PİRHA- Maraş Katliamı’nın tanıklarından Elif Tabak aradan geçen 47 yıla rağmen katliamın izlerini hala üzerinde taşıyor. 34 yıl boyunca bir daha ayak basmadığı Maraş’a dönen Elif Tabak, katliamın insan hafızasında hala diri olduğunu ifade ediyor. Tabak, “Sadece zaman zaman kabuk bağlayan ve kanamaya devam eden bir yara. 47. yılda da hala Maraş’ta dolaşmamaya, hiçbir sokağa girmeme gibi bir endişem var. Değil 47 yıl 147 yılda geçse bu soykırım izini sürdürmeye devam edecek” diye konuştu.
Türkiye tarihinin sayısız kara lekelerinden bir olan Maraş Katliamı’nın 47’inci yılına girdik. Ülkücü Gençlik Derneği tarafından izlenen “Güneş Ne zaman Doğacak” adlı film 16 Aralık 1978’de Çiçek Sineması’nda gösterime girer. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık, “Müslüman Türkiye”, “Milliyetçi Türkiye” “Komünistler Moskova’ya”, “Başbuğ Türkeş” gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, “Bunu solcular attı” söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT binasına sloganlar atarak yönelir ve saldırılar başlar. Böylece tarihin kanlı raflarında yer alacak olan Maraş Katliamı’nın ilk saldırıları başlamış olur. Yedi gün süren ve 100’ün üzerinde Alevi yurttaşın katledilmesiyle sonuçlanan Maraş Katliamı ayrıca, 12 Eylül Darbesi’nin ilk katliamlarından sayılır.
Failleri hala ortaya çıkarılmayan katliamdan sonra binlerce kişi sürgüne gönderilerek bölge insansızlaştırıldı. Doğanın talanıyla sürdürülen bu politikaya karşı göç yollarına düşenlerin; bölgede süren dil ve kültür asimilasyonu, ekolojik kıyım ve göçertme politikalarına karşı direnişi de sürüyor.
Maraş’ın Afşin ilçesinin Örenli köyünde yaşayan ve henüz 13 yaşındayken katliama tanıklık eden ve kendi köyünden 17 kişiyi katliamda kaybeden Elif Tabak, hala ilk günkü gibi hatırladığı katliam günlerini PİRHA’ya anlattı.
“YAZIN MARAŞ’A ÇALIŞMAYA GELİYORDUK VE YERLEŞTİK”
– Sizin Maraş’a göçünüz nasıl gelişti? Alevilerin bu süreçte kent merkezindeki uğraşısı ve yerleşimi nasıldı?
Elif TABAK: Maraş’ın en uç köyü olan Afşin’in Örenli köyünde dünyaya geldim. Ailemin ve köylülerimin Maraş’a gitme hikayesi ilk eğitim ile başladı. Ailelerde öğrencilerle birlikte Maraş’a yerleşir ve geçici işlerle geçimini sağlayarak yazın köye dönerdi. Bizim de babamız Hakk’a yürümüştü ve yaşamımızı idame edebilmek için Maraş’a gitmiştik. İlk taşındığımız sokak Ozan Emekçi’nin ailesinin oturduğu bir sokaktı ve Tekke Mahallesi diye geçiyordu. Yerleşen aileler ilkbaharda pamuk tarlalarına çalışmaya gider ve çadırlarda kalırlardı. Ben 7 yaşındaki iken bütün bu işçiliklere başladım. Erkekler de Maraş’ın çevre köylerinde halka tatlı satar, çerçilik yaparlardı. Alevilerin yaşamı bu idi.
“MARAŞ’IN RENGİ DEĞİŞİYORDU”
-Peki bu bahsettiğiniz Tekke Mahallesi’nde yaşamak nasıldı? Alevilerin gelmesi ile Maraş’ta neler değişiyordu?
