PİRHA- Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası yapılmasına karşı binlerce kişinin başlattığı direniş 5. yılını doldurdu. 36 kişinin gözlerini yitirdiği, onlarca insanın yaşamını yitirdiği ve binlerce insanın yaralandığı Gezi’nin direniş ruhu devam ediyor.
Evli ve bir çocuk babası olan Volkan Kesanbilici, Gezi olayları sırasında Merter’de bulunan kırtasiye dükkanında sosyal medyadan olayları takip ediyordu. Olaylar sırasında yaşanan yoğun polis şiddetine dayanamayan Kesanbilici, dükkanında oturmak yerine Taksim’e gelerek direnişe destek vermeye karar verdi. Kesanbilici, 31 Mayıs’ta yaşanan olaylar esnasında bir plastik merminin gözüne isabet etmesi sonucu bir gözünü kaybetti.
Kesanbilici, Gezi’nin bitmediğini TAMAM’a bakınca Gezi’yi gördüğünü ifade etti. Ayrıca Kesanbilici, Gezi’de yaralananların hiçbir ceza davası olmadığını sadece tazminat davaları olduğunu ancak bunların da her birinin birer utanç davaları olduğunu kaydetti. Kesanbilici, Gezi direnişinin 5. yılında yaşadıklarını PİRHA’ya anlattı.
Öncelikle Gezi’nin nasıl başladığını kısaca anlatabilir misiniz?
Çok uzun süredir kendimi bir aktivist olarak tanımlayabilirim. Dolaysıyla Gezi Parkı’yla ilgili süreci de takip ediyordum. Gezi Parkı’yla ilgili iktidarın bir projesi vardı. O gün için sanki kültür merkezi gibi topçu kışlasından bahsediyorlar ama biz de o gün bunun böyle olmadığını biliyorduk ki bugün gelinen süreçte de çok iyi anlaşıldı ki aslında bir AVM’den bahsediliyor. Ama hiç önemli değil ne yapacağı aslında. Çünkü Taksim bizler için çok önemli bir meydan. Orası halkın isyanının meydanı. 1 Mayıslar için ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Bunun dışında çok önemli bir toplanma alanı. Dolayısıyla ne yapılacak olursa olsun Gezi Parkı’nda herhangi bir yapıyı insanlar istemiyorlardı. Bu aslında dört, beş ay öncesinden başlamış bir süreç. Bununla ilgili imzalar toplandı, orada festival yapıldı, dikkat çekildi yapılmaması için ve sonuçta da zaten hem Taksim Dayanışması’ın hem de çevrecilerin kent mücadelesi veren insanların bir takım girişimleri sonucunda alınan iki karar vardı. Hem Anıtlar Kurulu’nun hem de İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı vardı. Dolayısıyla zaten o gün oraya giren kepçeler aynı zamanda bir hukuksuzluktu. Buna karşı çıkanlar da hukukun üstünlüğünü koruyan insanlardı. Bunu özellikle söylüyorum ki o günden bugüne iktidar eylemcileri hep teröristlikle suçladığı için çok şey konuşuldu üstünden, hepsi dedikoduydu, Kabataş gibi falan ama işin özü bir süre sonra unutuluyor. Özü buydu.
“DEVLETİN KENDİ HUKUKUNA UYMAMASI SÖZ KONUSUYDU”
Aslında insanlar aynı zamanda adaleti, hukuku korumaya çalışıyorlardı. Orada devletin kendi hukukuna uymaması söz konusuydu. Ama sadece bir park meselesi olup olmadığını olaylar bu kadar büyüdüğünde anlıyoruz tabi ki. Verilen tepki çok daha büyüktü. Onu da zaten takip eden insanlar çok iyi bilecekler ki iktidar politikalarına karşı birikmiş halkın bir öfkesi vardı. Özellikle son zamanda gerçekleşen şeyler, Roboski’den kalan bir öfke. Yine 2013 1 Mayıs’ında devletin şiddeti vardı, insanların Taksim Meydanı’na çıkmak için uğraşırken maruz kaldığı bir şiddet vardı. Bunun dışında toplumsal birçok şeye kadınlardan çocuklara kadar iktidarın çok ciddi müdahaleleri vardı ve herkesin baskılardan dolayı bir şikayeti vardı. Anlaşılıyor ki Gezi Parkı’nda isyan bütün bunlarla birlikte birleşti onun için de çok büyük kitleler toplandı buraya.
