PİRHA- Prof. Dr. Atilla Güney, seçimleri Millet ya da Cumhur İttifakı’nın kazanmasının mevcut siyasal ve ekonomik krizi çözmeyeceğinin altını çizerek, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimde ve sonrasındaki sürece dair ittifakı güçlendirecek adımlar atması gerektiğini belirtti. Güney, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem hukuki hem de teknik olarak seçimde aday olmaması gerektiğini de kaydetti.
Türkiye, seçime hazırlanıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bursa’da yaptığı konuşmada seçimin 14 Mayıs’ta olacağına yönelik mesajını yinelerken, Erdoğan’ın aday olup olmayacağı tartışmaları da devam ediyor. Bu tartışmalarının yanı sıra değişen sistemle birlikte ikinci defa ittifaklarla girilecek seçimde, Millet İttifakı cephesinde de cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda henüz bir açıklama yapılmadı.
Son günlerin en çok konuşulan konuların başında ise Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi adayıyla seçime gitme kararı. Bir çok dengeyi değiştiren bu karar gündemdeki yerini korurken, “Türkiye’nin içinde bulunduğu yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk, çatışmalı ortamdan çıkışın yolu nasıl sağlanacak?” sorusu da tüm sıcaklığıyla ortada duruyor.
Mersin Üniversitesi’inde ihraç edilen Prof. Dr. Atilla Güney ile seçimleri ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayını çıkarma kararını ve çözüm bekleyen sorunların seçime yansımasını PİRHA’ya değerlendirdi.
PİRHA- Seçim tarihi resmi olmasa da açıklandı. Seçimin erkene alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
PROF. DR. ATİLLA GÜNEY: Seçim tarihinin erkene alınması beklenen bir şeydi. Tabii bu bir baskın seçim değil. Anlaşılan o ki muhalefet de tarihin erkene alınmasından çok rahatsız değil. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalardan da bunu görüyoruz. Anlıyoruz ki onlar da hazırlar.
14 Mayıs’a, tabii bir ay erkene alınmasının taktiksel bir takım nedenleri olduğunu düşünüyorum. İdeolojik ve politik bir taktik izleyecekler. Bu tarihi özellikle 14 Mayıs tarihinin seçim sürecinde bir propaganda aracı olarak kullanacaklar. AKP bunu yıllardır yapıyor. Geçmişin milliyetçi, muhafazakar tabanına böylesine rövanşist bir söylem üzerinden hitap edecekler. 14 Mayıs’ı sembolik bir tarih olarak kullanacaklar. Bu anlamıyla manidar bir tarih.
İkincisi de ekonomik nedenler. Seçim sonrası, enflasyonun ilk altı aylık oranları açıklanacak. Buna göre memur maaşlarında ikinci altı aylık zam konuşulacak. Belki muhtemelen yine enflasyon oranına göre asgari ücretin revize edilmesi konuşulacak. Emekli maaşlarında yine revizyon söz konusu olabilecek.Bu kararı da seçim sonrasına bırakabilmek adına seçimi bir ay öne aldılar. Haziran öncesinde muhtemelen seçim sürecinde, kürsülerde, meydanlarda çok ciddi vaatler verilecek. Fakat bu vaatlerin hayata geçirilmesi Haziran sonrasına bırakılacak. Bu anlamda da seçimin bir ay erkene çekilmesini ben böyle bir iki önemli bir siyasal ideolojik, politik, biri de ekonomik olan iki taksitsel nedeni olduğunu düşünüyorum.
“CUMHURBAŞKANININ SEÇİME YENİDEN ADAY OLARAK GİRMEMESİ GEREKİYOR”
-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimde aday olup olmayacağı tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tartışmalardan bir ‘mağduriyet’ oluşmaması gerektiğini düşünüp gündeme getirmek istemeyen bir kısım muhalefet var.
Hukuki açıdan bakıldığı zaman birçok anayasa hukukçusunun söylediği gibi ve teknik olarak da Cumhurbaşkanı’nın halihazırdaki bu seçime yeniden aday olarak girmemesi gerekiyor. Bu bir vaka ve gerçeklik. Bunu birçok anayasa hukuku uzmanı, akademisyeni de söylüyor.
