PİRHA- Maraş’ta 19 Aralık 1978’de bir insanlık suçu işlendi. Resmi rakamlara göre 111 can katledildi. Yüzlerce insan yaralandı. 70 kadar ev, işyeri yakıldı. Maraş Katliamı tanıklarından Selda Bilmez, yaşadıklarını PİRHA’ya anlattı. Saldıranlar komşularımızdı. Ev sahibimiz de onların arasındaydı” dedi. Saldırıda annesini ve iki ağabeyini kaybeden Bilmez, saldırganların “Öldürün bu Alevileri, bunlar dinsiz” diye bağırmalarını hiç unutamamış.
19-26 Aralık 1978 yılında faşistler tarafından başlatılan ve bir hafta süren Maraş Katliamı başta Maraş Yörükselim’de olmak üzere Türkiye’nin bir çok yerinde lanetleniyor. Resmen Alevilerin bir kırıma uğradığı bu katliamın tanıkları hala o günlerin acısını yüreğinde taşıyor.
Katliamın tanıklarından biri de Selda Bilmez. Katliamı en korkunç şekilde yaşayanlardan biri. Üstelik henüz çocuk yaştayken.
İki ağabeyi ve annesi faşist güçler tarafından katledilmişler. Kirada oturdukları evleri talan edilmiş ve yakılmış.
Selda Bilmez, tüm bu olanların ardından saldırganlar tarafından dağa kaçırılacakken, askerler tarafından alınarak kardeşi ile birlikte askeri kışlaya götürülüyor. Kendisi gibi annesiz, evsiz bırakılan; kimsesiz kalan küçücük bir çocuğa ve kardeşine ablalık ediyor. Orada geçen üç günün ardından evine ve köyüne dönüyor. Döndüğünde ise artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
Selda Bilmez, Maraş Katliamı’na ilişkin sorularımız yanıtladı.
PİRHA-Olayların başladığı sabah, sizin evinize de saldırılar oldu mu?
SELMA BİLMEZ- Ben 16 yaşındaydım. O sabah erken uyanmıştık. Annem, babam ve kardeşlerim Antep’teki bir düğüne gitmek için hazırlandılar. Saat 07.00’ye geldiği sırada, birkaç kişi evimize baskın yaptı. Yukarı çıkan saldırganlar; “Erkekleri alacağız, kadınları bırakacağız” dediler. Babam, “Biz ailemizi nasıl bırakırız!” diyerek tepki gösterdi. Saldırganlar cevaben kendilerine tebliğ edilen emri uygulamakla yükümlü olduklarını, evin etrafının çevrildiğini söylediler. Kendiliğinden gerçekleşmiş gibi gösterilmeye çalışılan bu müşkül vaziyetin arka planına tanıklık etmiştim.
Sabah erken saatlerde pencereden baktığım sırada, karşıdan, “Bakın bakın birazdan size göstereceğiz, hepinizin canını alacağız dinsizler” diyerekten bağırıyorlardı. Karşı komşumuzun köylerden konvoylar halinde birilerini getirdiğini görmüştüm. Saldırıya uğradığımız zaman geliş nedenlerini anlamıştık. Saldırganlar “Erkekleri istiyoruz kadınlara dokunmayacağız. Alevileri, bu dinsizleri öldürelim!, Eliniz yeşil olacak!, Cennete gideceksiniz!, Bu kafirleri öldürelim!, Bu dinsizleri öldürelim!” diyerek birbirlerine bağırıyorlar, “Allahu ekber!, Allahu ekber!” diyerek nidalar atıyorlardı. Biz ne olduğunu anlamadık bile. Sonra evimize Molotof kokteyli attılar, bir tanesi odunluğa düştü ve odunluk alev almaya başladı. O sırada dışarıdakiler uyarıyı yinelediler: “Erkekler aşağıya gelirse kadınlara dokunmayacağız” dediler.
Her gün gördüğünüz komşunuz mu size öyle bağırıyordu?
Aynen aynen. Yapanların zaten çoğu komşumuzdu.
Tanıyordunuz yani hepsini?
Tabii. Yani adamları toplayan, onları getirenler komşularımızdı.
Saldırganları görünce, komşularınız “Alevileri öldürün” diye bağırırken ne hissettiniz?
O an hiç bir şey hissetmiyorsunuz. Zaten şoktasınız. Bizi öldürmeye gelenler ve öldürülmemizi izleyen insanlar, gece gündüz evimizden çıkmayan insanlardı. Neden böyle bir şey yapıyorlar, neden bize saldıranların önüne geçmiyorlar da onlara destek oluyorlar diye şaşırdık elbette. Mesela ev sahibimizin oğlu yukarı geldi ve “Erkekleri istiyorlar, bayanlara dokunmayacaklar, kendinizi bize teslim edin” dedi. Bu çok acı bir andı.
