PİRHA – Tarih boyunca birçok kez yıkılıp yeniden inşa edilen Karaağaç Dergahı, bugün de işgalin odağında yer alıyor. 1990 Yılından sonra deprem molozlarıyla tarihten silinmek istenen dergahta şu ana kadar tam dört kez tapu değişikliğine gidildi. Alevilere ait olan Karaağaç Dergahı’nın arazisi adeta şahıslara peşkeş çekildi. Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Hüsniye Takmaz, söz konusu tehlikenin halen devam ettiğine değinerek “Şu an burası AK Parti il binası olarak; yani AK Parti’ye ait bir mal varlığı olarak görülüyor. Hiç kimsenin inancımız konusunda dikta etmesine izin vermemeliyiz” diye konuştu.
İstanbul’daki kadim Alevi – Bektaşi inanç merkezlerinden birisi olan Sütlüce’deki Karaağaç Alevi Bektaşi Tekkesi, aslında tam da yağma ve talanın somut örneği.
1993 Yılında kurulan Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesindeki Karaağaç Tekkesi, bugün birçok Alevi inanç merkezi gibi hizmet vermekte. Ancak bu hizmetin arkasında büyük bir mücadele hikayesi bulunmakta.
Karaağaç Tekkesi, 1450’li yıllarda, 2. Beyazıt döneminde verilen arazi üzerine bir Bektaşi Tekkesi olarak inşa edildi. 1826’da Yeniçeri ocaklarının kaldırılması ile Bektaşilik de yasaklanınca Karaağaç Tekkesi’nin de kapılarına kilit vuruldu. Bu süreçten sonra dergahtaki kitaplar, el yazmaları ve bütün değerli araç-gereçler adeta talan edildi. Tekkede hizmet yürüten kimi Bektaşiler de öldürüldü. Dergahın Postnişini olan İbrahim Baba ve beraberindekiler de sürgüne gönderildi.
Katliam ve talan sonrası Karaağaç Tekkesi’nden günümüze bir tek tarihi mezar taşları kalabildi. Tüm yapılar, zaman içerisinde adeta toprağa gömüldü. Yakın tarihte ise yerel yönetimlerin eliyle tarihi tekke arazisi üzerine çeşitli yapılar konduruldu.
Mustafa Çofuz adlı bir yurttaşın duyarlılığı ile tekke adeta küllerinden yeniden doğdu. Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı ile bir grup yurttaşın girişimi ardından, sinsice yıkılıp tarihten silinmek istenen tekke, 1990’lı yılların başında Aleviler tarafından sahiplenildi ve büyük bir hukuki mücadele oluştu. Uzun yılları bulan hukuk süreci ardından tekkeye ait olan kimi tarihi mezar taşları da yakın zamanda tekrardan yerlerine taşındı.
“CEMLERİMİZİ MUM IŞIĞINDA YAPTIK”
Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Hüsniye Takmaz, 2002 yılından bu yana dergah çalışmalarının içerisinde yer alıyor. Karaağaç Dergahı’nın önemli bir mekan olduğunu belirten Takmaz, burasının Hacı Bektaş Dergahı ile eşgüdümlü çalışan bir dergah olduğunu da söyledi. Hüsniye Takmaz, Karaağaç Tekkesi’nin tarihte üç kez yıkıldığını, çabaları doğrultusunda dördüncü kez tekkeye hayat verdiklerini anlattı. Takmaz, “Çok zor bir süreç yaşadık” diye başladığı aktarımında şunları söyledi:
“Gerçekten yıllardır bu dergahta kazı döneminde ve sonraki süreçte olsun hem yerelde hem merkezde hükümete karşı mücadele verip, dergahın yeniden hayat bulmasını sağlamak oldukça zor oldu. Burada yatan evliyalar, erenler ve Yol izin verdi, isteğimiz de gerçekleşti; buna yürekten inanıyorum.
