PİRHA – Savaş, Yoksulluk ve Demokratik Çözüm panelinde yeniden müzakere formülleri üzerinde duruldu. Panelistlerden PSAKD Genel Başkanı Cuma Erçe, “Dili, inancı, kültürü farklı milyonlarca insan, birleşmeliyiz. Dostları müttefik görürsek bu sorunun üstesinden geliriz. Herkes, bizi cumhuriyetin temeli görüyor ancak kimse bizi Alevi görmüyor” diye konuştu.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul İl Örgütü, Savaş, Yoksulluk ve Demokratik Çözüm paneli düzenledi. Şişli Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde yapılan panele ilgi bir hayli yüksek oldu. Panelin yapıldığı salona “Savaş, yoksulluk ve tecritde karşı demokratik çözümde buluşalım”, “Savaşlara karşı onurlu bir barışı savunuyoruz” pankartları asıldı.
Panelin moderatörlüğünü İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaptı. Küresel anlamda süregiden savaşlara vurgu yapan Yoleri, çatışmalar sebebiyle göç, yoksulluk ve ekolojik yıkımın yaşandığını söyledi. Gazze’deki savaşa da değinen Yoleri, “Savaşın kadın ve çocuklar üzerindeki yıkımı, acıyı hepimiz biliyoruz. Yaşadığımız coğrafya da savaş politikalarından hiç uzak kalmadı. Kürt meselesinin inkar ve imha politikalarıyla karşılaşması nedeniyle de bir çatışma, şiddet ortamına sürükleniyor. Bu nedenle bizler, burada silahların susması ve çözüm sürecinin mümkün olduğunu tartışmak istiyoruz. Tüm bunlarla birlikte İmralı tecridinin de ayrı tutulamayacağını biliyoruz. Barış düşünü haydi hep birlikte gerçekleştirelim” dedi.
“BARIŞI KONUŞMAK EN BÜYÜK SUÇ”
Panelin ilk konuşmacısı Yazar Ayşegül Devecioğlu oldu. Barış sözcüğünün komünizmden de öte kriminalize edildiğini belirten Devecioğlu şunları ifade etti:
“Kuzey Suriye’de yürütülen savaşta sadece Türkiye’nin rolü olmadığını biliyoruz. Bu ülke, barış için onbinlerce can verdi. Bu durum bize büyük sorumluluk yüklüyor. Bütün dünya ateş topu iken barış konuşmak en büyük suç oldu. Bu sözcük kriminalleştirildi. Savaş çok önemli bir sermaye haline geldi. Bunu iktidardan da görebiliyoruz. Eğitim, sağlık bütçesi ayrılmazken vergilerimiz savaşa harcanıyor. Çocuklar okulda açlıktan bayılırken ‘bir mermi kaç para biliyor musunuz?’ diyorlar. Somali’ye dahi asker gönderiyoruz! Dünyadaki paylaşım savaşlarında halkın yararı yok. Halk, aç kalıyor, kadınlar öldürülüyor. Ama bizim ülkemizde 40 yılı aşmış bir savaş var. Ne zaman halk ve özgürlükler mevzu olsa ‘terörist’ oluyorsunuz. Türkiye’de neden barış olamıyor? İspanya’da örneğin birçok ana dil konuşulabiliyor ama evrensel haklar nedeniyle bizler öldürülüyoruz. Kürt olmak son 10 yılda iyi bir şey değil! Kürtçe konuştuğunuzda öldürülüyorsunuz. Örneğin geçtiğimiz günlerde inşaat işçilerinin başına gelenleri gördük.
‘Özerklik’ dediğinizde suç haline getirildi. Demek ki bizim bir yol bulmamız gerek. Savaşı durdurmaya gücümüz yeter. Tecrit meselesine ise politik olarak bakıyorum. İmralı’nın, barış sürecinin zorunlu bir parçası olmasının yolunu bulmalıyız. Bu kadar can vermişiz, barış fikrini toplumsallaştırmanın yolunu bulmalıyız. İktidar ayakta kalmak adına bu savaşı sürdürüyor. Belki de Türkiye ilk defa Kürtlerin bu kadar düşmanlaştırıldığı bir dönemden geçiyor. İmralı’ya uygulanan tecrit de bir garabet. İnsanlar 30 yıl cezaevi yatıyor ama aylarca uzatılan keyfi durumlar oluyor.”
“UCUZ İŞ İÇİN MÜLTECİLERE İHTİYAÇ VAR!”
Gazeteci Ercüment Akdeniz ise mülteci kavramı üzerinde durarak, “Ulus devletiniz yoksa siz de yoksunuz” vurgusunu yaptı. Günümüzde mülteci kamplarının dahi bombalandığını söyleyen Akdeniz, şu sunumu yaptı:
“Dünyada savaştan kaçan insanlar dahi mülteci olarak görülmüyor. 600 bin civarında Suriyeli, başka bir ülkede sığınma hakkına ulaşamadan Kuzey Suriye’ye gönderildi. Çocuk ve kadın ticaretinin önü açıldı ve 21. yüzyılda barbarca bir durum yaratıldı.
