Alevi Haber Ajansi

PSAKD Sultangazi Şubesi: Hukuksuzluğu ve yasal zorbalığı kabul etmiyoruz!

PİRHA-Gazi Katliamı’nın 30. yıldönümüne dair açıklamada bulunan PSAKD Sultangazi Şubesi ve Gazi Şehitleri Cemevi Başkanı Ferhat Aktaş, “Katliamın 30. yılında payımıza düşen hukuksuzluğu ve yasal zorbalığı kabul etmiyoruz. Mücadelemiz katliamlarla hesaplaşılan, kurumsal adaletsizliğin sona erdiği ve hak gasplarının olmadığı demokratik ve özgür bir ülkeyi kurma mücadelesidir” dedi.

12 Mart 1995 tarihinde çoğu polis kurşunuyla 22 kişinin öldürüldüğü katliamın üzerinden 30 yıl geçti. Gazi Katliamı’nın failleri ve sorumluları hala cezalandırılmadı.

Gazi Katliamı’nın 30. yıldönümü dolayısıyla yazılı açıklamada bulunan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Sultangazi Şubesi ve Gazi Şehitleri Cemevi Başkanı Ferhat Aktaş, “Katliamın 30. yılında payımıza düşen hukuksuzluğu ve yasal zorbalığı kabul etmiyoruz. Mücadelemiz katliamlarla hesaplaşılan, kurumsal adaletsizliğin sona erdiği ve hak gasplarının olmadığı demokratik ve özgür bir ülkeyi kurma mücadelesidir. Kimsenin dili, dini ve inancından dolayı asimilasyon ve ayrımcılığa uğramadığı, halkın ancak “bir harmandalında bir de dost sofrasında diz kıracağı” eşit, onurlu ve adil bir gelecek istiyoruz” dedi.

Aktaş, Gazi Katliamı’nın 30’uncu yılı vesilesiyle yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

GAZİ MAHALLESİ, İKTİDARLARIN HEDEFİNE MARUZ KALAN BİR YER

“12 Mart 1995 akşamı Alevilerin yoğun olarak gittikleri kıraathanelere, İsmetpaşa Caddesi boyunca ilerleyen bir taksinin içindeki tetikçiler tarafından otomatik silahlarla ateş açıldı. Onlarca insanın yaralandığı ilk saldırıda Halil Kaya isimli yaşlı bir insanımız hayatını kaybetti.  Egemen güçlerin “1000 operasyon yaptık’ dediği 90’lı yıllarda sistematik bu politikalardan payına düşeni fazlasıyla alan mahallede halkın kabaran öfkesi, 12 Mart akşamı kitlesel olarak sokağa çıkmasıyla karşılığını bulacaktı. Alevi hassasiyetinin diri, politik duyarlılığın güçlü olduğu ve kuruluşundan beri sol-demokratik muhalefetin varlık gösterdiği Gazi mahallesi, iktidarların çeşitli bahanelerle saldırganlığına maruz kaldı.

YOK ETMEK İSTEDİKLERİ DAYANIŞMA BİLİNCİ, ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜ

12 Mart 1995’e gelene kadar gözaltılar, gözaltında katledilmeler, işkence ve yaygın tutuklamalarla örülü çok yönlü saldırılara muhatap olan mahallede yılların getirdiği bir birikim söz konusuydu. Devleti zor araçlarıyla tanıyan, barınma, elektrik, su ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını imece usulü dayanışmayla sağlayan yoksul bu gecekondu mahallesinde halkın dağıtılamayan örgütlülük düzeyine cevap; sivil-resmi güçlerin birbirini koşullayan pratik üzerinden kullanıldığı katliamla verildi. Gazi halkı o gün haklı olarak saldırının ardından taranan kıraathaneler ile Cemevinin önünde toplanarak yaşanan kontrgerilla saldırısından egemen güçleri sorumlu tuttu. Tam da yok etmek istedikleri dayanışma bilinci ve kültürüyle yoğrulan halkın tepkisi 12 Mart akşamı ete kemiğe büründü, halk yaralarını sarmak için yan yana geldi. Sokağa çıkan insanlar ‘artık yeter’ diyor, katillerin kim olduğunu bilerek tepkisini dile getiriyordu.

