Giriş
Geçtiğimiz günlerde genelde Irak’ta özelde Türk basınında kuzey Irak olarak nitelendirilen Güney Kürdista’ da meydana gelen önemli gelişmeler; genelde Ortadoğu konusunu ve özelde Kürt sorununu dünya kamuoyunun gündemine yeniden taşıdı.
Çünkü son gelişmeler, özellikle Ortadoğu’da yeni ve önemli dönüşümler yaratacak bir oluşumun habercisi niteliğindeydi. Bu özellikleriyle tüm Arap dünyasını etkileyeceği gibi, titreşimleri Türkiye’yi de şimdiden sarmalamaya başlamıştı. Bundan dolayıdır ki, tüm Türkiye adeta bu gelişmelere kilitlenmişti.
Peki, neydi söz konusu gelişmeleri bunca önemli kılan? Kuşkusuz bunun odağında Kürtler ve Kürt sorunu vardı…
Bilindiği gibi, gerek son Osmanlı Meclis-i Mebusan da, gerekse Ankara’daki ilk Millet Meclisi’nde kabul edilen Misak-i Milli sınırları, Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan Türklerle Kürtlerin yaşadıkları coğrafyayı kapsıyordu. Nitekim, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının 28 Ocak 1920’de yaptığı gizli oturumda kabul ettiği ve daha sonra Ankara Hükümetince de benimsenen Misak-i Milli’nin daha 1. maddesinde “Mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan yerlerin İslam ve Osmanlı çoğunluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından Anayurttan hiçbir sebeple ayrılmaz” deniliyordu. Mustafa Kemal de, 1 Mayıs 1920’de yaptığı Meclis konuşmasında; “Hududu Milliyemiz İskenderun cenubundan geçer, Şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder” demektedir. (1)
İsmet İnönü’de esas olarak Türklerle Kürtlerin yaşadıkları toprakları kucaklayan Misak-ı Milli sınırlarını verdikleri önemi, Lozan öncesinde şöyle vurguluyordu: “Bizim uğrunda her türlü fedakarlığa katlandığımız gayelerimiz çok mütevazı ve çok haklıdır. Bu gayeler iki kelime içindedir: Misak-ı Milli” (2)
Ancak, Mustafa Kemal daha Ocak-1923’de Musul sorununa gerçek yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır… İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orda bir Kürt Hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir.” (3)
Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Musul’u sahiplenmeyi iki gerekçeye bağlıyor: birincisi, sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları; ikincisi ise Kürt sorunu…
Oysa, aynı dönemde Meclisteki Kürt milletvekilleri daha içtenlikli bir tavır sergileyerek, başka nedenlerle bölünmeye karşı çıkıyorlardı. İki yıl sonra idam edilen Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, ayakta alkışlanan konuşmasında; Musul ve Kerkük’ün dışarıda kalmasının yaratacağı sorunlara dikkat çekerek, bu sorunun ertelenmeden mutlaka Lozan’da çözümlenmesini istiyordu: “Musul’u ertelemek, Musulsuz barış yapmak, barışı sonrası Doğu Anadolu’da önemli bir cephe hazırlamak demektir. Türk-Kürt, işbirliği yaparak yaşamazlarsa ikisi için son yoktur. Bugünkü vaziyet böyle geliyor; toplumsal durumumuz bunu gösteriyor. Dolayısıyla herhangisi herhangisine ihanet ederlerse ikisi için de son yoktur. Kürdün birliği, Kürdün itaati, Kürdün iki parçaya ayrılmasında değil, bir parça halinde idare edilmesindedir.” (4)
Yusuf Ziya Bey, konuşmasının sonunda, galip gelen İngiltere’nin direngenliği karşısında Musul’un elden çıkacağını görerek, sözlerini şöyle sürdürür: “Ben Musul’u istemiyorum, Musul’u kime verirlere versinler; Süleymeniye’yi Kerkük’ü almakla Türk’ün Kürtün birliği onunla sağlanmış olur.”(age)
Bu iki yaklaşım, bir bakıma Musul-Kerkük sorunu ortaya çıktıktan bu yana devam ediyor. Kürtler, Kürt bloğunun parçalanması adına hayıflanır ve eşitlik temelinde Türk-Kürt bütünleşmesini savunurken; Türk yönetimleri soruna petrol kaynakları ve Kürt halklarını önleme temelinde yaklaşmışlardır. Geçmişten beri ibretle izlenen bu politika, günümüzde de tüm çıplaklığıyla devam etmektedir.
Bin yıllık Türk-Kürt kardeşliği veya sınırın ötesindekilerin beridekilerle akrabalığı gibi söylemlere rağmen; uzun bir süre Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’ın asli, Amerika ve İngiltere’nin gözlemci üye olduğu Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO aracılığıyla; kimi zaman pek de anlaşmadığı bu ülke rejimleriyle işbirliğine girilerek Kürt haklarına karşı bir ittifak kurulur. Zaman olur bu halka karşı sınır-ötesi operasyonlar düzenlenir… Öyle ki, Balkanlar’da ya da Kafkaslarda Türklere karşı büyük duyarlılık gösteren Türkiye; Kürt sorunu yüzünden Irak’taki Türkmenleri bile görmezden gelir…
Oysa, şimdi yeni ve önemli bir sürece giren Kuzey Irak yani Güney Kürdistan dolayısıyla, özelde Musul-Kerkük üzerinde Türkmenler adına hak iddiasında bulunuyor ve yeni tezler geliştiriyor…
Öyleyse, bu bölgenin dününe ve yakın geçmişine birlikte göz atalım.
Osmanlı Belgelerinde Musul-Kerkük
Osmanlı döneminde Kerkük, Musul Vilayetine bağlı bir sancak konumunda olduğu için bu iki şehri birlikte anmak gerekiyor. Musul-Kerkük bölgesi, gerek içinde yer aldıkları Mezopotamya coğrafyası, gerek petrol kaynakları gerekse insan dokusu açısından bir bütünlük göstermektedirler. Öte yandan, tarihte Yukarı Cezire olarak nitelendirilen bölgede yer alan bu şehirler, Kürdistan’ın doğal uzantısı olan bir coğrafyada kurulmuşlardır.
