Moda’daki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Niyazi Koyuncu’yu bekliyorum. Kalan Müzik’ten çıkan yeni albümü “Liva”yı konuşacağız. Niyazi Koyuncu gecikiyor biraz. Onu beklerken “Boyun Eğme” yazılı tişörtlerle çay ocağı bölümünde müthiş hızlı bir şekilde çalışan gençleri izliyorum. Sonra Niyazi Koyuncu bize doğru gelmeye başlıyor. Yürüyüşü, görünüşü tıpkı abisi Kazım Koyuncu’ya benziyor. Abisinden söz açılınca ne kadar özlediğini hemen anlıyorsunuz. Kazım Koyuncu’dan mutlu bir gururla bahsediyor.
Niyazi Koyuncu bol bol sigarasını tüttürdü. Arada da sohbetimizi yaptık.
– “Liva” ne demek?
Livanın kelime anlamı kar suyu. Köylerde baharın gelişini müjdeleyen bir terim olarak kullanılır. Ama baharı müjdeleyen bir anlamı da vardır. İlkbahar bitmek üzereyken dağlardaki karlar erir ve bizim dereler böyle gürül gürül akmaya başlar…
– Hâlâ gürül gürül akıyor mu dereler? Çünkü Karadeniz’de doğayı ranta karşı koruma mücadelesi veriliyor…
Hep Karadenize el atmak istiyorlar. Biz de elimizden geldiğince engellemeye çalışıyoruz. Bizim ne rantımız var ne de çıkarımız, bizim tamamen doğa sevdamız var. Tamamen saf duygularla. Hikâyelerimiz var… Tamamen masum duygularla gürül gürül akan dereleri bizden sonrakiler görsün istiyoruz. Ama bizden sonraki kuşak görür mü bilmiyorum. HES’ler her yerde artık. Sadece Karadeniz değil Türkiye’nin doğası talan ediliyor. Derelerimizi, suyumuzu satıyorlar, daha ne olsun!
– Karadeniz insanının mücadele yöntemi de devrimcisi de farklı. Nedir bu fark?
Bu mesele çok hassas. Çünkü doğa siyaset aramaz. Karadeniz’de derelerin mücadelesi var, hep de oldu. Çünkü onlar doğayla var olmuşlar. Bu mücadeleyi ne devrimcilikle ne de bilimle açıklayabiliriz. Ancak insan olmakla açıklanır, Karadeniz insanında bu var galiba. Ortak dili doğalarını sattırmak istememeleri… 7’den 70’e kadını erkeği mücadele ediyor. Doğaya saplanan her bir kepçe onların gerçekten kalbine saplanıyor.
– Müzik yazarı Murat Beşer albümle ilgili sadeleşmeden bahsediyor. Nasıl bir sadeleşme içindesiniz?
Büyüyoruz. Bu büyüme insanı kendine döndürüyor. Galiba farkındalığımız arttıkça sadeleşmeye gidiyoruz. Gençlik yıllarımızla bu zaman aynı değil ki. Yaşadıkça öğreniyor ve törpüleniyoruz.
– Hırçın mıydınız?
Evet. Hırçınlık derken yine bende var olan bir şey. Her insanın biraz aksi yanı vardır. Sadece artık yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz var. Mesela konuşurken iki kere düşünüyorum.
– Peki ne sadeleştirdi sizi?
Hayat beni bu hale getirdi. Az önce de konuştuğumuz gibi. İlk albümüm Muço Pa’yı hazırlarken çok heyecanlıydık. Ülke bu kadar kaos ortamına sürüklenmemişti. Bu 4 yıl içinde çok şey değişti. Her şeyden önce sözleriniz değişiyor. Her şeyin bu kadar kötü gittiği, insanların öldüğü, doğanın katledildiği bir yerde insan nasıl durgun olmaz ki! Eğer buysa kastettiğiniz sadelik evet, yaşadığınız her şey sizi biraz daha sadeliğe itiyor.
– Albüm aşk ve doğa şarkıları üzerine kurulu…
Doğamız elimizden alınıyor, aşk denilen şeyi unuttuk. Buralara eğilmek ve dönmek istedim galiba. Bize kalan ne ki? Doğa ve aşk değil mi? Neye hasretsek oradan yürüyoruz, ben de Liva’da hasreti seçtim; bütün insanların özlediği o yolu…
– Ülke gündemi albüm çalışmalarınızı ne kadar etkiledi ya da frenledi?
Hepimiz etkileniyoruz. Sanatçılar üretirken gündemi düşünmek zorunda kalıyor. Aslında içgüdüsel bir karar. Belki daha çok eğlenceli şarkılara ihtiyacımız var ama benden çıkmadı. İnsanız ve baktığımız bir yer var. Dedim ya 4 yıl içinde o kadar hızlı değişti ki her şey; müzik hayatın bir parçası ve bu hayat kötüyse ister istemez müziğinize yansıyor. Duyarlı ve duygusalsanız zaten eğlenceli şarkılar yapamazsınız. Dünyanın acısı bir yerde de bizim acımız oluyor. Haliyle de şarkılarımı etkiliyor. Kısaca içgüdüsel diyelim.
– Abiniz Kazım Koyuncu için “hep öğreten bir tarafı vardı” demişsiniz. Kazım Koyuncu’dan ne öğrendiniz?
Hayatı. Az önce konuştuğumuz gibi, ondan insanları sevmeyi öğrendim. “İnsanlarla temas et, konuş. Bağırmadan, kavga etmeden kendini ifade et” derdi. Çok okurdu. İletişime çok önem verirdi. Her şeye bakışı farklıydı. Futbola bile bakışı farklıydı.
– Tanışma fırsatım olmuştu. Çok zarifti bence…
Evet, kibar ve zarifti. Onun etkileyemeyeceği insan yoktu. Belki de şu an bu ülkede ihtiyacımız olan şey abim Kazım Koyuncu gibi insanlar… Abim gibi karşı tarafa da bakma gücü olan, herkesle konuşabilen, sağduyulu insanlara ihtiyacımız var. Bazı sanatçılar nefret dolu, inanılmaz cümleler kuruyorlar. Abim olsaydı o cümleleri çok güzel kurardı. Zaten temel gayesi barıştı.
– En çok nesini özlüyorsunuz?
En çok varlığını özlüyorum. Konuşmayı, dertleşmeyi… Bir de gülüşünü…
– Bugünkü ülke halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Huzursuzum. Uyandığımızda ne olacağını bilmediğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Konserdesin bir haber geliyor, bomba patlamış… Belçika’daydım konser için. Ankara gar patlaması oldu. Patlamadan sonra sahneye çıkmadım.
– İptal mı oldu?
Ben iptal ettim.
– Aslında ülke gündemi sanat etkinliklerini durdurmamalı.
İçimden gelmedi. Müzik eğlence değildir, saf bir duygudur şarkı söylemek.
– Şarkı söylemek için mutlu olmak mı gerekir?
Birilerine inat söylenmeli elbette. Ama bazen acı çok taze oluyor. Yüzlerce insan ölünce birden sahneye çıkamıyorsunuz.
– Kazım Koyuncu, Karadeniz müziğinde bir yol açtı. Siz o yoldan mı gidiyorsunuz? Yoksa kendi yolunuzu mu açmak istiyorsunuz?
Sadece bir yol değildi onunki…. Gerçekten de aşkı ve sevgiyi anlattı. Sadece Karadeniz’e değil, Doğu’dan Batı’ya bir yol çizdi. Bugün Karadenizli genç gruplar müzik yapıyorsa abim Kazım Koyuncu sayesindedir. Bunu herkes biliyor. Çünkü abim Karadeniz müziğini herkese tanıttı.
Abim kendi yolunu yarattı. Ben de kendi yolumda ama elbette ki onun da çizdiği yoldan gidiyorum. Gidilecek bir yol var ve ben o yolda kendi yolumu yaratıyorum.
– Karadeniz müziğini popüler mi yaptı demek istiyorsunuz?
Herkese sevdirdi müziği. Kazım Koyuncu muhalif kimliğiyle, müzisyen kimliğiyle bize bir yol açtı. Popülerlikten de ziyade farkındalık yarattı diyelim. Abimden önce Karadeniz müziğini ne kadar biliyorduk ki? Ağıdını, türküsünü, şarkısını… Fadime ve Temel’den öteye gidemediğimiz dönemler vardı Karadeniz’de… .
– Karadeniz müziğinin hep bir asi tarafı var. En naif parçalarda bile bir asilik var. Neden?
O doğanın, coğrafyanın bize verdiği bir duygu. Karadeniz’de hava açıktır ama bir anda fırtına başlar, yağmur bastırır. Konuşmalar da genellikle yüksek sesle sanki kavga ediliyormuş yapılır. Ama bir anda da hüzün çöker insanlarına. Bir anda parlar, bir anda hüzne düşerler. Coğrafyadan kaynaklı.
‘Hayat zor, bırakalım sevmek kolay olsun!’
– Bir parçada “Sevmek bu kadar zor mu” deniliyor. Sevmek bu kadar zor mu?
Aslında kolay! Ama o kadar sevgisiz bir toplum olduk ki, mutsuz bireyler yetişiyor. Bu sadece kadın-erkek anlamında değil, sokağa çıkın herkesin suratı asık, birbirlerinin gözlerinin içine bakmıyorlar, korkuyorlar. Sevmekten korkuyorlar. Oysa sevmek dünyanın en güzel şeyi değil midir? Asansöre biniyoruz birkaç saniyelik de olsa birbirlerine insanlar tahammül edemiyor. En ufak bir durumdan kavga çıkıyor. Park yüzünden insanlar birbirini öldürüyor. Neden diye soruyorum? Hayat bu kadar zorken, bırakalım da sevmek kolay olsun!
– Sizin için sevmek kolay mı?
İnsanları çok seviyorum. Bu belki sahnenin vermiş olduğu bir öğreti… Üzüldüğüm sevmeyi zorlaştıran şartlar! Gülmüyoruz, yetmez mi?
/cumhuriyet
Yoruma kapalı.