PİRHA- Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı ve Eğitimci Cuma Erçe, son müfredatın, hedefledikleri dindar ve kindar neslin yetişmesini sağlayacak zemin hazırlayan bir program olduğunu vurgulayarak, “Bunun sonuçları ağır olacak” uyarısında bulundu. Toplumsal muhalefete birleşme çağrısında bulunan Erçe, “Toplumsal muhalefet kesimleri de sadece kendilerine dokunulduğunda değil toplumun tamamının sorunlarını kendi sorunları olarak gördüklerinde ancak başarıya ulaşabilirler” dedi.
Türkiye’de eğitim-öğretim sistemi hiçbir zaman tam anlamıyla laik, demokratik, bilimsel olmadı. 12 Eylül ile birlikte zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi adı altında Sünni din eğitimi, bu dersi almak istemeyen ve özellikle de Alevi çocuklar için bir zulüm haline dönüştü.
Neredeyse yüz yıldır devam eden tekçi eğitim sistemi 22 yıllık AKP iktidarı döneminde daha da ırkçı, dinci bir kimliğe büründü.
AKP önce 2012-2013 öğretim yılında 4+4+4 diye tanımlanan, laik eğitim sistemini dinci eğitime dönüştüren yasa çıkardı. O dönem AKP güdümündeki Anayasa Mahkemesi de bu yasaya onay verdi.
Öğretim Birliği Yasası’yla kurulan imam hatip okulları eğitim-öğretimin temeli durumuna getirildi. Diğer meslek okullarının orta kısmı bulunmazken, imam hatip ortaokulu açma olanağı yaratıldı.
İmam okulları dışındaki diğer okulların eğitim-öğretim programlarına Kuran-ı Kerim, Peygamberin Hayatı, din bilgisi dersleri eklenerek tüm okulların kısmen de olsa imam hatipleştirilmesi sağlandı. Okullardan felsefe dersleri kaldırıldı. İlk ve orta öğretim kesintili 12 yıla çıkarıldı. Kız çocukların 14 yaşından itibaren okullardan uzaklaşmasına neden oldu.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi kapsamında Diyanet’le, tarikatlar ve dini vakıflarla işbirliği yapıldı. Okullara imamlar atandı. Çocuklar ders saatlerinde camilere götürülüyor.
ÇEDES ile dincileşme yetmiyormuş gibi Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adıyla yeni müfredat hazırlandı. 9 Eylül 2024’ten itibaren okul öncesi, ilkokul 1, ortaokul 5 ve lise 9. sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanıyor. Yeni müfredatla dini derslerin saatleri arttırıldı. Okullarda dinciliğin önünü açan bu müfredat hem eğitim eğitimcilerin, hem velilerin tepkisini çekti.
Başka bir sorun ise hükümetin tasarruf tedbirleri gerekçesiyle okullarda temizlik personeli çalıştırmaması. Bu nedenle okullarda hijyen problemi ortaya çıktı, hem öğrenciler hem de öğretmenler çeşitli hastalıklarla karşı karşıya.
Laik, demokratik, parasız bilimsel eğitimden hızla uzaklaşılmasını, tekçi, dinci eğitim sisteminin topluma dayatılmasını, eğitimde yaşanan diğer sorunları eğitimciler ve veliler PİRHA’ya değerlendiriyor.
Eğitimde yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı ve Eğitimci Cuma Erçe ile konuştuk.
“SON MÜFREDAT, DİNDAR VE KİNDAR NESLİN YETİŞMESİNİ SAĞLAYACAK ZEMİNİ HAZIRLAYAN BİR PROGRAM”
PİRHA-AKP hükümeti, “Türkiye’nin Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla hazırladığı müfredatla ile eğitim sistemini yeni bir aşamaya geçirmek istiyor. Bu “yeni” olanda neler var, eskisinden farkı nedir?