Ünlü coğrafya bilgini Prof. Besim Derkot, bu gerçekliği şöyle vurgulamaktadır:
“Musul havalisi, gerek engebeli tabiatı, gerekse iklimi ile, arazisi alüvyon birikmesinden meydana gelmiş, yağışları yetersiz ve tabii bitkiler alemi bakımından yarı-çöl durumunda bulunan Irak’tan pek farklı olduğu gibi, nüfusunun yapısı ve yaşayış tarzı ile de daha çok Diyarbekir bölgesine benzemekteydi.
Esasen Musul havalisi, Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar, Batının coğrafya eserlerinde genellikle Irak’tan ayrı olarak Yukarı Elcezire bölgesi içinde sayılıyordu.” (5)
16. Yüzyılın sonlarında Osmanlı ordusuyla birlikte bölgeyi gezen Kâtip Çelebi de, “Keşfü’z-Zünun” adlı eserinde Mezopotamya bölgesini Kürdistan, Cezire ve Irak olmak üzere üçe ayırıyor. Bu ve benzeri kaynaklardan yola çıkılarak günümüzde ulaşılan yaygın kanı, “El-Cezire bölgesinin, Osmanlıların Musul ve Şerizor’unu, günümüzün Kuzey Irak’ını içine alan bölge” olduğudur. (5/b)
Bu topraklar, geçmişte Doğulu, daha sonra Batılı yönetimlerin hep ilgi kaynağı olagelmiştir.
Milatan önceki yıllarda Musul bölgesinin de için yer aldığı Mezopotamya’da çok önemli uygarlıkların kurulduğu bilinmektedir. Bunların en önemlileri Asur ve Babil uygarlıklarıdır. Asur Devleti, bu topraklarda yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürüyor.
Asur Devleti’nin merkezi şehirlerinden biri olan Musul Vilayeti, bu devletin yıkılmasından sonra sırasıyla İranlılara, Büyük İskendere, Seloküslülere ve Sasanilere geçiyor. Halife Ömer döneminde ele geçirilerek İslam topraklarına katılıyorsa da daha sonra Abbasi halifleri döenminde Bin-i Mervan, Bin-i Hemdan, Selçuklular, Atabegler, Eyyubiler, Cengizler, Timurlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Safevilerin eline geçtikten sonra Çaldıran Savaşıyla Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilerek Osmanlı yönetimine geçiyor. (6)
Görüldüğü gibi, Musul bölgesi, tarihte belli bir milliyete mal edilmeyecek birçok yönetimin eline geçiyor. Şemseddin Sami, Abbasi Halifeliğinden sonraki kozmopolit yönetim değişikliklerini şöyle değerlendiriyor.
“Abbasi Halifeliğinin zayıf düşmesiyle, İslam Memleketlerinin her tarafında birtakım emirler ve melikler ortaya çıkmaya başladığı sırada, Kürt reislerinden birçok adamlar da Musul, Diyarbekir ve Cezire yörelerinde birer kale veya memleket ele geçirip birçok küçük hükümetler kurmuşlarsa da, tüm kıtayı (Kürdistan’ı MB) yönetim altına alarak, cinsiyat (soy, milliyet MB) esasına dayalı bir hükümet kurmayı düşünmemişlerdi. Nihayet bu cinsiyete mensup olan meşhur Selahaddin-i Eyyubi Mısır’da devlete nail olup, kendisi ve çocukları Şam, Halep, Hicaz ve Yemen’de hüküm sürdükleri ve evlatlarıyla akrabalarının yönetimi altında birçok seçkin hülümetler kurdukları zaman bile hüküm ve nufuzları dışında kalmış idi.”(7)
Bu süreçte Musul, Mervani Kürtlerinin merkezi şehirlerinden biri; Irak Selçukluları ile Atabekler’in başkenti konumundadır. Musul çevresi, bu aşamada Bizans İmparatorları yakınında güçlü bir ordugah oluşturulmak üzere Irak’tan ayrılarak yeni kurulan Elcezire vilayetinin iki büyük ordugahından biri haline getirilir. Ordugahın diğeri ise, Harran’dır. Aynı zamanda Diyarbekir, Azerbaycan ve Ermeniyye kıtaları da bu ordugahlara bağlanmıştır. Görüldüğü gibi, Musul ve çevresi tarih boyunca değişik kozmopolit yönetimlerce yönetilmiş, ancak her halükarda Kürt halkı ve ülkesiyle bir bağlantı içerisinde olmuştur.
Musul’un bu niteliği, yakın dönem Türk askeri kaynaklarına da yansımıştır: “Musul’un kuzeyinde ve Süleymaniye bölgesinde Arap yoktu. Buralarda Kürtler yaşamaktaydılar. Türkler de Kerkük, Erbil ve Altunköprü bölgelerinde bulunuyorlardı. (…) Ovalarda çöllerdeki Araplar ve diğer bölgelerdeki Kürtler, daha çok göçebe ve yarı-göçebe aşiretler halindeydiler. Aşiret reisleri aşiretlerinin kayıtsız şartsız hakimi ve idarecisiydi. Osmanlı Devleti, aşiret reislerinden bazılarına paşalık rütbesi ve nişanlar vermesine karşın, bunlar üzerinde tam bir otorite kurmaya muvaffak olamamıştı.” (8)
Aynı dönemde bölgede Kürtler, Araplar, Türkmenler dışında Yezidi Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve az sayıda Latin ve Protestan’ın yaşıyor olması, bölgenin kozmopolit yapısını açıklıkla ortaya koyuyor.
Kuşkusuz bu noktada nüfus oranları önem kazanıyor. O halde, bölgenin idari yapısı temelinde bu rakamlara göz atmakta yarar var. Hemen belirtelim ki, Osmanlı istatistikleri genellikle rakamları milliyet esasına göre değil, din esasına göre veriyorlar. Ancak konu uluslararası organlara yansıyınca milliyet esasına dayalı rakamlar öne çıkıyor.
