PİRHA- Barış Akademisyeni, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Atilla Güney, şiddete karşı en güçlü direnişi kadın hareketinin gösterdiğini belirterek, “Toplumsal faşizme karşı koyan, en yüceltmemiz gereken direniş, kadın hareketidir. Bu anlamıyla bizim bel bağlayacağımız temel gruplar toplumsal cinsiyet, ekoloji ve kimlikler üzerinden ötekileştirilenlerdir. Örgütlü faşizmin dışında kalarak yeni bir toplumsal mücadele biçimi örebilirler. Umudum bu gruplarda” dedi.
Şiddet; kavramsal bir alandan çıkıp yaşamın her alanına nüfuz etmiş durumda. Kadına, çocuğa, ağaca, suya, toprağa, hayvana, iktidarlar tarafından öteki görülen kimliklere, Aleviye, mülteciye, işçiye, emekçiye, emekliye, gence, öğrenciye, öğretmene, doktora yönelik şiddet tırmanmış durumda. Peki şiddet neden bu kadar arttı ve toplumun önemli bir kısmı tarafından normalleştirildi? Bu normalleşmede iktidarın payı nedir? Muhalefet neden şiddete karşı ses çıkarmıyor, toplumsal muhalefet neden alternatif üretmiyor?
Konuya dair Barış Akademisyeni/Siyaset Bilimci Prof. Dr. Atilla Güney sorularımızı yanıtladı.
“BÜTÜN İKTİDARLAR ŞİDDET İÇERİR”
PİRHA: Şiddet nedir? Şiddetin “iktidar” olgusuyla ilişkisini nasıl okumalı?
ATİLLA GÜNEY: Şiddet dediğimizde çoğunlukla fiziksel tahribatı anlarız fakat bunun dışında toplumsal hayatın içerisinde farklı şiddet biçimleri vardır. Bu nedenle de genel olarak şiddetin tanımını yapmak çok kolay değildir. Toplum içerisinde şiddetin envai çeşidi var. Örneğin simgesel şiddetten bahsedebiliriz. Simgesel şiddet dediğimiz şey dilde yansımasını bulur. Konuşma tarzımız, birbirimize hitabet şeklimiz şiddet doğurabilir. Kültürel şiddetten bahsedebiliriz. Devletin, dinin, ailenin kutsiyeti, bunların sorgulanamazlığı, bunları sorguladığınız zaman karşılaşacağınız muamele, bunları kutsal görenler tarafından karşılaşacağınız tepki şiddet doğurabilir. Özellikle çağımızda çok farklı şiddet türleri var. Bio-şiddet, hukuki şiddet bunlardan biri. Bir suçluyu cezalandırmanın ötesinde öç alma, karşı tarafı derdest altında tutma aracı olarak kullanıldığında hukuk bir şiddet biçimine dönüşebilir. Özellikle modern kapitalizmle birlikte tıbbın, bilimin şiddet biçimi olarak kullanıldığını görüyoruz. Dijital çağda, sosyal medyanın çok yoğun yaşandığı çağda uygulanan şiddet biçimleri de var. Özellikle sosyal medya ortamındaki tartışmalara baktığınız zaman kullanılan dilin, tarzın, üslubun çok ciddi bir şiddet yarattığını görebiliyoruz.
İktidar tanımı itibariyle şiddeti içeriyor. Bir kişinin veya bir grubun başka bir kişiyi veya grubu etkileme kapasitesidir iktidar. Burada çok steril ve kulağa hoş gelen bir tanımı var ama etkileme yerine şiddeti koyduğunuz zaman iktidarın kendisi karşıdakine zor kullanma kapasitesini tanımlar aslında. Bu biçimiyle de bütün iktidar biçimleri şiddet içerir. Şiddetsiz bir iktidar biçimi mümkün değildir. Toplumsal yaşamda mikro iktidarlar kendi içinde şiddeti barındırıyor fakat tüm bunların ötesinde bir de devlet mekanizması var. En üstün emretme gücüne sahip otorite olarak tanımlanır devlet, bu çok korkunç bir tanımlamadır. Aslında toplumsal yaşamdaki iktidar biçimlerini kapsayan bir şiddet biçimidir. Devletler ortaya çıktığından bu yana insanlığın mezbahasıdır. Katliamların meşrulaştırılarak yapıldığı, idamları haklılaştıran bir mekanizmadır. Savaşları çıkararak vatandaşlarının toplu kıyıma maruz kalmasına sebep olandır. Devlet uyguladığı katliamları haklı çıkaran, sorgulanmasına müsaade etmeyen mekanizmaları da üreten bir iktidar biçimi olarak tarihte gördüğümüz en korkunç iktidar biçimidir.