Modern çağ, bir vatanın varsa seni vatandaş görebiliyor. Ulus devlet algısında o nedenle yok görünüyorsun. Mültecilere politik hak tanınmıyor. Ulus devletin varsa ancak, belli haklara sahip olabiliyorsun.
Kürtler de çok büyük göç nüfusuna sahip. Bu ülkede Kürtlere, Rumlara, Alevilere karşı ırkçılık yapıldı. Şimdi yeni türde bir ırkçılık yapılıyor. Herkes birleşiyor şimdi mültecilere yönelik ırkçılık yapılıyor. Kayseri’de Suriyelilerin evi yakıldıktan kısa süre sonra o mülteciler Kuzey Suriye’ye gönderildi ve yine saldırılar Kürtlere döndü.
Mültecilerin sürekli üretimi bu kapitalist sistem için gerekli. Çünkü ucuz işe ihtiyaç var. Bugün Kürtler ve Suriyeliler merdiven altlarında sömürülüyor. Dolayısıyla ulusal, şöven sendika anlayışının da bozulması gerekiyor. Bu sorun, düzen değişmeden değişmez. Barışı, demokrasiyi sağlamadan göçü durdurmak mümkün değil. Mültecileri, omuz hizanızdan aşağı görmeyin. O nedenle ‘dünyanın bütün ezilenleri, mültecileri birleşin’ diyorum.”
“ALEVİLER, GÖÇ MESELESİNİN FARKINDA DEĞİLLER”
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Cuma Erçe ise konuşmasında eşit yurttaşlık talebi üzerinde durdu. Erçe, şu konuşmayı yaptı:
“Her gün televizyonlarda savaş cihazlarıyla övünenler, kızımız Narin’i 2 hafta bulamadılar. Dağa komando indirmekle övünenler deprem bölgesine günler sonrasında gidebildiler! Bu ülkedeki en büyük problemin farkındalık problemi olduğunu söyleyebilirim. Örneğin 2000’li yılların başında Eğitim Sen şube başkanıydım, kapı dışarı edilen işçilerle direniyorduk. Durup dururken bir bayrak krizi çıkartıldı. Hemen ardından Tarsus’un MHP’li başkanı ‘her eve bayrak’ kampanyası başlatıp yürüyüş düzenlemişti.
Bu ülkede anaların gözyaşının rengi aynı dedik ama anaları birleştiremedik. Anneleri yan yana getirebilirsek meselelerin ana nedenlerini anlayabileceğiz. Savaş deyince hepimizin aklında Kürtler merkeze oturtuluyor. Ama Cumhuriyet öncesinde bu savaş Koçgiri’de başladı. Ardından Dersim’de yıllar süren bir savaş sürdü. Oralarla önümüze bir perde çekiliyor ve ‘ezan susmamalı, bayrak inmemeli’ deniyor. Bir avuç sermayenin dışında hiç kimsenin eşit olmadığını bilmek gerekiyor. Çocukların okula aç gittiği bir ortamda artık eşit yurttaşlıktan bahsetmek mümkün değil. Günümüzde eşit yurttaşlığın insanları böleceğini düşünen sendikalar dahi mevcut. İşte bu nedenle farkındalığa vurgu yapmak istiyorum. Yani ‘bayrak inmesin, ezan dinmesin’…
Aleviler bile göç meselesinin farkında değiller. Alevi köylerinin neredeyse boşaltılmış durumda. Büyük çoğunluk, atalarının mezarını dahi ziyaret edemiyor. Büyük bir kısım ise Avrupa’da yasaklı. Kürtler bu zulmün birinci sırasındalar. Kürtleri, barışın da savaşın da tek tarafı olmaktan kurtarmalıyız. Bugün gerici maarif modeline karşı olan Alevilere, Artvin’de doğasına sahip çıkana, Soma’da madende yakınlarını kaybedenlere ‘böyle yaşamanızın sebebi savaş politikalarıdır’ diye anlatmak gerekir. Biz dili, inancı, kültürü farklı, milyonlarca insan birleşmeliyiz. Bu ülkenin bütün ezilenlerini bir araya getirmek zorundayız. Dostları müttefik görürsek bu sorunun üstesinden geliriz. Herkes, bizi cumhuriyetin temeli görüyor ancak kimse bizi Alevi görmüyor.”
Konuşmalar ardından panele kısa bir ara verildi.