1306/1890 tarihli Musul Vilayeti Salnamesi’nde; Musul vilayeti ahalisi 3 kümeye ayrılır. Büyük bölümü Kürtlerden oluşan birinci kümenin Musul, Şehrizor, Süleymaniye, Akra, Duhok, Zaho, Sincar, Erbil, Selahiye (Kifri), Revanduz, Gülanber, Köysancak, Ziybar gibi yarı-medeni denebilecek köy ve kasabalarda yaşadıkları belirtilir. İkinci kümede değerlendirilen Kürtlerin diğer bölümününse aşiret ve kabile halinde yarı-göçer olarak yaşadıkları ve daha çok hayvancılıkla geçindikleri bildirilir.
Üçüncü kümeninse tamamen bedevi olan aşiretlerden oluştuğu; ilk iki kümeye girenlerin yazımının yapıldığı, ancak bu son kümenin genelde yazım dışı kaldığı vurgulanır. (II)
Tarihteki ilk Türkçe ansiklopedi kabul edilen Şemseddin Sami’nin Kamusü’l-Alam adlı eserinde; Musul, “Cezirenin kuzeydoğu bölümü ile Kürdistanın güneydoğu bölümünden oluşan ve Dicle’nin iki yanında yer alan bir il” olarak nitelendirilir ve nüfusu 300.280 olarak verilir.(12) Bu nüfusun 159.680’i Musul’da, 89.000’i Şehrizor’da 51.600’ü Süleymaniye’de yaşamaktadır. O tarih itibarıyla henüz idari yapı değişmeden, Musul’da yaşayan Kürtlerin nüfusu 59.380’i Müslüman, 14.900’ü Yezidi olmak üzere toplam 74.280 olarak verilmektedir. Geriye kalan nüfus ise, Arap, Türkmen, Keldani, Süryani, Yakubi, İsraillilerden ve diğer mezheplerden oluşmaktadır. (age,s.186-187)
Aynı eserde, Kerkük, “Kürdistanın Musul ilinde Şehrizor sancağının merkezi” olarak nitelendirilir ve halkının yapısı şöyle yansıtır: “Halkının dörtte üçü Kürd, geriye kalanları da Türk, Arap vs. 760 İsrailli ve 460 Keldani de vardır.” (age.s.151)
Ali Cevat’ın, ünlü Lugat’ında ayrıntıya girilmeksizin Musul’un nüfusu 300.280 olarak verilir. (13)
Ali Rıza’nın Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası’nda; 1902 tarihi itibarıyla Musul şehrinin nüfusu 61.000, Musul vilayetine bağlı Süleymaniye kasabasının 15.000, Kerkük kasabası 30.000, Sincar kasabası 7.000, Erbil kasabası 6.000, Köysancak kasabası 10.000, Amadiye kasabasının nüfusu ise, 5.000 olarak verilir. (14)
Aynı dönemde Musul’a bağlı Tuzhurmato, Gülanber, Rizan ve Kifri kasabaları mevcuttur ki, ünlü divan şairi Fuzuli, bu bölgede yaşayan Bayati Kürt aşiretine mensuptur. (15)
Ali Tevfik’in Memâlik-i Osmaniye Coğrafya Lugati’nde; “Musul Vilayetinin, Elcezire bölgesinin kuzeyinde yer aldığı, doğuda İran’la ve kuzeyde Van, Bitlis ve Diyarbekir vileyetleri, batıda ise Zur mutasarrıflığı ile çevrili” olduğu belirtildikten sonra söz konusu vilayetin yaklaşık nüfusu 500.000 olarak verilir. (16)
İbrahim Hilmi’nin Memâlik-i Osmaniye’nin Cep Atlası adlı eserinde, 1907 tarihi itibariyle yeni idari bölünmeye tabi tutulan Musul Vilayetinin toplam nüfusu 351.200 kişi olarak verilir. (17) Adı geçen esere göre; Musul merkez sancağının nüfusu 65.000, Kerkük sancağı 30.000, Süleymaniye Sancağı 15.000 ve Köysancak’ın nüfusu 10.000 olarak verilir.
Bu tarihte Musul Vilayetinin idari bölünmesi şöyledir:
I- Musul Sancağı
1-İmadiye Kazası
2- Zaho Kazası
3- Duhok Kazası
4- Akra Kazası
5- Sincar Kazası
II- Kerkük Sancağı
1-Revanduz Kazası
2-Köysanak Kazası
3-Raniye Kazası
4-Erbil Kazası
5-Selahiye (Kifri) Kazası
III-Süleymaniye Sancağı
1-Gülanber Kazası
2-Mamuretü’l-hamid Kazası
3-Bazyan Kazası
4-Şehr-i Bazar Kazası
Aynı esere göre, toplam olarak Musul Vilayetine bağlı 3 Sancak, 14 Kaza, 28 Nahiye ve 3394 Köy bulunmaktadır. (age.s.220-221)
Hemen belirtelim ki, Kerkük sancağı 1309/1892 yılı ortalarına kadar resmi yazışmalarda Şehr-i Zor olarak geçerken, bu ismin Diyarbekir ve Halep’in güneyinde yer alan Zor Mutasarrıflığı ile olan benzerliğinin birçok idari karışıklığa yol açmasından dolayı değiştirilmesine karar verilmiş ve 1893 tarihinden itibaren Kerkük ismi kullanılmaya başlamıştır.
