PİRHA – Ayşe Erel ya da bilinen ismi ile Şavaklı Ayşe, bir sevdanın peşinden daha çocukluğundan itibaren koşmuş ve sonunda hayallerine kavuşmuş. Ancak Şavaklı Ayşe için fakirlikten daha öte, toplumsal baskılar adeta önüne barikat çekerek hayallerine engel olmaya çalışmıştır. Ayşe, o engelleri birer birer yıkıp müziğini kendi diyarının ötesine, farklı kültürlere ve insanlara taşımayı başarmış.
Bu hayatın içinde gerçekleşen başkaldırının ve başarının öyküsüdür. Kadınlara ait olan bir kültürün, tekrar eski sahiplerine iade edilmesinin hikâyesidir. Hikayenin başkahramanı ise Ayşe Erel…
Daha çocukken başlamış onun müzik tutkusu, saz çalıp söz söyleyen, sesi ve yeteneği ile dinleyen herkesi etkileyen, insanlara özünü, geldiği toprakları hatırlatırcasına derinden sarsmış. Dengbejliğin feodal düzende, sadece erkek egemenliğin içerisinde eriyip yok olmasına müsaade etmek istememiş. Kadınların da söz söylemeye, duygu ve düşüncelerini dile getirme hakkına sahip olduklarını, hayatın içinde var olduklarını topluma iletme hakkına sahip olduklarını savunmuş. Bu tek sesliliğe dur demek ve artık toplum içerisinde biz de varız demenin yolu olmuş onun için Dengbejlik…
Ayşe Erel ya da bilinen ismi ile Şavaklı Ayşe, bir sevdanın peşinden daha çocukluğundan itibaren koşmuş ve sonunda hayallerine kavuşmuş bir kadındır. Birçokları için müzik yapmak ve hayallerini gerçekleştirecek olan imkânlara ulaşmak çok kolaydır. Ancak Şavaklı Ayşe için fakirlikten daha öte, toplumsal baskılar adeta önüne barikat çekerek hayallerine engel olmaya çalışmıştır. Ayşe, o engelleri birer birer yıkıp müziğini kendi diyarının ötesine, farklı kültürlere ve insanlara taşımayı başarmış.
Dengbêjliğin özünde kadınların sesi olduğunu, ancak zaman içerisinde dinsel temelli toplumsal baskılar sebebiyle kadınlara sadece ağıtların kaldığını söyleyen Ayşe Erel, dengbêjliği hak ettikleri gibi tekrar kadınların kazandığını dile getirdi. Şimdilerde tabuları yıkan kadın olarak görüldüğünü ancak çok zor yollardan ve zamanlardan geçtiğini belirten Şavaklı Ayşe, kendi rüzgârının esintisinde geziniyor ve yaptığı kılamlar ile halkının sözcülüğünü yapıyor.
Ayşe Şawaqi, zaman içerisinde kabına sığmayarak yeni ufuklara yelken açmış hatta sınırlarımız dışına Avrupa’ya kadar kendisini taşımış. Sesin olduğu her yerde sözün de olduğunu dengbejliğin özünün bu iki temele dayandığını belirten Ayşe Erel, bir zamanlar kendi sesini ve sözünü sadece kendisinin dinlemiş olduğunu ve ne olursa olsun toplumsal baskıların onu asla yıldırıp yolundan döndüremediğini dile getirmiştir.
“BU TOPRAĞIN ÖZÜ İLE YOĞURULDUM”
“Esas ismim Ayşe Erel olmasına rağmen insanlar beni Şavaklı Ayşe ya da Ayşe Şewaqî ismi ile tanıyorlar. Dersim’in Pertek ilçesinde Bulgurtepe köyünde doğdum büyüdüm. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım buralarda geçti. Bu toprağın özü ile yoğuruldum. Ayşe isminin arkada kalmasını istemediğim için albümümde Ayşe Şewaxî ismini kullandım. Çok güçlü ve kalabalık bir aşirete mensubum. Biz Şewaqlar göçebe olduğumuz için yıl içerisinde sürekli yer değiştiririz. Aşiretim büyük olmasına rağmen ama ben sanatımı icra etmeye çalışırken, haklarım ve düşüncelerim için savaşımı verirken hiçbiri yanımda değildi.
