Alevi Haber Ajansi

‘Katliam anılarıyla yaşamak ağır bir yük’-VİDEO

PİRHA- Araştırmacı-Yazar Haydar Işık katliam anıları ile yaşamanın ağır bir yük olduğunu, bütün çocukluğunda duyduğu bu anlatımlardan  hiçbir zaman kurtulamadığını belirtiyor. Bu durumu yaşayan herkesin de durumunun aynı olduğunu aktarıyor.

Haydar Işık Dersimli bir yazar, araştırmacı, öğretmen. Yıllarca öğretmenlik yaptı, sonra sürgün yılları başladı. 37 yıl aradan sonra ülkesine döndüğünde çok farklı bir coğrafya ve kültürel yapıyla karşılaştığını söylüyor. Haydar Işık’a geçtiğimiz yaz kanser teşhisi konuldu, midesinin üçte ikisi, yemek borusunun da bir kısmı alındı. Işık’ı Münih’teki evinde ziyaret ettik. Eve vardığımızda yatağında vitamin serumu hala bağlıydı. Şimdi daha iyi olduğunu, kemoterapi tedavisinin yan etkileri ile uğraştığını söylüyor. Selamlaşma ve hal hatırdan sonra biraz kendine geliyor.

Haydar Işık,  Dersim katliamı yapıldığında kundakta bir bebekmiş henüz. O nedenle bir coğrafyanın katliam sonrası yaşadığı travmalara vakıf olan insanlar arasında. Öyle ki; bütün çocukluğu katliam anılarını dinleyerek geçmiş. Eski günlerden bir iki anısını anlatıyor, sonra biz de çocukluk anılarını dinlemek istiyoruz. Hemen lafı yapıştırıyor, ‘Siz beni görmeye değil de, benimle röportaj yapmaya gelmişsiniz’’. ‘Hatırlama kültürü toplumsal hafızayı biçimlendirir’ diyoruz ve başlıyoruz Işık’ın anlatımlarını dinlemeye:

‘’Bu yıl Dersim katliamının 80. yılı. Dersim’de 1937-38 yıllarında büyük bir katliam yaptılar. O zaman dünyaya gelmişim, kundakta imişim. Annem bazen anlatırdı. Birgün, ‘bak dedi burada Ayçek denen bir yer var. Lolan’ların köyü ama bizim de topraklarımız var’ dedi. Orada bazen yaylaya da gidiyorlardı. ‘Burada ormanda seni hep sakladım, ağlamayasın diye seni hep emzirdim’. Gündüzleri hep burada kalıyorlarmış. Geceleri de yemek toplamaya çıkıyorlarmış. Koye Sov diyorlar oraya. Tepesi kıraç, etekleri ormanlık. Düzgün Baba’ya gittiğimizde oradan Koye Sov’un eteklerine bakardım. Her türlü renk vardı, o manzara beni büyülerdi. Annem anlattı bana. Birgün aşiretleri götürdüler dedi. İnsanları orada kütüklere bağladılar, gaz döküp yaktılar. Cesetler yukarı yukarı uçuyordu. Oradaki tarla hala kırmızı. O katledilen insanların kanından dolayı kırmızı olduğuna inanılır. Bazen yer yer kemik çıkıyordu. Koye Sov’un karşısında Düzgün Baba var. Onun eteklerinde Kureşan aşireti, Kemal Kılıçdaroğlu’nun aşireti. Bizim geleneklere göre pirlerimizdirler. O zamanlar, her sene pir gelir, sonbaharda cem tutulur, nasihat verir giderlerdi.”

“ÇOCUKKEN KADINLARI HİÇ GÜLERKEN GÖRMEDİM”

Sonra başka bir anısını anlatmaya başlıyor Işık. Mısti Kor. Zira Dersim’de kimse Kemal Atatürk demez/diyemez. Çoğu onu Mısti Kor (kör Mustafa) olarak tanır, anar.