Devlet eğitimi, dini, kültürü, medyayı, hukuku kullanarak şiddet uygular. Dolayısıyla devlet dediğimiz mekanizma tarih boyunca uyguladığı vahşetle değil aynı zamanda kültürel, ideolojik ve hegomonik araçları da elinde bulundurduğu için en büyük şiddet mekanizmasıdır.
“KAPİTALİZM EN KORKUNÇ ŞİDDET BİÇİMLERİNDEN BİRİDİR”
-Şiddet olgusunun sıradanlaşması ile karşı karşıyayız. Yaşam alanından, doğayı koruyana, kadından çocuğa yönelik ortaya çıkan bir şiddet sarmalı içindeyiz. Bundan yola çıkarak şiddetin sosyal, toplumsal ve ekonomik yansımaları var mıdır?
Şiddetin normalleştiği bir süreç yaşamıyoruz. Şiddetin sıradanlaştığı termonolojisi bana doğru gelmiyor. Kötülük zaten kapitalist modernitenin doğuşundan bu yana kapitalizmin doğasında var olan bir şey. Hannah Arendth’in bahsettiği ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ fiziksel şiddete işaret ediyor daha çok. Şiddetin toplumsal yansımalarından, kapitalist modernitenin belirlediği şiddetten bahsetmek mümkün. İnsanların emeklerini satmak zorunda kalmaları korkunç bir şiddet biçimidir. Biz bunu görmeyiz ama. Gündelik hayatımızda gider çalışırız, emeğimizi satarız ve emeğimizin karşılığını almadığımız bir para ile hayatımızı idame ettirmeye çalışırız. Bu zorunluluk tarihte görülebilecek şiddet biçimlerinin en önemlisidir. Kapitalist toplumsal yaşam, görünmez şiddet biçimleriyle insan doğasını törpüleyip bunları şiddetle harmanlayarak bir insanı başka bir insana karşı şiddetle donanmış bir yaratığa çevirir. Gündelik yaşamın içinde bunu çok fazla fark etmeyiz çünkü bu durumu kanıksamışızdır.
Faşizmi uzun zamandır toplumsal faşizm olarak tanımlıyorum. Bugün 1929’dan bu yana kapitalist modernite en büyük krizini yaşıyor ama bu seferki daha kronik halde. Bu kriz, tıpkı 1929 yılında olduğu gibi devletlerin devletlerle olan rekabetini, sermayenin rekabetini doğuruyor. Bugün henüz 2. Dünya savaşı kadar büyük bir savaştan bahsedemiyoruz ama lokal düzeyde de olsa savaşlar sürüyor. Bu da krizin doğurduğu sonuçlardan birisi. Savaşların kendisi zaten şiddet doğuruyor.
Bugün Türkiye’de Z kuşağının kullandığı dile baktığımız zaman şiddetin dile yansımasını da görüyoruz. Küfürsüz, hakaretsiz cümle kurulmuyor. Sosyal medyadaki tartışma diline baktığınız zaman kimsenin birbirini anlama gayreti içerisinde olmadığını görebiliyoruz. Faşizmin yarattığı en büyük tehlike toplumsal olamama halidir ve burada devrede olduğunu görmek mümkün. Türkiye’nin bugüne gelişinin tarihsel nedenleri de var. Özellikle 12 Eylül’den sonra yaratılan bir toplum yapısının sonucu bunlar. Simgesel ve ideolojik şiddet araçlarının yarattığı bir kuşakla karşı karşıyayız. Bahsettiğimiz travmalara karşı bireysel ve toplumsal direniş gösteremeyenlerin hedefi başka yere kaydırması ile karşı karşıyayız. Mağdur edilişinin sebebini doğrudan merkezine yönelmek, onu değiştirmek için bir hamle yapmak yerine ötekilere saldırılıyor. Toplumsal faşizm tam olarak böyle bir şey. Sağlık sistemini sorgulamayan doktorlara saldırıyor. Eğitim sistemini sorgulamayan müdüre, öğretmene saldırıyor. Bu biçimiyle de toplumun her alanına yayılmış durumda ve bundan kurtulmak çok da kolay değil.
“KADIN HAREKETİ YÜCELTİLMELİ, UMUT KADIN MÜCADELESİNDE”
-Son yıllarda artan şiddeti -kadınlara, çocuklara, ekolojistlere, işçilere- nasıl değerlendirirsiniz?
Örgütlü bir şiddetle karşı karşıyayız. Muhalefetin dili iktidarın diliyle örtüşmüş durumda. İktidar, muhalefetin sürekli göçmen meselesini gündeme getirmesi işine geliyor. Bu anlamıyla siyasal muhalefetten çok bir şey beklememek lazım.
Kendisini muhalefet olarak tanımlayan kesimin içerisinde de aynı toplumsal faşizmin etkilerini görebiliyoruz. Sendikalara baktığınız zaman aslında yapmaları gereken şeyin çok gerisinde kaldıklarını görüyoruz. 20-30 sene başkanlıkta kalan adamlar var, bu korkunç bir şiddet biçimidir. Maden işçilerine bakıyorsunuz, sendikalar arkalarında yok.
Bu ülkede en bel bağlayacağımız, toplumsal faşizme karşı direnen toplumsal muhalefet biçimlerinden birisinin kadın özgürlük hareketi olduğunu düşünüyorum. Elimizde en güçlü mücadele aracı, en yüceltmemiz gereken direniş, kadın hareketidir. İşçi mücadelesinde, ekolojik direnişte ve daha birçok alanda ön saflarda hep kadınları görüyoruz. Dolayısıyla umudumuz bu ötekileştirilenlerde. Büyük bir kısmı da verili örgütlenme içerisinde yer almayanlardır. Kürt özgürlük hareketi, siyasal olarak uzun süredir örgütlenemeyen ötekiler olarak tanımlardım ben fakat siyasi partileşmeyle birlikte bu siyasi partinin tabanıyla koptuğunu, dimdik ayakta tutulan özgürlük mücadelesi hareketinin partileşmesiyle birlikte bir şekilde sekteye uğradığını, ivmesinin düştüğünü, psikolojik heyecanının azaldığını düşünüyorum. Yukarıyla aşağı arasında bir hiyerarşi oluştu.
“ŞİDDET DİLİNDEN UZAK DURMALIYIZ”
-Şiddetin önüne geçmek için toplumsal muhalefet ne yapmalı?
Her birimizin özellikle bireysel olarak şiddet dilinden uzak durması gerekiyor. Şiddet bir mıknatıs gibi çekiyor. Bu bir yerde bireysel ve toplumsal kapanmayı da beraberinde getiriyor. Toplumsal yaşamın içerisinde ötekileştirilenlerin üreteceği özgürlük mücadelesinin benzerinin medyada da yapılabileceğini düşünüyorum. Hem haber emekçilerinin hem de sosyal medyayı kullananların bu genel medyatik şiddet mekanizmalarından kurtulması gerekiyor.
Bu anlamıyla bizim bel bağlayacağımız temel gruplar toplumsal cinsiyet, ekoloji ve kimlikler üzerinden ötekileştirilenlerdir. Örgütlü faşizmin dışında kalarak yeni bir toplumsal mücadele biçimi örebilirler. Umudum bu gruplarda.
Fatoş SARIKAYA- Diren KESER/ MERSİN
İLGİLİ HABERLER
>‘Devletin kullandığı şiddet politikası çok içselleştirildi’ – VİDEO
Yoruma kapalı.