Alevi Haber Ajansi

Tuncel: ‘Demokratik Toplum Çağrısı’ aynı zamanda Alevilere yönelik bir çağrı-VİDEO

PİRHA – Siyasetçi Sebahat Tuncel, İmralı görüşmeleriyle birlikte AKP-MHP Hükümetinin yaklaşımlarını yorumladı. Tuncel, “Henüz ortada bir süreç yok ama olmasını istiyoruz” diyerek iktidarın sorumluluk alması gerektiğini vurguladı. Tuncel, Demokratik Toplum Çağrısı’nın aynı zamanda “Alevilere yönelik bir çağrı” olduğunu da söyledi.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından gözler, AKP-MHP hükümetinden gelecek adımın ne olacağına çevrilmiş durumda.

Kürt siyasal hareketi, ‘Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları’ adı altında Abdullah Öcalan’dan gelen çağrının içeriğini halkla tartışırken, diğer yandan da sürecin olgunlaşması adına temaslarını sürdürüyor.

Diğer yandan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından gündeme getirilen ‘Umut Hakkı’ konusunda da hukukçuların girişimleri devam ediyor. Aralarında baroların da bulunduğu 46 sivil toplum örgütü, ‘Umut Hakkı’na ilişkin yasal düzenleme yapılması için hukuki girişimde bulundu.

İmralı’dan gelen “Asrın Çağrısı”na karşılık PKK yönetiminden de “Ateşkes” kararı geldi. Ancak Türkiye’nin, Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırıları, toplum nezdinde süreci daha da tartışılır hale getirdi. Yapılan açıklamalara göre; İmralı’dan gelen çağrı ardından Türkiye, Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik yüzlerce kez silahlı saldırıda bulundu.

27 Şubat çağrısında her ne kadar “demokratikleşme” vurgusu yapılsa da Türkiye o günden bugüne daha çok gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla anılır oldu

“DEVLETİN, GÜVEN VERMEDİĞİ BİR DURUM YAŞIYORUZ”

“Süreç, ne derece çözümden yana?” sorusunun yanıtını Özgür Kadın Hareketi aktivisti Sebahat Tuncel ile konuştuk. Kürt sorununun çözümü adına iktidarın tavrını yorumlayan Tuncel, ilk olarak Abdullah Öcalan’ın yoğun bir çaba sarf ettiği vurgusunu yaptı. Tuncel, 27 Şubat’ta okunan metinde, Kürt halkının dil, kimlik, kültür haklarının tanınması ve siyaset yapma hakkının güvence altına alınması açısından verilen bir mücadele olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:

“Yani Sayın Öcalan’ın ifadesi ile sorunu savaş ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi zemine çekme konusunda bir çaba, emek var. Şimdi bu konuda devletin aslında topluma güven vermediği bir durum yaşıyoruz. Toplumda da ‘bu devlete güven olur mu?’ soruları bize de çok fazla geliyor. Bu da anlaşılır bir durum. 1990’lı yıllardan bugüne hep bir şekilde tek taraflı süreç yürütülmüş. Tek taraflı ateşkesler olmuş ve devlet her defasında daha kapsamlı operasyonlarla, saldırılarla sürece cevap vermiş. O açıdan bir güvensizlik hali var ama işte Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin içerisine girdiği siyasi, ekonomik kriz ve dünyadaki değişim süreci, bir şekilde Türkiye’yi de adım atmaya zorluyor. O açıdan bu sürecin, biraz zorunluluğun getirdiği süreç olması itibari ile de başarıya ulaşma ihtimali yüksek diye düşünüyorum. Bu süreç şöyle bir şey değil; işte örneğin Kürt sorununun siyasi zemine çekilmesi, bütün sorunların hukuki zemine çekilip tamamının çözüldüğü anlamında değil, mücadele zemini açısından önemli. Yani silahlı mücadeleden demokratik siyasi mücadeleye geçme ve devletin buna olanak sağlama konusundaki bir yaklaşım. Buradaki en temel şey 27 Şubat çağrısında da Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan’ın metninde de yer alan ‘bütün inançların, kimliklerin ve kültürlerin tanınması’ demek. Aslında Türkiye’de 1924 Anayasası ile güvenceye alınmış Kürt inkarından vazgeçilmezi demek. Bu gerçekten bir paradigma değişikliği. Yani eğer devlet bu paradigmayı değiştirirse bu Kürtler, Aleviler, kadınlar açısından çok önemli bir gelişme.”

“İLK ADIM, DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNÜNÜ AÇMAK!”