Eğer ülkede hakikat yerini bulmazsa, adalet tam anlamıyla sosyal yaşamda uygulanmazsa inanın bu sorunların çözümü asla kolay olmayacaktır. Alevilerin sorunları Türkiye’nin demokratikleşme sorunu ile aynı şekilde paralellik göstermektedir. O yüzden diyoruz ki bu ülkedeki tüm sorunların çözümü için ülkeyi yöneten erk noktası olan insanlar, asla üvey evlat gözüyle toplumun yarısına bakmamalı. Böyle baktığınız zaman sorunlar çığ gibi büyüyecektir. Özellikle Aleviler bu konuda gerçekten çok muzdariptir. Sadece Aleviler de değil, demokrasi uğruna mücadele veren yurttaşlarımız da benzer sıkıntılar yaşamaktadır. O yüzden bu ülkenin sorunlarını çözebilmek için hiçbir yurttaşımız ‘bana ne’ dememeli, hak ve hakikatin gerçekleşebilmesi için gördüğü her olumsuzluğa karşı tepkisini demokratik bir şekilde vermelidir.
Ülkedeki demokratikleşme ile Alevi sorunu paralellik göstermektedir. Bu dergah ve diğer cemevlerinin sorunları da aynı şekildedir. Ama bizim dergahın sorunları biraz daha farklı. Dört kez hayat buldu bu dergah ve biz çok zorluklar yaşadık. Elektrik ve doğalgaza 2019 yılından sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kazanılması ile birlikte aldık. Yıllarca cemlerimizi mum ışığında yaptık. Isınma sorunu yaşadık ama buraya gelen canlarımızın yüreğindeki sevgiyle dergahı aydınlattık ve ısıttık.”
DERGAHIN ARAZİSİ AK PARTİ’YE AİT!
2002 yılı itibarıyla dergah arazisi içerisindeki tarihi eserler için kazı çalışmalarına başlanıldığını belirten Hüsniye Takmaz, Mustafa Çofuz’un ısrarı ile girişimde bulunulduğunu söyledi. Söz konusu alana ilk geldiklerinde bir tek mezar taşı gördüklerini anlatan Takmaz, sözlerine şöyle devam etti:
“Otların içerisinde 12 dilimli taçlı bir mezar taşıydı. O taşı uzun bir süre sakladık. Çalınmasından korktuk çünkü. Hazine alanlarında define arayanlar oluyordu o nedenle taşın başına bir sıkıntı gelmesin diye böyle bir şey yaptık. Daha sonra Anıtlar Yüksek Kurulu’na başvurduk. Türk İslam Eserleri Müzesi denetiminde kazı yapılması gerektiği ama İstanbul Edebiyat Fakültesi’nden görüş alınması gerektiği, İstanbul Üniversitesi’nin, buradaki ağaçların yaşları ve dokularıyla ilgili çalışma yapması gerektiğini öğrenip talep ettik ve bunların tamamı da yapıldı. Bunlar yapıldıktan sonra dergahın geçmişte varlığının tespit davası açıldı. Dava sonrasında kazı çalışmaları başladı. 2006 yılına kadar süreç devam etti ve ardından yapılaşma başladı. Biz buraya el attıktan sonra 3 kez tapu değiştirildi. Biz mahkemeye başvuruyoruz burası satılmaya başlanıyor derken şu ana kadar dört kez tapu değişikliği oldu. Yani şahıslar satın aldı ve şu an burası AK Parti il binası olarak; yani AK Parti’ye ait bir mal varlığı olarak görülüyor.
Buranın ilk sahiplerinden biri Erzincanlı bir iş adamıydı. Biz tam ondan burayı satın almaya karar vermişken bu adam ortadan kayboldu. Sonra yeğeni ile bağlantı kurduğumuzda dayısının yurt dışına gittiğini ve bu satışın olamayacağını söyledi. Sonrasında öğreniyoruz ki burası ‘Yapıtay’ isimli bir şirkete satılıyor.