Bunları diyen ev sahibinizin oğlu muydu?
Oğluydu evet. Daha sonra babası ile geldiler. Bize ilk saldırı ev sahiplerimizden geldi. Bizim evden çıkmamızı istiyorlardı. Evlerine zarar gelmesini istemiyorlardı. Evimizi basıp, “Evden çıkın, sizi dışarıda öldürsünler” diyorlardı adeta. Babam “Saldırganları niye engellemiyorsunuz, niye onların önüne geçmiyorsunuz?” diye sorduğunda, “Bir şey yapamıyoruz, erkekleri bize versinler diyorlar” dedi. Sonra ev sahipleri inince, babam kalabalığa seslenerek; “Erkek mi istiyorsunuz? Erkek istiyorsanız ben geliyorum, kadınları bırakın! Evde benden başka erkek yok, çoluk çocuğuma kötülük yapmayın. Onlara, namusuma dokunmayın teslim olayım!” diyerek kendisini ikinci kattan aşağıya attı.
O an öldüğünü zannettik ancak ayağından yaralanarak kurtulmuştu. Annem peşi sıra gelen silah seslerini duyunca paniğe kapılarak bağırmaya başladı. Ne olup bittiğini anlamak için hepimiz çatıya çıktık. Ali ağabeyim saf tabiatlı biriydi, gözleri iyi görmüyordu. Katiller, onun saflığından, iyi niyetinden yaralanmaya çalışıyorlardı. Çatıdakiler onu kandırmaya çalışarak, “Yanımıza gelirsen seni kurtarırız” dediler. İki kişi ellerinden tutup çatıya çıkartırken arkasından silah sıktılar. Yere düştü ve can çekişerek son nefesini verdi.
Babanızın öldüğünü zannederken onun yaşadığını mı öğrendiniz?
Babam düşerken vurulmuştu. Babama düşerken baya bir silah sıkılmıştı o yüzden babamı öldü biliyorduk ve ondan ümidi kesmiştik. Babam ise sürüne sürüne hastaneye gitmeye çalışırken orada birilerine ulaşmış ve onlara “Beni hastaneye yetiştirin” demiş. Onlar da babamı almış hastaneye götürmüşler. Babam hastaneye gittiğinde orada bir doktor varmış; gelen hastaya iğne vurup hastayı iğneyle öldürüyormuş. Babam bunu fark etmiş. O sırada askeriyeye sığınıyor. Babam; “Ailemi yok ediyorlar, yetişin kurtarın onları” diyor. Ama askeriyeye vur emri verilmediği için onlar da hiçbir şey yapamadı. Saldırganlar bize silah sıktıkça askerler bizi öylece seyretti.
Bu olaylar tüm gün boyunca devam etti mi, neler yaşandı o gün?
Tüm bu hadiseler sabahın erken saatlerinde başlayıp gün batımına kadar sürdü. Askerler bir köşeden seyredip müdahale etmiyordu. “Haydi Alevîleri öldürün! Bir Alevî dahi öldüren cennetliktir! Kıyamette elleri yeşerir!” dediğini duyuyorduk. Camilerden de benzer anonslar yapılıyordu. Gençlerin bazıları, “Bu kadarı yeter, insanların evi yanıyor, burada bitirelim!” diyerek tepki göstermeye başladı. Bu defa onlardan da birkaç kişiyi vurdular. Saldırıyı asla sonlandırmak istemiyorlardı. Dört yolda oturduğumuz için kaçacak hiçbir yerimiz yoktu. Küçük kardeşim Sertaç’ı bir şekilde balkondan aşağıya indirerek, “Koş bizim için yardım çağır” dedim. Bu esnada ağabeyim elindeki tüfekle bizi savunuyordu. Hâl böyle olunca evimize patlayıcı madde atmaya devam ettiler. Ben de evin içi yanmasın diye onları alıp dışarı atıyordum. Sonra arka taraftaki odalardan birine elektrik direğini dayadılar. Kamyonla söktükleri direği merdiven gibi kullanarak eşyalarımızı yağmalamaya başladılar. Bu sırada bir başka oda da tutuştu ve neredeyse evin tamamı alevler içerisinde kalmaya başladı.
Yangın esnasında ve sonrasında neler yaşadınız?
