PİRHA – DEM Parti MYK Üyesi Musa Piroğlu, Kürt sorununun çözümü konusunda yürütülen süreci değerlendirdi. Piroğlu, “Asıl sorun, bu barış sürecinin kim tarafından sahiplenileceği ve nasıl yürütüleceğidir” diyerek Kürt halkının taleplerinin uluslararası görünürlüğe ulaştığını vurguladı. Musa Piroğlu, “Bu ülke belki de tarihin en travmatik yoksullaşmasını, en ağır sosyal çürümesini ve en büyük adaletsizlik dönemini yaşıyor. Barış mücadelesi aslında bu yüzden bunların da aşılabilecek koşulları yaratmadır” diye de ekledi.
1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Mecliste yaptığı konuşmada “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış olurken ülkemizde de bu barışı sağlamalıyız” cümlelerini sarf etti. Bahçeli’nin bu konuşması ardından ülke, yeni bir gündeme perde aralamış oldu.
Cumhuriyet tarihinin en sağcı, en dinci hükümeti olarak ifade edilen AKP-MHP Hükümeti, Kürt sorununun çözümü adına nasıl bir adım atacak; detaylarını Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Merkez Yürütme Kurulu üyesi Musa Piroğlu ile konuştuk.
“DEVLET AKLI, SURİYE’DEKİ GELİŞMELERİ DOĞRU OKUDU”
Aynı zamanda 27. Dönem HDP İstanbul Milletvekilliği yapan Musa Piroğlu, “Devlet Bahçeli niye böyle bir çağrı yaptı? Bu çağrı neden Bahçeli tarafından yapıldı?” sorularını irdeleyerek değerlendirmesine şu sözlerle başladı:
“Bahçeli aynı açıklamada iki tane önemli vurgu yaptı. Bir; ‘sınırının ötesinde çok ciddi gelişmeler oluyor’. İki; ‘Terörsüz Türkiye’de ekonomi canlanacak, maaşlara zam yapılacak’ dedi. Aslında iki vurgunun kendisi bu çağrının neden yapıldığını da göstergesiydi. Kişisel inancım şudur ki aslında Devlet Bahçeli’yi bu sürece itekleyen uluslararası gelişmelerin kendisi oldu. İçeride de bir dizi gelişme var ama savaş ortamının en aza indiği içeride, çatışma ortamının neredeyse uzun süredir hissedilmediği bir dönemde ve onların deyimiyle ‘örgütün bittiğini’ iddia ettikleri süreçte Bahçeli çıktı; hem de en uçtan, ‘Abdullah Öcalan çıksın gelsin bu açıklamayı yapsın’ dedi. Bahçeli’yi buna itekleyen şey aslında onun temsil ettiği devlet kliklerinden birinin, siyaset okumasıdır. Benim iddiam, bu süreçte Devlet Bahçeli ile Erdoğan arasında bir açı farkı oldu. Bu uzunca bir sürede Erdoğan’ın süreçte ayak diremesiyle de çok belirgin hale de geldi. Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği devlet aklı, Suriye’deki gelişmeleri doğru okudu. Ve şunun farkına vardılar ki Esad yıkılacak. Esad’ın yıkılması demek Aslında Suriye’de haritanın yeniden çizilmesiydi. Esad sonrası harita yeniden çiziliyordu ve Suriye’de bir seçenekleri vardı. Ya Kürt halkı ile beraber bu sürece hegemonik olarak dahil olacaklardı ya da topyekün kaybedeceklerdi.”
“ÖNEMLİ BİR KAVŞAK!”
DEM Parti Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Musa Piroğlu, sürecin “Demokratik toplum” vurgusuyla ele alınması gerektiğini söyledi. “Kürt halkı özgürleşmeden Türkiye’de demokrasinin gelme şansı yok” diyen Piroğlu, şöyle devam etti:
“Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi ve demokratikleşme sağlanmadan Kürt halkının özgürleşme şansı da söz konusu değil. Bu ikisi iç içe geçmiş, birbirini diyalektik olarak besleyen bir olgudan ibarettir. Bu noktada PKK’nin silah bırakma çağrısı, hamlesi ve bunun üstünden devletle yürütülen görüşmeler eğer bir demokratik barışla sonuçlandığı andan itibaren kaçılmaz olarak Türkiye’deki otoriterleşme eğilimlerin de son bulması anlamına geliyor. Önemli bir kavşaktan geçiyor ülke. Bir yandan bir barış süreci işliyor. Tarihsel bir gelişme, 50 yıllık bir çatışmanın sona ermesi bütün Ortadoğu’yu kapsayan bir olgudan söz ediliyor. Sorun, bu barış sürecinin kim tarafından sahiplenileceği ve nasıl yürütüleceği. Kabul etmek gerek; masaya oturan herkesin kendi planları, ajandaları vardır ve bunu oraya dayatmaya çalışırlar. İki kanadın da ayrı ayrı ajandaları olsa bile ortaklaştıkları ajandalar var.”
DOĞRU SÜREÇTE SİLAH BIRAKMA KARARI!
