PİRHA – Peri Suyu Koruma Kurulu (KAR-DEF), “Sülbüs Suyu halkındır, metalaştırılamaz, sularımızın ticarileştirilmesine hayır” başlıklı açıklama yayınladı. Açıklamada, “Sülbüs Suyu’nu kurtarmanın tek yolunun maddi kazanç için değil, doğa için kolektif mücadele olduğu unutulmamalıdır. Bu yönde mücadelemiz devam edecektir” denildi.
Peri Suyu Koruma Kurulu (KAR-DEF), Bingöl-Dersim sınır hattında bulunan Sülbüs Suyu’nun ticarileşmesine yönelik çalışmalara tepki gösterdi.
Suyun ticarileşmesine karşı olduklarını belirten kurul, “Sülbüs Suyu halkındır, metalaştırılamaz, sularımızın ticarileştirilmesine hayır. Sülbüs Suyu’nu kurtarmanın tek yolunun maddi kazanç için değil, doğa için kolektif mücadele olduğu unutulmamalıdır. Bu yönde mücadelemiz devam edecektir” açıklamasında bulundu.
Peri Suyu Koruma Kurulu’nun yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Diyalektik Şüphe!
Öncelikle bu sürecin kimler tarafından alkışlandığına ve desteklendiğine bakmak gerek.
Mesela olayın müjdesini ilk Bingöl Valisi veriyor!
Hatırlatmaya gerek yok, Valiler AKP hükümeti, ve/veya AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Parti adı önemli değil elbette, ama AKP’nin ta başlangıcından beri ne kadar sermaye yanlısı ve doğa karşıtı bir siyasi parti olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek.
“PROJE FIRAT KALKINMA AJANSI TARAFINDAN DESTEKLENİYOR”
Ajansın karar organı olan yönetim kurulu, Vali, İl Belediye Başkanı, İl Genel Meclisi Başkanı, Sanayi Odası Başkanı, Ticaret Odası Başkanı ile Kalkınma Kurulu tarafından özel kesim ve sivil toplum kuruluşlarından seçilen 3 temsilciden oluşuyor. Sadece Vali değil, Belediye İl Genel Meclisi başkanı da AKP’li. Ticaret ve Sanayi Odası gibi yapıların sermaye sınıfının çıkarlarını kollayan yapılar oldukları da su götürmez bir gerçek! Özel kesim ve sivil toplum kuruluşlarından seçilen 3 temsilcinin kim tarafından (Kalkınma Kurulu) neye ve hangi kriterlere göre seçildiğini başka deneyimlerimizden zaten biliyoruz. Bu kompozisyonda bizi şaşırtabilecek tek kişi CHP’li Bingöl/Yayladere İlçe Belediye Başkanı olabilir ki oylama ile karar alan bu kompozisyonda o da zaten etkisiz bir eleman. Durum bu kadar görünür olunca, Sülbüs suyunun ticarileştirilmesinde kimlerin menfaatleri olduğu da anlaşılıyor. Bu menfaat ise Sülbüs suyu üzerinden kar elde etmek. Peki bu menfaatin halka ve doğaya maliyeti ne? Yukarıda verdiğimiz Hindistan örneği gibi Sülbüs suyunun da kuruması, halkın temel yaşam kaynağından, doğanın ise kendi çevrimini sağlayan su kaynağından edilmesi.
Durum böyle olduğu halde egemenler ve muhalifler aynı hedefte ortaklaştığında kafalar karışıveriyor! İşsizlik can yakınca, insanlar sadece kendilerinin sömürülecek olmasını değil doğanın talan edilmesini de umursamayabiliyor. ‘Tari dağı zirvesinde boş akan bir kaynak suyunun yüzde 25’ni doğada bırakma koşuluyla diğer kısmını değerlendirmek’ bazı yöre insanlarımızın bu süreci desteklemesinin nedeni olabiliyor!
İşte bu nedenle diyalektik düşünmemiz gerekiyor! Özellikle Sülbüs’ten maddi beklentisi olmayan yerel halk, kendisinin ve doğasının bu süreçten nasıl etkileneceğini önceden bilmesi gerekiyor ki bu da bölgede çalışma yapan siyasi yapıların görevi.
