PİRHA- Maraş Katliamı sırasında 9 yaşlarında olan Fidan Kabayel, “Bunları anlatmak bana çok zor geliyor. Maraş benim içimde bir yara. Hiçbir zaman kabuk bağlamayan. Hep tazeliğini koruyor. Bu yaşıma geldim çok dile dökemedim. Çocuklarıma dahi anlatmadım. Sorduklarında geçiştirdim. Aile ile bir araya geldiğimizde Maraş’ı anlatmıyoruz” diyor.
Maraş Katliamı, o dönemde doğanların bihaber büyütüldüğü, şahitlik edenlerin ise asla unutamadığı Cumhuriyet tarihinin kara sayfalarından yalnızca biri. Yüzleşmek, yüzleşebilmek için koşulların tamamen kaldırıldığı, faillerin yıllar sonrasında bile televizyonlara çıkarak dobra dobra becerilerini anlatma yüzsüzlüğü sergilediği kara bir tarih Maraş’ta yaşananlar. Öyle ki Maraş, çoğunun hafızasında Kara Maraş’tır, hala aklanmayan.
Maraş tarihte birçok kültürün, inancın barındığı bir şehir diyoruz, artık değil. Osmanlı dönemine ait Tahrir defterlerinde nüfusun yüzde 40’nın Ermeni olduğundan bahsedilir diyoruz. Fakat bugün kimse Ermenilerin varlığından bahsetmez, hatta bilmez. Ermenilerin katlinin ardından, Maraş’ta Kürtlere, Alevilere uygulanan katliamlar ve göç ettirme politikaları ile bölge boşaltıldı. Cumhuriyet politikaları ile doruğa ulaşan, inkar ve imha siyasetinden nasibini alan Maraş, katliam sonrası, yurtdışına önemli oranda göç verdi. Maraş Katliamı’nın ardından yaşanan darbe süreci ikinci bir katliam gibiydi.
Günümüzde bu politikalar farklı araçlarla devam ediyor. Öyle ki Terolarda mültecilerin barındırılacağı iddiasıyla Alevi coğrafyasına DAİŞ’lileri yerleştirmek amacıyla, gizli-saklı, alelacele bir kamp kurulmuş, bunun yanında çevresel tahribatlar devam ettirilmiştir.
Gazetelere, televizyonlara çok kez Maraş Katliamı tanıkları çıktı, yaşadıklarını anlattı. Bir de çocukların gözünde yaşanan bir katliam vardı. Her şeyden bihaber, neler yaşandığını anlamaya çalışan ama acı çekildiğinin farkında olan çocuklar. O dönemde bu çocuklardan biri de Fidan (Yıldırım) Kabayel. Öyleki katliamın tanınan fotoğraflarının birinde kendisi ve ailesi var. Yine tanınan fotoğraflardan biri, penceresinde “Allah için savaşa“ yazan dükkan babasının. Bir adamın sırtında taşınan yaşlı kadın ise ninesi. Kabayel Pazarcık’ın Bayramgazi, Kürtçe adı ile Şokulyon köyünden. Maraş Katliamı yaşandığında 9-10 yaşlarındaymış.
“OKULDAN GELİRKEN BİRİ BANA TAŞ ATTI, BAŞIM KANADI”
“İlkokula gidiyordum. Okuldan çıkmıştım. Gayet normal bir gündü” diyerek başlıyor anlatmaya ve devam ediyor:
“Eve giderken başıma bir taş atıldı. Kan geldi başımdan. Etrafıma baktım, çocukluk düşüncesi ile taşın kimin tarafından atıldığı noktasında aklıma kötü bir şey gelmedi. Eve geldiğimde, mahallede, evde bir telaş vardı. Eve girdik, babam falan hepsi evdeydi. Öğretmenler öldürülmüş ben bilmiyordum. Halam sigortada memurdu ama beraber yaşıyorduk. Telefon etti, “Sakın suları içmeyin sulara zehir atılmış, biz dışarı çıkamıyoruz her yer ablukaya alınmış” dedi. Halam belli saate kadar eve gelemedi. O arada sobanın üzerinde kazan vardı, babam o suyu yere indirdi. Soğutup içmek için. Yemek yapılamıyordu. Evde bulunan bisküvi benzeri şeyler oturma odasına getirildi. Bunlarla bir kaç gün idare ederiz diye.
