PİRHA- HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, Alevilere yönelik nefret saldırılarını PİRHA’ya değerlendirdi. Paylan, son yüzyılda olan cezasızlık yeni suçların kapısını açtığına dikkat çekerek, “Bir kısır döngünün içinde debelenip duruyoruz. İşte bu kısır döngüden çıkmanın tek bir yolu var; çoğulcu bakışa hepimizin saygı göstermesi ve bu çoğulcu anlayışın ülkemizde tahkim olması için yan yana durmamızdır” dedi.
Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.
Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.
Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırılarına maruz kalan toplumlardan biri de Aleviler. Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Devlet tarafından inancı ve ibadethanesi kabul edilmeyen Aleviler, okulda, sokakta, işyerinde, hastane, mahallede, yaşadığı apartmanda aşağılanıyor, hor görülüyor, hakarete uğruyor.
Türkiye’de nefret suçları ile ilgili kapsamlı bir yasal düzenlemenin eksikliği sistematik bir biçimde bu saldırıların devam etmesine de zemin hazırlıyor.
Peki nefret suçu kaynağını nereden ve nelerden alıyor? Yargı Alevilere dönük nefret suçuna karşı ne yapıyor? Demokrasiyi ve eşitliği savunan kurum ve kuruluşlar Alevilere dönük nefret suçlarına karşı ne yapıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını akademisyen, yazar, tarihçi, hukukçu, insan hakları savunucularına sorduk.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, sorularımızı yanıtladı.
“NEFRET İKLİMİNİ KÖRÜKLEYENLERE KARŞI MÜCADELE EDEN MİLYONLAR VAR”
PİRHA: Türkiye’de ve dünyada nefret söylemi ve buna bağlı olarak da nefret söyleminin ortaya çıkardığı şiddet artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
GARO PAYLAN: Nefret dünyada hep var olmuş ve nefrete karşı mücadelede hep var olmuştur. Nefret söylemine maruz kalan kesimler buna karşı ya sessizliğe bürünmüşlerdir ya da itirazlarını yükseltmişlerdir. Ama toplumun büyük kesimleri Türkiye’de dünyada da bu nefret söylemlerini mazur gösteren siyasetçiler tarafından yönlendirmeye maruz bırakılmıştır. Mesela şu anda Kürt halkına karşı olan nefret iklimine baktığımızda çoğunlukta şu isteniyor; biz Kürt halkına karşı bu zulmü yapıyoruz nefret söylemlerine kullanıyoruz ama onlar bunları ‘hak ediyorlar’ duygusu yaratılmaya çalışıldı veya benim halkım Ermeni halkına karşı olan nefret söylemlerinde hep bir ‘hak ediyorlar’ duygusu yaratılmaya çalışıldı. Bu tarih boyunca vardı. İnsanlık tarihine sahip bir şeydir. Çeşitli topluluklara dair nefret söylemlerinin kullanılması ve buna karşı mücadelede. Yakın zamana kadar nefret ikliminden uzaklaştığımız bir dünya ve Türkiye yaşamıştık, Bundan hepimiz faydalandık, Ermeni ve Kürt halkı bundan faydalandı. Bu sessizlik kırılmıştı ama yeniden bir nefret iklimine girdik, bir karanlık iklime girdik. Ama ne mutlu ki nefret iklimine karşı mücadele edenler de var. Nefret iklimini körükleyenler de var. Biz sonuçta nefret ikliminin bitmesi için mücadele eden bir siyasi hareketiz ve buna dair mücadele eden milyonlar var bu ülkede ve eninde sonunda nefret iklimine karşı mücadele edenlerin yeniden kazanacağına eminim.
“ANADOLU TARİHİNİN EN UZUN NEFRET İKLİMİNİN YAŞANDIĞI BİR YÜZYILI GEÇİRDİK”
Nefret söyleminin tarihsel bir alt yapısının olduğunu düşünüyor musunuz?
‘Osmanlı döneminde ise çoğulcu ve çok kimlikli anlayış vardı ve sonra milliyetçilik geldi, her şey altüst oldu’ diye bir söylem kullanılır ama durum böyle değildir. Osmanlı döneminde de Bizans döneminde de daha önceki dönemlerde de asla çeşitli topluluklara ve toplumlara karşı nefret siyasetini devreye sokmuşlar. Bu dinler arası çatışmalar, mezhepler arası gerilimler veya etnik kimlikler üzerinden olmuş ama belki hiçbir dönem bu kadar kitlesel ve uzun dönemli bir karanlık dönem yaşanmamıştı. Yani belki Anadolu tarihinin en uzun nefret ikliminin yaşandığı bir yüzyılı geçirdik ve Anadolu halkı ilk kez birbirine bu kadar kitlesel anlamda kıydı. Anadolu’nun düşünün nüfusunun bir zamanlar yüzde 60-70’i Hristiyan’dı ama 1915’e kadar yüzde 50’si Hristiyan olan bir Anadolu topraklarından bugün binde bire düşmüş bir Hristiyan halkı var ve Ermeniler Rumlar Süryaniler yok edildi ve tabii ki bunun yanında Yahudi halkı büyük oranda yok edildi, sürüldü ve bu bir nefret siyasetin nefret ikliminin sonucunda gerçekleşti. O açıdan tarih boyunca belki bu nefret siyaseti çeşitli dönemlerde belli suçlara yol açtı ama son yüzyılda yaşadığımız soykırımlar, katliamlar ve cezasız kalan soykırımlar ve katliamlar şeklinde devam etti ve son yüzyılda olan cezasızlık yeni suçların kapısını açtı. Nefret siyaseti düşük veya yüksek yoğunluklu olarak devam etti ama dediğim gibi ne mutlu ki buna karşı mücadele edenler ve her zaman vardı ama hiçbir zaman o soykırımcı aklı mahkum edemedik hiçbir zaman o soykırımcı aklı yenilgiye uğratamadık ve çoğulcu anlayışı tam anlamıyla tahkim edemedik ama buna karşı da mücadele ettik, etmeye de devam ediyoruz.