CUMA ERÇE: Mevcut Millî Eğitim Bakanlığı’nın eğitim müfredatı uzunca bir zamandan beri karşı çıktığımız gericiliklerle dolu. Aslında bilimden oldukça uzak bir program. Sadece velilerin örgütlendiği kurumlar değil, eğitim sendikaları, demokratik kitle örgütleri mevcut programın yani önceki programın onlarca eksiğini bugüne kadar raporlaştırdık. Yani o programda bizim iddia ettiğimiz alabildiğine gerici bir içeriğe sahip olmanın dışında aynı zamanda ırkçı bulduğumuz bir programdı, cinsiyetçi bir programdı, insanların kendi ana dilleriyle eğitim yapmalarını engelleyen bir programdır. Çocukları bilmedikleri dünyalara götüren, onları hayal dünyalarında ya da inançsal anlamda onlara çok ciddi zararlar verecek nitelikte dinsel eğitimi zorunlu kılan bir programdı, dolayısıyla ayrımcıydı. İlkokul birinci sınıftan itibaren çocuklara cinsiyetçi bir yaşamı öğretiyordu. Geçmiş programın halkı düşmanlaştırıcı etkiye sahip, alabildiğine tarihi çarpıtan yanlarını defalarca rapor ettik. Sadece biz değil bu alandaki uzmanlar, eğitim sendikaları, akademisyenler raporlaştırdı. Kimi zaman düzenlemeler yapıldı, kimi zaman iyileştirmeler de oldu. Örneğin kitapların içerisinde cinsiyetçi bir takım söyleyemler kaldırılmıştı. Başka milliyetleri, başka milletleri düşmanlaştıran, onları hakir gören, aşağılayan ifadelere yönelik itirazlarımız olmuştu, bunlardan bir kısmı kabul edilmişti. Dolayısıyla toplumun şöyle anlaması bizi sıkıntıya sokar, üzer; mevcut Millî Eğitim Bakanlığı müfredatı çok doğru, çok çağdaş, çok ilerici, laiklikten yana bir program ve AKP hükümeti bu programı bu maarif modeliyle bozdu gibi bir yaklaşımımız yok. Böyle algılanmasını doğru bulmayız. Mevcut program gericiydi, mevcut program ırkçıydı, mevcut program cinsiyetçiydi, mevcut program kutuplaştırıcıydı ama Millî Eğitim Bakanlığı’nın son hazırladığı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli denilen program tam anlamıyla mevcut program içerisindeki kimi çağdaş ifadeleri, kimi çağdaş yaklaşımları da tümüyle ortadan kaldıran, laikliğe yapılan kimi vurguları da ortadan tamamen kaldıran ve aslında hedefledikleri dindar ve kindar neslin yetişmesini sağlayacak zemin hazırlayan bir programdır.
“TOPLUMDAKİ ÇÜRÜME ZATEN BELLİ BİR NOKTAYA GELMİŞKEN ÇOK DAHA ARTARAK DEVAM EDECEK”
Bu program Türkiye’nin yönünü çağdaşlığa, batıya değil daha geri, daha Orta Doğu ülkelerine çeviren, dinsel motifleri yaşamın her alanına sirayet etmiş bir yaşamı zorunlu kılan, kendileri gibi olmayanları, kendi gibi düşünmeyenleri, kendi gibi inanmayanları düşman gören, aşağılayan ve onların aslında yok edilmesi gereken insanlar olduğunu ifade etmeye çalışan, kadınları ikinci sınıf değil aslında neredeyse insan yerine dahi koymayacak bir anlayışı kimi gizli ifadelerle, kimi açık ifadelerle çocukların kafasına sokan, daha da kötüsü çocukların aslında elle tutamayacakları, gözle göremeyecekleri