Tekke Mahallesi’nde 10 yaşında iken kara çarşaf giydim. Çünkü Maraş’ın içerisindeki bütün kadınlar kara çarşaf giyiyordu. Çok az bir insan modern kıyafetler giyinirdi. Öğretmenlerin saçları açıktı lakin onlar dahi okula gelince kapalı giyinmek zorunda kalırdı. Aleviler Yörükselim ve Karamaraş mahallesinde yoğunlukta yaşıyordu. 1976 yılında bizde Yörükselim Mahallesi’ne taşındık ve annem kara çarşaflarımızı keserek bize önlük dikti. O mahallede kendimizdik, o kıyafetlerle insanlar artık Maraş’ın merkezine inmeye başlamıştı. Bir anlamda Maraş’ın rengi değişmişti. Sosyalist gençler, kadınlar, gençler artık restoranlarda yemek yiyordu.
MARAŞ’TA DEVRİMCİ HAREKETLER BÜYÜYOR
– İnsan hafızasında katliamlar unutulmayan bir yerde. Siz katliamın tanığı ve mağdurusunuz. O dönem nasıl bir atmosfer vardı ve katliam nasıl bir ortamda gelişti? 13 yaşında bir çocuğun gözünden neler görünüyordu?
Katliam olduğunda 13 yaşında bir çocuktum. Benden büyük 3 ağabeyim vardı ve o dönem sosyalist hareketlere tanışmıştık. Bize devrimciler gelirdi. Pek adını anmak istemesem de, İbrahim Kaypakkaya Dersim’de vurulduğunda yanın tek sağ kurtulan Ali Mercan o dönem bize Hüseyin ismi ile gelirdi. Maraş’ta sağ-sol sokak çatışması olarak hatırladığım tek şey 12 Şubat Maraş’ın kurtuluş günüydü. Bu kutlamalardan sonra sosyalist gençlerle Maraş’ın faşist düşünceli gençleri sokak aralarında birbirlerini kovalayıp döverdi. Hatırladığım ilk eylem 1975’de Narlı’da Toprak-iş sendikasının organize ettiği yürüyüştü ve bende katılmıştım. Ondan sonraki en görkemli eylem Antep’te 1977 yılındaki 1 Mayıs’tı. Çok görkemliydi ve inanılmaz derecede etkilemiştim. Bazı kareler gözümde halen çok canlı durur.
“GIJIK DEDE GÖRKEMLİ BİR TÖRENLE TOPRAĞA SIRLANDI”
Maraş’ta toplumsal en büyük eylem ise 4 Nisan 1978’de katledilen Gıjık Dede’nin cenaze töreniydi. Kıbrıs Caddesi denen ve Maraş’ı ikiye bölen caddeden Yörükselim Mahallesi’ne ve Kara Maraş’taki mezarlığa adar çok görkemli, organizeli geldik ve toprağa sırladık. Bu kortej büyük sükunetle, sağduyuyla sloganları atarak valilik binası önünde oturma eylemi geçekleştirdi. Kimsenin burnu kanamadan mahalleye gittik. Aralık ayında aynı noktada diyebileceğimiz yerde Mustafa Yüzbaşıoğlu ile Hayri Çolak katledildiler. Katledilen bu devrimci öğretmenleri sahiplenme duygusu Maraş ile sınırlı kalmadı. Çevre köylerden, şehirlerden gelen insanlarla şehir adeta doldu. Bu öğretmenlerin cenazesi de Gıjık Dede’nin cenazesi gibi çok görkemliydi.
CENAZEYE SALDIRI: SİLAHLAR VE TAŞLAR EVLERE TAŞINMIŞTI
Eski belediye önündeki Ulu Cami’den üzerime ateş edildi. Neredeyse bütün binalardan saldırılar başlamıştı. Silahlar ve ayrıca taşlar kasalarla evler özel olarak taşınmıştı. Taşlar üzerimize yağmur gibi yağıyordu. Cenazeler yerde kalmıştı ve insanlar yaralanmıştı. Birisi de benim ağabeyimdi. Adım atamıyorduk ve üst üste yığılmıştık. Abimi gördüm ve yanıma gidemiyordum. Yüzünü avuçları içerisine almıştı ve kanlar içerisindeydi. Çığlık atıyordum. Polisler duvar kenarına dizilmişti. O hışımla giderek bir polisin yakasından tuttum ve yakasına yapışarak salladım ‘bu silahı kullanamıyorsan ver biz kullanalım’ dedim. Sonradan birisi beni çekti ve ‘ o pol-derli bir polis’ dedi. O poliste benimle birlikte ağlıyordu. Bütün saldırılar içerişinde mahalleye döndük. Ağabeyimi bulabilir miyim diye hastaneye girdim ve içerisi tam bir vahşetti. Odalarda, koridorda, yerlerde insanların çığlıkları dayanılmazdı. Ağabeyimin öldüğünü düşünüyordum. Herkes içeriye giremiyordu ve camdan dışarıya yaralılarla ilgi bilgi veriyordum. Derken ağabeyim içeri girdi ve inanılmaz bir duyguydu benim için. O katliamın, çığlıkların arasında duyabileceğim en güzel duyguydu.