Kapitalizme ve şirketlere duyulan bu sınırsız güvenin nedenini anlamak gerçekten zor! Şirket başlangıçta elbette yerel halkı ürkütmeyecek istatistikler verecektir. Ama daha önemlisi, bir doğa varlığının, burada Sülbüs Suyu’nun neye, ne kadar ihtiyacı olduğuna karar verme yetkisini bize kim veriyor? Derenin suyunun yüzde 75’ini gasp edip, yüzde 25’ini bırakmayı doğaya yapılan bir lütufmuş gibi görmek hangi bilgiye, hangi yetkiye dayanıyor? Ayrıca, dereye bırakılan yüzde 25 oranındaki suya yeni yatırımcıların girmeyeceğinin güvencesini kim veriyor? Bunları bugünden öngörmek hiç zor değil.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Kar-Def tarafından yapılan Karakoçan’da ve Peri Vadisi’nde katılımcı, demokratik, ekolojik bir yerel yönetim için çağrı (Kar-Def, 2019) öngörüde bulunmak için yeterince ipucu barındırıyor:
‘Erzurum’dan doğup ve Keban Barajı’na dökülen Peri Suyu ana kolu üzerinde; 1: Tatar Barajı (Hes), 2: Seyrantepe Barajı (Hes), 3: Pembelik Barajı (Hes), 4: Özlüce Barajı (Hes), 5: Yedisu Regülatörü (Hes), 6: Kiğı Barajı (Hes), 7: Duru Regülatör (Hes), 8: Karataş Regülatörü (Hes), 9: Kazan Barajı (Hes) projelerinden altısı maalesef tamamlanarak çalışmaya başladı.’
Ayrıca, dereye yüzde 25 su bırakma şartıyla projenin desteklenmesi, suyun dörtte üçünü tamamen yok etmiş oluyor. Değerlendirme fiili bir şeye değer katma, kullanılamaz durumdaki bir şeyi kullanılabilir hale getirme anlamına gelir. Sülbüs’te yüzyıllardır akan su bugün alınarak şişelerle Türkiye’nin dört bir yanında satılmak isteniyor, bunun Sülbüs ırmağına değer katacağını söylemek mümkün olabilir mi? Ya da Sülbüs’ü susuz bırakmak derenin değerlendirildiği anlamına gelebilir mi?
Doğru, Türkiye’nin her yerinde suyu parayla satın alıyoruz. Ama bu bizlerin seçimi değil. Aslında ekmeği de parayla alıyoruz ve bu da bizim tercihimiz değil. Bunlar kapitalist toplumsal yaşam biçiminin bizlere, emekçi ve yoksul halka dayattığı, bizim de boyun eğmek zorunda bırakıldığımız uygulamalardır. Bir gün, Çin’de yapıldığı gibi soluduğumuz havayı da balonlara doldurup satmaya başladıklarında aynı cümleleri kurabilecek miyiz?”
“SU HAYATTIR, SATILAMAZ”
•Kanalizasyon, drenaj, otopark, içme suyu altyapıları, arıtma tesisleri gibi gerekli altyapılar talep edemez mi? Bu yapılar istihdam yaratmaz mı?
• Atıkların yerinde ayrıştırılması, toplanması, geri dönüştürülmesini talep edemez mi? Bu işler istihdam gerektirmez mi?
• Ulaşım sorunu olan köylere projeler yapılmasını isteyemez mi? Bu, istihdam gerektirmez mi?
• Gençlik merkezleri, kreşler ve ekolojik çocuk parkları yapılmasını isteyemez mi? Bu işler istihdam gerektirmez mi?
• Kadınların bakmakla sorumlu tutulduğu çocuk, hasta ve yaşlı bakımının ve ev işlerinin toplumsallaştırılması için her mahallede kreş, bakım evleri, çamaşırhaneler ve yemekhaneler açılmalıdır diyemez mi? Tüm bu yapılar için işçi alımı gerekmez mi?
Kar-Def tarafından yapılan Karakoçan’da ve Peri Vadisinde katılımcı, demokratik, ekolojik bir yerel yönetim için Çağrı (Kar-Def, 2019) dan aktarılan bu örnekler arttırılabilir kuşkusuz.
Bu su adı Munzur olur veya başka bir marka, hiç fark etmez. Su sadece pet şişelerle, tankerlerle, borular ve kanallarla taşınabilen bir sıvı değildir. O, insanlar da dahil olmak üzere tüm canlıların bedenlerinde, yeryüzünde, yerin altında ve atmosferde sürekli hareket halinde, maddenin bir halinden diğerine geçen ve tek bir tanımı olamayacak kadar büyük anlam zenginliğine sahip bir varlıktır. Bu nedenle su yönetimi belirli zümrelerin işi değil, tüm insanlığın ve canlılığın meselesidir. Bizim mücadelemiz suyu hapsedip devletlerin veya şirketlerin mülkü haline getirmek yerine, onu tüm canlıların yaşam kaynağı ve hakkı haline getirmek için yapılan bir mücadeledir.
Son olarak, Sülbüs Suyu’nu kurtarmanın tek yolunun maddi kazanç için değil, doğa için kolektif mücadele olduğu unutulmamalıdır. Bu yönde mücadelemiz devam edecektir.
-Su Hayattır Satılamaz!
-Sülbüs Suyu Halkındır, Metalaştırılamaz!
-Sularımızın Ticarileştirilmesine Hayır!”
PİRHA/DERSİM
Yoruma kapalı.