Çok zorlu bir süreçti ve kazı 8 ay sürdü. Sonrasında çıkan o taşları Türk İslam Eserleri Müzesi’ne korunması adına vermek zorunda kaldık. Çünkü o süreçte henüz mahkeme sonuçlanmamıştı, biz de resmi olarak burada değildik. O taşların alınması ise 18 yıl sürdü. 18 yıl boyunca sürekli bir şekilde taşlarla ilgili defalarca Türk İslam eserleri müzesine yazı ve dilekçe vermemize rağmen sorunu bir türlü çözemedik. En son olarak orada görev yapan bir arkadaşımız katkı sundu ve taşların alımına Ağustos 2024’te başladık. Önemli büyük bir lahitimiz ise orada kaldı. Onu da en kısa zamanda alacağız. Ama o zorlu süreç aşıldı. Burası artık bir hayat buldu. Bizler evrende hiçbir şeyin yok olduğunu düşünmüyoruz. Her canlı varlığını hissettiriyor.”
YILLARIN DEĞİŞMEYEN GELENEĞİ: HER SALI MUHABBET!
Hüsniye Takmaz, mevcut haliyle Karaağaç Dergahı’nın günümüzde nasıl hizmet verdiğini de anlattı. Takmaz, şunları söyledi:
“Bir tek cenaze hizmetlerimiz yok. Çünkü buranın fiziki koşulları çok kolay değil. Binanın yarısı yok. 1996 yılında dergahın yanındaki otelin yerinde Kiptaş konutları yapılmış. O konutlar yapılırken buranın temel izlerinin yarısı da yok edilmiş. Burası geçmişte İstanbul’un en büyük binalarından birisiymiş. Şimdi burada lokmalar dağıtıyoruz, semah ve bağlama öğretilerimizin yanı sıra cenaze yıkama öğretilerimiz de var. Onun dışında her salı muhabbet var. Bu diğer kurumlarda pek olmayan bir şey, burada düzenli halde yapılıyor. Her Perşembe de cem yapıyoruz.
İlk zamanlarda sıkıntılar yaşadık, kapımızı dahi çok uzun bir süre açamadık. Artık Vakıflar Genel Müdürlüğü, adresimizin burada olduğunu biliyor. İlk başlarda ayda bir kez dergahın kapısını açıyorduk, sonra haftada bire düşürdük, ardından 12 İmamlar Orucu başlayınca Şahkulu’ndaki insanları buraya yönlendirmeye başladık. Hakk’a yürüyen Veli dedemiz sağ olsun buraya çok katkı sundu. Sürekli insanları buraya sahip çıkmaları için yönlendirdik. İlk zamanlarda 12 İmamlar Orucu süresince binlerce insan buraya gelmeye başladı. O yoğunluktan sonra artık kapıları her gün açmaya başladılar. Anahtarı başka birisinden alıyorduk, ardından kaçak bir anahtar yaptık derken kapı tamamen açıldı.”
“HİÇ KİMSEYE MİNNET ETMEYİ DÜŞÜNMÜYORUZ”
Hüsniye Takmaz, dergahla ilgili yaşadıkları sorunların haricinde AKP-MHP Hükümetinin, Alevi inancına yönelik yaklaşımlarına da dikkat çekti. Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na karşı durduklarının altını çizen Takmaz, sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“İnsanların bu yüzyılda, özgürce inancını yaşayabilmesi en doğal hakkıdır. İstanbul’un göbeğinde önemli bir dergahın hayat bulması için yaşadığımız bu sıkıntılar çok büyük bir acı. Alevilerin şu an yaşadığı başka sıkıntılar da var. Aleviler, dedelerine maaşlarını kendileri verebilir, elektriklerini, sularını kendileri ödeyebilir. Bir şekilde bu sorunlar çözülebiliyor ama en büyük yaşadığımız sıkıntı Muaviye’nin başaramadığı bir sorunu ne yazık ki şu anda bir kısım Aleviler, kendi Yol’unun Alevisi olmak yerine devletin Alevisi olmaya başladılar.