Ağlağan küçük çocuk Fidan Kabayel…
“VURUN VURUN DİYE BAĞIRIYORLARDI”
Yenimahalle’de oturuyorduk. İlk saldırı Kürt kahvesine yapıldı. Saldırı sırasında biz damdan baktık. Bağırtıları duyunca eğilerek bakmak istedik. Çok aşırı kalabalıktı. Önde cüppeli, sakallı, başında sarık olan, insana benzemeyen vahşi görünümlü biri, “vurun, vurun” diyordu. İlk duyduğum kelime bu zaten. “5 Alevi öldüren cennete girer” diye. Mahalleye bomba atıldı, tarandı. Mahallemiz komple Kürt Alevi mahallesiydi. Çocukluğum orada geçti. Biz ikinci katta oturuyorduk. Musa Funda 1977’de CHP milletvekili adayıdır. Onlar hepsi bizim eve çıktılar. Evde 30-40 kişiydik. Dış kapımız sağlam değildi. Evde ne kadar odun varsa her şeyi merdivenden aşağıya doğru doldurdular, kapıyı dışardan kimse açamasın diye.”
“BİR KADIN AĞLAYARAK KAPIYI ÇALDI, ÜSTÜ BAŞI KAN İÇİNDEYDİ”
Akıllarına böyle bir saldırıya uğrayacakları gelmediği için kendilerini savunmak için herhangi bir aletleri de yokmuş evde. Bir tek Musa Funda da bir silah bulunuyormuş. “O dönemde çok savunmasız ve güçsüz bir durumdaydık. Kendimizi koruyacak bir şeyimiz yoktu” diyor Kabayel. Bu sırada Musa Suna’nın bulunduğu binaya saldırı başladığını belirtiyor Kabayel. “Mahallede kahveden sonra ikinci büyük katliam orada oldu” diyor. Sonra devam ediyor:
“Musa Suna’lardan sesler gelince, Musa Funda koruma amaçlı gitmek istedi. Babama “Mahmut sen burada kal, kadın ve çocuklara dikkat et” dedi. Silah seslerini hepsini duyuyorduk. Aramızda bir ev vardı. Onların yaşadığını birebir görmüyorduk ama çığlıklarını duyuyorduk. Kızları benim çocukluk arkadaşımdı. Ölenlerden biridir. Sonrasında silah sesleri kesildikten sonra bir kadın geldi kapımızı çaldı. Çok çalıyordu. Artık babamlar kapının önünde odunları çekip, kadını içeri aldılar. Kadın içeri girdiğinde kan içindeydi. Müfettişin eşiydi.Müfettişte ölmüştü o olayda. Çocukları kaçırılmıştı. Kadın çok bağırıp ağlıyordu, kan içindeydi. Babamlar onu içeri aldılar. Daha sonra bilmiyorum nereye gitti. Biz 3-4 gün bu şekilde evde kaldık. Yemek yok, su yok.”
Fidan Kabayel’in babası Mahmut Yıldırım’ın yakılan dükkanı…
“BABAMIN DÜKKANINI YAKMIŞLARDI”
Bunları anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor Kabayel. Ağlayarak anlatıyor:
“Bunları anlatmak bana çok zor geliyor. Maraş benim içimde bir yara. Hiçbir zaman kabuk bağlamayan. Hep tazeliğini koruyor. Bu yaşıma geldim çok dile dökemedim. Çocuklarıma dahi anlatmadım. Sorduklarında geçiştirdim.”
