PİRHA-Zorunlu din dersleriyle ilgili olarak bir yazı kaleme alan HBVAKV eski yöneticisi Seyit Karahalil, “Milli Eğitim Bakanlığı, velilerin ve öğrencilerin tercihlerine saygı duymak bir tarafa, tam bir otorite ülkelere has şekilde eğitimin dinselleştirmesi politikasını pervasızca sürdürmektedir” ifadelerine yer verdi.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) eski yöneticisi Seyit Karahalil, zorunlu din derslerine ilişkin “Ders zili mi? Dert zili mi?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Karahalil yazısında laik devletin gereklerine değinirken, “Bir devletin laik olması, laikliğin temel değerleri olan din ve vicdan özgürlüğü, dini tercihlerin hukuki eşitliği ve devletin tarafsız olması ilkelerinin yaşam bulmasına bağlıdır” ifadelerini kullandı.
Karahalil‘in yazısı şöyle:
“İnsan hakları ayırımsız, bütün insanlar için evrenseldir bir bütündür. Ülkelerin kendi iç hukuklarına göre şekillendirilemez. Temel insan haklarından biri de, inanç ve vicdan özgürlüğü hakkıdır. Zorunlu din dersleri eğitimi, temel insan haklarına aykırıdır. Çağdaş eğitim sistemlerinde zorunlu din dersleri akla ve aklın yaratılarına vurulmuş bir kelepçedir. Laik bir ülkede, dini eğitim vermek devletin görevi değildir. Çünkü laik devletin dini olmaz. Laik devlet, tüm dini inançlara ve inançsızlara eşit mesafede olmak zorundadır.
Kamusal düzeni belirleyen toplumsal sözleşme olan hukuki kurum ve kamusal alan tüm dinlere, tüm inançlara ve tüm inançsızlara eşit mesafede olmak zorundadır. Devlet ayırımcılık yaparak bir inancı topluma kabul ettirmek, ya da diğer inançlar karşısında üstün kılacak desteklerde bulunamaz.
“CİHAT ÖRGÜTLERİNE MİLİTAN YETİŞTİRME ADINA ÇİRKİN OYUNLARINI OYNUYORLAR”
Bizler, yaşamımızın birinci sırasına, çocuklarımız iyi bir eğitim alsın, bilgili, bilinçli, sorgulayan, kültürel olarak donanımlı, doğaya, çevreye ve tüm canlılara saygılı, onların yaşam hakkını savunan, kendi dilini, inancını, bilen koruyan ve daha önemlisi başkalarının yaşam hakkına ve inancına saygı duyan bir birey olarak yetişmesi için köyünden, toprağından kopup gelenleriz. Biz bu gerçek ve gerekçelerle çocuklarımızın kaliteli eğitim alması için saçımızı süpürge ederek, sosyal yaşantımızı sıfırlayarak kentlerin varoşlarına yerleştik.
Eğitim sistemini kurgulayan kafalar ise, bizim geleceğimizi ellerimizden alıp, dindar ve kindar olarak yetiştirecek olan çocuklarımızı yuvalarından koparıp, cihat örgütlerine adeta bir militan olarak yetiştirmek adına, her türlü çirkin oyunlarını oynamaya devam ediyorlar.
Bu durum karşısında mücadele topyekûn olmak zorundadır. Atanamayan öğretmenler, zorunlu imam hatip okullarına kayıtlar, ana dilde eğitimin olmayışının getirdiği sorunlar, hepimizin sorunu, ne yazık ki bu sistem sadece idare edenlerin döneminin bir ürünü olmadığı ve bir bütün olarak, süreci uzun yıllara dayanmakta ve devletin aklının, bir projesi olarak karşımızda durmaktadır.
“SESSİZ KALIŞIMIZ DAHA NE KADAR SÜRECEK?”
Ancak bu proje şimdi daha beter bir noktaya taşınmakta ve ceberut bir dayatmayla bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Buna boyun eğmemiz, sessiz kalışımız daha ne kadar sürecek?
Milli Eğitim Bakanlığı, velilerin ve öğrencilerin tercihlerine saygı duymak bir tarafa, tam bir otorite ülkelere has şekilde eğitimin dinselleştirmesi politikasını pervasızca sürdürmektedir. Uygulamaları, evrensel hukuk normları ve eğitim hakkı ve inanç özgürlüğü adına, hiçbir öğrenciyi istemediği bir okul türünde eğitim almaya zorlayamaz.
İnanç ve vicdan özgürlüğü hakkının yaşam bulması, ayrımcılık yasağı ile ilgilidir. Kişi ve grupların inançlarını ve inançlarının gereklerini özgürce yaşayabilmeleri, ancak laik bir hukuk devletinde olanaklıdır. Bir devletin laik olması, laikliğin temel değerleri olan din ve vicdan özgürlüğü, dini tercihlerin hukuki eşitliği ve devletin tarafsız olması ilkelerinin yaşam bulmasına bağlıdır.
İnanç ve vicdan özgürlüğü; laik devletin bireyin inancını ve bunun gerektirdiği ibadetini belirlemede, uygulamada tamamen özgür olmasıyla olanaklıdır. Bireyin dilediği dini ve dilediği inancı seçme özgürlüğüne sahip olması gerekir. Bu sorun bu ülkede yaşayan her kesimin derdi olup, bu derdimize derman ellerimizdedir ve bu bozuk düzene dur demektir. (Acaba bu sistemi dayatanların çocukları bu eğitime tabi mi?)
Şöyle ya da böyle, bir gün mutlaka bunu yapanları da başı dönecektir. Tıpkı Şıranın ezeni sarhoş etmesi gibi.”
PİRHA/AYDIN
Yoruma kapalı.