PİRHA – Yazar Turan Eser, Yeni Zelanda’daki cami saldırısını kaleme alarak, “Irkçılık” sorununun temeline değindi. “Dinsel ve ırksal egemenliği halkın egemenliği yerine koymaya çalışan iktidar ve devlet ideolojileri bu kesimi besler” diyen Eser, Sivas’ta 35 insanı Alevi, solcu oldukları için yakanlar ile Yeni Zelanda’da 49 insanı Müslüman oldukları için öldüren ideolojinin aynı olduğunu ifade etti.
Sivas’ta 35 insanı yakanlarla ile Yeni Zelanda’da 49 insanı öldürenler ideolojik yumurta ikizidir
Yazar Turan Eser’in bugün için Birgün gazetesinde kaleme aldığı yazının başlığı “Yeni Zelanda’dan Sivas’a laiklik” oldu.
İnanç değerlerinin evrensel bir hak olduğunu belirten Eser, kimsenin bu sebeple ayrımcılığa, dışlanmaya ve şiddete maruz kalmaması gerektiğini ifade etti. Yazısında Yeni Zelanda’da yapılan cami katliamına değinen Eser, Maraş ve Çorum katliamlarını da hatırlatarak “Sivas’ta Alevileri, Yeni Zelanda’da Müslümanları katledenler ideolojik yumurta ikizidir” dedi.
“DİNSEL YA DA ETNİK IRKÇILIK”
Katliam yapanların ortak yanının ırkçılık olduğunu belirten Eser, “Dinsel ve ırksal egemenliği halkın egemenliği yerine koymaya çalışan iktidar ve devlet ideolojileri bu kesimi besler. İktidarlarını sürdürebilmeleri için, etnik ve dinsel kimlikleri kutsallaştırarak, ötekine karşı bir ‘üstün olma’ haline sokarlar” dedi.
Irkçılıktan beslenenlerin tüm dünya ülkelerinde hep ötekilere karşı saldırı içerisinde olduğunu anlatan Eser, şiddetin karşısında durmak gerektiğine vurgu yaparak yazısını şöyle sürdürdü:
“Çünkü şiddet yanında durulacak yer ya da olgu değildir. Karşında durmalıyız. Yeni Zelanda’da camilere, Cuma günü yapılan saldırı sonucu 49 insan alçakça katledildi. Tıpkı Sivas’ta yine bir Cuma günü vahşice insan yakmak gibi! Her ikisi de insanlık suçudur ve insanlığa karşıdır.
Ama daha da önemlisi ırkçılık, toplumsal adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, sosyal ve ekonomik krizlerin üstünü örtmek için iktidarların elindeki kullanışlı ideoloji olduğunu her daim hatırda tutmalı. Yarattıkları savaşların sonucu milyonlarca insanı mülteci ve sürgün haline getirenler, aynı zamanda mağdur ettikleri mültecilere karşı kutsal ideolojileri olan ırkçılığı da ikinci tokat olarak kullanmayı ihmal etmezler.
İnsan merkezli olmayan her kutuplaştırıcı, ayrımcı, ırkçı düşünce ve nefret söylemi toplumları bölüyor, öldürüyor ve kutuplaştırıyor.
Etnik ya da dinsel milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden yetiştirilen kuşaklar farklı olan ile barış içinde kardeşçe yaşamayı bilmiyor ve öteki olana yaşam hakkı tanımıyor.
Tarihi kendi üstün ırk ve dinsel kimliği üzerinden anlatanlar, tarihi kendi zalimlerine övgü, ötekine nefret, baskı, ayrımcılık ve zulüm olarak okuyanlar, ötekilerin katlini her daim vacip görmüşlerdir.
Tekçilik, ırkçılık, faşizm, mezhepçilik, dünyanın neresinde olursa olsun, çok kültürlü yaşamı, kardeşliği, sevgiyi, eşitliği, adaleti yok ediyor.
İnanç özgürlüğünü ayaklar altına alıyorlar.
İnsanlığa dair tüm evrensel değerlerden oluşan toplumsal yaşamda barışı, çoğulculuğu ve zenginliği katletmeye devam ediyor.
İşte o yüzden şair Ahmed Arif ‘Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim…’ dememiş boşuna…
Yeni Zelanda’dan Sivas’a yaşamını yitirenlere saygıyla ve bir daha yenileri yaşanmasın diye, ırkçılığın her türüne ve gericiliğe karşı mücadelenin merkezine eşit haklar, eşit yurttaşlık için laik yaşam, laik siyaset talebini koymalıyız. (HABER MERKEZİ)
Yoruma kapalı.