Kim kendini tutabilirki böyle bir vahşeti anlatırken. Çocukluğuna inen bu balyozun ağırlığını kaldırmak kolay mı…
Katliamın üzerinden 3-4 gün geçmiştir. “Biri dışarıda, “Mahmut Yıldırım’ın evi hangisidir” diye bağırır. Sağ ve yaralı olup olmadıklarını sorar. Zira dükkanı her şeyi yakılmıştır. “Olaylar olmadan önce İstanbul’dan toplu mal getirmişti. Dükkanın içine bırakmış. Olaylar başladığı için bir şey yapılamadı. Ailece 5-6 evdik. Ekonomik olarak güçlülerdi. Çevrede sayılan bir aileydi. Genelde Maraş’taki aileler aynı durumdaydı” diyor Kabayel.
“DAYIMLARIN KALDIĞI BİNA GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YANIYORDU”
Sonra askerler gelir onları almaya, cemselerle adliyeye götürülürler. İşte bir çok şeyi o zaman daha çok idrak etmeye başlar Kabayel:
“Öyle bir şey ki, yıllarca yaşadığın ortamda kendi evini terk etmek zorunda kalıyorsun. Dayımlar 5 katlı 10 dairelik Şeker apartmanında oturuyorlardı. Binadakilerin hepsi Alevi Kürttü. Zaten Adliye’den apartman görünüyordu. Apartman gözümüzün önünde yanıyordu. Kuzenlerim, ninem ve eş dost vardı. Yangın başladığında Adliye’de İçişleri Bakanı vardı ama herhangi bir şey yapmıyorlar. Annem bağırıyor, bayılıyor. “Yeğenlerim, kuzenlerim, abim hepsi orada” diyor. Babam ne yapacağını bilmiyor. İçişleri Bakanı’nın yanına çıkıyor babam. “İnsanlar ölüyor” diyor. Gömleğini açıyor, “Ailemin öldüğünü görmek istemiyorum” diyor. “Beni şu an burada öldür” diyor. Bakan, “Ben bir şey yapamam, emir bekliyorum” diyor.
Sırtta taşınan Fidan Kabayel’in ninesi…
“NİNEM YANAN EVDEN ÇIKARILIRKEN DÜŞÜYOR KABURGALARI KIRILIYOR”
Bu arada faşistler saldırıyor ve devlet bir şey yapmıyor.
“Yanan binada bulunan ninem kördü, yatalaktı. Nenem dayıma, “Oğlum, zaten bir ayağım toprakta. Çocuklarını al kurtar” diyor. Tabii apartman yanıyor o arada. Babam hepsini aşağıya indiriyor. Dayım ninemi indirirken, ninem düşüyor kaburgaları kırılıyor. Ninem dayımın sırtındayken bir evden nişan alınıyor. Askerin biri bunu fark ediyor ve dayımın önüne atlıyor. Kurşun çenesinden giriyor. Orada dayımın hayatını kurtarıyor.”
“BİZE VERDİKLERİ EKMEĞE SALDIRDIK, AÇTIK”
Daha sonra ninesi hastaneye kaldırılan Kabayel’in annesini tanıdık bir doktor hastaneden kaçmaları için uyarır. Yatağın altına saklanan annesi bir çok şeye de tanık olur.
Adliye önünde toplanan insanları kışlaya götürür askerler. Ve şöyle devam ediyor Kabayel:
“Resmen katliamı yapan insanlara davetiye çıkardılar. 3-4 sıra halinde kalabalık halde yürüyerek götürdüler. Oraya götürülürken de saldırılar oldu. Kışlaya gittiğimizde acı bir durumdaydık. Kadınlar ağıt yakıyordu, herkes acı bir durumdaydı. Günlerdir insanlar aç, susuz. Ekmek getirmişlerdi. O ekmeği büyükler önce çocuklara dağıttılar. O ekmeğe öyle bir saldırdık ki. Açız. Kışlada birkaç gün kaldık. Maraş’a giriş çıkışlar zaten yoktu. Faşistler girebiliyordu sadece.”
“DEDEM KENDİNİ ÇAMURA ATTI, ÇOCUKLARIMI ÖLDÜRDÜLER DİYORDU”
Artık olaylar bittiğinde ise geride kalan şey derin bir acıdır. O acının ardından Maraş’tan toplu göçler başlar.