“ANADOLU ÇORAKLAŞMIŞTIR”
Hukuksal anlamda nefret söylemine ve eylemine dönük yeterli bir mekanizmanın devrede olduğunu düşünüyor musunuz? Tarih boyunca ortada olan cezasızlık politikası nedir?
Bu ülkede bir ulus inşa süreci yaşandı ve bu inşa çoğulculuk üzerine demokratik bir ulus mantığı çerçevesinde değil tekçi bir ulus yaratma aklı üzerine kuruldu. Çok kimlikli, çok kültürlü bir coğrafya var ve Türk milliyetçisi akıl bu coğrafyanın çok kimlikli, çok kültürlü kalmasına karşı bir konumlanma içine girdi. Asimilasyon politikaları devreye sokuldu. Bu yüzden bu yüzyıllık hikaye, Anadolu’nun çoraklaşması hikâyesidir. Anadolu çoraklaşmıştır. Çok renkli, çok kültürlü, çok dilli ve çok dinli bir Anadolu’dan tek dinli, tek dilli ve tek mezhepli bir Anadolu’ya doğru sürüklenişinin bir yüzyılını yaşadık. Bu da büyük acılarla büyük felaketlerle oldu ve büyük travmalar yaşandı. Geride kalan buna itiraz eden büyük bir topluluk olan Kürt halkının da direnci bu anlamda ‘ben varım, dilimle, kimliğimle bu toprakların bir unsuruyum’ mücadelesini yok etmeye çalışan bir anlayış var. Bu kutuplaşma üzerine, yani Kürt halkının bu taleplerini kriminalize ederek geride kalan Sünni Müslüman veya milliyetçi çoğunluğu da tahkim eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu kısır döngünün içinde debelenip duruyoruz. İşte bu kısır döngüden çıkmanın tek bir yolu var; çoğulcu bakışı hepimizin saygı göstermesi ve bu çoğulcu anlayışın ülkemizde tahkim olması için yan yana durmamızdır. Biz HDP olarak bunun mücadelesini veriyoruz.
“DEMOKRAT SÜNNİLER, DEMOKRAT ALEVİLER, DEMOKRAT ERMENİLER BİR ARAYA GELEBİLMELİ”
Aleviler nefret söylemine karşı ne yapmalı?
Alevilerle kendi halkımı bu anlamda özdeşleştirebiliyorum. Çünkü biz de çok büyük felaketler yaşadık ve Ermeni halkı olarak büyük oranda yok edildik. Alevi toplumu da yüzyıllardır pek çok tramvayla kaldı. Ancak şu var; ben kendi halkım için de aynı şeyi söyleyebilirim. Soykırımı yaşadık, büyük felaket yaşadık ama orada takılıp kaldık ve hala 1915’in hesabını sormak üzere Ermeni halkı bütün dünyada mücadele veriyor ama yaşanan da bir hayat var. Elbette geçmişle yüzleşmek için mücadele etmeliyiz ama oraya yalnızca takılıp kalmak ve bu travmaların içinde boğulmak gelecek konusundaki enerjimizi sınırlayabiliyor. Biz Türk halkına, Sünnilere karşı önyargı ile bakabiliriz ama bu önyargılarımız bizim yakınlaşmamızı da zorlaştırabilir. Orada yapmamız gereken Türkiye’de her kimlikten demokratlar var ve her kimlikten demokrat olmayanlar var. Önemli olan iyilerin bir araya gelebilmesi. Yani demokrat Sünnilerin, demokrat Alevilerin, demokrat Ermenilerin bir araya gelebilmesi ve geleceği inşa edebilmesidir. Zaten Türkiye’de demokrasi kültürünü geliştirebilirsek geçmişle yüzleşebiliriz. Şuna eminim ancak demokratik bir Türkiye Ermeni Soykırımı yüzleşebilir ancak demokratik bir Türkiye Maraş’la Sivas’la ve geçmiş pek çok katliamla yüzleşebilir. Aksi takdirde bu kısır döngü içinde de boğulmaya devam ederiz. Benim naçizane Alevi toplumuna önerimde budur. Ermeni halkımı da bu yönde ikna etmeye çalışıyorum
“SON YILLARDA İKTİDAR MEDYAYI KENDİ BORAZANI HALİNE GETİRDİ”
Nefret dilinin topluma yayılmasında başat rol oynayan güçlerden biri de medya. Medya bu dili neden kullanıyor?