Sonra epey bir zaman geçti. Artık üstümüz başımız kan içindeydi. Ağabeyim öyle kanlar içinde, yaralıydı. Bir de daha 9 aylık bir kardeşim var, o da burnundan yaralanmıştı. Burnundan saçma girmiş çıkmıştı. Ben de yaralanmıştım. Kollarım saçma doluydu. Annem Fatma Bilmez ise; hem yaralı, hem de bitkin ve çaresiz bir durumda, oradan oraya koşturup duruyordu. Küçük kardeşlerimin çığlıkları Ağrı Dağı’nı inletiyordu. Ne acı ki yıllarca kardeş gibi yaşadığımız komşularımız ve askerler, duymuyordu bu çığlıkları! Annem oğlunun cesedinin başında ağıtlar yakarken bir yandan da son kez küçük kardeşimi emzirdi. Fark ediyordu belki de öleceğini ve son kez kardeşimi emzirmişti. Annem, yaralı olan ağabeyimi de kurtarma çabası içindeydi, onu hastaneye götürmek istiyordu. Oysa kendi yarası daha ağırdı ve çok acı çekiyordu. Sonra bizi çıkarttılar evden, ev tutuştu artık kalacak durumumuz kalmadı.
Saldırganlar sizi evden çıkarttıktan sonra neler oldu?
Bizim evimiz teras gibiydi. Önce terasa sonra bitişikteki dama çıkarttılar bizi. “Sizi kurtaracağız” dediler. Annem “Hayır öldüreceksiniz oğlumu” dedi onlara. “Yok” dediler, “Oğlunu hastaneye götüreceğiz, sizi de kurtaracağız”. Bizi o dama çıkarttılar, sonra baktık damda bir karartı var. Hava artık kararmak üzereydi. Damda saklanan Hasan amcayı fark ettiler. Ondan sonra dediler ki “Burada biri var yatıyor”, bana “Çık bak, silahı var mı” dediler. Ben de çıktım baktım. Bizim evdeki misafirlerin eşi (bizim evde o arada misafirler de vardı) ve iki tane komşumuz da bize koşup geldiler olaylar olunca. Ondan sonra dama çıkıp baktım ve “Hasan Amcaymış burada yatan” dedim. “Silahı var mı bak, hastaneye götüreceğiz yaralıysa” dediler. Bende bakıp “Yok, silahı yok” dedim. Ben de yardım edecekler zannediyorum. Geldiler; biri elinden tuttu, biri ayaklarından tuttu, gözümün önünde aşağı attılar Hasan Amcayı. Karısı da aşağıda çığlık çığlığa bağırıyor. Bunu görünce çığlık attım: “Siz bütün erkekleri öldüreceksiniz anladım, ağabeyimi size bırakmam” dedim.
Annenizle birlikte abinizi korumak istediniz, peki abiniz kurtulmayı başarabildi mi?
Ev yanıyordu, kardeşlerimi indirmişlerdi. En son biz kaldık. Yaralı olan annem, ağabeyim ve ben kaldık. Hasan ağabeyim, kendisi vurulduktan sonra geride kalanların kurtulmasını istiyordu. “Bacım beni bırakın, benim üstümü şu divanın minderiyle ört, siz gidin” diyordu yaralı haliyle. Hasan ağabeyim, kendi ölümünü düşünmüyor, bir an önce bizim kurtulmamızı düşünüyordu. Oysa biz de onu düşünüyorduk, et tırnaktan ayrılır mı? “Ben seni bırakmam gardaşım” dedim. Yarasını sarmaya çalıştık. Annemle ikimiz ağabeyime yapıştık “Biz seni vermeyiz” dedik. Evimiz artık tamamen ateşler içindeydi. Evden çıkmak zorunda kaldık. Ben önden indim, ağabeyimi tuttum. Arkadan annem indi. Ağabeyimi ortada götürüyoruz ki bir şey yapmasınlar diye. Daha ben merdivenlerden adımımı aşağı atar atmaz ağabeyimi kolundan çektiler. Annem ile ağabeyimi vermek istemiyorduk onlara. Boğuşmaya başladık. Bir anda kurşunları Hasan ağabeyimin üzerine boşalttılar. Annem de Hasan ağabeyimi korumak için sıkılan kurşunlara kendisini siper etmişti. Annem de orada can verdi.
Siz olanları görüyor muydunuz?