“90’lı YILLARDA BAŞLADI GÖÇ DALGASI, SONUNDA 6 HANE KALDI”
Göçmelerin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. Dile kolay bir zaman dilimi insan yaşamında koskoca 30 yıl. 90’lı yılların başında başladı bu göç dalgası. Göçün ardından altı ev kaldı geriye. Ben ilkokula giderken köyümüz henüz boşalmamıştı, o zamanlar köyümüzün yarısı duruyordu. Diğer yarısı ise baskılardan dolayı İstanbul’a göç etmişlerdi. Dersim 90’lı yıllarda köy boşaltmaların çok yaşandığı kentlerin başında geliyordu. Köyümüz daha sonraları aynı sebepten dolayı yavaş yavaş boşalmaya devam etti. Sonunda köy denemeyecek kadar, beş ya da altı hane kaldı köyümüzde. O hanelerden birisi dayım, birisi dedemdi. Onun dışında bir iki tane komşumuz bir de biz vardık. Bizim dışımızda hemen herkes yaylaya çıkıyor, köyü tamamen bize bırakıyorlardı. Böyle bir ortamda özgür olamamak, kendini keşfetmemek mümkün mü?
“TEK ARKADAŞIM, SAZIMDI”
Bizim köyümüzde sadece erkekler saz çalardı, ne yazık ki kadınların böyle bir hakkı yoktu. O dönemde bir bayanın saz çalması, kılamlar söylemesi ayıp ve günahtı. Ben çocuktum koşup gidip onları dinliyordum. Çok seviyordum sazı. Ben 11-12 yaşlarındayken babamla tarla işlerine gidiyordum. Tarlalarda o yaşlarda verdiğimiz büyük mücadeleler sonunda babamdan hep bir şeyler isterdim. En sonunda çocukluktan beri istediğim bir şey olan, büyük bir hayranlıkla bağlı olduğum sazı istedim babamdan. Başlarda beni alırız diyerek oyaladı ama ben asla bu tutkumdan vazgeçmedim. Sonunda “ya bana saz alırsın ya da işleri artık yapmam” dedim.
Bir gün Elazığ’a gitti, orada Anadolu Saz Evi vardı. Oradan bana saz getirdi. Babamın otobüsten iniş anını hiç unutmuyorum. Ayaklarımda çorap bile giymeden öyle bir koştum gittim ki yanına, baktım saz getirmiş. Babamın yüzüne bile bakmadan sazla ilgilendim. Saz benim tek dostum olmuştu.
“SAZIMLA BERABER UYURDUM”
Sazın geldiği dönem diğer haneler yaylada olduğu için özgürlük zamanlarımızdı. İlk üç ay sadece bilmeden tellere vuruyordum. Terliğimi mikrofon yapıp türkü söylerdim. Sazımla bambaşka hayallere dalardım; uçağa binmek, pilot olmak, avukat olabilmek… Bunların hepsi çocukluk hayallerimdi. Sanatçı olmak gibi bir hayalim hiç olmadı. Ama sazı ve saz çalmasını çok seviyordum. Babam bana zaman zaman, “Tın tın kiraz bahçesi, tın tın kiraz bahçesi hani hiçbir şey öğrenmiyorsun?” derdi ve ben de çalamadığım için ağlardım. Sazımı o kadar çok seviyordum ki onu kucaklayıp yatardım. Ben yine derdimi bağlamama anlattım, ben yine sevincimi de bağlamama anlattım. Hep o dinledi beni, hep o cevapladı sorularımı. O anladı bir tek beni.”