“MARAŞ’I, SİVAS’I DENEYİMLEYEN HALKIN MAHALLESİNİ SAVUNMAKTAN BAŞKA SEÇENEĞİ KALMAMIŞTI”

12 Mart akşamı başlayan operasyonel yönelim sonrasında Susurluk kazası ile ortaya saçılan çete-polis-siyaset üçgeniyle birlikte değerlendirilmeli. Hiç kuşkusuz ki Gazi’de katleden Susurluk devleti, direnen halktı. Kontrgerilla saldırısının ardından cadde üzerinde toplanan mahalle halkına panzer ve resmi araçlardan açılan ateş sonucu Mehmet Gündüz’ün hayatını kaybetmesi gerçekleşen saldırıların organize olduğunun ilanıydı. Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarını deneyimleyen Alevi halkımızın bu noktadan itibaren mahallesini savunmaktan başka bir seçeneği kalmamıştı. Süren katliamın son bulması, cenazelerin verilmesi, yaralıların tedavilerinin yapılması, sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve saldırı amaçlı mahallede bulunan kolluk kuvvetlerinin geri çekilmesini talep eden, mahallesini savunan halkın bu taleplerine verilen cevap; yeni Maraş’lar ve Sivas’lar yaratma tehdidiyle halkın daha çok kanının dökülmesiydi. Mahallenin her bir sokağı katliamcıları durdurmaya çalışan halkın direnişine tanıklık ederken, canlarımızda ardı ardına toprağa düştü. Sezgin Engin, Dilek Şimşek, Zeynep Poyraz, Fadime Bingöl, Hasan Gürgen… Katliamın bilançosu ağırlaşırken korku ve teslimiyet değil, dalga dalga büyüyen direniş gelişmelere rengini veriyordu.

SİVAS’I YAKANLAR, GAZİ’DE KURŞUNLAR YAĞDIRDI

2 Temmuz 1993 Sivas ve Gazi katliamları arasında devamlılık ilişkisi vardır. Mahalle halkının katliam için harekete geçen resmî güçlere karşı günlerce cansiperane direnmesinin nesnel faktörlerinin başında Sivas’ta gerçekleşen katliam sonrası büyüyen duyarlılık olduğunu vurgulamalıyız. 2 Temmuz 1993 tarihinde, Pir Sultan Abdal etkinliğinde, Sivas Madımak Oteli’nde 8 saat boyunca kuşatılan, gerici-faşist odaklar tarafından hunharca katledilen 33 insanımız acısı Gazi’de yaşayan halkın yüreğini yakıyor, 2 yıl önce Sivas’ta Alevilere yönelik örgütlenen katliamın 2 yıl sonra kendi mahallelerinde tekrarlanacağı öngörüsü, genç-yaşlı halkın günlerce direnmesini koşulluyordu. Halkın öngörüsü ne yazık ki topyekûn saldırganlıkla somut bir vaziyet aldı. Dünyanın gözü önünde, Sivas’ta yakarak katledenler, Gazi ve Ümraniye 1 Mayıs mahallelerinde kurşunlar yağdırarak, sokakları işkencehaneye çevirerek katletti.