Evet, olanları görüyordum. Fakat, bir şey yapamıyordum. Annem son bir gayret ile Hasan ağabeyimi kendine doğru çevirmek için çaba harcıyordu. Hala kendini kurşunlara siper etmiş, ağabeyimi korumaya çalışıyor; yaşlı gözlerle Hasan ağabeyime bakıyordu.. Ben çığlık çığlığa annemin üstüne atıldım. Bir annemin bir ağabeyimin cesetlerine sarılıyor, çığlıklar atıyordum. Evimizin önü kan gölüne dönmüştü. Annem ve ağabeyimin öldüklerini bildiğim halde onları korumaya çalıyordum. Onları kaldırmaya çalıştım. Olmadı, kaldıramadım. Annem ve ağabeyime sarıldığım için üstüm başım kan içindeydi. Beni zorla, sürükleye sürükleye olay yerinden uzaklaştırmaya çalıştı katiller. Bir baktım ağabeyimin kafasına ucu çivili değneklerle durmadan vuruyor, “Kafiri öldürün!, Kafiri öldürün!”, “Hepimiz cennetliğiz, vurun bunlara!” diye bağırıyorlardı.
Saldırganlar sizi gördüklerinde, size nasıl davrandılar?
Bizi gördüklerinde, “Tamam sizi eve götüreceğiz” dediler. Bizi dağa çıkaracaklarını birilerine teslim edeceklerini söylediler. O sırada teyzemin kızının pijamasını indirmeye çalıştıklarını gördüm. 16 yaşındaydım ve henüz çocuk yaşta sayılsam da orada kalan yaşı en büyük fert bendim. Panik halinde bir ona bir kardeşlerime koşuyordum. Bir süre sonra askeriye evi bastı. Hepsi dağıldı ve asker bizi kışlaya götürdü.
Kardeşinizle beraber askeri kışlaya götürüldünüz, peki orada ne kadar süre kaldınız? Sonrasında evinize mi döndünüz?
Üç gün orada kaldık. Orada bir çocuk gördüm. Hiç kimsesi kalmamıştı. Ailesindeki herkes katledilmiş, ölenlerin arasında birinin kucağında kalmış ağlar haldeyken bulunmuş, getirilmiş. O üç gün boyunca hem ona hem de küçük kardeşime baktım sonra onu komutana teslim ettim. Komutan, “Sen merak etme kızım ben onu kendi çocuğum gibi büyüteceğim” dedi. Sonra evlerimize döndük, amcalarım geldi ve bizi köylerimize getirdiler. Ağabeyimin ve annemin cenazesini bulamadık. Bir hafta boyunca amcamın yaptığı araştırmalar sonucunda, annemle ağabeyimin naaşlarını bulabildik. Amcam tanık olduğu manzarayı şaşkınlıkla anlatıyordu. Katledilenleri bir bölgede üst üste yığıp bırakmışlar. Uzun süre beklemenin neticesinde oluşan koku sebebiyle kimlik tespiti yapıp naaşları almak çok zor olmuş. O halde cenazelerimizi bulup defnettik.
Yani siz iki ağabeyinizi ve annenizi kaybettiniz Maraş Katliamı’nda.
Üçü de vefat etti. Bir komşumuzun eşi, bir de başka bir köylümüz vardı onun eşi, beş kişi. Onu da odunluğa atmışlardı, yakmışlardı. Sonra bizi topladılar, camiye götürdüler, caminin hocası bize vaaz veriyor. “Bunları öldürdük, hepimiz cennetliğiz, cennette yerimiz hazır, elimiz yeşil oldu. Biz bu kalan kızları da rehin olarak alalım. Bizim adamımız vardır ellerinde, o taraftan alırız” diye konuşuyorlardı. Ondan sonra da askeriyeye vur emri gelmiş. Zaten, askeriye bastı, onlar da hepimizi, bizi bırakıp kaçtılar. Tabi bu arada teyzemin kızının pijamasını indiriyorlar, göğüslerini elliyorlar, taciz ediyorlardı.
Peki daha sonra oraya gittiniz mi?
Hiç gitmedim, gidemedim.
O güne dair hiç unutamadığınız aklınızda kalan bir şey var mı?
Hiç unutamadığım, aklımda kalan şey “Öldürün bu Alevileri, bunlar dinsiz” demeleri. Yani bir insanı dinsiz bile olsa katledemezsin sen. Ben bunu anlayamıyorum. Karşındaki bir insanın hiçbir suçu yok, bir şeye katılmamış, bir şey yapmamış size. Gece gündüz evindesiniz, yiyorsunuz içiyorsunuz. Nasıl yardımcı olmazsınız, nasıl kurtaramazsınız? Yani hep içimden geçen şuydu; bunlarla yüz yüze gelip “Hiç mi acımadınız, hiç mi vicdanınız sızlamadı, nasıl yıllarca kafanızı yastığa koyup yatıyorsunuz, nasıl yapıyorsunuz, Allah’ın verdiği bir canı nasıl alabiliyorsunuz?” diye sormak… Bunları düşündükçe, aklım almıyor.
PİRHA/İSTANBUL
Yoruma kapalı.