Fakat biz daha önce diploma meselesinden de, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı farklı kararlardan da biliyoruz ki bu tartışmalar çok da AKP’yi bağlamıyor. Yani istediğiniz kadar hukuki olarak bunun geçersiz olduğunu söyleyin, çok da umursamıyorlar işin açığı. Meclis Başkanı’nın bunun bir engel olmadığına dair üçüncü defa aday olacağına dair yaptığı açıklama var. Önümüzdeki günlerde muhtemelen Yüksek Seçim Kurulu’na böyle bir açıklama yaptırtacaklar zaten. Bu anlamıyla bir ‘sıkıntı’ görünmüyor.
Muhalefet perspektifinden özellikle de altılı masa perspektifinden baktığımızda onların da bu topa çok gireceklerini düşünmüyorum. Yani Cumhurbaşkanını üçüncü defa aday olamayacağı üzerinden bir söylem yürütmeyi bir ‘mağduriyet’ söylemine dönüştürmemek adına altılı masanın da böyle bir topa çok gireceğini düşünmüyorum. Bunun da taktiksel bir şey olduğu kanaatindeyim. Bu anlamda da bu tartışmanın çok uzamayacağını hatta bundan sonra çok da gündeme gelmeyeceği düşüncesindeyim.
“İTTİFAKLAR BİR ZORUNLULUK”
-İttifaklarla girilecek bir seçim ne anlama geliyor? Bir kutuplaşma mı, çözüm mü çıkar?
Bir siyaset bilimci olarak uzun zamandır ittifaklara sıcak bakmayan biriyim. İttifaklar elbette kurulur. Bir şekilde var olan ittifaklar içerisinden bir tanesini şahsi kişisel olarak desteğinizi verirseniz o başka bir konudur ama Türkiye uzun zamandır hem ekonomik, hem siyasal, hem kültürel, hem de toplumsal bir krizin içerisinde. Aslında ittifaklar bu krizin bir yansıması, bir zorunluluk. Yani kimilerinin belirttiği gibi bir demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazı değil. Siyasi partiler çok ciddi bir temsil krizi yaşıyorlar. Hemen hemen bütün Türkiye’deki siyasi partiler ciddi bir tavan bulabilmek anlamında ciddi bir siyasal kriz yaşıyorlar. Bu siyasal krizin siyasi partilerin içinde bulunduğu krizin toplumsal krizle de bütünleşmiş olan krizin bir sonucu. Aslında bir zorunluluk. İttifaklar içerisinde yer alan hiçbir partinin normal koşullarda elinden gelse hiçbir ittifaka girmeyeceğini düşünüyorum. Fakat bu bir zorunluluk.
Cumhur İttifakı’na baktığımız zaman bir zorunluluk. Türkiye’deki milliyetçi, muhafazakar ve Kürt düşmanlığı üzerinden siyaset yapmanın bir yansıması olarak görünüyor. AKP’nin siyasi kadroları, son on yıldır MHP’yle ittifak yapmaktan ben kesinlikle memnun olmadıklarını düşünüyorum. Hiçbir parti elinde imkanlar olduğu zaman tek başına seçime girmekten yüksünmez.
Millet İttifakı’na baktığımız zaman orada da bir ehvenişer bir durum var. Millet İttifakı’nda daha da vahim bir durum var. Bir heterojenlik var. İdeolojik olarak inanılmaz ayrışmalar var. Kadın meselesi, Kürt meselesi gibi konularda ayrışma söz konusu. Dolayısıyla bu bir krizin sonucu. Yani bir zorunluluk. Hiçbirinin aslında elinden gelse bu tür ittifakları içinde yer almak istemeyeceklerini çok net bir biçimde söyleyebilirim.
“STRATEJİK BİR KARAR”
-Emek Özgürlük ittifakı Kartal’da seçimin startını verdi ve cumhurbaşkanı adayı çıkaracaklarını açıkladı. Bu kararı nasıl okuyorsunuz?
Emek ve Özgürlük İttifakı’na baktığınız zaman biraz önce saydığım iki diğer ittifaktan çok net ayrıldığı noktalar var. Özgürlük ve demokrasi konusundaki ölçütleri, kriterleri çok net birbirine benzeşiyor. Bu anlamıyla diğer iki ittifakla kıyaslandığında özgürlükler, temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve demokrasinin temel ilkeleri konusunda bir ortak uzlaşının ve müzakere sürecinin olduğunu söylemek mümkün.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın en azından ilk tura kendi adaylarıyla çıkacağını açıklaması zamanlama ve bu ilanın yapılış anlamında biçimsel olarak son derece yerinde. Siyaseten çok stratejik ve oldukça iyi bir karar.