Alevilik’te rızalık vardır. Eğer siz başka bir yerden emir almaya başlıyorsanız, daha doğrusu sizi birileri finanse etmeye başlıyorsa emir almaya başlayacaksınızdır. Emir almaya başladığınız anda bu inanç ortadan kalkar. Cemevi Başkanlığı, büyük bir sorun. Bizler dedelerimize maaş falan vermiyoruz. Diğer kurumlar gibi bankalarda paralarımız da yok ama biz buna rağmen diyoruz ki her gün çayımız kaynıyor. Buraya gelen her canımızın önüne mutlaka koyabileceğimiz bir dilim ekmeğimiz bir kaşık çorbamız var. Bu hizmeti seve seve yapmaya da devam edeceğiz. Hiç kimseye minnet etmeyi de düşünmüyoruz. Alevi inancının öğretileri bu ülkede yaşamadığı sürece sorunların çözümü zor olacaktır. O yüzden Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin öğretisini bu ülke yaşamaya başlarsa sorunlar kısmen çözülebilir. Kısmen diyorum çünkü şu anda sosyal, siyasal kültürel açıdan çok ciddi anlamda sorunlar yaşamaktayız.
O yüzden Aleviler olarak kendimize güvenmeli, inancımızı, Yol’umuzu yaşamalıyız. Hiç kimsenin inancımız konusunda dikta etmesine izin vermemeliyiz. Yol’umuzun sorunlarını görerek, birlikte hareket etmeliyiz. Özellikle bu Cemevi Başkanlığı ile sorunlar kendini göstermeye başladı. Aleviler arasında ciddi bir ayrışma var. Bu ayrışmalar Yol’umuza zarar vermeye başladı. Bundan uzak durmakta yarar var diye düşünüyorum.”
DERVİŞ SAYISI BAKIMINDAN EN KALABALIK DERGAH!
İstanbul’daki Bektaşi tekkeleri arasında en önemlilerinden birisi olarak gösterilen Karaağaç Tekkesi-Dergahı’nın, yüzyıllar öncesinde bir mesire alanı içinde kurulduğu anlatılır. Haliç bölgesinin geçmiş tarihte canlı ve doğa güzelliği olan bir yer olduğunu söyleyen Yazar Ayhan Aydın, Karaağaç Tekkesi’ne dönük farklı kesimlerin hakimiyet kurmak istediklerine de değindi.
“Burada bağ-bostan iş yerinin yapıldığını, Osmanlı devlet erkanından insanların buraya gezmek için uğradıklarını da biliyoruz. Muazzam malzemeleri de olan bir dergahmış burası. Yemek takımları, buradaki alet edevatları çok değerliymiş. Aslında sarayın da bir dönem önem verdiği, misafirlerin de ağırlandığı bir yermiş. Bildiğiniz gibi Bektaşilikte her gelip geçen bir canımızı doyurma ülküsü vardır. Dolayısıyla Karaağaç Tekkesi tarihte önemini hiçbir zaman kaybetmemiş. Bu tekkenin binaları, çok geniş sınırları, parlak bir dönemi de var ama hepsi 1826 yılına kadar. Yani 1826’da tekkelerin, Bektaşiliğin yasaklanmasıyla birlikte her şey alt üst oluyor. O yıl itibariyle burada olanlar da sürgün ediliyor.