Tablo-1’de 1905 tarihli Osmanlı Ordu-yu Humayun Raporu’na göre, Musul ve Şehrizor (Kerkük) Vilayetlerindeki Kürt Aşiretleri görülmektedir. (18)
1905 senesinde Musul ve Şehrizor vilayetlerinde Göçebe, yarıyerleşik ve Yerleşik Kürt Aşiretleri
Tablo-1
Adı Fırkaları Nüfusları Bölgeleri
Tayyârî 14 48.100 İmadiye
Sûrçî 4 14.900 Akra, Revanduz
Sûrçî 1 250 Erbil, Altınköprü
Kakaî 1 220 Erbil, Kelek
Kakaî 1 850 Dakuk
Rizârî 2 630 Revanduz
Herkî 12 12.270 Akra, Revanduz
Şirvan 1 4.670 Revanduz
Mezûrî 2 4.400 Revanduz
Bradost 3 4.500 Revanduz
Hoşnâv 2 7.500 Köysancak
Pişkelî 1 3.500 Raniye
Bezîrî 1 2.140 Raniye
Mandımıra 1 430 Raniye
Belbâs 7 1.800 Raniye
Aker 5 2.610 Raniye
Yerli Babulî 2 435 Raniye
Susnî 1 265 Raniye
Körk 1 341 Raniye
Balekî 2 1.360 Revanduz
Şeyh Bızınî 2 2.710 Erbil
Pışter 3 5.260 M. Hamid
Kafroş 1 1.588 Çemçemal
Bâne 1 2.310 Bane
İsmail Azîzî 7 2.275 Süleymaniye
Berzenci 2 2.730 Süleymaniye
Guvara – 650 Süleymaniye
Caf 25 45.460 Süleymaniye
Palânî 7 1.330 Karatepe
Hemavend 6 840 Çemçemal
Şuvan 3 4.500 Şuvan
Tâlbânî 1 1.670 Karatepe
(Kaynak: Osmanlı Ordu-yu Humayın Raporu-1905)
Aşağıdaki 2 nolu tablodaysa, Kerkük iline bağlı Kürt aşiretleri görülmektedir (19)
Tablo-2
Yönetim Bölgesi Aşiret Bölümleri
Kerkük İli Şerefbeyani Koraki
Emirhanbeğî
Azizbeyî
Kahar
Nadirî
Kerkük İli Delo Camrızi
Pencenkeştî
Kaşkehrızî
Tarkondveysî
Kazaniye
Kerkük İli Berzenci
Kerkük İli Ömermil
Kerkük İli Tilşani
Kerkük İli Zengene Faris Ağa
Rüstem Ağa
Kerkük ili Cebbari
Kerkük İli Leylani
Kerkük İli Talabanî
Kerkük İli Şuvan
Xaniqin ilçesi Süremiri Kelheri
Totik
Mamecan
Eyne
Anteri
Xaniqin ilçesi Bacillan Cumur
Kazanlu
Xaniqin ilçesi Kahur
Xaniqin ilçesi Geze Sadeleguhta
Baramserkala
Xaniqin ilçesi Palani
Xaniqin ilçesi Zende Muhammed
Salih Ağa
Ulyan
Tahiran
Gani
Xaniqin ilçesi Davude
Xaniqin ilçesi Salihi
Xaniqin ilçesi Şeyh Bezinî
Xaniqin ilçesi Kakeyî
Xaniqin ilçesi Keganlu
Xaniqin ilçesi Beybanî
Xaniqin ilçesi Zerğuş
Xaniqin ilçesi Hilani
Xaniqin ilçesi Feylî
Xaniqin ilçesi Gevazi
(Kaynak: M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Beybun Yayınları, ank. 1992, sh.170-171)
Uluslararası nitelikteki İslam Ansiklopedisi’nin “Kerkük” maddesinde; Irak Hükümetinin kurulmasından sonra kırsal kesimdeki nüfusun ve göçebelerin gelip şehre yerleşmesiyle Kerkük’teki Kürt nüfusunun oldukça fazlalaştığı savunulur. (20) oysa, yukarda da vurgulandığı gibi, daha 1890’lı yıllarda Şemseddin Sami, Kerkük sancağı nüfusunun dörde üçünün zaten Kürt olduğunu söylüyordu.
Osmanlı Devleti’nin 1870’li yıllardan itibaren yaptığı düzensiz nüfusun sayımlarında, halk Müslim, Rum, Ermeni, Katolik, Yahudi, Protestan (1881-83 Sayımı gibi) veya İslam, Keldani, Süryani, Katolik, Ermeni, Protestan, Rum, Yahudi, Yakubi, Yezidi, Maruni (1895 ve 1906/7 sayımı) gibi unsurlar şeklinde ele alınır. (21) Ancak Ordu Raporları gibi belgelerle, aşiret temelinde etnik toplulukların –kesin olmayan-sayıları belirlenebiliyor.
Güney Kürdistan’ın Yakın Geçmişi
Geçmişte El-Cezire bölgesi olarak da nitelendirilen ve günümüz Türk literatüründe “Kuzey Irak” olarak adlandırılan Güney Kürdistan’ın yakın tarihini, Amerika’da konuya ilişkin bir doktora çalışması yapmış olan Gökhan Çetinsaya’nın konuya ilişkin çalışmasından yararlanarak özetlemek istiyorum.
“Osmanlı Devleti idaresine girdiği 1500’lerin başlarından bu yana hep kendine özgü bir statü içinde kalan bu bölge 1800’lerin başlarından itibaren Osmanlı’nın başlattığı merkezileşme ve reform sürecinin sonucu olarak çeşitli değişimler geçirdi./…/
Kuzey Irak Osmanlı döneminde (ve daha önce) hep bir sınır bölgesi, savaşlar ve işgallere açık bir geçiş bölgesi olagelmiştir. Sonu gelmez Osmanlı-İran savaşları nüfuz mücadeleleri bu bölgeyi doğrudan etkilemiştir.
Kuzey Irak’ta aşiretler ve aşiretlerin biçimlendirdiği bir sosyal yapı hakimdir. Ekonomik bakımdan geri bir bölge olarak kalmıştır./…/
Burada Kürt aşiretlerinin jeopolitik önemine ve aşiretin gücüne göre farklı yönetim biçimleri uygulandı. Örneğin İran sınırına en yakın olanlar (İran tarafına geçmelerini önlemek çok önemliydi) en yüksek otonomi derecesine sahiptiler./…/
18.yy’la birlikte merkezi otorite imparatorluğun her yerinde zayıflamış, ortaya çıkan boşluk ayanlar ve yerel iktidar odakları tarafından doldurulmuştu. Bu durum Kuzey Irak için de geçerliydi. Celililer 1726’dan itibaren Musul’u yönetirken, Süleymaniye ve civarının kontrolü Kürt Baban ailesinin elindeydi. Bu süre zarfında diğer Kürt bölgelerinde de kontrol yerel emirlerin ve beylerin eline geçti.
II. Mahmud’la birlikte başlayan merkezi otoriteyi İmparatorluğun her yerinde tesis etme politikası, Balkanlar ve Anadolu’dan sonra bu bölgeye de erişti. 1830’lardan başlayarak Kürt emirlikleri ve beylikleri ordu yardımıyla birer birer zabtedilerek merkezden atanan valilerin idaresine girmeye başladılar. Bu kolay bir süreç değildi. Musul, 1834’te merkeze bağlandığı halde, Diyarbakır ve Revanduz civarındaki Kürt emirliklerini bastırmak uzun yıllar aldı. Süreç, en son Süleymaniye’deki Baban hakimiyetine son verilmesiyle 1850’de tamamlandı.