‘’Birgün; 10-15 aile biraraya gelmiş. Hıdan diyorlar onlara, Areyan aşiretinden. Olağanüstü bir durum var, için için merak ediyorum, eskiden cem tutarlarken de öyle olurdu. Gözcüler koyarlardı. Asker gelirse cemi dağıttılar diye. O gün tanımadığım yabancı bir adam geldi. Ben babamın kucağında oturuyorum. Bu adam orta yaşlı birisi. Mısti Kor’u biz öldürdük diye anlatıyor. Kemal Atatürk’e bu ismi verirlerdi. Demenan aşiretinden bir yiğidin devlete karşı direnen bir aşiret- Mısti Kor’u vurduğunu söylüyor. Eğer onu vurduklarında, askerlerin oradan gideceğine inandıklarını anlatıyor. Ve genç onu vuruyor. Bu sayede askerlerin çekildiğine inanılır. Dersim’de çok konuşulur . Yaralandı gitti diyorlar. Tabi bu bir anlatı. Nitekim Dersim’e gelmiş ama orada vurulması imkansız. O gün Demenanlı adamı misafir ettiler, ertesi gün gitmişti. Kaçak yaşıyor o zaman. Demananlıların bölgesi yasaktı. Kureşanlıların da, hatta Haydaranların da bir kısmı yasaktı. Dersim’de uzun yıllar boyunca kimse giremedi oraya.’’

Çocukluğunda kadınları gülerken görmediğini anlatıyor Işık. Aynı zamanda erkeklerin de gülmediğini. Fakat hayatın bir şekilde sürdüğünü aktarıyor: “Çocuk aklı ile farkında değildim. Aç mıyım, susadım mı düşündüğüm şeylerdi. Arkadaşlarımla oynamayı düşünüyordum o zamanlar.”

Dersim katliamının ardından manevi kayıpların yanında maddi kayıplar da vardı. Fakir halk uzun süre kıtlık dönemi yaşadı. Işık’ın o yıllarda keçi kılından bir çorabı, elle yapılmış bir çarığı, pamuk kumaştan bir donu, bir de beyaz gömleği vardı. Gerisini ise şöyle anlatıyor:

’ Yoksulluk büyüktü. Dersimde öyle bir katliam yapmışlarki. Araziyi yakmışlar, hayvanları götürmüşler. İnsanlar tabi kendi derdine düşmüş, kimse malını düşünmüyor o haliyle. Bizim komşumuz beraber olduğumuz Hıdanlıların ötesinde bir aile var. Mala Use Mirç. Mirç mircika. Yani şerçe. Adam kısaymış o nedenle adını böyle koymuşlar. Herkesin bir lakabı vardı. O ailenin tümünü katletmişler. Çocuk bile bırakmamışlar. Kadınlar anlatıyorlardı. Kundaktaki bir erkek çocuğu saklıyor bir kadın. Ertesi gün akrabalarından birisi devlete haber veriyor. Oda ölürse mal bana kalır diye galiba. O kundaktaki çocuğu götürüp süngülüyorlar. Dersim’de kadınlar bunları anlatırken ağlarlardı. Hepsi akraba. Kurban vermişler, niyaz almışlar birbirinden. İç içe sosyal bir yaşam var. O aileden bir tek kişi kurtulmuş, o da Elazığda hapishanedeymiş. Hapishaneye gitmiş onuda alıp öldürmek istemişler. Savcı vermemiş onu. Hapishaneden çıktıktan sonra adam askerliğini yaptı. Çocukları oldu. Bazıları benim öğrencim oldular. Sonra nüfus memuru oldu o adam. Hatta kızımı oğluna istedi vermedim. Adam devletçiydi. Ailesini katleden , akrabalarının sonunu getiren devlete sempati duyuyordu.’’

MALKOÇOĞLU EZİYETİNDEN SONRA SEFİLLER MACERASI

Katliam anıları ile yaşamanın ağır bir yük olduğunu söylüyor Işık. Bütün çocukluğunda duyduğu bu anlatımlardan kurtulamamış hiçbir zaman. Bu durumu yaşayan herkesin durumunun aynı olduğunu aktarıyor.