“YALNIZCA ÖZGÜR OLMAK İSTEDİM”
Kadının toplum içerisindeki yeri, konumu, yaşayış biçimi ve tabiri caizse kadın olmasının getirdiği görevler ve yasaklar çok kalın duvarlar içine örülmüştür. Özellikle toplumun belli bir kısmında kadının yapabilecekleri ve yapamayacakları kesin çerçevelerle belirtilmiştir. Sanat çoğumuz için yüce ve saygı değer bir uğraştır. Kadınların ve erkeklerin sanat icra etmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Fakat bazı bölgelerde özellikle kadınların sanatla uğraşması, şarkı söylemeleri, müzik aleti çalmaları günah olarak düşünülmektedir. Bahsi geçen bu toplumsal baskılara maruz kalan ve sanatı için, çok değer verdiği sazı için mücadele veren Ayşe Erel içler acısı bu gidişata bir dur demek için çoğu kadına örnek teşkil etmiştir.
“SÜNNİ BİR AŞİRETİN KIZI”
Ayşe Erel, Sünni bir aşiretin kızıdır. Sanata ve sazına aşık olan bu kadın aşiretinden asla bir yardım görmemiştir. Aksine hakları için kendi savaşını verirken aşireti destek olmak yerine köstek olmayı seçmişlerdir. Ayşe’ye bu yolda en büyük destekçileri ise çevre köylerde bulunan Alevi topluluktur. Ayşe’ye, sanatına, sazına ve sözüne gereken ilgiyi, saygıyı gösteren bu insanlar aslında yalnızca ona değil, Ayşe vasıtasıyla hayatın içinde savaş veren tüm kadınlara destek olmuşlardır.
Ayşe aslında yalnızca özgür olmak istedi. Sesini, sözünü sakınmadan söylemek, düşüncelerini ve duygularını sazı eşliğinde tüm dünyaya duyurmak istedi. Onun için söz ağızdan çıkar ama kalplere değerdi.
“SAZ ÇALDIĞIM İÇİN TOPLUM TARAFINDAN DIŞLANDIM”
Herkes yaylaya gittiğinde ne kadar özgürsem döndüklerinde de bir o kadar kaybediyordum o özgür alanımı. Yayladan döndüklerinde, benim elimde sazı görünce yadırgadılar. Babam ne kadar köylü de olsa aydın bir yönü vardı. Bağnaz, katı tutumlu bir insan değildi. O sebeple bizi serbest alıştırmıştı.
Köyün diğer kızları büyüklerin yanında bir şeyler konuşmazken biz kendimizi savunuyorduk. Ben gizlice saz çalıp, türküler söylüyordum. Sonra kimse kızını benim yanıma göndermek istemedi. Çünkü feodal bir toplumda bir bayanın saz çalıp, şarkı söylemesi günah ve ayıptı.
Söz erkeğin sözüyse kadının da sözüdür. Dengbejliğin özünde söz söylemek varsa bu hepimize aittir. Ancak işin özünde Dengbejlik kadına ait bir kavramdır. Zaman içerisinde din temelli feodal düzen kalıbında kadınların bu hakları ellerinden alınmış ve susturulmuştur. Kadının sustuğu toplum her zaman geriye gider. Bu isteğim yüzünden toplumdan dışlandım. Onlar beni dışladıkça ben sazıma daha çok sarıldım. Üzerinde daha çok çalıştım. Babama; “Kızın neden saz çalıyor? Kızlarımıza kötü örnek oluyor” diyorlardı. Babam da benim çalmayı sevdiğimi kendisinin de çalmasını istediğini söylüyordu. Aslında ilk zamanlar bana bu tepkiyi göstereceklerini düşünmüyordum. Çocuktum en nihayetinde, nereden bilebilirdim ki. Ama yine de tüm baskılara ve yok sayılmaya rağmen yolumdan dönmedim.
“AŞİRETİM ARKAMDA OLMADI, BANA DESTEK VERENLER İSE ALEVİ CANLARDI”
Beni özellikle üzen konu aşiretimin bana sahip çıkmamasıdır. Gurur duymaları gerekirken, el üstünde tutmaları ve sahiplenmeleri gerekirken hiçbir şey yapmadılar. Tam tersine sanatımı icra ettiğim için taşladılar ve aşağıladılar. Şimdi müziğim hak ettiği yerlere gelince de övüyorlar. Yolun başında benimle olmayanları zorluğu aştıktan sonra ne yapayım? Saza hâkim oldukça köylülerin bana olan tavırlarında zaman içerisinde değişiklik oldu. Ama benim içimde onlara karşı kopuşlar başladı. Saz çalmaya başladıktan yaklaşık on yıl sonra tavırlar tamamen değişti. Bu sefer de ben onlara çalmak ve söylemek istemiyordum. Çünkü zaman içerisinde halkımdan çok tepki görmüştüm haliyle onlara oldukça kızgın ve kırgındım. Bu yolda bana en büyük destek verenler ise çevre köylerde bulunan Alevi canlardı.
