Alevi Haber Ajansi

‘İnsanlar örgütlü olmadığı için çocuklarını otoriter, gerici, ırkçı rejimlere teslim ediyor’- VİDEO

PİRHA- Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, eğitimde yaşanan sorunları değerlendirdi. Irmak, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin, bugünün Türkiye’sinin ve dünyasının eğitim ihtiyacını karşılayabilecek bir model olmadığına dikkat çekti. Irmak, sadece müfredat sorunu değil eğitime ulaşamama sorunu da olduğunu söyledi. Alevi çocukların din dersinde yaşadığı zoruluğu da dile getiren Irmak, “Alevi aileler çocuklarının zorunlu din dersini almasını istemiyorlarsa toplu bir şekilde dilekçe verip, çocuklarının bu zorunlu din eğitiminden azade kılınmasını istemesi gerekiyor” dedi. 

Ajansımız PİRHA‘da yeni bir dosya haber dizisi başlatıyoruz. “Türkiye eğitim sistemi nasıl dincileşti?”, “Laik, bilimsel, parasız, ana dilinde eğitim için ne yapılmalı?” sorularına yanıt arayacağız.

Türkiye’de eğitim-öğretim hiçbir zaman tam anlamıyla laik, demokratik, bilimsel olmadı. 12 Eylül ile birlikte zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi adı altında Sünni din eğitimi, bu dersi almak istemeyen ve özellikle de Alevi çocuklar için bir zulüm haline dönüştü.

Neredeyse yüz yıldır devam eden tekçi eğitim sistemi 22 yıllık AKP iktidarı döneminde daha da ırkçı, dinci bir kimliğe büründü.
AKP önce 2012-2013 öğretim yılında 4+4+4 diye tanımlanan, laik eğitim sistemini dinci eğitime dönüştüren yasa çıkardı. O dönem AKP güdümündeki Anayasa Mahkemesi de bu yasaya onay verdi.
Öğretim Birliği Yasası’yla kurulan imam hatip okulları eğitim-öğretimin temeli durumuna getirildi. Diğer meslek okullarının orta kısmı bulunmazken, imam hatip ortaokulu açma olanağı yaratıldı.

İmam okulları dışındaki diğer okulların eğitim-öğretim programlarına Kuran-ı Kerim, Peygamberin Hayatı, din bilgisi dersleri eklenerek tüm okulların kısmen de olsa imam hatipleştirilmesi sağlandı. Okullardan felsefe dersleri kaldırıldı.
İlk ve orta öğretim kesintili 12 yıla çıkarıldı. Kız çocukların 14 yaşından itibaren okullardan uzaklaşmasına neden oldu.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi kapsamında Diyanet’le, tarikatlar ve dini vakıflarla işbirliği yapıldı. Okullara imamlar atandı. Çocuklar ders saatlerinde camilere götürülüyor.

ÇEDES ile dincileşme yetmiyormuş gibi Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adıyla yeni müfredat hazırlandı. 9 Eylül 2024’ten itibaren okul öncesi, ilkokul 1, ortaokul 5 ve lise 9. sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanıyor. Yeni müfredatla dini derslerin saatleri arttırıldı. Okullarda dinciliğin önünü açan bu müfredat hem eğitim eğitimcilerin, hem velilerin tepkisini çekti.

Başka bir sorun ise hükümetin tasarruf tedbirleri gerekçesiyle okullarda temizlik personeli çalıştırmaması. Bu nedenle okullarda hijyen problemi ortaya çıktı, hem öğrenciler hem de öğretmenler çeşitli hastalıklarla karşı karşıya.

Laik, demokratik, bilimsel eğitimden hızla uzaklaşılmasını, tekçi, dinci eğitim sisteminin topluma dayatılmasını, eğitimde yaşanan diğer sorunları eğitimciler PİRHA’ya değerlendiriyor.

Dosyamızın ilk konuğu Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak. 

“YENİ MÜFREDAT, BUGÜNÜN TÜRKİYESİNİN VE DÜNYASININ EĞİTİM İHTİYACINI KARŞILAYACAK BİR MODEL DEĞİL”

PİRHA- AKP hükümeti, “Türkiye’nin Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla hazırladığı müfredatla ile eğitim sistemini yeni bir aşamaya geçirmek istiyor. Bu “yeni” olanda neler var, eskisinden farkı nedir?