“17 KİŞİ BİR BODRUM KATINA SIĞINDIK; SOKAKTAKİ ÇIĞLIKLAR HALA KULAĞIMDA”
O gece eve geldik. Sabah ‘komünistler Moskova’ya’ sloganları atarak mahalleye girmişlerdi. Evden çıkamamışları ve artık katliam başlamıştı. Bodrum katı gibi bir evde oturuyorduk ve 17 kişi o eve sığınmıştık. Gece saat 3’e kadar sessiz, lambaları ve sobayı yakmadan katliam seslerini duyuyorduk. Mahalle bakkalımız Mahmut amca vardı Alevi olup olmadığını bilmiyorum. Onun evindeki katliam çığlıklarını çok rahat duyuyorduk. Bir helikopter sesi geliyordu ve havaya ateş açılıyordu. İkinci kez geldiğinde ise biz askeriyeye doğru gidiyorduk. Dar bir sokaktaydık ve o helikopterden üzerime ateş edildi. Etrafı tarıyordu. Şans eseri oradan kurtulduk. Sokakta olanlar ise öldürülmüştü. Köylümüz olan Kamil Ünver ailesinden tek bir kişi kalmayınca kadar katledilmişti. Kamil amcanın oğlunu görmüştüm ‘ağlama annen baban yaralı hastanede’ diye yalan söyledim. O ise’ hayır öldürdüler ben gördüm’ dedi.
“KUNDAKTAKİ BEBEĞİN ANNESİNİ ÖLDÜRMÜŞLERDİ; EMZİREBİLECEK BİRİNİ ARIYORDUK”
Askeriye içerisinden çıktıktan sonra yeniden mahalleye dönüşünüz nasıldı? Neyle karşılaştınız?
Askeriyenin yemekhanelerine yerleştirilmiştik. Tıklım tıklım dolu ve insanlar ayaktaydı. Yaralılar, yakınlarını kaybedenler. Lavabo ihtiyacı için sıraya dizilmiştik ve askerler silahlarını üzerimize doğrultmuştu. Namlular üzerimize doğrultulmuş şekilde götürülüp getiriliyorduk. Yaralı abimin diğer yemekhanede olduğunu gördüm. Perişan Güzel’in torunu daha yeni doğmuştu ve kundaktaydı, annesinin (Döne abla) öldürüldüğünü söylediler. Başka yemekhanelerde bebeği emzirebilecek bir anne arıyorduk. Televizyonlar kapalıydı ve bir asker önünde nöbet tutuyordu. Birkaç askerin gözyaşlarının aktığını gördüm.
“YANMIŞ EVLER, ARABALAR VE CAMLARDAN SALLANAN PERDELER..”
Ertesi gün askeriyeden çıktık ve mahalleye geldik. Savaş filmlerinin korkunç manzaraları vardır ya işte mahallemiz tamda öyleydi. Yanmış evler, arabalar, camlardan sallanan perdeler. 1.5 ay sonra Maraş’ı terk ettik ve köye geldik.
“MARAŞ HEP BİR OLAY OLARAK ANILDI VE SENELERCE ÖYLE ANILDI; AMA BİR SOYKIRIMDI”
O zamanlar katliam bizim için hep Maraş olayıydı. Herkesin kendi mahallesinde tanık olduğu bir olay gibiydi ve senelerce olay olarak anıldı. Ne zaman ki Alevi yayını basın yapmaya, Aziz Tunç tanıklarla görüşüp kitabını yazmaya başladığında bunun bir olay değil katliam olduğunu anlamlandırdı insanlar. Puzzleın parçalarının bir araya gelmesi gibi, ortaya çıkan bir katliamdı, soykırımdı.