“KÜRTLER, KENDİ KADERLERİNİ TAYİN ETME YOLUNDA BİR MÜCADELEYE GİRDİ”
Panelin ikinci bölümünde konuşan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ise PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride işaret ederek şunları söyledi:
“Soykırım kıskacında olan Kürtler, kendi kaderlerini tayin etme yolunda bir mücadeleye girdi. Kürt sorununun demokratik çözümünde baş müzakereci sayın Abdullah Öcalan’dır. Dünyanın dört bir yerinde Sayın Öcalan’ın fikri tartışılıyor. 10 milyonu aşkın insan, imza kampanyası altında Öcalan’ın özgürlüğünü talep etti. Avukatları olarak Mısır’a gittiğimizde bir avukat kadın ‘Kürtlere kızıyorum. Öcalan’ın fikirleri sadece Kürtlerin değil, hepimizin’ diyerek sahiplenmişti.
7 Ağustos 2019 tarihinde Sayın Öcalan ile yapılan son görüşmede ‘olanak verilirse bu savaşa 1 haftada çözüm getirebilirim’ demişti. Öcalan’ın çabası demokrasi ve özgürlük yönündedir. Demokratik çözüm ifadesini daima dile getirmiştir. Ancak her defasında Sayın Öcalan’ın ateşkes kararı komplolara uğratıldı. 1998’de Suriye’den çıkmadan önce önünde iki yol vardı. Biri dağ yoluydu diğeri de Avrupa’ydı. İltica talebi ülkeler tarafından kabul edilmedi. Uluslararası hukuk o dönem askıya alınmıştı. İlk 10 yıl İmralı’da yalnız tutuldu. Ailesiyle Kürtçe konuştuğu için 240 gün hücre cezası aldı.
Şu anda Sayın Öcalan ile birlikte 3 kişi daha İmralı’da tutuluyor. 25 Mart 2021’den bu yana, yani son telefon görüşmesinden sonra hiçbir şekilde haber alınamadı. O telefon görüşmesinde Öcalan ‘Avukatlarla görüşmeliyim’ sözünden sonra telefon kesilmişti. Şimdi İmralı’daki politikaların sessizle karşı görmesi bu durumu yaygınlaştırdı. AİHM tarafından adil yargılama yapılmadığı da belirtilmişti.
Kürt sorununun muhatabı cezaevinde tutuluyor ve muhatap alınmıyor. Bu mesele aynı zamanda vicdani ve ahlaki bir karardır. Bugün bir panel yapılacağı zaman tecrit kavramı kullanılmak istenmiyor. Bir yerde hukuksuzluk varsa bunu ifade etmek gerekir. Bu mesele bütün olarak tüm toplumu etkiliyor. Sayın Öcalan’ın muhatap olduğu, sorunu çözmek adına irade olduğunu görmeli”
“YENİ BİR YOL BELİRLENMELİ”
Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise muhalefetin barış adına yeni bir yöntem belirlemesi gerektiğini söyledi. Tahmaz, Kürtler haricindeki muhalefetin de barış temelinde gündem yaratması gerektiğini vurgulayarak şöyle devam etti:
“Biz barış dediğimizde siyasetin tarafları ile sınırlayıp ‘Ankara, İmralı ne yapıyor?’ diyoruz. Bütün ufkumuzu geçtiğimiz müzakere sürecinde buralara sınırladık. Eşit yurttaş arzusunu taşıyan insanlar olarak önce ne yapmak istediğimizde netleşmeliyiz. Örneğin Filipinler’de silahlı çatışmanın özünü etnik unsurlar oluşturuyor. Ama Suriye’de hem Kürt sorunundan kaynaklanan sorun, hem de dinsel, IŞİD gibi sorunlar var.
Başka ülkelerdeki deneyimleri izlediğimizde çözüm araçları da başka olabiliyor. Savaşın Türkiye’yi nasıl yoksullaştırdığını görüyoruz. Bugün iktidar elindeki silah nedeniyle İmralı ile iletişimi kesebiliyor. Toplumsallaşmış savaşın çözümünde tarafların dışında sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri vardır.
1 Eylül Dünya Barış Günü’ne bakın, herhangi bir muhalefetten açıklama var mı? Ama bu konu Kürtlerin ana gündemi. Kürtler, ‘silah sussun, barış olsun’ diyor. Ana gündem bu olmazsa ilerlememiz de mümkün değil.
Öcalan’ın girişimiyle ilk defa 2013-2015 yılında devlet, bir şeyi denemeye karar verdi. Dolmabahçe Mutabakatı, AK Partiden kurtulmak için büyük fırsattı ve bu kaçtı. Öcalan notlarında, ‘eğer çözüm süreci biterse beni öldü bilin’ diye 3 kez belirtmişti. Eğer, Kürtlerle barış talebinde kendi dilimizi yaratamazsak ülke farklı yere gider. Abdullah Öcalan, çözüm sürecinde belirleyici aktördür.
Sivil toplum da artık yeni bir yol belirlemeli. Bugün DEM Parti’nin meşru görülmemesi hali, halayın da yasaklanmasını getirdi.”
PİRHA/İSTANBUL
Yoruma kapalı.