PİRHA-Sanatçı Mercan Erzincan 2 Kasım’da çıkan ‘Gökkuşağı’ albümüne ilişkin Pir Haber Ajansı’na konuştu. Erzincan, “Bu albümde türküler, deyişler ve yedi bölgeden yedi renk var” dedi.
Haberin Videosu
Sanat hayatının 20. yılını geride bırakan sanatçı Mercan Erzincan’ın altıncı albümü ‘Gökkuşağı’ sevenleri ile buluştu. Albümünde Türkiye’nin yedi bölgesinden yedi rengi bir araya getiren Erzincan ile albümünün ilk konseri öncesi, heyecanın yüksek olduğu Türkan Saylan Kültür Merkezi’ndeki koşuşturmanın arasında konuştuk.
Bir yandan son provalarını yaparken diğer yandan bize de vakit ayıran Erzincan, yeni albümünü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet ve Mücadele Haftası’nda kadının yerini, kendi gözünden PİRHA’ya anlattı.
Bir kadın sanatçı olarak Erzincan, her alanda olduğu gibi kadının, sanatta da bir yer edinebilmesi için çok daha fazla mücadele ettiğini, etmesi gerektiğini belirtirken, kadının özgürlüğünün kendisinden geçtiğini vurguladı.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1976’da Divriği’de dünyaya geldim. İstanbul’a taşınma sebeplerimizden birisi de, müzik hayatına adım atmam için ailemin vermiş olduğu bir karar… Sonra ortaokulda konservatuvar hayatım başladı. Küçüklükten beri türkü söylediğim için ailem de beni bu yönde destekledi. Konservatuvarın bitimine doğru 1997 yılında ilk albüm çalışmamı yaptım. dolayısı ile bu sene 20. sanat yılım. O günden bugüne bu beşinci albüm. Bir de ‘Oyalı Yazma’ adlı kadın grubumuzla bir albümümüz var. O albümü de sayarsak yeni çıkan ‘Gökkuşağı’ albümüm ile birlikte altıncı albümüm oluyor. Yeni albümüm ‘Gökkuşağı’ ise 2 Kasım’da piyasaya çıktı.
Son albümünüz ‘Gökkuşağı’… İsmi kadar renkli bir albüm mü? Bu albümü yapma fikri nasıl oluştu ve olgunlaştı?
Albümlerim genellikle uzun soluklu çalışmalar sonrası oluyor. Çünkü, eserlerin içselleştirilmesi dönemi, sindirme dönemi uzun bir zaman alıyor. Bende 4 yılı buluyor bu süreç. 4 yıl aradan sonra da çok renkli bir repertuar ortaya çıktı. Şimdilerde ise genelde ‘proje albümler’ yapılıyor. Ben öyle olsun istemedim. Her sevdiğim eserlerden seslendirmeye çalıştım. İlk kez bir Karadeniz potporisi, onun dışında Kayseri, Isparta, Malatya derken, Anadolu’yu geziyoruz bu albümde. 12 eserden oluşuyor. Hüseyin Dilaver’den, Karadeniz’den Picoğlu Osman, Sadık Hüseyin Dede’den var. Çok kıymetli ‘Gesi Bağlarında’ yı okudum. Bu albümde Konya Karaman’dan sürgün edilen, mübadelede gidenlerin türküsünü onların versiyonuyla okudum. Böyle renkli bir repertuar çıktı. Deyişler, türküler bir renklilik var. 7 bölge 7 renk gibi düşünebiliriz. Adına yakışır bir albüm anlayacağınız.
Albümünüzü nasıl halka ulaştırıyorsunuz? Tanıtımlarınızı nasıl yapıyorsunuz? Tepkiler nasıl oldu?
Aslında biliyorsunuz albüm satışı yapacak pek şey kalmadı eskisi gibi… Ancak sosyal medyadan bize çok hızlı bir geri dönüşümü oldu. Bundan dolayı şaşkınım. Belki ilk kez bir albümümde böyle bir reaksiyonla karşı karşıyayım. Çok güzel olumlu, insanı motive edecek bildirimler alıyorum. Bu da bana daha çok çalışma şevki veriyor.
Peki bu teknoloji ile her şeyin hızlı tüketildiği bir dönemde siz gerçekten maddi ya da manevi emeğinizin karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz?
Maddi anlamda hiçbir sanatçının emeğinin karşılığını aldığını sanmıyorum. Ama maneviyat olarak evet çok güzel hisler yaşıyorum. İnternet aracılığı ile sizi dinleyenlerin tepkisini anında alabiliyorsunuz. Bu anlamda olumlu bir şey bizler için bu, ama elbette dezavantajları da var.
“KADIN HER ALANDA ZORLU MÜCADELE VERİYOR”
Sizce kadın sanatçılar nasıl bir noktada Halk Müziği’nde?