SİVAS’TA ÖRGÜTLENEN KATLİAM RESMİ KUVVETLER ELİYLE HEDEFE ULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILIYORDU

Gazi, 2 Temmuz 93’te gerici-faşist odaklar üzerinden Sivas’ta örgütlenen katliamın 2 yıl sonra bu defa resmi kuvvetler eliyle hedefine ulaştırılması aşamasıydı. Gazi’de yaşayan halkın inançsal ve toplumsal kimliği neden hedef seçildiğini açıklar. Mahallede özellikle Sivas’tan göç eden Alevilerin genel toplam içinde en kalabalık orana sahip olması dikkate değerdir. 2 Temmuz 93 tarihinde kışkırtılan güruhların örgütlü katliamına dönüşen ‘Alevi nefreti’ hangi bakış açısının ürünüyse, 12 Mart 95 tarihinde Gazi’de halka yönelen sistematik saldırı aynı bakış açısıyla örtüşüyordu. Her iki bağlantılı katliam mevcut toplumsallığın muhalif karakterini zayıflatma ve korku paradoksu altında teslimiyet göstermesinin istendiği projenin 90’lı yıllara uyarlanan yüzüdür.

GAZİ’DE BAŞLAYAN DİRENİŞ PROTESTOLARA DÖNÜŞTÜ

12 Mart akşamı Gazi’de başlayan katliam saldırısı ve halkın direnişi, önce İstanbul’un diğer mahallelerini etkisi altına aldı, sonra ülke genelinde büyük protesto yürüyüşlerine dönüştü. 15 Mart günü Ümraniye-1 Mayıs Mahallesinde katliamı protesto eden mahalle halkının üzerine Gazi’de olduğu gibi ateş açıldı, burada 4 insanımız katledildi. 12-15 Mart 95’ günleri arasında sokaklarda kurulan barikatların ardından duyulan tok ses; ‘ölmek var, dönmek yok!’ şiarıydı. Pir Sultan Abdal’ın “dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan!” sözü halkın bilinç öğelerine yön veriyordu.

“22 POLİS’TEN 18’İ DELİL YETERSİZLİĞİNDEN BERAAT ETTİRİLDİ”

Dönemin iktidarı gerçekleri çarpıtıp teyakkuz halinde Alevilere saldırırken, beklemediği oranda büyüyen halkın direnişini bastıramamanın zorunluluğuyla geri adım attı, 3. günün ardından katlettiği insanların cenazelerini ailelerine teslim etti ve aracılar vasıtasıyla halkın patlayan öfkesini soğutmanın yollarını aradı. 19 kişinin katledildiği, 427 kişinin yaralandığı Gazi katliamı sonrası açılan davalar ‘cezasızlık’ politikasına hizmet etti. Katliamın gerçek faili dönemin iktidarı kullandığı tetikçileri koruyan tavrını mahkeme safhası boyunca devam ettirdi. Halkı katleden polis memurları hakkında açılan dava ‘güvenlik’ gerekçesiyle İstanbul’da görülen ilk duruşmanın ardından Trabzon’a kaçırıldı. 5 yıl süren davanın duruşmalarına katılmak için Trabzon’a giden aileleri taşıyan otobüslere yönelik taşlı-sopalı saldırılar yaşandı. Haklarında dava açılan 20 polis memurundan 18’i “delil yetersizliği” iddiasıyla beraat ettirildi. Yargılanan, 5 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan, 2 polis memuruna kamera kayıtları ve mağdurların teşhisine rağmen 6 yıl 8 ay ile 3 yıl 9 ay gibi mahkumiyet cezaları verildi. Yargıtay, ceza alan bu 2 sanık hakkında “Haklarında adam öldürmeyle ilgili net bir açıklığın olmadığı” gerekçesiyle bozma kararı verdi. Tekrar eden dava sonucunda göstermelik cezalar verilen 2 sanıkta aklandı.

DÖNEMİN YÖNETİCİLERİ HAKKINDA YARGILANMA İSTEĞİ TALEP BULMADI

Yakınlarını kaybeden aileler ve Alevi kurumları, Gazi-Ümraniye katliamının gerçek sorumluları olarak gördükleri dönemin Başbakanı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in yargılanmalarına dönük talepleri karşılık bulmadı, sürecin her aşamasında adaletsizlik dayatıldı.