Sonra yaşamında başka bir aşamaya geçiyor. Sait Kırmızıtoprak ile yaşadığı günlerin kendisi için eğitim döneminin başlangıcı olduğunu, aynı yaşta olmalarına rağmen onu öğretmen gibi gördüklerini söylüyor. Sait Kırmızıtoprak’ın ailesinden 54 kişinin katledildiğini, o dönemde ondan çok şey öğrendiklerini aktarıyor.

Kitap okumaya başladığı dönemler çok ilginç ve bir o kadar gülümseten anılarla dolu.

’13-14 yaşlarındaydım. Kitap yok. Küçük bir kitapçık vardı. Amel diye. Amcam okumuş biriydi. Eski yazı ile Alevilik ritüellerinin yazıldığı bir kitapçıktı.Babam duvarı delip içine gömüyordu. Kimseye söyleme asker bizi talan eder diyordu. Korkumuzdan oraya bakamıyorduk. Bizim evde başka da kitap yoktu. Akçadağ’da okul bittiğinde yazın eve geliyordum. Yatılı okulun bir hocası vardı bana kitap verirdi. Kitapta: Malkoçoğlu. Türklüğü öven bir kitap. Genç insanlar bunları okurken etkileniyor. Yaz aylarında geldiğimde oradaki memurlarla top oynardık. Bir hakim, bir de savcı vardı. Savcı Rauf Çapanoğlu’ydu. Bir gün Çapanoğlu benimle masa tenisi oynamak istedi. Bana kitap okuyup okumadığımı sordu. Beni eşinin yanına gönderdi. Eşi bana Sefiller kitabını verdi . Okuyup ona anlatıyordum. Birde akide şekeri veriyordu. O kadın beni kurtardı. O kitapları okuyunca Türklerin Malkoçoğlu’ndan kurtuldum.”

24 yıl 9 ay’ını verdiği öğretmenlik yılları oldukça maceralı geçmiş Işık’ın.

2 sene Muş’ta, 2 sene Dersim’de, geri kalan yıllarını ise Ankara ve İzmir’de geçirmiş. İzmir’den sonra yolu Almanya’ya düşüyor Işık’ın. Fakat ilk öğretmenlik yıllarını dinlemek istiyoruz. Hemen başlıyor söze:

“Ben Eğitim Enstitüsü’nde okurken, babamın parası yoktu. Lolanlı bir arkadaş bana para gönderiyordu. Mezun olduktan sonra tayin için kura çekildi. Ben bitirip kura çektim. Trakya’da bir kasaba çıktı bana. Eskişehirli birine de Dersim çıktı. Onunla pazarlık yaptım. 3 bin lira verirsen ben Dersim’de kalırım dedim. Ondan aldığım parayla borcumu kapattım.”

Pülümür’ün Perginli köyüne sürgün yıllarında bir anısını ise şöyle anlatıyor Işık:

“Okulda bir odada kalıyorum. Müfettiş geldi. Müfettişin yanında müdürde vardı. Kürt bir arkadaştı. Önce kendisine yatak yaptırdık. Yanlışlıkla benim yatağıma geçmiş. Yatağımda da bir tabanca vardı. Bozuktu da üstelik. Tabancayı görünce zıt gitmeye başladı. Çocukları topla dedi. Daha sonra da istiklal marşı söyletmemi istedi. İstiklal marşını ben bile bilmiyorum. İkinci kıtasını hatırlamıyorum .Adam sinirlendi. ‘Nasıl öğretmen olmuşsun sen’ dedi. Benim öğretmen olmam olaylıydı zaten. Tarihten sınava girdim. Bana sordu Kemal Atatürk’ün hayatını anlat. Annesi Zübeyde diyorum, babasının adı aklıma gelmiyor. Yüzlerce defa söylenmiş, ama hatırlamıyorum. ‘Benim 4 yaşındaki oğlum babasını tanıyor sen nasıl hatırlamazsın’ dedi öğretmen. Orada başladı bizim sorun. 1950 yılında Atatürk’ü İstanbul’dan Anıtkabir’e getirdiklerinde Akçadağ’da öğretmendim. O zaman köy enstitüsü idi. Hepimizi topladılar. Öğrenmenler , çocuklar ağlıyor. Bu adam Dersim’de kökümüzü getirdi diyorum. Niye ağladıklarını merak ediyorum.’’  