kavramlarla -öbür dünya kavramı, cennet cehennem kavramı, katran kazan kavramı, kıldan ince köprü kavramı, zebani kavramı, şeytan kavramı, melek kavramı, günah sevap kavramları gibi, ateşlerde yanmak kavramları gibi – çocukların soyut düşünemeyecekleri dönemlerde onları soyut düşüncelere iten, onlara kalıcı sağlık problemleri, kalıcı zihinsel problemlerin oluşmasına sebep olan, çocuklarda kekemelik, altına kaçırma, gece ağlamaları, korkuları oluşturan bir biçimi ortaya koyuyor. Aslında mevcut iktidarın tam arzu ettiği, tam istediği aylarca, yıllarca üzerinde çalıştığı ve profesyonelce tam da bahsettikleri biçimiyle dindar, kindar ve itaatkâr bir toplum yaratmayı hedefledikleri bir program hazırladılar. Bu müfredatın içerisinde bilim yok, bu müfredatın içerisinde sanat yok, edebiyat yok, kültür yok. Bunun sonuçları ağır olacak. Bu programda yetişen çocuklar bir süre sonra kendileri gibi inanmayanları öteki, kendileri gibi yaşamayanı öteki olarak görecekler, kendi gibi konuşmayanı öteki olarak görecekler, kendi cinsiyetleri dışındakileri öteki olarak görecekler ve toplumdaki çürüme zaten belli bir noktaya gelmişken çok daha artarak devam edecek ve bu çürüme ülkeyi ne yazık ki bir süre sonra kendi topraklarını bile savunamayan, onun bunun uşağı olmuş, bir toprak parçasına dönüştürecek. Bugün Afganistan’da olduğu gibi, ne yazık ki Lübnan’da olduğu gibi, ne yazık ki Pakistan’da olduğu gibi, Suudi Arabistan’da, Yemen’de olduğu gibi emperyalist ülkelerin oyuncağı haline gelmiş bir toprak parçasına dönüşecek. Böyle bir tehlike içeriyor.
“EĞİTİM SİSTEMİNİZ DİNSEL ÖGELERLE DOLDURULMUŞ İSE BİLİME MERAK SAĞLAMANIZ MÜMKÜN DEĞİL”
-Bir bütün olarak eğitimdeki bilim dışı ve laiklik karşıtı uygulamalar özellikle dini bir çerçeveye oturtuluyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Bu ülkenin bilimden uzaklaşması aslında ülkenin tümden emperyalist ülkelerin boyunduruğu altına girmesiyle eşdeğer bir şey. Siz bilimden uzaklaştığınızda, bilimi rehber edinen ülkelerin boyunduruğu altına girersiniz. Onların teknolojilerine muhtaç olursunuz, onların ürettiklerine muhtaç olursunuz. Çok çarpıcı bir örnek vereyim size; Lübnan’da İsrail’in son yapmış olduğu saldırılardan bir tanesi neydi? Çağrı cihazlarının telsizlerin patlatılmasıydı. Siz kendi çağrı cihazımızı kendi telsizinizi kendiniz üretemezseniz, kendi uçağınızı, kendi televizyonunuzu, kendi aracınızı, kendi makinanızı, kendi bilgisayarınızı kendiniz üretemezseniz başkalarına bağlı olursunuz. Şu kullanmış olduğunuz kamerayı kendinizin üretebilmesi için, kullandığınız telefonu kendinizin üretebilmesi için bilime değer vermelisiniz. Bilime değer vermenin yolu da eğitimi tümüyle laik kılmaktan geçer. Eğer eğitim sisteminiz laik değilse, dinsel ögelerle doldurulmuş ise sizin bilime merak sağlamanız mümkün değildir. Bilimde ilerlemeniz mümkün değildir, çağdaşlaşamazsınız.