Kabayel, Maraş’tan ayrıldıkları günü ise şöyle aktarıyor:
“Köyün otobüsü gelmişti. Babamın akrabaları vardı. Onlar gelip bizi aldılar. Köye gideceğiz. Hiçbir şeyimiz yok. Her şeyimizi bırakmıştık. Köye vardığımızda dedem deli olmuş gibiydi. Çamurun içinde yuvarlıyor kendini, bağırıyor. ‘Çocuklarımı kaybettim, kimsem kalmadı’ diye bağırıyor. ‘Dede iyiyiz’ diyoruz. Dedem öpüyor, biraz sonra yine bağırıyor. ‘Dede biz ölmedik’ diyoruz ama şoka girmiş.”
“BABAMIN DÜKKANINI SOYAN ADAM YILLAR SONRA BABAMDAN HELALLİK İSTEDİ”
Daha sonra Pazarcık’a yerleştik. Babam işyerine gidiyor. İşyerinde 2.5 lira görüyor. O 2.5 lira ile babam Maraş’ı terk ediyor.”
Sonra babasının dükkanının eşyalarla yanmadığını, soyulduktan sonra yakıldığını öğreniyor ve anlatmaya devam ediyor Fidan Kabayel:
“Babamın işyerinin önünde bir tablacı çorap falan satıyor. Komşular “İşyerinin önünde niye izin veriyorsun” diyorlar. Babam da “Bir şey olmaz. Onun satacağı iki kuruşa muhtaç değilim” diyor. Dükkanın önünde durmasına izin veriyor. Bu kişi olaylar sırasında dükkandaki mallara el koyuyor. Sonradan dükkanı ateşe veriyor. Yıllar sonra bu adam babamın yanına gelerek af diliyor. “Dükkanın yanmadı mallarına ben el koydum” diyor. “Zengin oldum çocuklarım oldu” diyor. “Vicdanen rahat değilim” diyor. Babam da “Ben sana hiç bir şey söylemiyorum. Evimden çık git. Seni Allah afetsin” diyor. Helallik vermiyor. Artık öyle bir hale geldik ki. Yaşadığımıza şükrediyorduk.”
“KATLİAMDAN SONRA DA BASKI VE İŞKENCELER DEVAM ETTİ”
Kimisi Antep’e, kimisi Mersin’e, kimisi Narlı ‘ya, kimisi metropollere, kimisi ise yurtdışına göç eder. Antep’e kuzenleri ile birlikte lise okumaya giden Kabayel, burada da baskılara maruz kalır.
“Maraş’tan sonra 12 Eylül dönemi başladı. O dönemle birlikte bizim için Maraş devam etti. Sürekli aile üzerinde baskılar devam etti. Babamı her operasyonda götürdüler. Beni götürüyorlardı. Köylerde baskılar çok fazlaydı. Babama işkence yapıyorlardı. Evde gözümüzün önünde yapıyorlardı.
“KIZIM ÇİFT GİYİN, DÖVERLERSE CANIN YANMASIN”
Babam bana “Kalk kızım, çift çorap, çift kazak, çift pantolon giy” diyordu “döverlerse fazla canın yanmasın.” Babam o kadar işkence gördü ki bir kolu hala felç gibi. Benim köyümde acı çekmeyen kimse yok. Sürekli acı gördük.”
Yaşadığı travmaları atlatamadığını ise şu sözlerden anlıyoruz:
“Televizyon seyrederken yaşanan acı şeyler beni çok etkiliyor. Günlerce etkisinden kurtulamıyorum. Sivas, Roboski, Kobane süreci var. O süreçlerde ben hep çocukluğuma dönüyorum. Katliamlarda ben hep çocuk oluyorum.
Katliam yaşayan ailelerde fark ettim, kolay kolay acılarını dile dökemiyorlar. Ben mesela çocuklarıma hiçbir zaman anlatmadım.
Aile ile bir araya geldiğimizde Maraş’ı anlatmıyoruz.”
Elif SONZAMANCI/KÖLN
Yoruma kapalı.