Siyasetçi Sebahat Tuncel, “Sürecin bütün boyutlarını bilmiyoruz” vurgusunu da yaptı. Devletin, demokratik siyaset alanının açılması konusunda adım atması gerektiğini belirten Tuncel, şunları söyledi:

“Ama şunu biliyoruz; sayın Öcalan’ın çağrısına PKK olumlu cevap verdi ama bunun koşullarının yaratılması gerektiğini ifade etti. Şimdi devletin üzerine düşen sorumluluk PKK’nin feshi ya da demokratik siyaset alanının açılması konusunda gerekli koşulları sağlamaktır. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ‘Barış’ bölümü devletle alakalıdır. Devlet, hem Kürt sorununu demokratik zemine taşımak, demokratikleşme önündeki engelleri kaldırmak; işte terörle mücadele kanunu yeniden, daha doğrusu kaldırmak, yeniden düzenlemek değil, terörle mücadele kanunu çok geniş yorumlanıyor ve tüm muhalifler, bu kanun kapsamında gözaltına alınıp tutuklanıyor. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Siyaset yapma hakkı, düşünceye ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kadın erkek eşitliği ve benzeri birçok konuda gerekli koşulların, yani yasal düzenlemeleri yapılması gerekiyor. Ama ilk adım, demokratik siyasetin önünü açmaktır. Şu an cezaevinde on binlerce siyasi tutsak var; onların özgürlüğe kavuşması sağlanmalıdır. Hala gözaltı ve tutuklamalar var. CHP’ye yönelik operasyonlar devam ediyor. İşte bunlar aslında sürecin de başarıya ulaşmasını engelleyen, güvensizliği derinleştiren konular oluyor. Bunları gidermek tabii ki de devletin zorunluluğundadır.”

“BÖYLE BİR ORTAMDA BARIŞ KONUŞULABİLİR Mİ?”

Mevcut koşullarda barış yapmanın “zor bir iş” olduğunu söyleyen Sebahat Tuncel, konuşmasını şu cümlelerle sürdürdü:

“İnkar, imha ve asimilasyon politikasının değişmesi, eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşama konusundaki irade… Bizler yıllardır bunların mücadelesini veriyoruz. Bu sürecin kolay olmadığını biliyoruz. Devlet içerisinde de belki bazı odaklar, bu sürece karşıdır. Yani sonuç itibariyle olması gereken şey devletin işte diyelim ki ateşkes sürecinde olumlu karşılık vermesi ve sürecin sağlıklı ilerlemesi konusunda koşulların yaratılması. Bu, devletin sorumluluğunda olan bir şey. Bizim, yani siyasetçilerin sorumluluğunda olan şey, bunlar var diye barış meselesini konuşmamak değil, aksine konuşmak, olması gerekeni ifade etmek ve bunu toplumsal bir talebe getirmektir. Bence zaten Türkiye’de problem burada. İşte ‘Böyle bir ortam var, böyle barış konuşulabilir mi?’

Peki ne zaman konuşacağız? Savaşın, çatışmanın olduğu, özgürlüklerimizin elimizden alındığı zamanda özgürlüğü konuşuruz. Adaletsizliğin olduğu yerde adaleti konuşuruz. Barış yoksa barışı konuşuruz, olduğu ortamlarda zaten bunları konuşmaya gerek yok. Bu, aslında konuşmamanın bir yöntemine dönüşüyor ne yazık ki. Türkiye’de özellikle sosyal demokrat partiler ile CHP tabanı açısından söylüyorum, niyetleri bu olmayabilir, söylemde sürece destek vereceklerini, parlamenter zeminde çözülmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Özgür Özel, bunu söylüyor, bu çok kıymetli ve ben çok önemli görüyorum ama pratiğe gelindiğinde ‘Bu mümkün mü? AKP ile anlaşıyorlar. Bu devlete güven olur mu?’ tartışmalarıyla süreci tartışmayı bile sorun gören bir yaklaşım var. Bence bu, çözümsüzlük siyasetinin bir dili. Yani eski sürecin bir dili. Yeni dönemin dili bu olamaz.

“HENÜZ ORTADA BİR SÜREÇ YOK AMA OLMASINI İSTİYORUZ”

Zaten bu sorunlar olmasaydı bizler de bunları konuşmazdık. Kürt halkı özgür olsaydı bizler ‘Kürt halkının özgürlük sorunu var’ diye konuşur muyduk? Kadınlar eşit ve özgür olsaydı ‘özgürlük sorunu var’ diye konuşur muyuz? Siyaset dediğimiz şey budur, konuşmalıyız. Dolayısıyla siyasetçilerin yapması gereken konuşmak, çözmek, tartışmaktır. Evet operasyonlara karşı da savaş politikalarına, gözaltı ve tutuklamalara karşı da tavır göstermek, demokrasinin ne olması gerektiğini ifade etmek siyasetin işidir. Yoksa siyasetçi neden var ki? Aksine devletin savaş politikalarını geriletmek, bu politikanın çıkar bir yol olmadığını, Türkiye’yi siyasi, ekonomik krizin eşiğine getirdiğini söylemeden nasıl bir süreç olacağız? O açıdan önce bir sürece evrilmesini konuşacağız. Çünkü henüz ortada bir süreç yok ama bu sürecin olmasını istiyoruz. Demokratik cumhuriyet olmasını istiyoruz. Kürt halkının, Alevilerin, kadınların özgür olmasını istiyoruz ve bunu konuşmaya devam edeceğiz.”

