Pınar ÖĞÜNÇ YAZDI
Çağlayan Adalet Sarayı’nda dün yargılanan gazetecilerin ve yazarların kapıdaki listesi, SGK randevu sırasını anımsatıyordu. Sabah 10’dan başlayarak 15 dakika aralarla akşamüstü saatlerine kadar sıralanmış isimler… Hepsi Özgür Gündem’le dayanışma amacıyla bir günlük genel yayın yönetmenliğini üstlenmiş. Necmiye Alpay, Yıldırım Türker, Hasan Cemal, Jülide Kural, Murat Uyurkulak, Faruk Balıkçı, peşisıra geçti sanık mikrofonundan. Gazetenin sorumlu yazı işleri müdürü İnan Kızılkaya her duruşmanın demirbaşı.
Vücudunuzda sıradışı kabilinden bir ağrı vardır, randevu alıp devlet hastanesine gittiğinizde, 15 dakikada bir hasta almaktan kendisi hasta düşmüş, sağlık sisteminin hayattan bezdirdiği bir hekime meramınızı anlatmak için birkaç dakikanız vardır. Belki o ağrı cereyanda oturmaktandır, belki kolay atlatılabilecek bir virüstür nedeni ama belki de hücreler boyu sinsice üreyen kanserin işaretidir. Bilemezsiniz.
Listede olduğu gibi hiçbir duruşma 15 dakika sürmedi, uzadı. Davaların yoğunlaştığı 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tüm duruşmaların değişmeyen başkanı sanıkları dinlemekte, ifadeleri tutanağa geçirmekte olabildiğince özenli de davrandı. Fakat belki de temel mesele bir ağrıya yoğunlaşıp muhtemel bir kanseri görememekteydi. Düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlalleler, buna bağlı olarak basın özgürlüğüne, haber alma ve verme hakkına yönelik kısıtlamalar Türkiye’nin bedenini sarmakta olan bir kanser. Bunun üzerine karşınıza sanıklar çıkartıp soruyorsunuz: Bu başlık için ne diyorsun, şu ifade için ne diyorsun?
Bir gün evvel huhukçuların absürd bulduğu bir kararla tek suçtan tahliyesine, diğerinden tutukluluğunun devamına karar verilen yazar çevirmen Necmiye Alpay, Voltaire’i soktu örneğin duruşma salonuna. Katılmadığı fikirlerin özgürce söylenebilmesi için canını vermekten bahseden bir filozof. Evet, bu bir yaşam felsefesi. Yıldırım Türker, “özgürlük merakı ve tutkusu olanların dayanışma eylemi” diye tarif ediyordu incelikle. Özgürlük tutkusu bir ideoloji. “Kürt gazeteciler özgür olmadan, Türk gazeteciler özgür olamaz” derken Hasan Cemal, bütüncül bir siyasi önermede bulunuyordu. Salonu Çehov’un, Shakespeare’in, Haldun Taner’in anıldığı bir yere dönüştürüveren Jülide Kural, yaşadığı ülkenin sorunlarına duyarlı, özgürlükten taraf bir sanatçılıktan söz ediyordu. Bu sıfırdan sanattan ne anladığınızı gösterir. Murat Uyurkulak, bir “dış haberci” olarak Grozni’yle, Gazze’yle, Beyrut’la Sur’u, Cizre’yi ayıramadığı fotoğrafların, bir yazar olarak kendisine yüklediği mesuliyeti anlattı. Faruk Balıkçı, yaşadığı zorluklara şahit olduğu gazeteyle dayanışmayı vicdani ve ahlaki bir görev bilişini. Bir insan olmanın özüne, hayatta durulan yere dair savunmalardı. Karşılığında: Bu başlığa ne diyorsun?
Bir süre sonra yargılama bir seri üretim bandına dönüştü sanki, tutanaklar “kopyalayapıştır” larla doldu mecburen. Başkan karar için salonu boşaltmaya dahi gerek görmez oldu; tüm duruşmaların ertelendiği 14 Şubat için bizzat heyetten gelen Sevgililer Günü esprisi çektikçe uzadı. Hastalık sinsice ürüyordu.
Yoruma kapalı.