazetesi gibi medya organları üzerinden bu saldırılar devam etti. Bunun akabinde yapımcı firma beni işten çıkardı ve tehdit ederek bu süreçte eğer bizim aleyhimizde konuşursam 200 bin liralık tazminat davası açacaklarını söyledi.
Sizin yapımcı firma ile böyle bir anlaşmanız mı vardı? Nereden çıktı bu 200 bin lira olayı?
Hayır, kesinlikle böyle bir anlaşmamız yoktu. Ben avukatımla görüşüp gerekli hukuksal süreci başlatıncaya kadar, zaten o bir hafta – on gün içinde istedikleri algıyı yaratmışlardı.
BENİ, AYNI DİZİDE OYNADIĞIM ARKADAŞLARIM HERKESTEN ÖNCE TERKETTİ
Türkiye’de bu tür durumlar yaşandığında genel eğilim “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıdır. Siz bütün bunları yaşadıktan sonra, gerek dizide beraber oynadığınız oyuncu arkadaşlarınız gerekse de dışarıda tanıdığınız ve özellikle de sanat çevresinden destek gördünüz mü?
Benim için bu süreçte en ağır darbe aynı dizide oynadığım arkadaşlarımın herkesten önce beni terk etmiş olmalarıdır. Yapımcı firma, bu olaydan sonra bütün oyuncuları toplayarak beni diziden çıkardıklarını ancak dizinin devam edeceğini söylediğinde; bana sadece Hasibe Eren yani dizideki adıyla Sıdıka sahip çıkarak Füsun Demirel olmadan oynamam dedi. Bunun dışında Sinema Oyuncuları Sendikası, sinema örgütleri ve buna benzer örgütler açıklamalar yaparak bu durumu kınadıklarını belirtiler.
Peki kırgın mısınız bu yaşadıklarınızdan dolayı?
Yani kırgın mıyım? Daha doğrusu kime kırgın olayım. Malzeme bu ve ben bu malzemeyi iyi tanıyorum. Örgütlü olmak, yol arkadaşı olmak bunlar için ne anlama gelir biliyorum. Ben daha önce de çeşitli meslek örgütlerinde çalıştığım için hayal kırıklığı yaşamadım. Aslında yaşam böyle bir şeydir. Bir sayfa kapandıktan sonra yeni bir sayfa açılır. Zamanında dost olarak bildiklerimiz bu tür olaylar yaşandıktan sonra yolda sizi gördüklerinde dahi selam vermemek için yüzlerini çevirirler.
Bütün bu yaşadıklarımızdan sonra hala cesur davranabiliyor musunuz? Türkiye’de kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Cesaretli miyim, aslında çok değilim. Ancak direnmeye çalışıyorum. Bugün Türkiye’de bizim gibi insanların yaşayabilmesi rastlantısal bir durumdur. Yani her an başınıza her şey gelebilir. O yüzden kendimi çok güvende hissetmiyorum. Ancak ülkemi çok seviyorum ve çıkıp bir yerlere gitmek ağrıma gidiyor.
Peki Türkiye nereye gidiyor?
Türkiye sistemli bir şekilde her çıkartılan yeni bir KHK ile Ortaçağ karanlığına doğru gidiyor. Artık laik bir yaşam gittikçe daraltıldı. Bundan dolayı umut veren iç açıcı şeyler söyleyemiyorum. Bugüne kadar ben hep umut taşıdım. Gezi süreci bizde şok etkisi yaratarak bir aydınlanma yarattı. Ancak bir ikinci gezi olamayacak gibi gözüküyor. Çünkü insanlar çok acı çekiyorlar ve insanlar toplu kıyıma uğruyorlar.
Ankara’da, Suruç’ta ve daha birçok yerde yapılan katliamlar insanlarda büyük bir korku ve paniğe neden oldu. Sur, Cizre ve daha birçok Kürt kenti yerle bir edildi, ancak batı yakasından ciddi bir tepki olmadı.
Evet insanlar çok sindirildi. Bu konuyla ilgili bir şey söylendiğinde, Aslı Erdoğan örneğinde olduğu gibi her türlü zulmü yaşamayı göze almalısınız. Hiç mi tepki yok, tepki var; kadınlar sokakta, öğrenciler, Aleviler, Kürtler sokakta ancak dediğim gibi bu tür eylemlerde yer almak demek canınızı ortaya koymanız anlamına gelir. O yüzden yetersiz kalıyor.
Bu söyleşiyi bitirmeden önce son olarak neler eklemek istersiniz?
Hiçbir şey böyle kalmaz. Bu dünya da kimseye kalmaz. Bence daha metanetli ve akılcı davranmak gerekir. Çok daha örgütlü yaşamamız gerekiyor. Gözünün üstünde kaşın var anlayışıyla bölünüp parçalanma sola büyük olumsuzluk getirdi. Türkiye’de solun tecrübesi ve gücü azımsanacak gibi değildir.
Biraz sonra tiyatro oyununuz için sahneye çıkacaksınız, hemen oyun öncesi bize zaman ayırdığınız, çok teşekkür ederim.
Abidin ÇETİN
Yoruma kapalı.