PINAR YİĞİTOĞULLARI
Geçtiğimiz günlerde Neşet Ertaş’ın aramızdan ayrılışının 2. yılıydı ve onu güzel sözlerinden biriyle hatırlamıştık. ‘ Türkü söyleyen birini görürsen korkma yanına otur, kötü insanların türküleri yoktur ‘ . Bu güzel sırlarla dolu sözü bırakmıştı bize. Peki bunca yıldır, Emevilerden tutun, Abbasiler, Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemi dahil olmak üzere , neden sayısız kez katliam ve zulümler görmüştü bağlaması ve türküsünden başka tutunduğu değeri olmayan bu günahsız halk. Neydi özellikle de bu coğrafyanın egemen olanının , Alevi inancı ile derdi? Uygulayıcısı değişse de ,zulüm hala devam ediyor.
Alevi inancına biraz derinlemesine bakacak olursak, köklerinin , -birbiriyle olan bağın ne derece olduğuna dair eksik veriler olsa da- , Zerdüşt öğretisinin ilk dönemine kadar uzandığını görürüz . Reya Heqi İtikadı ( Batıni Alevilik) son dönemlerde bazen İslami bir örtü altında ,bazen de açıktan açığa yaşayıp/yaşatılarak bugünlere dek gelmiştir.
Tarihsel olarak varlığı İslamiyetten çok daha eskilere dayanmaktadır. Milattan once 3000 yılına kadar uzanan , Afganistan’ın kuzeyinden, Doğu Avrupa’ya, İran,Azerbeycan ve Mezopotamya’yı kapsayan çok geniş alana yayılmıştır. Kendinden sonra gelen tek tanrılı dinleri de etkisine alan Alevi inancının, Türklerle ilk buluşması 10. YY’ a kadar Göktürkler (MS. 552-744) ve ardından Uygur Türkleri (MS. 745-840) ile devam eder.Bu süreçte ,resmen dinin teolojik ritüellerini toplumsal yaşamlarında uygulamışlardır.
İslamiyetle ilgilisi ;
İslamiyetin doğuşundan sonra Emevi ve Abbasi zorbalığı karşısında kendilerini koruyabilmek için sürekli direnmişler ,en sonunda Kerbela (MS. 680) şehitlerine şahit olan Mevali halkları (Arap değillerdir) yol erenleri, takkiye’ye başvurarak, Kerbela vakasını kullanıp Araplar içinde Ali yandaşlarını da yanlarına alarak ayaklanırlar. Alevi inancının Ali’yi sahip çıkması bundan ileri gelir. Günümüzde sanıldığı üzere, Alevilik İslamın Hz. Ali ile doğan bir mezhebi değildir. Bu isyan ruhu ve kültürü Aleviliğin, tarih boyunca egemen, inkarcı sistemler arasındaki çatışmalarda da kendini göstermiştir. Bu bir iktidar savaşı değildir, hak ve hakikatin egemenle çatışmasıdır. Zulümler, baskılar,haksızlıklar karşısında Alevilik bir isyan geleneğinin kimliği olarak da tanımlanır. Der ki; ‘Akıl kıblesine döndük, inancın beyni kitleyen zincirlerini kırdık, severken Hakikati bulduk’. Hakikatin sevenin, sevilende kendini eriterek aşka ulaştığı, sevilenin kamil insan olarak hakikate erdiği bir yol meydanıdır Alevilik.
Toplumsal hayatla ilişkisi ve sosyo-dinsel özellikleri;
Alevilik öğretisi/felsefesinde insan gönlü Tanrı evidir. Hak ,Tanrının adı olduğu gibi, Tanrısal öz olarak ‘hakikat’ gerçek ya da aşk anlamındadır. İnsan ‘ Ben hakikatim ,aşkım’ diyerek Tanrıyı kendi kılar. İnsan Tanrının görünür halidir ve insan olmadan Tanrı olmaz. Bildiğimiz pek çok dinden farklı olarak, kul olmayı salt günah işleyen, aciz, Tanrı tarafından cezalandırılması ve dolayısıyla ondan sürekli korkması gereken bir varlığa indirgemez, düşünmeye ve sorgulamaya imkan vermeyen bir kısır döngüye hapsetmez. Bilakis Tanrıyı dışarda değil, insanın kendi öz varlığında bulması gerektiği gerçeğiyle vicdan olgusunu güçlendirir. Alevilik öğretisi /felsefesinde toplumsallaşmak ,hakça yaşamak, eşit olmak, topluma adanmak, an’a hizmet etmek esastır. Alevilikte geleneksel tasavvuf anlayışının dışında,kendini tanrıya ,hakka ulaştırmak için, dünya işleri yaşamsal değerdedir. Toplumsal ağırlıklı bir eylemin sahibi olmanın farkındalık yaratıyor olması dolayısıyla , inancı dünyalılaştırarak, cenneti an’da yaşadığımız hayat olarak algılar ve buna inanır.
Kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile yapısına ve özellikle kadın kimliği etrafında şekillenen demokratik ve özgürlükçü bir toplumsal yaşam birliğine sahiptir. Tarihte bilinen pek çok Alevi kadın şair, ozan ve sanatçı vardır. Toplumda kadın öncü durumundadır. Sınıfsal olarak derin ayrılığın olmadığı, toprağa ve doğaya bağlı olmakla beraber, suyu, ağacı özellikle kutsal sayarlar. Paylaşmamak, çıkarcı olmak, ezenden yana olmak asla kabul edilemez. Toplumsal dayanışma biçimi olarak gelişen, ‘Musahiplik ‘ yani, yol arkadaşlığı (yoldaşlık) geleneği vardır. Her bir kimsenin ikrar verecek, kendine kefil olacak yol arkadaşını seçme ve belli bir sınama süreci sonunda, Pir’in de huzurunda yapılan yeminle, hayat boyu kardeşden yakın olarak yaşarlar. Musahipler birbirleri arasında evlilik yapmazlar (kaynağım burada ‘kız alıp vermezler’ cümlesini kullanıyor ancak ben bu söylemden hoşlanmadığımdan ‘evlilik yapmak’ olarak geçiyorum). Hırsızlık, zina ve yalan söylemek gibi suçlar ‘düşkünlük’ olarak nitelendirilir ve cezası teşhir ve tecrit yani, kişiyi toplum dışına almaktır. İnançsız olmanınsa cezası yoktur. Asla işgalci ve yayılmacı değildir. Tüm bu özellikleri dolayısıyla kapitalist üretim ilişkileri ve onun artı değer üzerinden kurguladığı dünyası, Alevilerin anlayışına uymaz, bu nedenle onu hedef almıştır. Osmanlı’nın emperyalist büyüme planları ve yöntemleri, bu öğretiyle aynı yerde duramazdı. Alevi yaşam biçimi, Marx’ın diyalektik materyalizm üzerinden idealize ettiği komünal yaşam biçimiyle birebir örtüşüyor. Aynı zamanda inanların, teolojik değerlerle kurduğu ilişki anlamında da yine İslam toplumlarıyla derin zıtlıklar içinde. Tıpkı bugün olduğu gibi. Malesef, Osmanlı-Türkiye tarihyazıcılığındaki boşluklar, ideolojik söylemin bir parçası ve uzantısından doğmaktadır. Yaşadığımız coğrafyanın köklü ve özgün unsurlarından ve bu coğrafyayı oluşturan Anadolu, Rumeli ve Mezopotamya ‘yı birbirine bağlayan ana damarlardandır. Bu tarihi ve toplulukları görmezden gelerek veya onların hikayesini dar sınırlara hapsederek, coğrafyamızın kapsayıcı ve sahici tarihini yazmak, onun ruhundan ve mirasından faydalanmak mümkün değildir.
Tasavvufu ve tarikatları şeriat odaklı medrese İslam’ına bir eleştiri olarak okursak, gezginci dervişleri de tarihsel olarak tarikatların içinden çıkmış, ama onlara, onların kurumsallaşmış yapısına tepki duyan, bu tepkisini de yarı çıplak gezmek, yüz kıllarını kesmek,mücerret kalmak gibi sosyal normların dışında yaşayarak ifade eden, daha radikal bir sosyo –dinsel muhalefet hareketi olarak konumlandırabiliriz. Bu konuyu daha derinlemesine bilmek isteyenler , Ahmet Karamustafa’nın ‘Tanrı’nın kural tanımaz kulları: İslam dünyasında derviş toplulukları’ adlı kitabında bulabilir. Yaşadıkları coğrafyalarda ,çağlar boyu değişen koşullara ki buna devletler ve inançlar da dahil, hep bir uyum içinde ,çoğu zaman onları reddetmek yerine bir nevi yol arkadaşı ilişkisine girmiştir, İslamı Kabul etmediği halde , Ali’yi ve Kur-an ‘ı kutsal saymışlar hatta ,19. YY ‘da Anadolu’da faaliyet gösteren Protestan misyonerlerine; Hristiyanların , Anadolu’nun kadim halklarının bakiyesi olması dolayısıyla sahip çıkarak misyonerlik çalışmalarına meşruiyet kazandırmışlardır. İslam’dan başka dine geçmek şeri hukukuna gore mümkün olmamasına ragmen, hayatlarını riske sokmayı bile göze alabilmişlerdir.