“LOBNA ALLAMİ’NİN GÖRÜNTÜSÜNE KADAR DAYANABİLDİM”
Peki gözünüzü kaybettiğiniz güne gelirsek, neler olmuştu o gün?
Tabi o günleri herkes çok iyi hatırlıyor televizyondan bunu takip etmemiz mümkün olmamıştı, penguen belgesellerinin gösterildiği bir gündeydik. Sosyal medya üzerinden ancak haber alıyorduk. Dükkandaydım ben. Çok kötü görüntüler düşmeye başladı. En son Lobna Allami’nin görüntüsüne kadar dayanabildim. Onu gördükten sonra artık dükkanı kapatıp Gezi Parkı’na çıktım. Akşam beş, altı sularıydı ben de artık buraya gelmiştim. İlk İstiklal Caddesi’ne geldim. Çok büyük bir kalabalık vardı. Bütün cadde doluydu. İnsanlar Taksim Meydanı’na Gezi Parkı’na doğru çıkmak istiyorlardı ama barikat vardı. Bir süre orada durunca anlıyorsunuz ki aslında hemen hemen meydana çıkan bütün ana caddeler aynı şekilde tutulmuştu. İnsanlar meydana çıkmak istiyorlar.
“NÖBETLEŞE DİRENİŞ”
O esnada da yaşanan hep aynı. İnsanların protesto gösterileri buna polisin gazla hem de çok fazla gaz fişeğiyle karşılık vermesi, kaçışan insanlar. Ama çok büyük bir kararlılık var. Gidip biraz toparlandıktan herkes birbirini tedavi ettikten sonra nöbetleşe biraz düzelen tekrar gelip barikatın önüne geçiyor. Büyük bir ısrar vardı. Saatlerce bu şekilde süren bir direniş vardı. Yine bir ara sokaklara kaçışımızda Tarlabaşı Bulvarı’na doğru gözümüz takıldı. Orada da direniş vardı ve Tarlabaşı Bulvarı’nda da sanki insanların daha çok desteğe ihtiyacı var gibiydi çünkü orada polis saldırısı çok daha şiddetliydi. Direnişe biraz orada devam etmeyi düşündük. Kardeşim de benimle birlikteydi. Geri kalan bölümde Tarlabaşı Bulvarı üzerinde protestolarımıza, direnişimize devam ettik. Orada dediğim gibi polisin şiddeti biraz daha fazlaydı ki daha sonra bunu şöyle de anlıyoruz ilk gün gözünü kaybeden üç kişi var zaten. Çağdaş Küçükbattal, Selim Polat ve ben. Üçümüz de Tarlabaşı Bulvarı üzerinde gözümüzü kaybettik.
“GAZ FİŞEĞİYLE VURULDUĞUMU SANDIM”
Benim oradaki direnişim yaklaşık gece yarısına kadar devam etti. 12’ye 5 kala ya da 5 geçe tam o esnalarda ben de gözümü orada kaybettim. Protestoların devam ettiği bir sıraydı yine. Neredeyse artık eylemciler barikatı sökmüştü ve alana geçmek üzereydi. O ara polisin son bir hamlesi oldu. Bir akrep aracı önümüzdeki barikata bizlerin üzerinde doğru sürdü. Barikatın üstünde takılı kaldı. O akrep aracından açılan bir ateş sonucu ben gözümü kaybettim. İlk etapta anlamadım ben de bir gaz fişeğiyle vurulduğumu zannettim. Çünkü o ana kadar hep gaz fişeği vardı, onu görüyorduk. Fakat daha sonra hastaneye gittiğimizde ortaya çıktı ki aslında içinde yüzlerce demir bilyenin bulunduğu plastik bir mermiyle vurulmuşuz. Dolayısıyla bu da aslında oradaki şiddetin boyutlarını otaya koyuyor.
Gözünüzün görme derecesi ne durumda şu an?
Gözüm hiç görmüyor. Benim bir takım arkadaşlarımıza göre şansım şu anda protez bir göz değil kendi gözüm yerinde ama o da silikon bantla sarılı. Zaman içerisinde küçülüp eriyip onun da protez olması muhtemel.