KENDİ RÜZGARINI BAŞKA İKLİMLERE TAŞIMIŞ
Ayşe’nin talihi, yönetmen Hakan Aday’ın çektiği “Dersim Halk Âşıkları” belgeseli sırasında tanışmaları ile değişmiş. Belgesel boyunca Dersim dedelerini keşfe çıkan Aday, Ayşe’nin ününü duyunca onunla tanışmak istemiş. Hayatında köyünden ve yaylasından başka bir yere gitmeyen Ayşe, kamera konusunda çekingen davranmış. Utangaçlığının farkına varan Aday, ona fark ettirmeden söylediği türküyü kameraya almış. Böylece Ayşe’nin hayatı aslında hep düşlediği şekilde, sanatını icra etmesi için tamamiyle değişmiş.
Kendi insanına küsen Ayşe, türkülerini ve kültürünü başka yörelere taşımış. Sonunda bir albüm yapan Şavaklı Ayşe, kendi rüzgârını başka iklimlere taşımış. Müzik yolculuğuna başlarken hayalinde olmayan bir noktaya gelmiş ve yurtdışında birçok konsere çıkmış.
“TALİHİM, HAKAN ADAY’IN BELGESELİ İLE DEĞİŞTİ”
Yönetmen Hakan Aday, bildiğim kadarıyla “Dersim Halk Âşıkları” adında bir belgesel çekiyordu. Yani Dersim’de dedeleri keşfetmeye çalışıyordu. Avşeker köyüne gelmiş, orada “ köyde Ayşe var çok güzel saz çalar ve türkü söyler” demişler. Onun oldukça ilgisini çekmiş ve bir gidip görelim, belki Ayşe’den de bir iki parça alırız demiş. Bize misafir olarak geldi. Biz onu misafirimiz olarak gördüğümüz için saz çaldık türkü söyledik. Sohbet ettik. O benim utangaç olduğumu anlamış o sebeple bütün bu yapılanları kameraya söylemeden almış. Ancak bittikten sonra “Ben seni kameraya aldım” dedi. Ben de aldıysan aldın dedim. Çektiğini hiç bilmiyordum. Son derece doğal görüntüler ortaya çıktı.
Birkaç yıldır yaylaya gitmemiştik. Bu çekim yapıldığı dönemlerde biz de yaylaya gittik. Ben yayladayken Hakan beni aramış. Yaylada da telefon çekmiyordu. Babamın eski bir telefonu vardı, konuyu öğrenmek adına Hakan’ı ben aradım. Ayşe bağlantımızı kopartmayalım albüm yapabilirim sana dedi ardından da sana albüm yapmayı çok istiyorum diye eklemişti. Sonrasında bir gün tekrardan ben Hakan’ı aradım. Bana kendimi izleyip izlemediğimi sordu. Bende izlemedim dedim. Belgesel televizyonlarda yayınlanmış. O sırada yaylada olduğumuzdan televizyon yok orada, meğer köydeki insanlar babamı arayıp söylemişler. Babama; “Kızın televizyonlarda, ünlü oldu kızın, senin haberin yok mu?” demişler. Bir gün babam bana bir CD getirdi. İçerisinde benim olduğum belgesel vardı. Ben çok sevindim babam da çok gururlandı. Belgeselin ardından insanların bana bakışları o noktadan sonra geri dönülemez biçimde olumlu anlamda değişti. Ancak öncesinde dediğim gibi bana hiç destek olmadılar. Olsaydılar benim aşiretim çok güçlü ve çok zengin bir aşiret, her şey çok daha farklı olabilirdi.
Özgür UTUŞ / PİRHA
Yoruma kapalı.