PİRHA-İHD’li kadınlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü ile ilgili basın açıklaması yaptı. 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye’nin 153 ülke arasından 130. sırada olduğu açıklanırken, “Kadınların şiddete uğradığı alanların başında ev içi şiddet gelmektedir” denildi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Kadın Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü ile ilgili açıklama yaparak kadın-erkek eşitsizliğine işaret etti.
Genel merkez binasında yapılan açıklamayı İHD Kadın Komisyonu üyesi Nilay Nayman okudu. Nayman, 2020 yılı içerisinde İHD’ye 1120 kişinin hak ihlali başvurusunda bulunduğunu aktardı. Nayman, Dünya Ekonomik Formu (WEF) 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye’nin 153 ülke arasında 130. sırada olduğunu ifade ederek şunları söyledi:
“EŞİTSİZLİĞİ GÖRMEK İÇİN SİYASETTEKİ KATILIMA BAKIN”
“Mirabel kardeşlerin katledilmesinin üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen kadınlar halen katledilmekte, şiddet görmekte, yok sayılmakta ve hakları gasp edilmektedir. Buna karşın kadınlar bu şiddete her zaman ve her yerde karşı çıkmış, bu şiddetle mücadele etmiş ve mücadelelerine de devam etmektedir. Dolayısıyla, şiddetin tarihi aynı zamanda kadın mücadelesinin ve kadınların şiddete karşı duruşunun da tarihidir.
Kadına yönelik şiddet artık pek çok alana yayılmış ve kadınlar fiziksel, psikolojik, ekonomik, sosyolojik ve daha farklı alanlarda etkilenmeye devam etmektedirler. Covid-19 Pandemisi döneminde kadınlar ekonomik ve sosyal alanlarda da mağdur edilmektedirler. Tüketici Hakları Derneği’nin 9 Mayıs 2020’de verdiği bilgiye göre; ‘Türkiye’de 24 milyon anne var ve bunların 4,8 milyonu açlık, 14,5 milyonu da yoksulluk sınırının altında yaşıyor’. Ekonomik ve sosyal haklar anlamında mağdur hale gelen kadınlar, belirli kurumlara başvuru yaparak çözüm aramak zorunda kalmışlardır.
Dünyada, Türkiye’nin de yer aldığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi %60,5 ile cinsiyet eşitliği konusunda en geride yer almaktadır. Rapora göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için 100 yıl, erkeklerle eşit ücrete sahip olması için 257 yıl geçmesi gerekir. Türkiye’nin de mevcut ekonomik ve politik yapısı toplumsal cinsiyet eşitliği normlarını yok saymakta ve bu anlayış, şiddetin daha da artmasına zemin hazırlamaktadır. Kadını ev içinde tutmaya dönük anlayış kadınların toplumsal yaşamda ve iş alanındaki varlığına engel olmaktadır. Kadının, her alanda temsiliyetindeki eşitsizliği görmek için siyasete katlımına bakmak dahi yetmektedir. Parlamentoda 600 milletvekilin yalnızca 102’si kadındır. Siyaseten yönetim alanlarında eşbaşkanlık sisteminin resmiyette kabul edilmeyişi bu anlayışın sonucudur.
Kadınların şiddete uğradığı alanların başında ev içi şiddet gelmektedir. Kadınlar çoğunlukla en yakınları tarafından katledilmekte, şiddet görmekte, tacize ve tecavüze maruz bırakılmaktadırlar. Neredeyse her gün birden fazla kadın katlediliyor. Yüzlerce kadın şiddete uğruyor ve bunun büyük bir kısmı kayıt altına alınamıyor. Kadınlar; şikayet ettiklerinde bunun bir çözüm olacağına, örneklerden yola çıkarak artık inanmaz hale gelmiş durumdalar. Kolluk, çoğu vakada ev içi şiddete karşı eğitilmediği için mağduru tekrar şiddet gördüğü alana geri gönderiyor.
“KADINLARIN EMEK VE BEDENLERİ SÖMÜRÜLÜYOR”
2011 Suriye iç savaşı ile başlayan mülteci göçü ile kadınların emek ve bedenlerinin sömürüldüğü bir alan yaratılmıştır. Suriyeli sığınmacı kadınlar ve farklı ülkelerden çalışmak amacıyla gelen mülteci kadınlar fuhuşa sürükleniyor, şiddete maruz kalıyor, kız çocukları istismar ediliyor, kadınlar ve çocuklar ucuz iş gücü olarak sömürüye maruz kalıyorlar. Mülteci kadınların maruz kaldıkları şiddet ne yazık ki dil problemi, işini kaybetme riski, sınır dışı edilme olasılığı, şiddet görme korkusu ve başka pek çok nedenlerden dolayı yargıya taşınamıyor. Yargıya taşınabilen durumlarda ise cezasızlık politikası devreye giriyor. Nadira Kadirova cinayeti örneğinde olduğu gibi.
Cezaevlerinde de kadınlar şiddete maruz kalmakta ve hak ihlallerine uğramaktadır. Ancak bu şiddet vakalarında da yapılan başvurular ‘kovuşturma ve soruşturmaya gerek yoktur’ denilerek işlem yapılmamaktadır.
Ne yazık ki LGBTİ+’lar nefret suçlarına maruz kalmaya devam etmektedirler. Türkiye’de yasal anlamda cinsel yönetim ve cinsiyet kimliğine dayalı bir ayrımcılık olmamasına rağmen yasalar bu yönde uygulanmıyor. LGBT+’ların yaşadıkları ayrımcılık ne nefret suçlarında failin cezasız bırakıldığı örnekler oldukça fazladır.
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ YERİNE GETİRİLSİN”
Devlet tarafından kadına yönelik her türlü şiddeti önlemek için tüm tedbirler alınmalıdır. Türkiye, 2011 yılında ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Bunlarla Mücadeleye dair sözleşme’ olan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamıştır. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan devletler, Grevio isimli bir mekanizma tarafından denetleniyorlar. Grevio, 15 Ekim 2018 tarihinde açıklanan Türkiye Raporu’nda; kadın-erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusunda bütüncül ve sistematik bir değerlendirme yapılmadığını’ dile getiriyor. Ve yine, kadın-erkek arasında, ‘ayrımcı kalıp, yargılar’ konusunda da eleştirilerini dile getiriyor. Grevio ‘toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı şiddete ilişkin bildirim oranlarının değişikliğini de eleştiri konusu yapıyor. Raporun devamında ‘sivil toplum kuruluşlarına yönelik özellikle de İstanbul Sözleşmesi ve onun ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan, kısıtlayıcı koşullar nedeniyle, endişe duyduğunu da belirtiyor. Bu çerçevede İstanbul Sözleşmesi’ne dair karalama kampanyalarına son verilmeli, Türkiye Anayasasındaki hükümlerle eş değer ve Anayasa’nın 90 maddesine göre değiştirilemez olan sözleşmenin yükümlülükleri eksiksiz yerine getirilmelidir.”
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.