Yazılı olarak, 1826 yılına kadar son 60 yıl içerisinde yapılmış olan tekkelerin tümü yıkılacak deniliyor. Fakat bu yasaklar büyük bir yıkım hareketine dönüşüyor. 60 yıl evvelindeki tekkeler de yıkılıyor. Dolayısıyla yıkılan, yakılan, yağmalanan tekkelerden birisi de içinde bulunduğumuz Karaağaç Dergahı oluyor. Mevcut bina, orijinal bina değil. Bina geçmişte yıkılmış, yakılmış, yağmalanmış. Sonradan bir tekke havasında yapılan bina 1826’da tarumar ediliyor. Bu tekkenin trajedisini ve önemini anlamak için Fahri Maden hocamızın kitaplarına başvurabiliriz. Çünkü devletin resmi kaynaklarından bize şu bilgiyi veriyor; 1826’da İstanbul’da derviş sayısı bakımından en kalabalık ve aynı zamanda Hacı Bektaş Veli Pir Evi’nin vekilliğini de bulunduran Karaağaç Tekkesi’ndeki Bektaşiler üç farklı bölgeye gönderilmişlerdir. Tekkenin şeyhi ve Hacı Bektaş vekili İbrahim Baba ve 6 dervişi ile sürgün edilmişlerdir. Burada hizmet eden insanlar, devletin zorbalığıyla sürgün ediliyor. Kitaptan da anlıyoruz ki İbrahim Baba, çok büyük üzüntüler içerisinde geri dönmeye çalışıyor ve maalesef geri dönemiyor. Gittiği yerde de çok sevilip, saygı duyulduğu halde bir daha İstanbul’u göremeden hayatını kaybediyor. 49.378 metrekare ve 10 dönüm arazisi Sultan Beyazıt Vakfı’na terk edilmek zorunda kalmış. Bakın dergahın arazisi, insanları ve varlığını devletin resmi belgeleri ortaya koyuyor; devletin kendi vatandaşına yapmış olduğu ayrımcılığın belgesidir bu. Ve o binalar içerisinde hem insan hazinesi vardı hem de dergahın ne şamdanları ne kazanları vardı. Dolayısıyla bunların hepsi maalesef yağmalanıyor.
Bir de Hüseyin Zeki baba dönemi var. Gerçek anlamıyla bir alim insan. Bir ozan, bir yazar, babaları yetiştiren bir baba, insanları eğiten, dervişler yetiştiren büyük bir insan… Son dönem Bektaşi babalarımızdandır ve burada sırlanmıştır.”
DEPREM MOLOZLARINI TEKKE ARAZİSİNE DÖKTÜLER!
Dergahın dördüncü kez hizmete koyulmasında öncü olan isimlerden birisi ise Mustafa Çofuz. Erzurum’un Hınıs ilçesinden 1973’te İstanbul’a gelip yerleşen Çofuz, bir süre sonra kentteki Alevi Bektaşi tekkelerinin izini sürüyor. Karaağaç Tekkesi’ne dair gazetelerde gördüğü bilgiler üzerine bir takım araştırmalar yaptığını söyleyen Mustafa Çofuz, Mayıs 2003’te amacına ulaşıyor ve ilk kazı çalışmalarını başlatıyor. Çofuz, mevcut dergahın kalıntılarına ulaşma sürecini ve daha fazlasını şu sözlerle anlattı:
“Dergahın bulunduğu yerde Adanalı vatandaşlar oturuyordu. O yıllarda burası çok kötü bir haldeydi. 1996 yılında deprem konutları yapılırken moloz ve toprakları tamamen buradaki hazirelerin üstüne koymaları sebebiyle şu anda birçok mezar taşı yok. Geçmişte ortada hiçbir bina yoktu, çöplük halinde, şarapçıların geldiği bir yerdi burası. Sadece Mürabi Baba dediğimiz zatın mezar taşından sadece ufak bir kısım görünüyordu. Vakıflar Müdürlüğü’nde çalışan Necdet İşli isimli arkadaşımız buraya geldi ve açıp taşlara baktı. Sonrasında ben birçok dergaha da gittim ama maalesef ki kimse benimle ilgilenmedi. Son olarak Adil Atalay’a gittim ve durumu anlattım.
100’DEN FAZLA MEZAR TAHRİP EDİLDİ!
Burası 10 dönümlük bir Bektaşi tekkesidir. Burada 200’ün üzerinde Bektaşi mezarı vardı. Şu an bunların hiçbiri yok. Sadece 70 kadar mezarın taşları çıkartıldı, mezarlar ise toprağın altında kaldı. 6 ay boyunca buradaki kazı çalışmasının içerisinde yer aldım. Çıkan kemikleri korumaya çalıştım. Defineciler çok büyük bir zalimlikle mezarlara zarar vermişler, mezarları kırmışlardı.