‘UMUT HAKKI’ KONUSUNDA TARAFLARIN YAKLAŞIMI!

Sebahat Tuncel ‘Umut hakkı’ konusunda da görüş belirtti. Sivil toplum örgütlerinin bu yönlü girişimlerinin önemli olduğunu söyleyen Tuncel, şunları söyledi:

“Bu önemli bir konu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de Türkiye hakkında verdiği 4 tane karar var. Sayın Öcalan hakkında ise uyulması gereken iki karar bulunuyor ama ben bundan bağımsız bu hak yoksa bile devletin, Kürt sorununu çözümü konusunda adım atacaksa eğer Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması gerekir. Bu, umut hakkıyla sınırlandırılamaz. Türkiye gerçekten Kürt sorununun çözümü konusunda Sayın Öcalan ile bir diyalog yürütüyorsa o zaman sorunun çözümü konusunda Sayın Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanması önemli. Umut hakkı bunun için yasal zemin de sunuyor. Bu açıdan pozitif bir yerden bakmak mümkün. Bu durum sadece sayın Öcalan ile ilgili değil, bütün Türkiye’deki mahpusları ilgilendiren bir durum.

Sayın Öcalan’ın durumu bence daha da özgün. Barışa cesaret eden, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çaba harcayan birisi. Dolayısıyla tarafların eşit koşullara sahip olması gerek. O açıdan Sayın Öcalan’ın özgürlük koşulları barış sürecinin başarıya ulaşması açısından; sonuçta Kürt tarafının temsilidir, o nedenle koşulların eşit olması gerekir. Baroların, ÖHD’nin bu konudaki çalışmalarını önemli ve anlamlı görüyorum. Umarım önümüzdeki parlamenter süreçte yasal düzenleme yapılır.”

“ALEVİLER AÇISINDAN ÖNEMLİ BİR FIRSAT”

Sebahat Tuncel, ‘Demokratik Toplum Çağrısı’nın aynı zamanda Alevilere yönelik bir çağrı olduğunu da belirtti. Alevi toplumunun da süreci sahiplenmesi gerektiğini söyleyen Tuncel, şöyle devam etti:

“Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler Alevilerin çok daha hassas ve duyarlı olduğu bir süreci beraberinde getiriyor. Önümüzdeki gün Dersim Tertelesi’nin yıldönümü. Katliamlardan geçirilmiş bir Alevi gerçekliğiyle de karşı karşıyayız. Alevi toplumu bu ülkede sevgili Hrant Dink’in söylemi ile ‘güvercin tedirginliğinde’ yaşıyor. Dolayısıyla olası bir sürecin doğal olarak onların hayatlarına nasıl yansıyacağı önemli bir konu. Aleviler inançsal ve kültürel olarak demokrasiye daha yatkın bir halk. Demokratik ve özgürlükçü bir yaşam, Aleviler açısından önemli. Dolayısıyla bu Demokratik Toplum Çağrısı, Aleviler açısından da önemli bir fırsat. Hem Alevilerin kendi İnanç kimliği etrafında örgütlenmesi hem barışın toplumsallaşması hem de demokratik bir cumhuriyetin gelişmesi konusunda önemli. Kürt sorununun çözümü sadece Kürtler açısından değil, Türkiye açısından da değil, aslında bütün Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek 4 parça Kürdistan diye ifade edilen, aslında 4 ülke sınırları içerisinde yaşayan Kürtlerin ve birlikte yaşadıkları halkların geleceğini etkileyecek bir süreçten bahsediyoruz. Bizim tabanımızın CHP ile de yakın olma durumu var. Yani ortak tabana yönelik politika üretiyoruz, bu açıdan söylüyorum. Dolayısıyla CHP politikalarından etkilenme durumu yüksek. Oranın, negatif üslupla tartışması ya da süreci gündeme almaması hali Alevi toplumunu etkiliyor. Bence Alevi toplumunun kendi geleceği açısından barışı gündemine alması ve demokratik bir toplum konusunda daha aktif rol alması gerekiyor. Sonuçta gerçekten Aleviler açısından önümüzdeki süreç öyle kolay olmayacağa benziyor. Yani hem inancı özgürce yaşamak, kendi kültürünü yaşatmak meselesi önemli. O açıdan Demokratik Toplum Çağrısı aynı zamanda Alevilere yönelik bir çağrı. Alevilerin, sadece gündeme alma açısından değil, demokratik toplumu inşa konusunda bir mücadele içerisinde olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.”

Eren GÜVEN/İSTANBUL

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.