GAZİ MAHALLESİ İKTİDARLARIN GÖZÜNDE “POTANSİYEL TEHDİT UNSURU” OLARAK GÖRÜLDÜ

Sonraki yıllarda da Gazi mahallesi iktidarların üzerinde mutabık kaldığı ‘potansiyel tehdit unsuru’ olarak görülmeye devam etti, ‘toplum mühendisliği’ kapsamında ‘sopanın’ gösterildiği başlıca alanlardan biri oldu. Türkiye yakın tarihini irdelendiğinde iktidar kliklerinin Gazi üzerinden Alevi nefretini güncelledikleri görülür. Bununla birlikte sol-sosyalist muhalefete dönük tasfiye içerikli politikalar ağırlıkla mahallenin hedef tahtası hali getirildiği dezenformasyon zemini üzerinden pratik geçerlilik kazandı.

30 YILA RAĞMEN MUHALİF KARAKTERİYLE DURMAYI SÜRDÜRDÜ

Aradan geçen 30 yıl kaçınılmaz olarak mahallede yapısal farklılaşmaya yol açtı. 30 yıl önce gecekondu yoğunluklu ve demografik açıdan daha homojen bir yerken, bugün kentleşme olgusuna göre kabuk değiştiren ve ciddi anlamda nüfusu artan bir semt haline geldi. Artık Gazi dediğimizde bir mahalleye değil, dört mahallenin toplamına vurgu yapıyoruz. Ancak konjonktürün doğurduğu handikaplara, kuşatma siyaseti ve yozlaştırma saldırılarına rağmen bugünde muhalif karakteriyle anılması gerektiğine not düşmeliyiz. Mahallemiz hak ve özgürlükler mücadelesinde egemenleri rahatsız eden, muhalefet alanına güç veren aktif tutumunu konuşturmasını bildi, çoğu zaman ön açıcı oldu.

“KARANLIĞI DAYATANLAR TARİHİN BU EVRESİNDE AYDINLIĞA ULAŞMAMIZI ENGELLEYEMEZ”

Katliamın 30. yılında payımıza düşen hukuksuzluğu ve yasal zorbalığı kabul etmiyoruz. Mücadelemiz katliamlarla hesaplaşılan, kurumsal adaletsizliğin sona erdiği ve hak gasplarının olmadığı demokratik ve özgür bir ülkeyi kurma mücadelesidir. Kimsenin dili, dini ve inancından dolayı asimilasyon ve ayrımcılığa uğramadığı, halkın ancak “bir harmandalında bir de dost sofrasında diz kıracağı” eşit, onurlu ve adil bir gelecek istiyoruz. Güncelde emperyal müdahaleler sonucu Suriye’de iktidara taşınan selefi İslamcı çetelerin Alevilere karşı gerçekleştirdiği katliamlara tanıklık ederken; geçtiğimiz günlerde Sivas katliamı davasından hükümlü olarak cezaevinde bulunan katillerin serbest bırakıldığını öğrendik. Yaralarımızı kanatan, karanlığı dayatanlar tarihin bu evresinde aydınlığa ulaşmamızı engelleyemez. Hak ve haklı olmanın ışığıyla yürüyüşümüz devam ediyor.”

Aktaş, konuşmasının sonunda şunları aktardı:

“30. yılında Gazi-Ümraniye katliamında kaybettiğimiz Halil Kaya, Hasan Gürgen, Ali Yıldırım, Mehmet Gündüz, Dinçer Yılmaz, Zeynep Poyraz, Dilek Şimşek, Sezgin Engin, Genco Demir, Fevzi Tunç, Fadime Bingöl, Reis Kopal, Mümtaz Kaya, Hakan Çabuk, Hasan Ersizer, İsmihan Yüksel, İsmail Baltacı ve Hasan Puyan’ı saygıyla anıyoruz.”

PİRHA/İSTANBUL

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.