-Seçime yansıması nasıl olur?
Hem Emek ve Özgürlük İttifakı kurulmadan önce hem de ittifak kurulduktan sonra özellikle altılı masaya çok ciddi sinyaller gönderdi. Yirmi yıldır ülkenin üzerine çöreklenmiş olan bu yağma rejiminin alaşağı edilmesi için birlikte hareket edilmesi gerektiğini, asgari müştereklerde ortaklaşılması gerektiğine dair olumlu mesajlarını sürekli gönderdi. Fakat bütün Türkiye’nin de bildiği gibi bu konuda hiçbir şekilde olumlu bir yanıt alamadı. Tam tersi özellikle altılı masanın ikinci büyük ayağı olan İYİ Parti’nin çok net açıklamaları var.
-Seçimin yanında HDP’nin kapatılma davası süreci var. Bu süreç seçime nasıl yansır?
HDP’yi kapatmayacaklarına dair bir öngörüm vardı. Kapatmak yerine siyaset yasağı, hazine yardımının kesilmesi gibi sürecin işleyeceğini düşünüyorum. Özellikle on yıla baktığımız zaman HDP’nin ve HDP’nin içerisindeki diğer birleşen siyasal yapıların etkin kadrolarının neredeyse yüzde 90’na yakını cezaevlerinde rehin tutuluyor. Ben zaten hesaplara bloke konulmasını bekliyordum. Hatta hazine yardımından seçimlere girerken, hazine yardımından men edilmesini de bekliyordum. Bu anlamıyla iktidar HDP’yi ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nı sıkıntıya sokmanın planını yürütüyor.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın talebine Anayasa Mahkemesi’nden olumlu bir yanıt gelir mi? Onu bilmiyorum. Fakat hesaplara bloke konulmasına dair kararın sekize/yedi alınması çok ilginç. Yani iktidardan gelen çok ciddi siyasi baskılara rağmen sekize yedilik oranın da çok kritik bir oran olduğunu düşünüyorum. Bu biçimiyle benim hala öngörüm kapatılmayacağı, siyasi yasakla talebinin onaylanacağı hesaplarına bloke konacağı ve hazine yardımında da men edileceği düşüncesindeyim.
HDP gibi siyasi tabanı son derece politik olan ve hiçbir partide olmadığı biçimiyle seçmen kitlesinin partiyle muazzam organik bağları olan bir partide bu tür partilerin hesaplarına bloke konulmasıyla, zapturapt altına alamazsınız. Nitekim tam tersi kamçılayıcı bir etki de yapar. Bu anlamıyla diğer iki ittifaktan niteliksel olarak çok ciddi bir farklılığı var. Bu farklılığın süreklileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü velev ki 14 Mayıs’ta seçimler yapılsın, seçimden sonra ister altılı masa iktidara gelsin, ister halihazırdaki Cumhur İttifakı iktidara gelsin. Türkiye’yi çok ciddi bir siyasal ve ekonomik kaos bekliyor. Zaten bir kaosun içerisindeyiz ama bu daha da perçinlenecek ve artık böyle içinden çıkılamayacak bir hale gelecek. Şimdi altılı masanın geleceğe yönelik bir tek projeksiyonu var. Bize somut olarak sundu. O da güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye dönmek. Fakat Emek ve Özgürlük İttifakı perspektifinden baktığımız zaman Kürt meselesi, siyasal ve toplumsal özgürlüklere ve haklara sahip olmaları, kadın hareketi, ekoloji meselesine bakışı var. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın artık seçimlerden sonra tamamen bir toplumsal ittifaka dönüşmesi gerekecek. Bu anlamıyla da seçimlerden sonra muhtemelen çok ciddi bir toplumsal mücadele sürecine gireceğiz. Bu yönde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hızla önümüzdeki yıllara dair bir projeksiyon içerisine girmesi gerektiğini düşünüyorum.
Diren KESER/MERSİN
Yoruma kapalı.