KEMAL IRMAK: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli yeni bir model olarak sunuldu. Yeni olmasının sebebi bir önceki modelin Türkiye’deki eğitim sistemine cevap vermediği, yaklaşımıyla ama bunlar bir gerekçe olarak öncesinden sunulmadı topluma. Bir öğrenim programı yapılırken teknik olarak gerekçeleri ortaya konur. Analiz, ihtiyaç analizi yapılır. Ama bunlar yapılmadan bir kurguyla bir Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli diye bir model, bir müfredat önümüze hızlı bir şekilde geldi. Henüz modelin önceki modele göre neyi yeni olarak, neyi yenilikçi olarak toplumun ve eğitimin gündemine sokulduğu belli değil ama biz bu modelin üzerinde yaptığımız çalışmalarda, analiz çalışmalarında gördük aslında ismi yeni olmakla beraber hiç de yeni olmayan, eski bir eğitim yaklaşımını, çok eski bir eğitim modelini Türkiye’nin önüne koymuş oldular. Neden eski? Değerler eğitimi üzerine biliyorsunuz biçimlendi. Değer, erdem, eylem şekliyle, bu üç saç ayağı üzerine Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli konuldu. Değerler eğitimi aslında bir medrese eğitimi, değerler eğitimi aslında bir kilise eğitimi ve bunlar çok öncede bırakıldı. Değerlerin öğrenilmesi toplumla beraber, aileyle birlikte yapılabilir. Önceden daha çok ahlak üzerine bir eğitim yaklaşımı vardı. Çünkü toplum henüz bilim ve bilimsel alanda belli bir gelişmişlik sağlamamıştı. Ama daha sonra bilimin gelişmesi, bilimin yol almasıyla birlikte eğitim modelinde daha çocukların bilimi keşfetmek, kendini keşfetmek, kendi becerilerini ve yeteneklerini ortaya koymak ve bu şekilde insanlığa nasıl faydalı olunabileceği şeklinde bir bilimsel eğitim yaklaşımına yöneldi. Ama Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli maalesef bunu tekrar arka plana çekti. Sürdürülebilir mi? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bugünden birçok aksaklığın olduğu ortaya çıktı. Neden sürdürülüp sürdürülemeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çünkü bununla ilgili bir pilot çalışma yapılmadı. Bir bölgesel, yerel ya da genel bir pilot çalışma yapılmadı. Oysa bu tür büyük müfredat değişikliklerinde bir pilot çalışma yapılır. Pilot çalışmada bu modelin olup olmayacağını, aksaklıkların ne olduğunu gördükten sonra, onları gözlemledikten sonra yeni bir müfredat programına geçilir. Bir eğitim modeli ne olursa olsun, eğitimin niteliği bilimsel dayanaklar üzerine oturmadığı sürece gelişkin bir model olmuyor. Diğer taraftan bir eğitim modelinin gerçek anlamda öğrencilerin ve velilerin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için eğitim alanına ciddi bir yatırımın yapılması lazım. Bugün maalesef o tür yatırımlardan da yoksun bir şekilde bu Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli başladı. Şuna inanıyorum; bugüne kadar birçok model değiştirdi AKP iktidarı. Buna da pilot uygulama yapmadan değişiklik yaptı. En kısa zamanda bu modelin de çöküp, yeni bir model arayışı içine gireceklerinden eminim. Eminim diyorum çünkü bu şekliyle bir yüzyıl öncesinin eğitim yaklaşımı, bugünün Türkiye’sinin ve dünyasının eğitim ihtiyacını karşılayabilecek bir model değil.

“DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİNİ 2 SAATTEN 4 SAATE ÇIKARDILAR, MATEMATİK 5 SAAT”

-Bir bütün olarak eğitimdeki bilim dışı ve laiklik karşıtı uygulamalar özellikle dini bir çerçeveye oturtuluyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Aslında 4+4+4 süreciyle eğitimi dinselleştirme süreci başladı. Tabii öncesinden elbette 12 Eylül, 12 Eylül’ün getirdiği herkese zorunlu din derslerini zorunlu kılmak, ardından da AKP iktidarı bunu daha da derinleştirerek devam etti. 2012’de geçilen 4+4+4 modeliyle beraber imam hatip bölümleri, ortaokul bölümleri açıldı. İmam hatipler teşvik edildi, sayıları arttırıldı. Bunlar yapılırken Türkiye’deki Anadolu Liselerinden vazgeçildi. Proje okullarını giderek azalttılar. Okullar düzleminde ciddi bir değişiklik yaptılar ama okullar düzleminde yapılan değişiklik elbette yeterli olmadı. Müfredatta ve programda bir değişiklik yaptılar. Birçok proje yapıldı, dini projeler yapıldı. ÇEDES projesi gibi. ÇEDES projesinin, protokolünün bir parçası Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığıyla beraber okullara vaizler, imamlar girmeye başladı. Hatta bugünlerde gündemde, kendi sınıfından çocukları imama göndermeyen öğretmenlere soruşturmalar açıldı. Bütün bu uygulamalar AKP iktidarının bir tercihi. Oysa Türkiye’de ve dünyanın her yerinde laik, bilimsel, seküler bir eğitim yaklaşımı herkes için olumlu ve doğru olan bir yaklaşım. Çünkü bilimsel ve eleştirel eğitimin olmadığı yerde, eleştirel aklın olmadığı yerde dogmalarla hareket etmek, dogmalarla dünyayı tariflemeye çalışmak, kutsallık üzerinden dünyada olup bitenleri tanımlamak problemli bir şey. Evrimi ortadan kaldırdılar. Diğer taraftan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini o kadar kalın hale getirmişler, sayılarını arttırmışlar ki! Bakın ortaokullarda önceden 2 saat Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi vardı, şimdi 4 saate çıkardılar. 5 saat matematik var.

“BİLİMSEL EĞİTİM ÇOK ÖNEMLİ; HERKESİN ANA DİLİNDE EĞİTİM ALMA HAKKI VAR”

-Laik, bilimsel, ana dilinde eğitim istemek neden önemli?

Bugün bilim insanları; dünyada olup biten, ortaya konulan her türlü bilimsel ve teknolojik gelişimin, keşiflerin ilhamını nereden almıştır? Kutsaldan mı almıştır? Kuran’dan mı almıştır? İncil’den mi almıştır? Hayır bilimsel çalışmalarla, bilim ışığında yapmıştır. O yüzden bilim ve bilimsel eğitim çok önemli. Dünyayı doğru anlamak, doğru yorumlamak ve dünyadaki diğer ülkelerle yarışabilmek için. Diğer taraftan herkesin ana dilinde eğitim alma hakkı var. Bu bir haktır, bu bir hak olmaktan öteye çocuğun dünyayı daha iyi yorumlaması, okuduklarını doğru anlayabilmesi, anladıklarını paylaşabilmesi açısından da önemli bir veri. Biz 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü’nde ana dil ile ilgili bir video hazırladık. Bu videodaki tüm görüş ve oradaki ifadeleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrenim programından aldık. Onlar da vurguluyorlar ana dilinde eğitimin önemini, ana dilinde eğitimin çocuklar üzerindeki olumlu gelişimini ama ana dilinde eğitim Türkiye’de sadece bir yapı varmış gibi, bir tek etnik yapı varmış gibi, sadece onun ana dilinde eğitiminin istendiğini anlıyorlar. Bu topraklarda Kürtler de, Araplar da, Türkler de, herkes kendi ana dilinde eğitim alma hakkına sahiptir, olması gerekir, olması gereken de budur.

“SADECE MÜFREDAT SORUNU YOK, EĞİTİME ULAŞAMAMA SORUNU DA VAR”

-Eğitim sistemi okullaşmadan, öğretmen açığına, çocukların temiz su içememesinden, milyonlarca çocuğun yatağa aç girmesine kadar birçok sorunla karşı karşıya. Bu sorunlar yeterince gündeme getirilebiliyor mu? Getirilemiyorsa neden? Bu sorunlar nasıl gündeme oturtulabilir?