Şüphesiz merkezi idareye bağlanmakla sorunlar bitmedi; isyanlar birbirini takip etti. Bölge ancak 1848’den itibaren, Tanzimat reformlarının uygulanmaya konmasıyla bir takım değişiklikler (Arazi Kanunnamesinin sonuçları vb.) geçirmeye başladı./…/
Emirlerin ve beylerin ortadan kalkması ve merkezi idarenin otoritesini hemen tesis edememesi, bölgeyi sürekli bir karışıklık haline soktu. Aşiretlerle meskun bir ortamda aşiretler arası ve aşiret-içi anlaşmazlıkları çözecek ve çatışmaları önleyecek otoritelere ihtiyaç vardı. Emirler ve beylerden doğan bu boşluğu Kadiri ve Nakşibendi tarikatı şeyhleri doldurarak 19.yy’ın ilk yarısında hızlı bir yükselişe geçtiler./…/
Musul’un kuzey ve doğu kısımları göçebe, yarı-göçebe ve yerleşik Kürt aşiretleriyle meskundur. Bu aşiretler belli başlı Kadiri ve Nakşibendi şeyh ailelerinin etkisi ve nüfuzu altındadır. Bu dönemde Süleymaniye ve çevresi Kadiri şeyhlerin ve Berzenci ailesinin kontrolü altındadır./…/ Bunların en önemli rakipleri yine Kadiri tarikatına mensup başka bir şeyh ailesi olup Kerkük ve civarını etkileri altında bulunduran Talabani’lerdi./…/
Süleymaniye-Kerkük civarında ancak Caf gibi büyük aşiret konfederasyonları bu iki şeyh ailesinin kontorlleri dışında kalabiliyorlardı. Kuzeyde Musul, Duhok ve Erbil civarında ise genellikle Nakşibendi şeyhlerinin kontrolünde olan yerleşik ve yarı-göçebe aşiretler bulunuyordu. Barzani şeyhlerinin yurdu olan Barzan bunlara tipik bir örnektir./…/
Kuzey Irak, (19.yy sonları ile 20.yy başlarında da MB) sorunu bir bölgeydi.
Aşiretler içi ve aşiretler arası kavgalar hiç eksilmedi.
Aşiretlerin sınır geçişleri Osmanlı Devleti ve İran arasında sürekli problemler yarattı. İki taraf da aşiretleri kendilerine çekmek istedi. Bir taraftan kaçan aşiretler veya aşiret reisleri sınırın diğer tarafına sığınıyordu. Bu iki taraflı bir ilişkiydi. Hem aşiretler iki devleti, hem iki devlet aşiretleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştı.
Şeyh aileleri de kendi aralarında (ve bazen kendi içlerinde) daha fazla toprak (yani daha fazla gelir ve güç) için çoğu zaman silahlı mücadeleye kadar varan bir nüfuz rekabeti içindeydiler”(22)
Güney Kürdistan’daki güncel gelişmeler konusunda düşünceyi temellendiren ve ipuçları veren bu özetten sonra, şu sıralar sıcak gelişmelere sahne olan Kürt Sorunu’na yol açan Lozan Antlaşması’na geçebiliriz.
Lozan Antlaşması ve Kürt Sorunu
I. Dünya Savaşı, emperyalist Batılı devletler arasında Ortadoğu ve Uzakdoğu eksenli bir üleşim-paylaşım savaşı olarak cereyan ediyordu. Bu savaşta Osmanlı Devleti de, Alman militarizminin yedeğinde hesaplar yapıyordu.
Daha savaş devam ederken, İngilizlerle Fransızlar arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’yla Musul vilayeti (Kürt ve petrol bölgeleri de dahil) İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmıştı. Ancak savaş ilerledikçe İngiliz çıkarları değişiyor ve artık Musul ve çevresinin tamamı isteniyordu. Nitekim Nisan-1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Fransa Suriye ve Lübnan’ı; İngiltere ise Mezopotamya (Güney Kürdistan-Irak) ve Filistin mandalarını alıyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin yenilgisi anlamına gelen 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkesi imzalandığında, Musul vilayeti hala Osmanlı ordusunun elindeydi. Ancak Ateşkes hükümleri gereğince Osmanlı birlikleri çekilerek bölgeyi İngilizlere teslim etti. Asıl sorun da bundan sonra başlıyordu.
“İlk aşamada Kürtlerin bir lider etrafında toplanması ve İngiliz subaylarının gözetiminde kendi kendilerini yönetmesi fikrini benimsediler. Kürtlerin kaderine zaman içinde ve gelişmelerin ışığında karar verilecekti. Aralık başında Geçici Yüksek Komiser Wilson Süleymeniye’yegelerek Kürt aşiret reisleriyle buluştu ve bir anlaşma imzalandı. Anlaşmayla Süleymaniye merkezi bir ‘Kürt Federasyonu’ kuruluyor; başına da Şeyh Mahmud Berzenci getiriliyordu.”(23)
Ancak Şeyh Mahmud Berzenci’nin gerçek hedefi, ‘bağmsız bir Kürd Devleti’ kurmaktır. Bu nedenle kısa zamanda İngilizlerle arası açılır. Şeyh Mahmud Berzenci, Mayıs-1919’da Bağdat’taki İngiliz yönetimine açıkça başkaldırır. Haziran ortalarına isyan bastırılır ve kendisi sürgüne gönderilerek, bölge doğrudan İngiliz subaylarınca yönetilmeye başlanır.
Fakat karışıklıklar bununla bitmez. Başta Kürtler olmak üzere, bölgedeki tüm halklar kendilerini ihanete uğramış görürler.
Çözüm olarak, tüm Irak’ın İngiliz uzmanlar gözetiminde bir Arap lider tarafından yönetilmesine karar verilir ve 1921 ağustosunda Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Irak kralı ilan edilir.