“147 YILDA GEÇSE BU SOYKIRIM İZİNİ SÜRDÜRMEYE DEVAM EDECEK”
Yapmış olduğum röportajlarda, çekimlerde şunu çokça gördüm. Katliamın üzerinden 47 yıl geçmiş olmasına rağmen bu yara hale çok derin. Sadece zaman zaman kabuk bağlayan ve kanamaya devam eden bir yara. Hiç kimsenin hafızasından kesinlikle silinmeyen derin izleri var. Katliamı yaşamış, yakınlarını kaybetmiş birçok insanı hala konuşturamıyorum, konuşamıyorlar. Yine katliamda iki oğlunu ve gelinlerini kaybetmiş bir annenin torunlarını yetiştirme yurtlarında büyütmek zorunda kaldığını görünce katliamın boyutlarının ne kadar geniş olduğunu fark ettim. Değil 47 yıl 147 yılda geçse bu izini sürdürmeye devam edecek.
“34 YIL BOYUNCA MARAŞ’A GELEMEDİM, KAFAMI KALDIRIP BAKAMADIM”
– 34 yıl boyunca Maraş’a gelemediniz. İlk gelişinizin Maraş Katliamında yitirilenleri anmak için olduğunu biliyoruz. Ve anma yasaklanmıştı. Yeniden Maraş’a gelmek nasıl bir duygu haliydi?
Katliamdan sonra Maraş’a hiç dönmedim. Sadece bir kere çevresinden geçtim ve kafamı kaldırıp etrafa bakmadan ve bir yeri tanır mıyız korkusuyla içinden geçtim. 25 yıldır Avrupa’da yaşıyorum. Barış Meclisi’nin İngiltere’deki grubuna dahil oldum. 2 Temmuz günü Sivas Katliamı’nda yitirilenler için yapılan anmayı izledim. Her yıl orada anmaların yapılması değerli ve kıymetliydi. Bu neden Maraş’ta yapılamıyor dedim. Bunu da o dönem İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi ile görüştük. Cemevi Başkanı İsrafil Erbil, Maraş Valiliği’ne anma için bir başvuru yapmış ve cevap beklediklerini söyledi. Tabi başvuru reddedildi. Avrupa ve Türkiye’deki Alevi örgütlenmesi örgütler yasağa rağmen giderek katılmıştı. Bende gidecektim lakin, gidecek gücüm yoktu, o şehre dönemiyordum.
“MARAŞTAYDIM VE TOPRAĞA BASAMIYORDUM”
-Bir daha dönmemek üzere terk ettiğiniz topraklara yeniden dönmek ve katliamla yüzleşmeye dair nasıl güç buldunuz?
33. yılında anmaya gittim. İstanbul Havalimanı’na 6 kişi gelmiştik. Maraş’a gidecek uçak iptal edilmişti. Arabalar ile Maraş’a yol aldık. Yoğun bir polis ablukası vardı. Araçlar içeri alınmıyordu. Arabadan çıkıp toprağa dahi basamıyordum. Minibüs, otobüsler ile gelen Alevi insanlar arabadan indiriliyordu. Araban çıkmıştım ve o meydana giderek çığlık çığlığa bütün duygularımı nasıl dile getirdiğimi ben bile tahmin edemedim.
“MARAŞ’A GİRERKEN HALA ENDİŞELİYİM, KATLİAM HAFIZALARDA HALA ÇOK DİRİ”
O yıl geri döndük. 34 yılında tekrardan döndüm ve uçakla Maraş’ın üstünden geçerken ürpermiştim. 47. yılda bile bir şekilde Maraş’ta dolaşmak, bir sokağa girmek gibi bir endişe var. Sokağa girersem o katliamı yeniden göreceğim gibi. İnsanların zihninde katliam hala çok diri. Katliamın tanıklarını yitirdik ve şu an çok az sayıda insan var. O zamanın çocukları bugünün ise yaşlıları olarak hayattayız. Bunlara ulaşılması kayıt altına alınması gerekiyor.”
Ersin ÖZGÜL/İNGİLTERE
Yoruma kapalı.