“OKULLARIMIZ CEMAATLERE VE TARİKATLARA TESLİM EDİLMİŞ DURUMDA”
Bugün okullarda siz çocukları oluşturduğunuz Kâbe maketlerinin etrafında dolandırmaya başlarsanız, çocuklara okullarda birtakım kıyafetler giydirip onlara haydi namaz zamanı, haydi camiye gidiyoruz derseniz bu çocukların bilimle yakından uzaktan ilgileri olmaz. Bilimden uzaklaşan çocuklar dünyaya ayak uyduramazlar, teknolojiye ayak uyduramazlar ve bilime dayalı olan her şeyden mahrum kalırlar. Ama siz bilimin nimetlerinden yararlanmak zorundasınız. Hepimiz hastalandığımızda hastaneye gidiyoruz. Hastanedeki bütün araç gereçler, ameliyat malzemeleri, bütün röntgenler, MR’lar, akıllı tomografiler, aklınıza ne geliyorsa hepsi bilimin bize nimeti, bilimin sunduğu hizmetler. Onların hiçbirini din sunmaz size. Din insanla inandığı şey arasındaki bir ilişkidir. Ama siz okullarda çocukları sadece bu alana hapsederseniz, o alandan çıkamayan çocuklar birtakım hurafelerle, birtakım çağ dışı, birtakım bilim dışı, akıl dışı meselelerle kafa yorarlar. Ülkemizde her geçen gün ana sınıflarına kadar, kreşlere kadar indirgenen çağ dışı, dinsel eğitim, bilimden uzak, akıldan uzak eğitim maalesef kendini daha da geliştiriyor. Ve okullarımız cemaatlere ve tarikatlara teslim edilmiş durumda.
“HİÇBİR BİREY KENDİ ANA DİLİNDEN MAHRUM EDİLMEMELİDİR”
-Laik, bilimsel, ana dilinde eğitim istemek neden önemli?
Bunların hepsi aslında bir başlık altında toplanabilecek şeyler, o da bilimsel eğitim. Bilimsel eğitim zaten laik olmak zorundadır. Ama Türkiye toplumuna bunları anlatmak o kadar zordur ki. Bilimselliğin yanına laikliği de koymak zorunda kalırsın. Halbuki bilimsel eğitim; çağdaş olmak, laik olmak, parasız olmak durumundadır. Ve bilimsel eğitim aynı zamanda her haliyle zaten akılcılığı ifade eden bir kavram. Bilimsel eğitim cinsiyetçiliği reddeder, tekçiliği reddeder, inkârı reddeder. Aklın rehberliğini kabul eder. Aslında laiklik gerçek anlamıyla, gerçek kavramıyla ki zaten bir tane kavramı vardır. Türkiye’de bu da çok doğru anlaşılmamaktadır. Laiklik aslında bilimin ta kendisidir, laiklik özgürlüktür. Yaşamın her alanında, din de dahil olmak üzere her şeyin kendini özgürce ifade edebildiği, kendini geliştirebildiği fırsatlar sunar. Bizim açımızdan bu ülke eğer sanatta, bilimde, kültürde, sporda, resimde, sinemada aklınıza gelen ne varsa şiirde, edebiyatta, resimde gelişmesi için, birincil koşullar laikliktir. Laik eğitimi bilimsel eğitimin en önemli ayağı olarak görürüz. Eşit yurttaşlığı da esas alan bir eğitim modeline ihtiyaç var. Bu ülkede yaşayan herkesin dili, dini, ırkı, mezhebi, cinsiyeti, memleketi, dünya görüşü ne olursa olsun herkesin eşit birer yurttaş olduğu bilincini geliştirecek bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Bu eğitim sistemi zaten laik olmak durumundadır, bilimsel olmak durumundadır. Pedagojik olarak çocukların her şeyi doğru anlayabilmeleri, olduğu gibi anlayabilmeleri için artık dünyanın her yerinde evrensel bir kuraldır bu kendi anladıkları, kendi analarının diliyle bunu yapabilmeleridir. Çünkü bütün çocuklar ana dilleriyle rüyalarını görürler. Bütün çocuklar ana dilleriyle düşünürler. Hiçbir birey kendi ana dilinden mahrum edilmemelidir. Ülkemizde bilmediğimiz onlarca dili öğretmeye çalışan ama bunu bile başaramayan bir eğitim sistemimiz var -İngilizce, Fransızca, Almanca vesaire- ama bu ülke topraklarında konuşulan onlarca dil, kayboldu. Karadeniz’de konuşulan dillerin çoğu artık konuşulamıyor. Eğitim ana dilinde olmalıdır, tüm çocuklar için ana dilinde olmalıdır. Kürt çocukları için de, Rum çocukları için de, Almanya’da yaşayan Türkiyeli çocuklar için de, Amerika’da yaşayan Afrikalı çocuklar için de eğitim tüm dünyada ana dilinde verilmelidir ama laik ve bilimsel normda gerçekleşmelidir.