Medyanın çok büyük bir rolü var. Düşünün ben babaanneleri, dedeleri soykırımda katledilmiş bir halkın torunuyum. Üç kuşak boyunca sessizliğe mahkum olmuşuz ve hep bize küfür edilmiş. Nihayet Hrant Dink çıkmış bununla ilgili konuşmaya başlamış ve bir anda sözümüz topluma yayılmış. Yani bu tabii ki siyasetteki iklimin sayesinde oldu ve aynı zamanda medya sayesinde oldu. Medya bize görünür kıldığında Ermeni meselesi konuşulmaya başlandı veya Alevilerin başına gelen büyük felaketlerde yüzleşmeye konuşmaya başladık. Medya üzerinden konuşmaya başladı toplumla konuşulmaya başlandı veya Kürt halkının yaşadıkları acılar ve bununla yüzleşmesi ve bir çözüme ulaşılması fikri medya üzerinden büyüdü. Medya üzerinden toplumda ilişki kuruldu ve toplum “Evet ya Ermeni meselesi çözülmeli. Aleviler yaşadığı sorunları ben tanışık oldum veya Kürt halkı büyük felaketlere maruz kalmış ben bunu bilmiyordum” düşüncesini aşabilmek medya aracılığı olabiliyor. Ama maalesef son yıllarda iktidar medyayı kendi borazanı haline getirip gazetecilere de artık onlara gazeteci demiyorum yani iktidarın borazanları haline getirdiğinde alan kapanıyor ve tam tersine toplumun belli kesimlerini düşman hukukunun borazanlığı yapmaya başlanıyor. Türkiye’nin barışına, dünya barışına en büyük zararı verenlerde onlar.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINI ZAPTURAPT ALTINA ALIRSANIZ TOPLUMUN YAŞAM KANALLARI KOPAR
Nefret söylemine karşı demokratik kurumlar yeterli refleksi ortaya koyuyor mu?
Nefret dilinin medya üzerinden yansıtılması bütün sivil toplum kuruluşlarını da, insanları da etkiliyor ve yaratılan algı üzerinden kendi konumlarını belirliyorlar. Korku bulaşıyor ve daha az ses çıkarıyorlar. Bu bir kısır döngüdür yani toplumun yaşam damarlarını kesmek anlamına gelir. Yani siz Meclisi susturursanız, yargıyı sopa haline getirirseniz, basını borazan haline getirirseniz ve sivil toplum kuruluşlarını da zapturapt altına alıp belli bir algı ile atalete sokarsanız toplumun yaşam kanalları kopar. Bu açıdan sivil toplum kuruluşları da sorumluluk alması gereken kuruluşlardır. Ülke büyük bir karanlığa doğru sürükleniyor. Bu açından STK’lerin yeterli sorumluluk alındığını düşünmüyorum.
“HERKESİ SORUMLULUK ALMAYA ÇAĞIRIYORUZ”
Nefret söyleminin ortadan kalkması için ya da en azından azaltılabilmesi için neler yapılmalı?
HDP olarak derdimiz partimizi büyütmek değil, ülke elden gidiyor, demokrasimiz elden gidiyor. Buna karşı da biz sorumluluk almaya hazırız. Ortaklaşabileceğimiz bir nokta var. Demokratik siyaseti, basın özgürlüğünü sivil toplumun özgürlüğünü ve meclisin gücünün artırılması gibi sorumluluklarımız var. Bunları başaramazsak zaten geriye demokratik hiçbir zemin kalmayacak ve tek adam rejimi ve faşizmi altında ülke elden gidecek. Bu açıdan biz sorumluluk alıyoruz ve herkesi de sorumluluk almaya çağırıyoruz. Aksi takdirde yarın çok geç olacak.
Diren KESER-Diren SATI/ PİRHA
İlgili Haberler:
1-Akademisyen Kaya: Alevilere yönelik nefret çok derinlerde, eskiye dayanıyor-VİDEO
2-Avukat Eren Keskin: Alevilerin hakları birçok kez ihlal edildi-VİDEO
3-Tarihçi-Yazar Erdoğan Aydın: Nefret suçu doğrudan rejimle bağlantılıdır-VİDEO
4-‘Alevi örgütleri nefret saldırılarına karşı ortak tavır geliştirmeli’-VİDEO
5-‘Aleviler, tarih boyunca nefret suçuna maruz kaldı’-VİDEO
6-‘Alevi düşmanlığı bu toplumun genlerinde var; iflah olmaz’-VİDEO
7-‘Aleviler kuşatmayı ve tecridi yaşıyor; nefret dili ile düşmanlaştırılıyor’- VİDEO
8-‘Hak temelli bir anayasal düzenleme yapmadan nefret söylemi azalmaz’-VİDEO
Yoruma kapalı.