Hiçbir dergahta 12 adet post yoktur ama burada 12 post vardı. Burayı anlatmak için yaklaşık 6 sene İstanbul’da yayan dolaştım. Yöneticiler sağ olsun buraya sahip çıktılar. Umarım tüm Bektaşi dergahları da ortaya çıkacaktır.”
ASIL YIKIM 1990 YILI SONRASINDA OLDU!
Tarih Yazarı Burak Çetintaş da dergah arazisi içinde yapılan tahribata ışık tuttu. Tarihi mezar taşlarının hafriyat toprağı ile birlikte moloz olarak atıldığını söyleyen Burak Çetintaş, şu bilgileri paylaştı:
“Kalan taşlar arasında yine de çok önemli bulgulara rastlıyoruz. Mesela Hakkı Baba’nın taşının bir kısmı duruyor. Hasip Babanın taşı ve tacı yine burada birlikte görülüyor. Onun hemen arkasında Mirati Babanın 1277-1861 tarihli taşı ki hem Bektaşi tarihi açısından hem de edebiyat tarihi açısından önemli bir zat. Yine birçok Bektaşi bacının, ananın taşı da burada karşımıza çıkıyor. Yaklaşık 30 kadar taş buraya intikal etmiş vaziyette. Ayak taşları ile birlikte kırıkları saydığımızda 70 kadar parça bulunuyor. Bir de 1275-1859 tarihine ait namazgah taşı bu hafriyat sahasından çıkmış.
Buranın talihsizliği sahipsiz kalması. Sütlüce çok göz önünde olan bir yer değil. Burası zamanında yangınlar geçirmiş ve terk edilmiş. Şehrin bu bölümü bir dönem isyanın dışında kalmış, yani sahipsiz kalmış. Dolayısıyla bu hadisenin dergahın başına gelmesinin sebebi buranın sahipsiz, ilgisiz kalınması. 1826’dan hemen sonra tekke her ne kadar yıkılsa da mezar taşları tahrip edilmiyor. Buradaki maalesef 1990’lı yıllarda yaşanan büyük tahribatın neticesinde böyle olmuş. Halbuki 1960’larda bu taşlar olduğu gibi yerinde duruyor.
Taşlar buraya nakledildikten sonra hemen geldik ve ilgili okumalarımızı yaptık. Bulabildiğimiz parçaları birleştirdik. Şimdi bir envanter çalışması yapmak, kitabelerin birebir okunmasını tamamlamak lazım. Ardından fotoğraflama ve kataloglama çalışmasıyla gerekli mercilere hem müracaat edilecek hem bunların dikileceği yerler belirlenecek. Ardından taşların yüzeysel temizliği yapılacak ve ziyaretçilerin görebileceği şekilde düzenlemesi tamamlanacak.”
Mevcut mezar taşlarının üzerinde ağırlıklı olarak şiirlerin yazıldığını ifade eden Çetintaş, “Bektaşiliğe atıf yapan tekkenin tarihini, atıfta bulunan önemli bilgilere bu taşlarda rastlıyoruz. Burada maalesef Hakkı Babanın taşının bir kısmı elimizde. Ne tacı yerinde ne de tarih kısmı bulunmuyor. Taştaki yazı ‘Hu’ ibaresi ile başlıyor. Muharrem ayında vefat ettiğini işaret eden bir şiirle başlıyor bu taş, gerisi maalesef eksik” diye belirtti.
KARA AĞAÇ ORMANLARI DA KESİLEREK YOK EDİLİYOR!