“OKULLARDA YAŞANAN SORUNLARI TOPLUMUMUZ, VELİLERİMİZ ÇOK NET GÖRMÜYOR”
-Eğitim sistemi; okullaşmadan, öğretmen açığına, çocukların temiz su içememesinden, milyonlarca çocuğun yatağa aç girmesine kadar birçok sorunla karşı karşıya. Bu sorunlar yeterince gündeme getirilebiliyor mu? Getirilemiyorsa neden? Bu sorunlar nasıl gündeme oturtulabilir?
Bizim son dönemlerde en çok uğraştığımız, çabaladığımız alan şu; bu ülkenin yoksul, emekçi halkları yaşadıkları problemleri ne yazık ki çok fark edemiyor. Birebir yaşıyor ama bu problemlerin ana kaynağının ne olduğunu algılamada çok zorluk çekiyor. Yaşadığı yoksulluğu neredeyse önemli bir kısmı Allah’ın bir hikmeti olarak görüyor. Bunların karşılığında bir başka dünyada, öbür dünyada onların deyimiyle söylüyorum öbür dünyada mükafatlarını alacaklarını düşünüyorlar hatta kimi din insanları, kimi din adamları yoksulluğu Allah’ın vermiş olduğu bir ödül gibi değerlendiriyorlar. Toplumun yaşadığı problemlerin farkına varamamasıyla ilgili çok ciddi bir problem yaşadığımızı görüyoruz. Pazar yerlerinin atıklarını toplayan 70 yaşındaki teyze, onu toplamak zorunda bırakılmasının gerçek sebebini anlayamıyor, bilemiyor. Bugün eğitim kurumlarında yaşanan sorunlar da bu şekilde. Eğitim kurumlarında yaşanan sorunlardan kimi velilerimiz, kimi anne babalar maddi durumlarını zorlayarak çocuklarını bir başka mahallenin okullarına götürerek kurtarmaya çalışıyor. Kimi anne, babalar çocuklarını çok zorlanarak, borçlanarak özel okullara yazdırarak bu sorunlardan kurtulmaya çalışıyor. Aslında sorundan kaçıyor. Bir kısmı sorunun farkında ama önemli bir kısmı için de şöyle bir durum söz konusu; zengine fen dersi fakire din dersi reva gibi algılandığı için okullarda yaşanan sorunları toplumumuz, velilerimiz çok net görmüyor.
“ÇOCUKLARIMIZ CİDDİ BİR GELİŞME PROBLEMİYLE KARŞI KARŞIYA”
Bugün çocuklarımız ne yazık ki çok ciddi bir gelişme problemiyle karşı karşıya. Bugün çocuklarımız dünyadaki olması gereken ortalamaların çok altında bir kemik gelişimine sahipler. Sebebi, yeteri kadar süt içemiyorlar, yeteri kadar kalsiyum alamıyorlar, yeteri kadar vitaminlerden nasiplenemiyorlar, meyveyi yiyemiyorlar. Çocuklarımızın zihinsel gelişimleri açısından çok tehlikeli günler bekliyor bizi. Bodurluk başladı. Yani birilerimizin anlayamadığı, uğrayamadığı bir şekliyle, yoksul çocuklar bodurlaşıyorlar, kısalıyorlar, cücelik başladı. Hem zihinsel gerilik, hem bedensel gerilik, hem kemiksel anlamda gerilik ne yazık ki korkunç noktalara geldi.