Musa Piroğlu, PKK’nin kendini feshetme kararını da yorumladı. Kürt halkının çok ağır bedeller ödediğini vurgulayan Piroğlu “Ancak, dili dahi yasak olan bir halk, dilini konuşur hale geldi. Kimliği yok sayılan, ‘kart kurt’ denilen bir halk bir ulusal kimlik haline geldi bu mücadelenin sonunda” diye ekledi.
Musa Piroğlu, konuşmasının devamında şunları söyledi:
“Bu mücadelenin sonunda örneğin Newroz olgusu bu ülke topraklarında boy verdi, bir bahar bayramından çıkıp bir siyasal duruşa evirildi. Bunların hepsi ağır mücadelelerin sonucunda kazanıldı ve Kürt özgürlük mücadelesi, Kürt halkının talepleri, uluslararası bir görünürlüğe ve uluslararası meşruiyete ulaştı. Örneğin Rojava, bu sürecin ürünü olarak şekillendi. Kürt hareketini sadece Kandil ile sınırlayan, onun etki alanını, Kürt halkının varoluş koşullarını sadece Kandil’de gören ve bu yüzden de ne kazanıldığı tartışmasını yürütenler bir bütün Kürt coğrafyasına bakmadan bunu sağlayamazlar. Örneğin uzun süredir dile getirilen Kürt Ulusal Konferansı’nın toplanma imkanları ortaya çıktı. O yüzden 47 yıllık mücadele aslında çok büyük kazanımlarla geldiği yere ulaştı ve belki de finali dediğimiz o silah bırakma işini aslında bu kazanımların üstüne inşa etti. Sadece ‘Türkiye yakasında ne kazandılar, ne aldılar devletten’ sorusu üstünden bir tartışma yürütüldüğünde bunun boyutları tam görülemiyor. Dediğim gibi süreci başlatan sadece Türkiye’deki gelişmeler değil de süreci başlatan, belki de esas olarak Rojava’daki gelişmelerdi. Bazen tarihsel alanı unutup anı tartışmaya kalkıyoruz. O anı yaratan tarihsel dokuyu görmezden geldiğimizde hiçbir şeyi de görmez hale geliyoruz. O yüzden bence kazanımlar çok büyük. Tarihini tam çıkaramıyorum ama yine bir ateşkes dönemiydi; yapılan açıklama şuydu: ‘Biz yapacağımızı şimdiye kadar yaptık. Sıra artık demokrasi güçlerinde. Biraz da artık onlar bu işi üstlenmeli. Silahın geldiği yer burası’ denildi. Bugün geldiği yer de biraz bununla tarif etmek zorundayız.”
“DEMOKRASİNİN OLMADIĞI YERDE BARIŞIN ŞANSI YOK”
Kürt sorununun çözümünün Türkiye’de başka sorunların çözümüne de eşik olacağını ifade eden Musa Piroğlu, şunları söyledi:
“Tam da aslında mihenk taşı buradan geçiyor. Barış, Kürtlerin sorunu değil. Barış, sadece Kürt halkının talebi değil. Barış, birebir Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, emek güçlerinin de sorunu. Bunun birkaç tane başlığı var. Birinci başlık, ekonomik alan. Milyar dolarlar harcanıyor savaşa. Savaş, sadece bir para ve insan öğütme makinesi olmaktan da çıkmış durumda. Aynı zamanda her çeşit toplumsal kirliliğin kaynağı haline gelmiş durumda. Savaş aynı zamanda batıdaki siyasal baskının da temel aracı hâline gelmiş durumda. Örneğin, Selçuk Kozağaçlı’dan, Can Atalay’a kadar bir sürü insan, terör suçlamasıyla çok rahat tutuklanabiliyor. İşte üniversite öğrencilerine saldırılar buradan kaynaklanıyor. Kayyum sadece Kürt şehirlerindeki belediyelerin sorunu olmaktan çıktı. CHP de bugün onun kavgasını veriyor. CHP’ye de kayyum atanacak deniyor. Bir kayyum devleti haline geldi bu devlet ve bunların hepsi aslında önce Kürt halkına yönelik saldırılar ve bu saldırıların toplumun bütünündeki sessizlikten beslenmesiyle yürüdü ve adım adım buraya geldi. Bu noktada Kürt halkı ile yürütülen barış görüşmesi demokratikleşmeden bağımsız bir şey değil. Zira demokrasinin olmadığı yerde barışın yeşerme şansı yok. Ve aslında bence bunun en farkında olan kişilerden biri de Erdoğan. Yani kafasındaki otoriter rejimi devam ettirmesi sıkıntıya giriyor. Bu yüzden sürekli ayak diretmeye çalışıyor ve belki de hala tedirgin olduğumuz yer bu süreçte Erdoğan’ın bu durumu. Barışın olmadığı bir coğrafyada da demokrasinin inşa edilme şansı kesinlikle yoktur.