Burak Çetintaş, Karaağaç Tekkesine ismini veren ‘Kara Ağaç’ türüne de dikkat çekti. Kara ağacın bölgede çokça bulunan bir tür olduğunu söyleyen Çetintaş, şu bilgileri paylaştı:
“Rivayete göre Fatih döneminde Haliç’in iki yakasında yamaçlar çok dik ve toprak kaymaları olduğu için Erguvan ve Karaağaç dikilerek bu heyelanın önüne geçmeye çalışılıyor ve yüzyıllar boyunca bu ağaçlar bu yamaçlarda yaşıyor. Ne zaman ki sanayileşmenin İstanbul’a, imparatorluk topraklarına gelmesiyle birlikte Haliç’in iki yakasındaki tuğla harmanları kurulan fabrikalarda ağaç, çalışacak fırının yakılması için gerekli odunun tedariğinde bu ağaçlar maalesef ki kesilerek kullanılıyor. Çok kısa bir sürede neredeyse bu ağaçların tamamının ortadan kalktığını biliyoruz. Dolayısıyla bugünkü ‘Kara ağaç’ sadece bir isim olarak bugüne ulaşıyor. Maalesef o ormandan bugüne eser kalmamış.”
MUSEVİ MEZARLIĞINI DA YOKETMİŞLER!
Mimar Burhan Güvenkaya da Beyoğlu ilçesindeki Karaağaç Dergahı’nın yeniden ayağa kaldırılma sürecinde yer alan önemli isimlerden birisi oluyor. 1826’daki yasaklar ardından Karaağaç Tekkesi’nin 1870 yılında yeniden hayat bulduğunu söyleyen Burhan Güvenkaya ise şu bilgileri paylaştı:
“Karaağaç Dergahı’nın 1925 yılına kadar hizmet verdiğini biliyoruz. Bu süre zarfında da tekkenin en az iki kere yeniden inşa edildiğini biliyoruz. 2003 yılında Mustafa Çofuz, bana da gelerek dergahın arazisini takip ettiğini söyledi. Yaptığımız araştırmalar ve Çofuz’un uyarıları sonrasında Neyzen Tevfik Kolaylı’nın da bu dergahta Münir Babadan nasip aldığını ve buradaki kültür hazinesinin ortaya çıkarılıp korunması gerektiğini düşündük. Bir kültürel saygısızlık vardı. 500 metre yukarıdaki okul ve cami inşaatı yapılırken oradaki Musevi mezarlarının da sökülerek dergah arazisi üzerine atılmış bir takım taşları vardı. Kazılar sırasında bu taşları bulduk. Hatta ‘İbranice yazılı bu mezar taşlarının Alevi Bektaşi tekkesinde ne işi var?’ diye şaşırdık. Daha sonra öğrendik ki iki unsuru birden yok etmeye çalışmışlar.
2006 yılında dergahın tesciline ve onarılarak korunması gereken kültür varlığı olduğu kayıtlara geçti. Tam da kurul kararı çıkmışken İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2006 yılında Kiptaş eliyle bir şirket kurarak oraya satış gerçekleştirdi. Yani bir kamu malını bir şirkete sattılar. İmar planını da değiştirerek burayı özel proje alanı ilan ettiler. 2008 yılına gelindiğinde ise parsel ikiye ayrılarak bir kısmına sözde halk eğitim merkezi; bugün burası AKP il binası oldu, üste de otel arazisi planlandı ve dergah binaları bu kültür merkezinin sözde kütüphanesi olarak düşünüldü.
2009 yılında kimi engellemelere rağmen dergah binasında 16 Mart 2009’da ilk lokma yenildi. Bu tarihten sonra yapının su ve elektriği kesilerek orada toplanılmaya engel olundu. 2010 yılından sonra dergahın üzerindeki 3. parsele de Dosso Rossi Golden Horn Otel yapıldı ve dergah, bahçesinde yüzü aşkın mezarıyla beraber aşağıda AKP il binası yukarıda da çok uluslu bir otelin arasında küçük bir parsel olmak kaydıyla araya sıkıştırıldı. Dergah arazisi geçmişte 12 dönüm civarındayken bugün iki buçuk dönüme düşmüş durumda.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER:
-Yakılan, yasaklanan ve günümüzde özünden koparılan dergahlar!
-Yağma, talan ve yasaklamalar ardından Şahkulu Sultan Dergâhı!
-Geçmişten günümüze işgalin odağındaki kutsal mekan: Gözcü Baba Türbesi!
Yoruma kapalı.