Ülkemizde kadın her alanda gerçekten çok zorlu bir mücadele veriyor. Bakıyorsunuz her meslek dalından, alt üst farketmiyor, her statüden kadın eziliyor. Bundan şüphemiz yok. Kadın sanatçıların işi daha da zor. Kadınların bir erkek egemenliği algısı var. Bunun da bir sürü sebebi var. Mesela pek çok kadın aşık olduğunu biliyoruz ama çok azından haberdarız. Oysa belki aşık kahvelerinde kadınlar çok rahat olabilselerdi, çok çok üretici olacaktı. Kendi mahlasını kullanmayıp erkek mahlasları ile şiir yazan kadınları da biliyoruz. 12. yy’da şiir yazmış bir kadın ozan şöyle diyor: ‘Diren, diren çalış, bebeğinin zıbınını doku, diren’. Bu kadın işçiler için yazılmış bir şiir. Bunu okudum ben. O gün olduğu gibi şimdi de kadın mücadele etmek, kendini kanıtlamak zorunda. İş bölümü düşünürsek kadının öncelikle anne, eş olmak zorunda bırakılmış. O yüzdendir ki, malesef sanat kadınlar için ulaşılması uzak bir alan olarak kalmış.
‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet ve Mücadele Haftası’ndayız. Türkiye’deki kadınların durumunu nasıl görüyorsunuz?
Cinayetlerden, katliamlardan sonra elbette bir farkındalığın oluşması ‘biraraya gelelim bunların önüne geçelim’ gibi aydınlanma çalışmaları çok sevindirici olması gerekiyor. Kadın kuruluşlarının, hareketlerinin destekçisiyim. Hatta ilerici kadın komisyonunda da arkadaşlarıma destek vermeye çalışıyorum. 25 Kasım gibi acı günlerin yaşanmamasını diliyoruz ama bunları dilemenin ötesinde bir şey yapmalıyız. Kadın her zaman yapılacak şeyleri başkasından beklememeli. Kendisi harekete geçmeli. Kadın elbette çok güçlü. Her anlamda doğurgan ve yaratıcı. Bu gücünün farkında değil diye düşünüyorum.
Kadının gücünün ortaya çıkması, toplumda hak ettiği yeri alması için hep birlikte bir şeyler yapmalıyız. Bunu, bilinçlenmeyle, okumayla, kız çocuklarını okutmayla, bu gibi kurumlara destek vermekle bir ölçüde yol alınacağını düşünüyorum.
“ALEVİ İNANCINDA KADIN ERKEK AYRIMI YOK”
Peki Alevi bir kadın sanatçı olarak Türkiye’de Alevi kadınların durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de genel olarak Aleviler daha yeni kendilerini ifade etmeye başladılar. Kadın erkek diye düşünmüyorum çünkü bizim Alevi inancında zaten kadın erkeğin bir ayırımı yok. Onun için de topluca hep birlikte yaşadığımız sorunlar var. Mesela Malatya’da Alevilerin evleri işaretlemiş. Artık hep birlikte bunlara gülüp geçmeliyiz. Böyle şeyler saçmalığın en son noktası. Hiçbir zaman bu tarz şeylerle galeyana gelmediler. Bu tarz hareketlere şiddetle cevap vermediler. Çünkü felsefenin özüne yakışmıyor. Bizler her zaman kendimizin, inancımızın ne olduğunun farkındayız ve biz buyuz. Bizim inancımız budur. Bizi böyle kabul edeceksiniz. Bunun altını kalın çizgilerle çizdik Pir Sultan’dan bu yana. Hiç vazgeçmedik.
“ALEVİ İNANCINA GÖRE YAŞAMAK VE SAHNE ALMAK ZORUNDAYIZ”
Alevi inancınız müziğinize yansıması nasıl oldu?
Bu inancın müziğini yapmakta zor. Ona göre yaşamak zorundayız. Ona göre sahne almak zorundayız. Ona göre seçtiğimiz kurumların, mekanların dezavantajını yaşıyoruz bazen. Bu sanatımız buraya olmaz dediğimiz bir sürü şey olur. Her yerde sahne alamıyoruz. Çünkü yaptığımız o tarz müziğe yakışmayan bir şey olmamalı. Yolu hafife almamalıyız. O yolu biz yaşatacağız. Biz öğreteceğiz. Hatta biz yolu giderken öğreniyoruz. Onu öğrenirken de hatalar yapmamalıyız. Ona sadık kalmalıyız.
“SANATIN GEREKSİZ GÖRÜLDÜĞÜ BİR DÖNEMDEYİZ”
Türkiye’de sizce sanat nasıl olmalıydı?
(İç çekerek) Türkiye’de her sanatçı belki de iç çekerek başlıyordur bu soruyu yanıtlamaya. Çok kıymetli yazarlarımız, sinemacılarımız, tiyatrocularımız, müzisyenlerimiz var elbette. Ama nice zorluklarla baş ederek bunu başarabiliyorlar bence. Ben yolun daha başındayım. Erdal Erzincan gibi onlarca sanatçı çok bedeller ödeyerek bugünlere geldiler. Ülkesinden ayrılanlar, yaptıkları eserleri yayımlatamayanlar… Sanatın gereksiz gibi algılandığı bir dönem içindeyiz belki. Ama bu bizim araştırma, üretme hevesimizi şevkimizi kıramaz. Çünkü sanat böyle bir şeydir. İnsanlara ilaç gibi gelen bir şeydir. Ve her dönem herkesin ihtiyacı olan bir olgudur. Sanattan kesinlikle vazgeçemeyiz. Müziği nasıl kenara koyacağız. Ninnileri nasıl bir kenara koyacağız. Hayatımızın bir parçası. Bizim içimizde yaşayan bir şey müzik.
Sevim KAHRAMAN/İsmet SEFER
İSTANBUL
Yoruma kapalı.