“OKULLARDA KORKUNÇ BİR HİJYEN PROBLEMİ VAR, ÇOCUKLARIMIZ TEMİZ SUYA ULAŞAMIYORLAR”
Okullarımızda korkunç bir hijyen problemi söz konusu, okulları pislik götürüyor, okullar yaşanamaz hale geldi, okullar temizlenmez hale geldi. Diğer bir taraftan çocuklarımız günlük ihtiyaçları olan temiz suya ulaşamıyorlar. Bir çocuk günde sadece yarım litre su içebilmesi için minimum on beş lira para vermesi gerekiyor. Çocuklar beslenemiyorlar, çocuklar kuru ekmekle okula gitmek zorunda kalıyorlar. Bir eğitimci olarak söylüyorum, okullar arasında fırsat eşitsizliği çok derin. Kimi okullar çok gelişmiş teknolojik araçlarla donatılmışken, kimi okullar depreme dahi dayanıklı değil. Kim okullarda akıllı tahtalar, kimi okullarda kara tahtalar. Kimi okullarda bilgisayar düzenekleri, kimi okullarda defteri bulamayan çocuklar. Kimi okullarda on beş kişilik sınıflar, kimi okullarda altmış kişilik sınıflar. Kimi okullarda öğretmensiz geçen sınıflar, kimi okullarda özel öğretmenler. Dolayısıyla okullarda yaşadığımız problemler had safhada bunu toplumun bütün kesimlerine doğru anlatabilmek gerekiyor.
“ZORUNLU DİN DERSLERİNE KARŞI VERDİĞİMİZ MÜCADELEDE HAKLI OLDUĞUMUZU BİR KERE DAHA ORTAYA ÇIKTI”
-Alevi çocukların zorunlu din derslerine zorunlu katılımı bu yıl da devam ediyor? Danıştay’ın, AİHM’nin Alevi çocukların din derslerinden muaf tutulması için verdiği kararlar var. Ancak iktidar mahkeme kararlarını uygulamıyor. Bu kararların uygulanması nasıl sağlanabilir?
Ülkede ne yazık ki yaşamın her alanına sirayet etmiş bir hile söz konusu. Ne yazık ki yüzyıllardır bir devlet geleneğine sahip olduğunu söyleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çağdaş, “daha medeni ülkelerin” iktidarlarını, hükümetlerini ya da hatta imza attıkları uluslararası anlaşmalarla kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni dahi kandırabiliyorlar. Yani onlar da kandırılmaya çok müsaitler ya da bilerek kanıyorlar, bilmiyoruz. Ya da danışıklı dövüş var aralarında, bilmiyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızdan kaynaklı verilen kararların önemli bir kısmını Türkiye sanki ilerleme kaydetmişçesine birtakım hilelerle, hileli adımlarla sanki Türkiye’de ilerleme varmış gibi algılatabiliyorlar. Belki de Avrupa bunları bilerek danışıklı dövüşlü bir şekilde yapıyor. Ahmak olması mümkün değil bu kadar, görmemesi mümkün değil. Örneğin mahkemelerin, davaların önemli bir kısmında, Türkiye yaptığı savunmalarda, ‘Alevilerin yok sayıldığı iddiaları doğru değildir. Bakın Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı kurduk’ diyebiliyor ve o “medeni devletler” de buna inanıyorlar. Halbuki kurdukları başkanlık Aleviliğin tümden ortadan kaldırılması için gayret gösteren, çaba harcayan bir kurum. Ya da ‘zorunlu din dersleriyle ilgili yapılan itirazlarda Aleviler haklıydı. Biz de din dersleri, kitaplarını Alevilik koyduk’ diyorlar. Din kitaplarına koydukları bir iki sayfa Alevilikle ilgili yalan bilgileri, doğruyu yansıtmayan bilgileri Alevilik olarak yutturup o yine tırnak içinde medeni ülke dediğimiz ülkeler de ‘evet bak koymuşsunuz’ diyerek bunlara kanıyor, bilerek ya da bilmeyerek. Yıllardır zorunlu din dersleri noktasında verdiğimiz mücadele ve bütün bunlara dair kazanımlarımızın hala uygulanamaması bu ülkede başka adaletsizlikleri de önünü açtı.