“KIZILBAŞTAN İNSAN OLMAZ DİYORDU”

Alevi kültürüne hep bağlı olan Işık, sünni bir köyde öğretmenlik yaptığında kimliğini gizlemek zorunda kalmış. Zira muhtar tam bir Alevi düşmanı imiş. ‘’Sünni köy olarak Muş’a bağlı Acmanuk’ta kaldım . Alevi olduğumu söylemedim. Korkumdan Elazığlıyım diyordum. Şakir efendi muhtardı. Önümde söyledi. Kızılbaşın katli helaldir diyor, Kızılbaştan hakim doktor öğretmen olmaz diyor. Kızılbaştan insan olmaz diyordu. Bu Hamidiye Alayları’nın Kürtler arasına soktuğu nifaktı. Önce Ermenileri katlettiler. Abdulhamit gitmeseydi bu kez Alevileri kıracaktı. Abdulhamid’in politikası Kürtleri maşa edip, Ermenileri temizlemek, ardından Kürtleri birbirine vurdurmaktı.’’

Bu politikaların bugün de sürdüğüne dikkat çeken Işık, Erdoğan’ın yaptığının bir Abdulhamid politikası olduğuna vurgu yapıyor. Zaten kendilerini onların devamcısı olarak gördüklerini de sözlerine ekliyor. ‘’Kürtler üzerindeki bu sulta yenilir yutulur cinsten değil. 21. yüzyılda Kürt’e dilini, kültürünü, politik örgütlemesini yasaklamışsın.’’

37 yıl aradan sonra 2 yıl önce ülkesine dönebildi Işık. Fakat çok şeyin değişmiş olduğunu da gördü. Dersim’i devletin nasıl yozlaştırmaya çalıştığını iç çekerek anlatıyor Işık;

‘’60’lı yıllardan sonra devlet Dersim’e iyice yerleşti. Günlük yaşamı yozlaştırdı. İçki, kumar vb. şeyler soktu. Türk Solu da ilericilik adı altında inançlarımızı geri gördüler. Oysa Alevi inancında sosyalizmin nüveleri var. Annem ekmek yaptığı zaman ilk komşumuza yollardı. Alevi geleneğinde herkes birbirine yardım eder. Kürtlerin gelenek göreneklerini yok ettiler.”

Hastalığından dolayı çok fazla yormak istemiyoruz Işık’ı. PİRHA’da yayınlanan Tarsus Kadın Kapalı cezaevinde bulunan kızı Yüksel Mutlu’ya  yazdığı mektubu soruyoruz son olarak. Basına değil de kızına yazdığını ifade ediyor. Daha önce de kızının 6 ay cezaevinde kaldığını ve o zamanlar da mektup yazdığını belirtiyor. ‘’Kızım benim yanımda büyüdü. Liseyi İzmir’de bitirdi. O zamanlar, solcu bir öğretmen arkadaşımın evini aramışlardı. Belli yasak kitaplar var. Bitmeyen Kavga, Jack London gibi kitaplar yasak. Onları paket yaptık. Otobüste giderken kızımın ayağının altına koyduk, bende arkada oturdum. Kızımın yanına tesadüf bir polis oturdu. Biz korkmaya başladık. Fakat polis daha sonra kalktı. Kitapları okula taşıdım. Okulda kalorifer dairesine koydum. Sonra kitapları yakmışlardı. O olayı anlattım mektupta. Son mektubumda ise kızıma nasihat verdim.”

Daha çok konuşacak şeyimiz var. Fakat daha fazla yormak istemiyoruz Haydar Işık’ı,  zira daha bize anlatacağı zamanları olacak.

Elif SONZAMANCI

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak