Alevi Haber Ajansi

Tekke ve Zaviye Kanunu 100. yılında: Alevi ocakları ve toplumsallığı hedef alındı!-VİDEO

PİRHA- 100. yılına giren 677 sayılı Tekke ve Zaviye Kanunu’nun Alevi toplumsallığını hedef aldığını söyleyen DAD Genel Merkez Eğitim Sekreteri Hüseyin Ozan, Alevilerin kendini var ediş biçimi olan ocak ve dergahlarının vurulduğunu ifade etti. Hüseyin Ozan, “Bu tahribatın büyüklüğünü giderecek düzeyde tamamen Alevi hakikati üzerine oturtulmuş rıza ve ikrar ilkesinin esas alındığı güçlü örgütlenmelerimiz henüz yoktur. Ocaklar sistemi, dergâhlar olmadan o toplumsallığın yeniden inşası mümkün değildir. Dolayısıyla bütünlüklü bir demokratikleşme olmadan, bir zihniyet değişimine gitmeden tek başına bu kanunun kaldırılması çok bir şey ifade etmeyecektir” diye konuştu.

30 Kasım 1925’te çıkartılan, 13 Aralık 1925 yürürlüğe giren Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılmasına dair 677 Sayılı Kanunla: Alevi ocakları ve dergahları kapatıldı. Alevi Bektaşilerin Pirlik, Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları ve de Alevi inancı (öğretisi) yok sayılıp yasaklandı.

Alevilerin dergahlarına el konulması sadece Cumhuriyet dönemi ile sınırlı kalmadı. 1836’da pek çok Alevi tekkesi de kapatıldı ve mülkleriyle birlikte tarikatlara teslim edildi. Cumhuriyet’in ilanının ardından 1925’te tekke ve zaviyelere kilit vurulunca tüm mal varlıkları da devlete geçti. Tarihi eser niteliğinde olanlar ise müze yapıldı.

Alevi pirleri inançlarının gereklerini yerine getirdikleri için baskıya, katliama maruz kaldı. Dergahlardan bazıları müzeye çevrilerek (Hacı Bektaşi Veli Dergahı gibi) bazıları ticari işletme statüsünde tekrar Alevi derneklerine kiralanarak (Karaca Ahmet Dergahı gibi) bazıları da üstüne siyasi partilerin ilçe binaları inşa edilerek (Karaağaç Tekkesi gib) hiçleştirildi.

Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Genel Merkez Eğitim Sekreteri Hüseyin Ozan ile 100. yılına giren Tekke ve Zaviye Kanunu’nu konuştuk.

“TEK TİPLEŞTİRME SİLSİLESİNİN HALKLARINDAN BİRİYDİ”

-30 Kasım Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasının 100’üncü yıldönümü. Tekkelerin kapatılması ve faaliyetlerinin yasaklanması meselesi o günden bugüne çokça tartışılan ve üzerine spekülasyonlar üretilegelen bir konu oldu. Özellikle Osmanlı bakiyesini devralmış cumhuriyet kadroları bu adımla öncelikle neyi hedeflediler?

Bilindiği gibi İttihat ve Terakki kadroları Osmanlı’nın kadrolarıydılar. İmparatorluk tipi, hegemonyaların gerilemesi, parçalanma sürecine girmesi, kapitalizm karşısında gerilemesiyle Osmanlı’nın tahakküm alanları da bir tehlike altına girmiş durumdaydı. Kapitalist ve emperyalist güçler, kendilerine sömürge arıyorlardı. Dolayısıyla İmparatorluğun yayıldığı geniş alanlara da göz koymuşlardı. Onun tahakküm alanlarına göz koymuşlardı. Osmanlı’da bu savaşa katıldı İttihat Terakki ile fakat savaştan yenilgiden çıktı. Tahakküm alanlarının büyük bölümünü dolayısıyla kaybetti.

Kurulan yeni devlet batı tipi bir devletti. Merkezi bir devletti. Gücün yoğunlaştırıldığı, iktidarın alabildiğine merkezileştirildiği bir yapı öngörmekteydiler. I. Dünya Savaşı’ndan başlayarak zaten bu toprakların kadim halklarını büyük oranda tasfiye etmişlerdi. Geriye Aleviler kalmıştı. Etnik manada da büyük etnik kimlik olarak Kürtler kalmıştı. Bu tekleşme faaliyetleri devam etmekteydi. Bu söz konusu Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu’da kanunu da o tek tipleştirme silsilesinin halkalarından biriydi.

OCAK SİSTEMİ HEDEF ALINDI, SONUÇLARI ALEVİLER AÇISINDAN YIKICI OLDU

Farklı halkları, farklı inanç kimliklerini tasfiye etmek için araçsallaştırılmış İslam, yine tarihsel toplumsal hakikatinden koparılmış bir Türklük anlayışıyla, bunların sentezlendiği ideolojik bir motivasyonla tek tip iktidar alanı kurmaya yönelmişlerdi. Bu da onun adımlarından biriydi. Sonuçları Aleviler açısından tabii ki yıkıcı oldu. Bektaşi Ocağı’nın tasfiyesi daha önceki süreçlerde büyük oranda gerçekleşmişti. Bu kanunla beraber Hacı Bektaş Dergahı’da da kapatıldı. Geriye kalan sınırlı sayıdaki dergâh veya Tekke’de kapatılmış oldu. Böylece Bektaşi Cenahı iyice baskılanmış oldu.

Yine Raa Haq coğrafyasıda ocaklar sistemi üzerine kurulu büyük oranda. Tabii ki Türkmen Aleviler de bu dairenin içerisindeydi. Onların da ocak sistemi vardı. Bu yasayla hedef alındı. Kültürel asimilasyon, tek tipleştirme politikaları bağlamında bu yasa çıkarılmıştı. Yani gücün yoğunlaştığı, iktidarın alabildiğine merkezileştiği bir yapı yaratmak için çıkarılmış kanunlar silsilesinden biriydi bu adım.

“OCAKLARIN VURULMASI, TOPLUMSALLIĞIN DAĞILTILMASIYDI”

-Bu kararın Alevi inancına ve toplumsal ilişkilerine yansıması nasıl olmuştur?

Şimdi bu kararla vurguladığımız üzere Alevi toplumsallığı büyük oranda hedef alınmıştı. Zira Sünni İslam geleneği yüzyıllardır sisteme zaten eklemlenmiş, toplumcu niteliklerinden arındırılmış, araçsallaştırtılmış durumdaydı.

Cumhuriyet, Diyanet’le beraber yeni bir aşamaya taşındı. Diyanet İşleri Başkanlığı’yla o alan da merkezleştirildi. O alanın kontrolü de tamamen ele geçirildi. En azından bunun inşa süreci için önemli adımlardan biri bu kurumlaşmayla atıldı. Şimdi Alevilerin ise dağıtılması gerekiyordu. Ocaklar sisteminin dağıtılması gerekiyordu.

Şimdi Alevilik tarihsel, toplumsal alternatif bir model olarak vardır. Devletsiz, komünalitenin esas olduğu bir toplumsal sistemde düşünsel kurumlaşma, toplumsallaşma boyutlarıyla bir yaşam biçimi. Şimdi El Hakk’a düstürüyla döngüsel bir sistem içerisinde inşa edilen bu toplumsallık; ocaklar ve onun içindeki diğer kurumlaşmalar üzerinden mümkündü. Bu manada bu yasayla Alevilerin de hedeflenmesi, dergahlarının, tekkelerinin kapatılması, ocaklar sisteminin doğrudan vurulması, o kurumların bağlı olarak toplumsallığın dağıtılması anlamına gelmekteydi.

OCAKLARINI, REHBERLERİNİ VE REHBERLİĞİNİ YİTİRMİŞ BİR HALK GERÇEĞİ VAR

Aleviliğin bugün içinde düştüğü kaos ve kriz hali bu politikalarla ilgilidir. Çünkü o geleneksel kurumlaşma, Alevilerin kendini var ediş biçimi hedeflenerek vuruldu, tasfiye edildi. Şimdi kurumlarını, rehberliğini yitirmiş bir halk gerçeği ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla manipüle ve asimile edilmeye, sistemin tabanına eklenmeye hazır bir kitle haline düşürülmüş durumdadır. Direnç noktalarımız vardır. İtirazlarımız vardır. Çeşitli düzeyde kurumlaşmalarımız vardır. Fakat tahribatın büyüklüğünü giderecek düzeyde tamamen Alevi hakikati üzerine oturtulmuş rıza ve ikrar ilkesinin esas alındığı güçlü örgütlenmelerimiz henüz yoktur. Ocaklar sistemi olmadan, dergâhlar olmadan o toplumsallığın yeniden inşası bence mümkün değildir.

BU HALİYLE ASİMİLASYON KAÇINILMAZDIR

Zayıf bir takım modeller yaratılabilir. Direnç bir dönem daha sürdürülebilir. Ama asimilasyon kaçınılmaz olur. Bu manada ne dergâh örgütlülüğü ne de ocaklar sistemi tarafından vücuda gelen bu komünaliteler modası geçmiş çağ dışı falan değildir. Birebir devletsiz bir örgütlenme biçimidir. İktidarcı ilişkilerinin dışlandığı, yadsındığı, kabul edilmediği bir toplumsal varoluş biçimidir. Hem öğreti hemde kurumlaşma ve toplumsallaşma anlamında Alevilerin sağlaması gereken işte budur. Kendi hakikatleriyle buluşmadır. Dolayısıyla bu yasa Aleviliğe yöneltilmiş ciddi bir saldırıdır.

“ALEVİ DİYANETİ KUŞATMA,DÜŞÜRME, TESLİM ALMA POLİTİKASI ÜZERİNDEN İNŞA EDİLMİŞTİR”

-Kanunun 100. yılında, “devlet-din-toplum” ilişkisinin yeniden düzenlenmesi yönünde nasıl bir toplumsal talep görüyorsunuz?

Bu soruya da kendi toplumsal özgünlüğümüzden bakarak cevap verelim. Genel olarak devletin din işlerinden, din alanından, inanç alanından elini çekmesi gerekiyor.

Hala Alevi köylerine cami yapmak peşindeler. Hala zorunlu Sünnilik dersleriyle çocuklarımızı asimile etme içindeler. İktisadi, inzibati, kültürel tüm kurumlaşmalarıyla Aleviler ve benzer diğer farklı bir takım azınlık durumunda olan halklar bu politikalar bağlamında öğütülmektedir hala. Asimilasyon sürdürülmektedir.

Ne bekliyoruz? Demokratik bir cumhuriyet, demokratik bir toplum. Özgürlükçü Alevilik örneğini verebiliriz. Alevilik ne yapmıştır? Kendi iç işleyişi üzerinden ekonomik boyutuyla, hizmetler boyutuyla bir ruhban sınıfı yaratmadan kendi doğal ilişkileri üzerinden bu işleyişi sürdürebilmiştir.

Dolayısıyla Diyanet gibi bir başkanlığın veya Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan ‘Alevi Diyaneti’ gibi kurumlara ihtiyaç yoktur. Bu kurumlar bu alanlara müdahaledir. Kuşatma, düşürme, teslim alma politikasının gereği üzerinden inşa edilmiştir. Ve kamu kaynakları buraya aktarılmaktadır.

Alevilikte devleti ele geçirme, iktidarı ele geçirme, birilerini tahakküm altına alma gibi davranışlara, politikalara izin verilmez. Ama kültürler kendi yaşar. Hiç kimse de eleştiriden azade değildir. Bu da ayrı bir konudur. Dolayısıyla Demokratik Cumhuriyet, demokratik bir zihniyet devlete hakim olmalıdır.

“DEMOKRATİKLEŞME OLMADAN BU KANUNUN KALDIRILMASI BİRŞEY İFADE ETMEYECEKTİR”

-Barış sürecinde bu ve benzeri (köy kanunu gibi) kanunların kaldırılması mümkün mü? Bunun için yeterli gündemin oluşturulduğunu düşünüyor musunuz?

Tek tipçi inşa adımların merhalelerinden biridir. Tabii ki önemlidir. Alevilik ve diğer inanç kimlikleri ‘köy kanunu’ tanımıyla dışarıda bırakılıyor. Dolayısıyla hedef görülüyor. Dolayısıyla o halkların inanç kimlikleri tanınmamış oluyor. Dolayısıyla yaşamın her alanında bir baskılanmayla karşı karşıya kalınmış oluyor.

Yani tek tipçi motivasyon, tek tipçi ideoloji, onun tüm kurumlaşma, siyaset ve politika biçimleri bir bütün olarak bu ülkenin kuruluşuna damgasını vurmuş. Dolayısıyla bütünlüklü bir demokratikleşme olmadan, bir zihniyet değişimine gitmeden tek başına bu kanunun kaldırılması çok bir şey ifade etmeyecektir. Bir zihniyet değişimi olmadan böyle bir adım atacaklarına da ben ihtimal vermiyorum. Bu manada halkların rızalı ikrarlı birliği esastır.

Demokratik birlik, demokratik bir zihniyet etrafında demokratik toplumu inşa etmemiz gerekiyor. Bu da nedir? Çok kimlikli, çok kültürlü, yeni bir bizleşme haline denk düşer. Yaşamın her alanını kapsayan bir hakkaniyet, bir demokratikleşme..

DEMOKRATİK BİR YAŞAM HEPİMİZE KAZANDIRACAKTIR

Bu da ancak ve ancak en başta ezilen halkların, Alevilerin ve bizzat Sünni Türklerin de katılımıyla mümkündür. Çünkü o da hakikatinden koparılmıştır. Bir kullaştırma sürecine maruz kalmıştır. Doğrudan tahakküm altına alınmıştır. Oradan da güç  devşirilerek hem o halkın kendisi ezilmektedir. Hem diğer halklara oradan bir şiddet yöneltilmektedir.

Dolayısıyla kendini Sünni-Türk kimliğiyle tanımlayanların da sürece katılması ve hak sahibi olmaktan kaynaklı karşılıklı hakların tanındığı bir birliğe ihtiyacı vardır. Bu birlik üzerine bir mücadeleye ihtiyacımız vardır. Umarız bu barış süreci de böyle bir şeye hizmet eder. Demokratikleşmenin kapısı açılırsa evet bu muktedirlerin işine gelmeyecek. Ama Sünni Türküyle, diğer halklarıyla, Alevisiyle, Hristiyanıyla farklı etnik bileşenleriyle bu ülkenin, halklarımızın çok güzel bir geleceğini söz konusu olabilecektir. Demokratik yaşam inşa edilecektir ve bu hepimize kazandıracaktır.

Ersin ÖZGÜL/İZMİR

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.