“BUNDAN SONRA SORUNUN NASIL ÇÖZÜLECEĞİNİ KONUŞACAĞIZ”
Musa Piroğlu, “Bundan sonrasında ne olacak?” sorusunu da cevapladı. Piroğlu ayrıca, devlet tarafından öncelikle yapılması gerekenleri ise şu şekilde sıraladı:
“Öncelikle hapishanelerle ilgili taleplerimiz var. Bunların başında da siyasi tutuklular ama özellikle de hasta tutukluların derhal serbest bırakılması yatıyor. Bu siyasi tutsakların içinde eş başkanlarımız, üyelerimiz, belediye eş başkanlarımız var. Ama aynı zamanda bunların içinde Can Atalay, Selçuk Kozağaçlı, onlarca gazeteci de var. Bu uygulamaların sona ermesi, infaz ceza yasasında gerekli değişimlerin yapılması gibi bir temel talebimiz var.
İkinci ve bundan da önce gelen talep, İmralı tecridinin sonlandırılması ve Sayın Öcalan’ın bu süreçte nasıl ki silah bırakma sürecini yönetip, yönlendirdiyse şimdi demokratikleşme sürecinde de toplumla doğrudan temasının sağlanması ya da toplumsal dokuya önderlik eden kişilerle doğrudan temasının sağlanması gibi bir talebimiz var.
Bugünlerde Kürt Dil bayramı kutlanıyor. Tabii ironik bir durum da var. Kürtçe şarkı söylediği için tutsak olan sanatçıların olduğu bir coğrafyada Kürt dil bayramı kutlanıyor ve barış sürecinden geçiyoruz aynı zamanda güya! O yüzden bunların aşılması gerekiyor. Kürt halkının temel taleplerinin ve özellikle de belediyelerine kayyum atanmasına yol açan o irade gaspının sonlanacağı bir dönemin inşa edilmesi ve aslında bir bütün olarak gerçekten Kürt sorununun çözüleceği bir dönemin başlamasını istiyoruz. Bunların kendisi Kürt sorununun çözülmesi anlamına gelmiyor. Sadece Kürt sorununun tartışılacağı sağlıklı bir zeminin oluşması anlamına gelecek. Bundan sonra Kürt sorununun nasıl çözüleceğini konuşacağız. Çünkü Kürt sorunu sadece dil sorunu değil, sadece ceza yasası sorunu değil. Kürt sorunu bir ulusal sorun ve bütün bu baskı, Kürtler ulusal kimliklerine sahip oldukları için yürütüldü. Ve bunun sonlandırılacağı bir dönemin inşası gerekiyor ve burada da partimiz ısrarla TBMM’nin bu konuda görev almasını, bu sürecin meclis tarafından yönetilmesini istiyor.”
“BİZİM İÇİN BARIŞ DEMOKRATİKLEŞMEDEN BAĞIMSIZ DEĞİL”
Musa Piroğlu, sürecin olgunlaşması adına yurttaşlara çağrı yaparak sözlerini şu cümlelerle sonlandırdı:
“Barış, bu ülkede sadece insanların katledilmesinin sonlanması anlamına gelmiyor. Barış, bu coğrafyada gerçekten eşit, adil bir toplumun kurulması imkanlarının ortaya çıktığı, demokrasi mücadelesinin yükseldiği bir dönemin başlaması anlamına geliyor. Savaşa akıtılan kaynakların içeride halkın ihtiyaçlarına yönelik akıtılması anlamına geliyor barış. Barış, cezaevlerinde fikrini söylediği için insanların hapis yatmaması anlamına geliyor. Barış, hakkını arayan ya da tepkisini gösteren üniversite öğrencilerinin darp edilip tutuklanmaması anlamına geliyor. Barış, iki halkın arasındaki husumetin artık son bulduğu, birbirine kardeş olduğu bir dönem haline geliyor.
Demokratik kamuoyunun bir kısmında ‘Kürt halkıyla AKP barışacak ve Erdoğan’ın otoriterliği yürüyecek’ şeklinde bir yorum var. Herkes 7 Haziran 2015’i hatırlamak zorunda. O dönem de bir çözüm süreci yönettik ama o günden bugüne AKP ile yan yana yürümedik. Biz demokratikleşmeden yana yürüdük. Şimdi hem uluslararası açıdan, hem içerideki dengeler açısından, hem de ekonomik açıdan başka bir dönemin içinden geçiyoruz. Bu ülke belki de tarihin en travmatik yoksullaşmasını, en ağır sosyal çürümesini ve en büyük adaletsizlik dönemini yaşıyor. Barış mücadelesi aslında bu yüzden bunların da aşılabilecek koşulları yaratmadır. Görev bu yüzden büyük oranda bize düşüyor. Erdoğan’ın iki dudağına bakıp, yasaların onlar tarafından çıkarılmasını, tutsakların serbest bırakılmasını, onların adalet sistemi içinden beklersek buradan bir şey kazanma şansımız yok. Ama biz sürece sahip çıkabilirsek bunun arkasından çıkarız. Biz bütün gövdemizle ve inancımızla bu sürecin arkasındayız ve bizim için barış demokratikleşmeden bağımsız değil. O yüzden zaten ‘demokratik toplum’ söylemini ısrarla söylüyoruz ve barışı da bunun için kurmaya çalışıyoruz. Herkesi destek vermeye çağırıyoruz.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.