“DEVLETİN SÜRECİ NASIL GÖTÜRECEĞİNİN İLK İŞARETİ”
Peki bunun için bir hukuksal süreç başlatıldı mı? Başlatıldıysa bu süreç nasıl işledi?
Süreç şöyle başladı. Daha soruşturma dosyası dava olmadan önce benimle ilgili CHP Milletvekili İlhan Cihaner’in soru önergesi olmuştu o günlerde mecliste. Cevaplaması için dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’e içinde demir bilyelerin olduğu plastik mermiyi ve onun atıldığı silahı (biz tespit etmiştik ki FN 303’ler) bunu sormuştu. İçişleri bakanı envanterde ve depolarında böyle bir şey olmadığını söylemişti. Oysaki alınan bütün görüntülerde biliyorsunuz halk o zaman kayıttaydı, bu silah bütün polislerin elindeydi. Bu aslında devletin bu süreci ve bizim davalarımızı nasıl götüreceğinin de ilk işaretiydi. Hemen hemen 5 senede hem kaybettiğimiz kardeşlerimizin davaları hem yaralıların soruşturmaları aşağı yukarı hep bu şekilde devam etti. İşte ‘envanterimizde bu yok. O polis burada değil. Orada hangi TOMA var bilmiyoruz. Orada görevli olan polisi bilmiyoruz.’ O ilk başlangıç gibi devam etti. Bizler evet davacı olduk. Hiçbirimizin ne yazık ki polisler dışında içişleri bakanlığı, valilikle, başbakanlıkla ilgili suç duyuruları dava talepleri kabul edilmedi. Ama soruşturmalarımız devam etti. Bugüne kadar da bir ceza davamız yok. Biliyorsunuz Gezi şehitlerinden Ahmet Atakan’ın da hala bir davası yok. Yaralılardan bizim de hiç birimizin bir davası yok.
“HER BİRİ BİRER UTANÇ DAVASI”
Sadece tazminat davalarında ufak tefek ilerlemeler oldu. Ne yazık ki onlar da hem bizim için hem hukuk için aslında her biri birer utanç davası. Orada da durum hiç iç açıcı değil. Aynı şekilde çok sürece yayılarak gitti. Çok açık gördüğümüz bir şey var ki karar verecek insanlar iktidarın tutumunu bekliyorlar. Vermeleri gereken karar belli ama bunu vermekten de iktidar baskısından dolayı çekiniyorlar. Bunun için çok olumlu kararlar çıkmadı açıkçası bugüne kadar. Hatta benim davamda şöyle bir şey gelişti; artık son dakika, olumlu bir karar çıkmasını bekliyoruz ki çünkü ben o plastik mermiyi bir ay gözümde taşıdım. Dolayısıyla artık hiç bir tarafa kaçacak bir şansları yok ama hesap bilirkişisine de gönderilmişti. Son karar verilme aşaması yalnız benden hemen önce yine Gezi’de gözünü kaybetmiş arkadaşlarımızla ilgili olumlu karar vermiş bir heyet Temmuz kararnamesiyle geçen sene sürüldü. Bunun üzerine benim hakimim ertesi gün ret verdi. Bunu istinafa taşıdık. Genel olarak ne yazık ki böyle sürüyor. Tazminat davalarının süreçleri de böyle ama ceza davalarımız zaten hiç yok.
“ÜÇ, BEŞ AĞAÇ MESLESİ DEĞİL?”
Gezi başladığından itibaren hükümet kanadından ‘Üç, beş ağaç için ülkeyi karıştırıyorlar, olay çıkarıyorlar’ gibi yorumlar yapıldı. Mesela siz üç, beş ağaç için mi oradaydınız, üç beş ağaç için mi gözünüzü kaybettiniz?
Önce o cümlenin kendisine bir itiraz edelim. Üç, beş ağaç için itiraz etmek ayıp mı? Olması gereken bu değil mi? Üç, beş ya da tek doğru varsa ortada savunulması gereken bir şey varsa orada sayılar, adetler ya da ne olduğu çok önemli değil. Ama onun altında demek ki iktidarın kendi suçunu, hatasını bilmesi de var ki bunun üç, beş ağaç olmadığını biliyor. Doğrudur üç, beş ağaç meselesi değil. Herkesin içinde bir isyan vardı, yara vardı herkes de bunu dile getirdi zaten o günden bu güne. Birçoğunda da haklı olduğu görüldü hepsinin. Beklenen aslında yaşanan büyük polis şiddetinden devlet teröründen sonra bunlarla ilgili işlem yapılmasıydı. Ama Türkiye’de tam tersi oldu. Kaybettiğimizi çocukların ya da yaralananların sorumlularının bulunması yerine devlet Gezici avına başladı.