Tarihte yaşadıkları bilinen en büyük katliamlar;
755 Ebu Müslüm Horasani ( Medayin / Rumi Bağdat)
922 Hallacı Mansur (Bağdat)
1238 Baba İlyas (Amasya Kalesi)
1239 Baba İshak (Molya Ovası)
1393 -94 Fazlullah /Fazlı ( Nahçivan )
1417-18 Seyit Nesimi ( Halep-Şam)
1511 Şahkulu Sultan (Tekke Yöresi/Gökçay)
1514 Yavuz II. Selim
1518 Bozoklu Şeyh Celal (Erzincan )
1519 Sah Veli (Sivas)
1526 Baba Zünnun (Höyüklü)
1527-28 Şah Kalender Çelebi (Nurhak)
1533-34 I. Süleyman
1547-51 ve 1578-90 Koca Haydar Pir Sultan Abdal (Sivas)
1606 -11 Kuyucu Murat Paşa
1826 II. Mahmut soykırımı.
Cumhuriyet Dönemi;
6 Mart 1921 -20 Haziran 1921 (Koçgiri Soykırımı)
4 Mayıs 1937-6 ağustos 1938 (Dersim )
2 Haziran 1966 (Ortaca-Muğla)
1968 (Hekimhan – Malatya )
11 Haziran 1968 (Maraş –Elbistan katliamı)
1 Mart 1971 (Hatay-Kırıkhan)
18 Nisan 1978 (Malatya)
19-24 Aralık 1978 (Maraş katliamı)
3-4 Temmuz 1980 (Çorum)
2 Temmuz 1993 (Sivas-Madımak)
12 Mart 1995 (Gazi-İstanbul)
14-15 Mart 1995 (Ümraniye)
Bu tarihlerden de anlaşılacağı üzere, Aleviler yüzyıllardır farklı devletler tarafından, sistematik olarak yok edilme, dinleri ve kültürleri de devlet kontrolünde tekke ve zaviyeler kanunu ile oluşturulan diyanet işleri bakanlığı aracılığı ile yok edilmeye ,en olmadı yine devlet tarafından üretilmiş Hacı Bektaş-ı Veli gibi sözde dergah ile devletleştirilmeye, asimile edilmeye çalışılmıştır. Alevilerin devlet kurumlarında ‘odacı’ olarak ‘istihdam’ edildiği halk ozanlarımız bile vardır. Aşık Daimi, Feyzullah Çınar ,Aliekber Çiçek, Aşık Hüdai bunlardan sadece bazıları. 1960- 70’li yıllarda , Cumhuriyet döneminden itibaren süregelen katliamların olduğu coğrafi hat üzerinden, Türkiye Devrimci Hareketinin destansı önderlerinin çıkması bir tesadüf değildir. İbrahim Kaypakkaya (Çorum- Dersim), Mahir Çayan ve arkadaşları (Kızıldere, Niksar-Tokat) , Deniz Gezmiş ve arkadaşları (Şarkışla- Gemerek) ve daha pek çok örnek. Geçtiğimiz yıl Gezi isyanında yitirdiğimiz can’ların çoğunlukla Alevi olmaları bile hem devletin sure gelen eyilimindeki aynılığı, hem de toplumun isyan kültüründe ve egemenle kurduğu ilişki anlamında günümüz Alevi halklarının etkisini ve rolünü yaşayarak görmekteyiz. Devletin tek tip kimlik yaratma ideolojisinin hedefindeki en önemli unsur olmaya devam etmektedir.Devlet, Işid çetelerini maşa olarak kullandığı Şengal ,Rojava, Kobane başta olmak üzere, tüm Suriye ve Irak bölgesinde yaşayan Alevi ve Kürtleri kapsayan bu soykırıma da bu nedenle, bırakın engel olmayı adeta çanak tutan bir siayset yürütmektedir. Rojava’da hayata geçmiş tarihsel öneme sahip olan özerk yönetim ve halkın kendi insiyatifiyle gerçekleştirdiği yaşam pratiği de ,tıpkı Alevi öğretisinde var olan yaşam pratiğiyle örtüşmektedir. Bölgedeki bu tip özgürlükçü,demokratik ve insani gelişmeler belli ki hükümeti sıkıntıya soktu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler ‘in geçtiğimiz günlerde toplanması dolayısıyla orda yaptığı konuşmasında ; çocukların öldürüldüğü bir dünyada hiç kimsenin masum olmadığını söylese de, bu katliamlara hükümetin neden sessiz kaldığı ,engel olmak bir yana, meclisten geçen savaş tezkeresiyle, bu halkları katleden çetelere değil de, neden onların öz savunma birliklerinin hedef olarak zikrediliyor olduğu meselesi, önümüzde karanlık bir soru olarak duruyor. Hükümet açıkça yeni bir Kürt-Alevi katliamı gerçekleştiriyor. Tarihte bu coğrafyada defalarca yaşanmış katliam yineleniyor ,aynı halklar benzer egemen güçler tarafından yok edilmeye çalışılıyor. Bu sadece bir etnik ve mezhep soykırımı değil, aynı anda bir sistemler savaşıdır. Emperyalist, işgalci güçlerin içine İslami motifler işlenmiş, ama aslında islamı’da aşağılamaktan başka sonuç doğurmayan ,insani değerlerini ,vicdanını yitirmiş güçlerin ,eşitlikçi, özgür ,onurlu ve dayanışma içinde komünal yaşam biçimini benimseyen halklara karşı savaşıdır. Bu güçler Alevi öğretilerinin sahip olduğu tüm değerlere düşman olduğundan, onun izlerini taşıyan herşeyle, özellikle kadınlar başta olmak üzere insanları sömürmek ve sindirmek üzerine kurguladığı krallığını sağlamlaştırmak için ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmiyor, vahşice kan dökmeye devam ediyor. Bu korkunç olaylara tanıklık ettiğimiz şu günlerde, özellikle Alevi ve Ezidi inaçlarını ve bu toprakların kadim halklarının varlık ve değerlerini tekrar düşünmemiz gerekiyor. Aksi takdirde gelecek nesiller daha büyük karanlık ve kaos ortamı içinde, doğanın öldüğü, yaşam ve insanlık değerlerinin sıfırlandığı korkunç bir sömürü hayatına mahkum olacaklar. Bu savaş aslında bir değerler savaşıdır. Bu ortamda savaşa iştirak etmek yalnızca uzun namlulu silahı alıp Kobane’ye veya Rojava’ya gidip meydanda çarpışmak olmayabilir. Keşke bunu yapabilme yürekliliği de gösterebilsek. Ancak evimizde ,kendi ait olduğumuz düzen içinde yaşarken bile, savaşın iki tarafı arasında bir tahlil yapıp karar verebiliriz. Tüketim alışkanlıklarımızdan, sosyal ilişkilerimizin biçimine, insanlık değerlerinden ,ekolojik değerlere varıncaya dek seçeceğimiz saf, tarihin akışını belirleyecek olan en önemli direniş hareketinin bir parçası haline sokabilir bizleri. Yaşadığımız bu günleri, bu bilgi ve farkındalıkla tekrar değerlendirmenizi ve savaşın sizden aslında kilometrelerce uzakta değil, gönül evinizde meydan bulduğunu bilmenizi isterim. Hepimiz bu nedenle aslında bu savaşın tam da orta yerindeyiz.
REFERANSLAR
Mesele Dergisi eylül 2014 Eren Barış Ayfer Karakaya Stump söyleşisi
Özgürlüğün dinmeyen ezgisi- Kemal Bülbül Demokratik Modernite sayı 7
İnançlar İnsanın Toplumsal düzeyiyle Zihniyetini Yansıtır – Abdullah Öcalan -Demokratik Modernite 10. sayı
Hakikatin anlamlaşan değeri olarak Alevilik ve Aleviler- Nesrin Akgül -Demokratik Modernite 10. sayı
Batını Aleviliğin kökenindeki Zerdüşti bazı niteliklere kısa bakış. -Erdoğan Yalgın DM 10. sayı
Alevilik gerçeği -Şükrü Yıldız -DM 10. sayı
jiyan
Yoruma kapalı.