Kürtlerin zaman içinde Arap yönetimini kabullenecekleri hesaplanmaktadır. “Sünnilerin en üst yönetim kademelerini paylaştıkları Faysal yönetimi için Sünni Kürtlerin önemi daha da artıyordu. Sünni Kürtler (yani Musul) olmadan, Faysal Irak’ı yönetemezdi.” (agy).
Ancak, Musul ve çevresinin geleceği hala güvence altına alınmış değildir. Çünkü Ankara’da kurulan Mustafa Kemal Hükümeti de boş durmamakta ve Kürt aşiretleriyle ilişkiye girmişlerdi. Dahası o tarihe kadar İngiltere yanlısı olan kimi Kürt aşiretleri de beklediklerini bulamamış ve Tür tarafına geçmeye başlamışlardır.
Söz konusu “Türk tehlikesi” İngilizleri daha da tedirgin eder. Bunun üzerine, sürgündeki Şeyh Mahmud Berzenci yeniden getirilerek, 30 Eylül 1922’de başkenti Süleymaniye olan bir Kürt Hükümeti kurularak, kendisi “Kürdistan Hükümdarı” sıfatıyla başına getirilir. Ancak onun amacı “bağımsız bir Kürt krallığı”dır. Ankara bağlantılı Türk subayları da, kendisiyle ilişki içerisindedir.
Durumu öğrenen İngiltere, yeniden ona savaş açar ve yaklaşık bir yıl devam eden ve hava harekatıyla da desteklenen bir savaş sonrasında 1924 Temmuzunda Şeyh Mahmud Berzenci ve yedi bin kişilik taraftarı şehri terk ederek dağa çıkmak zorunda kalır.
Bu arada, gerek İstanbul’daki ittihat karşıtı partiler, gerekse Anadolu’ya geçen Kemalistler, Kürtlere “birlikte kurtuluş ve birlikte özgürleşme”yi önermektedirler. Bu öneri, Kürtlerin beklentileriyle de çakışmış ve bu buluşmayla Lozan’a gidilmiştir. Sevr’i içine sindirmeyen Meclisteki Kürtler, Kürt kökenli İsmet Paşa başkanlığındaki delegasyona tam destek vermektedirler. Bunlar Lozan’a bağlılık telgrafları göndermekte ve Türklerle dayanışma içinde olduklarını bildirmektedirler. İsmet Paşa, bir Kürt milletvekilini de beraberinde Lozan’a götürmüştür. (Bu milletvekili, Lozan’da hiçbir varlık göstermeden otelde kalmayı tercih eden bir figürandan farksızdır.)
İsmet İnönü, bu Kürt dayanışmasını sonraları anılarında şöyle anlatacaktır:
“Sevr Antlaşması ile Kürtler, Türkler gibi kendi vatanlarını tehlikeye maruz gördüler. Çünkü Sevr Antlaşması hükümlerine göre, Doğu Anadolu’da Ermenistan sınırı bitişiğinde bir Kürdistan devleti kurulacaktı. Kürtler, Türk vatanının kendileriyle birlikte özellikle Doğuda Ermeni tehlikesiyle karşılaşacağını biliyorlardı. Milli Mücadelenin devamınca canla-başla beraberlik gösterdiler. Sonra, Lozan Antlaşması yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Kürtler, Ermeniler gibi Lozan’a gelip bize başvurmadılar. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak savunduk ve kabul ettirdik” (24)
Lozan’da diğer sorunlar kolaylıkla çözümlenirken, en çetin görüşmeler Musul-Kerkük üzerinde yoğunlaşıyordu.
İki taraf da, Musul ve çevresini elde tutabilmek üzere yoğun tarihi, coğrafik, etnolojik ve demografik tahlillere girişiyor ve karşıt tezler ileri sürüyorlardı. Türk tarafı, daha çok yüzlerce yıllık egemenliğini ve kimi yerli kaynakları referans olarak getirirken; İngilizler kimi Batılı kaynakları ve Kürt kimliğini öne çıkarıyorlardı. Kısaca, gerek Türk tarafı gerekse İngiliz tarafı daha çok “Kürt” kartını öne çıkarıyordu.
Türk tarafı, etnoğrafik gerekçelerini koyarken; son resmi Tür istatistiklerine dayanarak; Musul vilayetinde yerleşik nüfusun 503.000 kişiye vardığını ve bunlar dışında sayıları 170.000 kişiye varan Kürt, Türk ve Arap göçebe aşiretler bulunduğunu savunuyor ve Musul vilayetine bağlı olarak Süleymaniye, Kerkük ve Musul Sancakları bazında yerleşik nüfusa ilişkin şu rakamları veriyordu: 263.830 Kürt, 146.960 Türk, 43.210 Arap, 18.000 Yezidi (Kürt), 13.000 Müslüman olmayan.
Buna karşılık İngilizler ise, 1921 istatistiklerine dayanarak, Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye kazalarını kapsayan Musul vilayetinin nüfusunu şöyle veriyorlardı: 185.763 Arap, 452.720 Kürt, 65.895 Türk, 62.225 Hıristiyan, 16.865 Yahudi.
İsmet Paşa, Yezidilerin Hıristiyan nüfusu içinde değerlendirilmesine itiraz ediyor ve bunların Kürt olduğunu vurguluyordu: “Yezidiler, Kürt’tür doğal olarak da gelenek ve görenekleri Kürtleri ki gibidir; aralarında yalnız mezhep ayrılığı vardır; bu yüzden onları birbirinden ayrı tutmak doğru olmaz. Nasıl, aynı ulusun bireylerini, kimisi Katolik kimisi de Protestan olduğu için ayrı soydan saymak doğru olmazsa, Yezidilerle Kürtleri de birbirinden ayrı tutmak haksızlık etmek olur.” (25)
Bu sayılar esas alındığında şu tablo ortaya çıkıyordu:
Türklere göre: %52 Kürt, %28 Türk, %8 Arap, %12 Diğerleri
İngilizlere göre: %55 Kürt, %8 Türk, %23 Arap, %14 Diğerleri
Görüldüğü gibi; her iki istatistikte de Kürtler büyük bir çoğunluğu oluşturuyordu. Ve tüm hesaplaşmalar Kürtler üzerinde yapılıyordu. Bu hesaplaşmada; Türk tarafı daha çok petrol kaynaklarını ve kendilerini de gelecekte kuşatacak olan Kürt sorunu dolayısıyla Musul-Kerkük bölgesinin Misak-ı Milli içerisinde kalmasını istiyor; İngiltere ise yer altı zenginlikleriyle birlikte jeopolitik konumu açısından bölgeye sahip olmak istiyordu.