“SADECE ALEVİLERİN LAİKLİK MÜCADELESİ VERMESİYLE BU ÜLKE DÜZLÜĞE ÇIKMAZ”
Alevilerin mahkemelerden çıkarttıkları kararların dahi tanınmamasının geldiğimiz aşamadaki bir karşılığını söyleyeyim; bu ülkenin en tepe noktasındaki mahkeme Anayasa Mahkemesi’dir. Anayasa Mahkemesi seçilmiş bir milletvekilinin mecliste olması gerektiğini söylüyor ve bu yapılan uygulamanın yanlışlığını söylüyor ama Anayasa Mahkemesi bu devlet tarafından, hükümet tarafından tanınmıyor. Farkı ne? Bu devletin imzaladığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde karar altına aldığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği zorunlu din dersleriyle ilgili karar uygulanmadığı gibi bugün de Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı da uygulamayan hale geliyor. Demek ki neymiş? Adalet sadece bizim için lazım değilmiş. Zorunlu din derslerine karşı verdiğimiz mücadelede de, Diyanet’e karşı verdiğimiz mücadelede de, laiklikle ilgili verdiğimiz mücadelede de ne kadar haklı olduğumuz ortaya bir kere daha çıktı. Mücadelemiz devam edecek. Sadece Alevilerin laiklik mücadelesi vermesiyle bu ülke düzlüğe çıkmaz, başarı elde edilemez. Bütün toplumun, pazar yerinden atık domatesleri toplamak zorunda olan ama bunun sebebini kavrayamayan insanlar bu mücadeleye katıldıklarında amacımıza ulaşırız.
“DÜŞMANIMIZ ORTAKTIR, ULAŞMAK İSTEDİĞİMİZ YERDE HEPİMİZ AÇISINDAN ORTAKTIR”
-Zorunlu din derslerinin kaldırılmasından ana dilinde eğitimin verilmesine, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesinden öğretmenlerin atanmasına kadar yaşanan sorunlara karşı toplumsal muhalefetin (Alevi kurumları, eğitim sendikaları, siyasi partiler vb.) yeterli tepkiyi ve farkındalığı ortaya koyamamasını neye bağlıyorsunuz?
Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde mağdurların, mazlumların, ötekilerin güçlerini birleştirememesinin, egemenler açısından çok büyük nimet olduğunu düşünüyorum. Sadece Türkiye topraklarında değil, dünyanın her yerinde ezilenler, sömürülenler, yok sayılanlar, öteki duruma getirilenler güçlerini birleştiremedikleri için ne yazık ki emperyal ülkelerin bütün o kirli politikalarının kurbanını oluşmuş durumdalar. Bizim ilimizin toprağı kadar dahi olmayan İsrail bugün koskoca Orta Doğu’ya kök söktürüyor. Bunun ana sebebi, Orta Doğu’daki mazlumların birbirlerini boğazlamaktan, birbirlerinin boğazını kesmekten zaman bulup İsrail yayılmacılığını, Siyonizm’i ve arkasındaki ABD emperyalizminin gücünü görememelerinden kaynaklıdır. Bizim ülkemizde de yoksul haklar birbirlerine düşmanlık yapmakta ki düşmanlaştırıldılar, kutuplaştırıldılar, özellikle bu yapıldı ve bu nimetlerini topluyorlar. Yoksullar, emekçiler, emekliler, çiftçiler, köylüler, kadınlar, çevreciler, hayvanseverler, aklınıza gelen bütün mağdurlar, bütün ötekiler, birbirleriyle uğraşmaktan, güçlerini birleştirmemekten kaynaklı, yaşadığımız bütün bu kötülüklerin ne yazık ki sonuçlarına katlanıyor. Dolayısıyla esas olarak toplumsal muhalefet kesimlerinin kendilerine rehber edinmeleri gereken şey; bütün ötekilerin birlik içerisinde mücadele etmesidir, düşmanımız ortaktır. Aslında ulaşmak istediğimiz yerde hepimiz açısından ortaktır. Bugün emekliler ayrı yerlerde, maden işçileri ayrı yerlerde, çevreciler ayrı yerlerde, kadınlar ayrı yerlerde mücadele ettikleri sürece bu köhne, bu ceberut yapı devam edecektir. Toplumsal muhalefet kesimleri de sadece kendilerine dokunulduğunda değil toplumun tamamının sorunlarını kendi sorunları olarak gördüklerinde ancak başarıya ulaşabilirler.