“DEVLET GEZİ’DEN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ ÇIKARTMAYA ÇALIŞTI”
Biliyorsunuz birçok arkadaşımız, birçok Gezi direnişçisi yedi, sekiz ay bir seneye varan sürelerle tutuklu kaldılar, davaları oldu. Taksim Dayanışması’na açılan bir ana dava vardı Gezi’nin bir terör eylemi olduğuyla ilgili. Ben onu şöyle özetliyorum: O üç yıl devlet Gezi’den bir terör örgütü çıkartmaya çalıştı. Bu olmadı, hiçbir davada olmadı. Bunlarla ilgili hiçbir emsal karar yok. Ama üç yılın sonunda, Temmuz ayında devletin her yerinden terör örgütü fışkırdı. Gezicilerden terörist çıkmadı, onlar terörist değillerdi. Hakkını arayan değişik halk katmanlarından hem de çok değişik halk katmanlarından insanlardı. Dediğim gibi bununla ilgili hiçbir karar yok bugüne kadar. Hatta birçok Gezi direnişçisinin taş atmasının bile o anda bir protesto hakkı olduğunu mahkeme kayıtlarına geçiren kararlar çıktı.
“BU HALK NASIL DİRENECEĞİNİ GÖSTERDİ”
Bizler bedel ödedik. Bunun dışında kaybettiğimiz kardeşlerimiz var. Ama Gezi direnişini sadece kayıplarımızla hatırlamayalım, yıl dönümlerini ya da anacağımız hiçbir zaman sadece bununla gündeme getirmeyelim. Gezi’nin bize bıraktığı çok önemli miraslar var. Bu halk nasıl direneceğini gördü, gösterdi aynı zamanda ve çok eşine bugüne kadar rastlanmayan bir örnek bıraktı. Dayanışmanın en üst seviyede olduğu, acıların en fazla yaşandığı dönemde işi espriyle karşılayabildiği onun dışında kadınların erkeklerin eril dilini eleştirebildiği, eşcinsellerin içimizdeki homofobiye karşı aynı direnişin içinde başka bir direniş gösterdiği nereden bakarsanız bakın çok coşkulu, çok tutkulu ve ülkenin tamamına yayılan bir direniş oldu. Dolayısıyla bizler evet kayıplarımızı analım, onların hatıralarını yaşatalım. Ama o direnişin coşkusunu, umudunu hep ileriye asıl bunu taşıyalım, böyle geçsin. Biz çok kararlıyız. Her sene burada toplanıyoruz ama onun dışında davalarımızın da peşindeyiz. O gün ki sorumluları, emri verenleri çok iyi biliyoruz. Onların da peşindeyiz. Ama Türkiye’nin gördüğü en iyi direnişlerden bir tanesinin de anısını yaşatmak ileriki nesillere aktarmak için elimizden geleni yapıyoruz.
“TAMAM’A BAKINCA GEZİ’Yİ GÖRÜYORUM”
Gezi’nin 5. yılında yine yeniden bir seçime gidiyoruz. Bu sene Gezi direnişinin böyle bir anlamı olabilir mi?
Mutlaka var. Biz ne dersek diyelim sonuçta Gezi çok başka bir şey. Herhangi bir partiyle, sandıkla, seçimle değil de sokakla özdeşleşen bir şey. Ama bu kadar büyük bir hareketin herhangi bir isyanda bu isyan sandıkta da olursa orayı etkilememesi mümkün mü ya da oradan etkilenmemesi mümkün mü? Bugün görüyoruz ki seçim atmosferine girilir girilmez yaşanan bir şey var ki insanların verdiği tepki. Tıpkı Gezi’deki gibi yine partiler üstü hep birlikte bir araya gelerek TAMAM dediler. Ben TAMAM’a bakınca Gezi’yi görüyorum zaten. TAMAM diyen insanlar Gezi’yi yapmışlardı. Umarım bu seçimde de sandıkta yaparlar.
Suay ABAK/Sevim KAHRAMAN
İSTANBUL
Yoruma kapalı.