Bilindiği gibi, Lozan Konferansı 24 Temmuz 1923’te sonuçlanmış, ancak Musul sorunu hala çözülmemişti. Lozan Anlaşmasına göre öncelikle dokuz ay içinde Türk-İngiliz ikili görüşmeleri yapılacak; anlaşmaya varılmazsa sorunun çözümü Milletler Cemiyetine (Cemiyet-i Avam) götürülecekti. 1924 ortalarında yapılan Türk-İngiliz görüşmeleri sonuçsuz kalınca, sorun aynı yılın sonlarında Milletler Cemiyeti’ne taşındı.
Burada yapılan görüşmeler ve tartışmalar da, bir kitap oluşturacak boyuttadır. Burada konu daha da detaylandırılmıştır. (26)
Ocak 1925’ten itibaren üç kişilik bir İnceleme Komisyonu (Musul Komisyonu), bölgede incelemeler yaparak bir rapor hazırlar. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te, İnceleme Komisyonu’nun “Musul, Irak’ın bir parçası sayılmalı” yolundaki görüşünü kabul eder ve 5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere-Irak Anlaşmasıyla sorunun çözümü kesinleşmiş olur. Türkiye, bu anlaşmayla kendisine verilen %10’luk hisseyi, 500.000 Sterlin karşılığında İngiltere’ye satarak sorunu kendince kapatır.
Bu uzun çekişmelere rağmen, gelişmelerin perde arkası ilginçtir. Başta İngilizler olmak üzere Batılı devletler Mezopotamya ve Kürdistan üzerinde pazarlık yaparak; Türk delegasyonu da adeta Anadolu topraklarını güvenceye alma uğruna Kürtleri feda ediyordu. İngiliz yazar ve tarihçi Toynbee, “Eğer biz Türklere Kürtleri teslim edersek, onlar bize Musul’da petrol imtiyazını vereceklerdir” diyordu. (27)
Görüşmeler sırasında İngiliz temsilcinin İsmet İnönü’ye söylediği şu sözler de ilginçtir: “İsmet Paşa! Senelerce çok şey söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bulara son verirken bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsunuz?…(28)
Öyle görünüyor ki, Kemalist yönetim yukarıda belirttiğimiz gerekçelerle mümkün olursa Musul bölgesini elden çıkarmama, bu olmazsa da Anadolu’daki topraklarını ve yönetimini güvence altına alma politikası izlemiş; İngilizler ise izlediği politikayla Kemalist yönetimi dize getirmeye çalışmıştır…
Kısaca, adeta Kürtlerin dışında Kürtlerin aleyhine yazılıp uygulamaya konan bir senaryo söz konusudur. Zaten Lozan Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Türkiye’de Kürt kimliğinin yasaklanması bunun en açık kanıtıdır.
Görüşmeler sürerken hem Ankara yönetimi, hem de İngilizler Kürtlere yaranma ve Kürtleri elde tutma politikası izlemişler; ancak Musul ve Kerkük’ün elden çıkmasıyla Kemalist yönetim ret ve inkar politikasına dayalı gerçek yüzünü ortaya çıkarmış; Irak’taki İngiliz yönetimi de 1930’a kadar göreceli Kürt yanlısı bir politika izlerken, bu tarihten sonra Kürtleri, güdümündeki Arap yönetiminin hegemonyasına teslim ediyordu.
Bu yeni durum, bölge Kürtleri için yeni bir mücadelenin başlangıcıydı. Nitekim bu tarihten sonra Güney Kürdistan’da etkin Şeyh aileleri yönetiminde bugüne kadar devam eden isyanlar ve katliamlar baş gösteriyordu. Bunların en önemlileri Şeyh Mahmud Berzenci önderliğinde başlayıp Talabani şeyhleriyle devam eden hareketlerle; Barzan bölgesinde örgütlü Şeyh Ahmed Barzani öncülüğünde başlayıp Molla Mustafa Barzani ile devam eden ulusal kurtuluş hareketleriydi. Günümüzde Mesud Barzani ve Celal Talabani öncülüğünde devam eden Kürt ulusal hareketleri öncekilerin bir devamı niteliğindeydi…(29)
Sonuç
Yukarıda sıraladığımız veriler, Musul ve Kerkük’le çevresinin gerçekte kimin yurdu olduğunu ve Musul-Kerkük Sorunu olarak sunulan sorunun, gerçekte bir Kürt sorunu olduğunu sanıyorum göstermeye yetmektedir.
O halde diyebiliriz ki, daha Lozan Antlaşmasıyla birlikte uluslararası bir sorun haline gelen genelde Kürt sorunu, özelde Güney Kürdistan sorunu günümüzde yeni bir sürece girmiş bulunuyor. İngiltere’nin yanında ve önünde bu kez Amerika Birleşik Devletleri bulunuyor. Ve sorun, tüm boyutlarıyla tüm taraflarca kavranmış görünüyor.
Kürtler, Batılı devletlerin insafına terk ettiği Arap yönetimlerinin eliyle büyük acılara ve katliamlara maruz kaldılar. Irkçı ve faşist Saddam yönetiminde, bu acılar dayanılmaz boyutlara ulaştı. 1988 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası en büyük kimyasal katliama ve toplu bir göçe maruz kalırken; yine Saddam yönetimi eliyle uygulanan ve kaynağını sözde Kuran’dan alan Askeri Enfal Hareketi’nde de 200.000’e yakın Kürt katlediliyordu. Keza güneydeki Şii Araplara da benzeri bir katliam uygulanmıştı. (30)
Geçmiş Arap yönetimleriyle Saddam yönetimi döneminde Kürtlerin yerlerinden koparılarak sürülmesi ve bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi sıradan olaylardı.