“SERMAYE İÇİN İTİBARDAN TASARRUF EDİLMEZ FAKAT ÇOCUKLARIN GELECEĞİNDEN TASARRUF EDİLİR”
-Okullarda tasarruf adı altında temizlik görevlisi çalıştırılmamasını nasıl değerlendirirsiniz?
Bu bir zulüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geldiği noktayı gösteren bir durum. Çok yoğun tepkiler sayesinde 30 bin civarında bir temizlik elemanının görevlendirildiği bilgisi geldi. Bunların çalışma yöntemlerini bilmiyoruz, bunlar tam zamanlı mıdır? Ne kadarı maaşlıdır? Geçici işçi midir? Bunları bilmiyoruz ama bu çok vahim bir durum. Ülkenin büyük kesiminde, bu tasarruf tedbirlerinden kaynaklı çok daha büyük problemler ile karşı karşıyayız. Okullar açıldığında bu biraz görünür olduğu için gün yüzüne çıktı. Aslında birçok alanda bu sıkıntıları görmek mümkün. İzmir Adliyesi’ne yazın çok sıcağında gittiğimde koridorların hamam gibi olduğunu ama odaların serin gibi olduğunu görmüştüm. Oradaki görevliye sordum ‘klimalar mı bozuk?’ diye. ‘Hayır, tasarruf tedbirlerinden dolayı’ dendi. Halbuki kapısı penceresi açık idarecilerin, yöneticilerin, savcıların, hakimlerin odaları püfür püfür esiyordu ama koridorlar yanıyordu. Böyle bir ülkeye geldik. Hala o şatafatlı masalar, hala o büyük konvoylar, hala o devlet törenleri, karşılama törenleri devam ediyor, sermaye vergiden muaf tutuluyor, sermaye neredeyse hiçbir uçağın inip kalkmadığı havaalanlarından kaynaklı para alıyor, köprülerden para alıyor, otoyollardan para alıyor. Sermaye için tasarruf yok hatta itibardan tasarruf edilmez fakat okullardan edilir. Çocukların geleceğinden tasarruf edilir, çocukların su ihtiyacından, çocukların süt ihtiyacından, çocukların et ihtiyacından tasarruf edilir ama itibardan tasarruf edilmez. Saraylarımızın ışıkları sabahlara kadar yanmalı ama bunun karşılığında çocuklarımız susuz da kalabilir, etsiz de kalabilir, meyvesiz de kalabilir, vitaminsiz de kalabilir. Çünkü biz büyük milletiz, büyük ülkeyiz, büyük devletiz!
Buse Nehir DEMİR/PİRHA
İLGİLİ HABERLER
-‘Dersler siyasal İslam’ın hedeflediği içerikte; Mücadele cephesini oluşturmak zorundayız’-VİDEO
Yoruma kapalı.