Tüm bu nedenlerle, gelinen noktada yapılacak iş, gerçekten demokratik bir Irak içinde federal bir sistemin kurulması ve tüm halkların sorunlarına barışçı ve adil bir çözümün bulunmasıdır. Bu çerçevede, yoğunlukla Kürt coğrafyasında bulunan Türkmenlere en geniş anlamda azınlık hakları verilmesi esas olmalıdır. Böylesi bir olgu bölgedeki tüm ülkeler için bir örnek oluşturabilir…
Kaynaklar
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bak. Yay. 1992,s.132-133’ten aktarılarak, Dr. Osman Sönmez: Misak-ı Milli ve Musul-Kerkük, Kerkük der. Ank. Nisan Temmuz.
Ali Naci Karacan: Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İst. 1943, s. 40
Mustafa Kemal: Eskişehir-İzmit Konuşmaları-1923’ten aktarılarak, Cumhuriyet, 7.6.1991,s.10 (D. Perinçek, bu sözleri aktarırken 1. bölümü vermez. Bkz. Teori der. Şubat-1995)
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt-4, Türkiye İş Bankası yay. Ank. 1985, s. 163
5/a- Prof. Dr. Besim Darkot: Musul mad. İslam Ans. Cilt-8, MEB yay. İst. 2. bas. 1971, s.743-744
5/b- Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak Kürtlerinin Sosyal ve Siyasi Konumları, Türkiye Günlüğü, Sayı: 42/1996
Ali Rıza: Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası, İst. 1318/1902, s. 57
Şemseddin Sami: Kamusü’l-Alâm, İst. 1896, Cilt-5, s. 3840-3843’ten aktarılarak M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge yay. Ank. 1993, s. 38-39
Prof. Dr. Mükremin Halil Yinanç: “Musul ve Elcezire’de Oğuz Türkleri”, Türk Tarihinin Anahtarından ayrı basım.
I. Dünya Harbinde Irak-İran Cephesi, Genelkurmay ATASE yay. Ank. 1979, s. 24, 33
Dini esas alan bazı Osmanlı istatistikleri için bkz.
a. Musul-Kerkük ile ilgili arşiv belgeleri (1525-1919) Başbakanlık Devlet Arşivleri Gnl. Müdürlüğü yay. Ank. 1993
b. Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren yay. 1998
11. Haz: Vilayet Mektupçusu Tevfik Efendi: Musul Vilayeti Salnamesi, Musul, 1306/1890, s. 100-1/1
Şemseddin Sami (Osmanlıca’dan Çeviren: M. E. Bozarslan) Tarihteki İlk Türkçe Ansiklopedide Kürdistan ve Kürtler, Deng yay. İst. 2001, s. 182
Ali Cevat: Memâlik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lugatı, İst. 1313/1897, s. 788
Ali Rıza: Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası, İst.1318/1902, s. 57
Bölgenin aşiret yapısı konusunda bkz. Mehmed Hurşid (paşa): Seyahatnâme-i Hudud, Simurg yay. İst.1997. Ayrıca bkz. M. Bayrak: Divan Şiirinin Üç Büyük Şairi: Fuzuli, Nef’i, Nâbi, Kürt sorunu ve Demokratik Çözümü içinde, Öz-Ge yay. 1999, s. 444-446
Ali Tevfik: Memâlik-i Osmaniye Coğrafya Lugatı, İst. 1318/1902, s. 21
İbrahim Hilmi: Memâlik-i Osmaniye Cep Atlası, İst. 1323/1907, s. 220-221
Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren yay. İst. 1998
M.Emin Zeki: Kürdistan Tarihi, yeni bas. Beybun yay. Ank. 1992, s.170-171 Kürt aşiretlerinin, gerek bölge gerekse genel ayrıntılı listeleri için şu eserlere de bakılabilir.
a. M.Sykes: “The Kurdish tribes of the Ottoman Empire”, The Caliphs Last Heritage içinde, Londra, 1915
b. m. Merdux-u Kurdistani: Tarih-i Merdux/Tarih-i Kurd û Kurdistan
c. Abbas Azzavi: Aşairü’l-Irak/The Tribes of Iraq-II (Kurdish Tribes), Bağdat, 1947
D. M. İzady: A Concise Hadbook/The Kurds, Washington, 1992
İslam Ansiklopedisi, Cilt-6, 2. bas. s. 590
Musul-Kerkük İle İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919), Başbak. D. A. Gnl. Müdürlüğü, Ank. 1993
Gökhan Çetinsaya: Dünden Bugüne Kuzey Irak Üzerine bazı Notlar, Türkiye Günlüğü, Sayı: 42/1996
Agy
İsmet İnönü: Hatıralar, 2. Cilt, Ank. 1987, s. 202
Lozan Barış Konferansı/ Tutanaklar-; Çev: Prof. Dr. Saha L. Meray; Önsöz: İsmet İnönü, Cilt-1, Kitap-1, Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fak. Yay. Ank. 1969, s. 345
Bu döneme ilişkin Komisyon Raporu ve belgeler için bkz. Milletler Cemiyeti Belgelerinde Musul-Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, Med yay. İst. 1991
Prof. M.S.Lazarev: Emperyalizm ve Kürt Sorunu, Öz-Ge yay. Ank. 1992, s. 270
Hasan Yıldız: Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, 2. bas. Koral yay. 1991, s. 29
Şeyh ailelerinin Güney Kürdistan’daki etkinliği konusunda bkz.
a. Martin Bruniessen: Ağa, Şeyh ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Öz-Ge yay. Ank. 1992
b. Gökhan Çetinsaya: Hamidiye, Nakşibendiye ve Mülkiye: II.Abdülhamid Döneminde Musul Vilayetinden Bir Kesit (1897-1901), Kebikeç der. Sayı:10/2000
c. Aynı yazar: II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak’ta Tarikat, Aşiret ve Siyaset, Divan der. Sayı: 7/2000
d. Mehmet Mert Sunar: Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Osmanlı Devleti ve Aşiretler:II. Abdülhamid’ten II. Meşrutiyete, Kebikeç, Sayı: 10/2000
30. Irak’ta Kürt katliamı ve enfal askeri harekatı konusunda bkz. Middler East Watch (Ortadoğu İzleme Örgütü) /Human Rights Wahtch (İnsan Hakları İzleme Örgüt): Irak Kürdistanı’ndaki Enfal Askeri Harekatı/Irak’ta Soykırım, Avesta yay. İst. 2003
Yoruma kapalı.