Aslında Türkiye’deki eğitim sorunları çok fazla dillendiriliyor, dile getiriliyor. Türkiye’deki birçok basın kuruluşu da bu sorunların dillendirilmesinde ciddi bir görev üstleniyor, görevlerini yerine getiriyorlar. Ama sorun bu değil, bir sorunu dillendirmek değil. Sorunu sağır sultana söylüyorsanız, o sorunu duymamaya çalışıyor. Belli bir kesim hiç duymuyor. Türkiye’deki eğitim sorunları; eğitim bileşenleriyle birlikte, pedagoglarla, eğitim sendikalarıyla ortaklaşılarak, bu işin mutfağında çalışan öğretmenlerle, akademisyenlerle bir eğitim programı ortaya konulsa çok büyük bir sorun giderilmiş olur. En azından müfredat olarak giderilmiş olur. Ama diğer tarafdan eğitimin sorunu sadece bir müfredat ve kitaplar ve kitaplardaki içerik sorunu değil. Eğitimin sorunu, aynı zamanda birçok sebepten dolayı eğitime ulaşamama sorunu. Yani bu bölgesel farklılıklar, sınıfsal farklılıklar, iller arası farklılıklar, aile yapıları arasındaki farklılıklar bütün bunları gözeten bir eğitim yaklaşımı da yok Türkiye’de.

“KAMUSAL EĞİTİMDEN VAZGEÇİLİYOR”

Diğer taraftan kamusal eğitimden vazgeçiliyor her geçen gün. En çok çocukları vuran, yoksul halk çocuklarını vuran, onların eğitim hakkını ya tamamen ortadan kaldıran ya da eğitim haklarını yarıda bırakmalarına sebep olan mesele kamusal eğitimden vazgeçilmesidir.

Ne demek kamusal eğitim? Kamusal eğitim; bir çocuğun okula başladığında, 12 yıl boyunca -madem zorunlu eğitim 12 yıl ve madem Anayasa’nın 41. Maddesi’nde bu 12 yıl zorunludur ve parasızdır diyor- bütün çocukların eğitime ulaşmasındaki eksikliklerini karşılayan bir yaklaşım olması lazım. Kamusal eğitim; onların ulaşım, okulda yemek yeme, kitaplarının verilmesi, gerekirse yoksul ailelere kırtasiye yardımının yapılması, taşıma hakkının tamamen kamusal bir şekilde yapılması, okullara erişiminin sağlanması, gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması, güvenlikçi alınması, okul duvarlarının ona göre biçimlendirilmesi gibi aslında birçok şey içeriyor. Bu sadece Milli Eğitim için değil, yükseköğrenim için de böyle. Hem yükseköğrenimde hem ilköğrenimde çocuklar birçok farklı yurtlara gidiyorlar. Şimdi bir tarikat, bir cemaat bu çocuklara ucuz barınma sağlayabiliyor da devlet niye sağlayamıyor? Bu yüzden çocuklar bu tarikat yurtlarına gidiyorlar. Orada da birçok sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Ya o tarikatın kendi dini ritüellerine uymak koşuluyla orada kalıyorlar ya da Aladağ’da olduğu gibi, Karaman’da olduğu gibi bu çocuklar ya yanıyor ya da istismara uğruyorlar. Bu çocukların; hem ilköğretimde hem yükseköğrenimde barınma ve beslenmelerini devlet sağlamak zorunda.

“EĞİTİM ALANINDA İLK SIRALARDA OLAN ÜLKELERİN TAMAMI KAMUSAL EĞİTİM YAPIYOR”

Dünyanın eğitim alanında ilk sıralarda olan ülkelerin neredeyse tamamı kamusal eğitim yapıyor ve bu ülkelerin neredeyse tamamına yakında asla ve kata özel okul yok. Eğitimi kamusal olmaktan çıkarınca, eğitimin niteliğini bozunca, eğitimin bilimsel olmasından uzaklaşınca veliler kendi paralarıyla gidiyorlar, eğitim alıyorlar. Bilimsel eğitim alıyorlar, kamusal eğitim alıyorlar. Bunların hepsinin devletin görevi olması lazım. Bunun da tek koşulu var; devletin milli eğitime ve yatırımlara çok ciddi bir şekilde bütçe ayırması.

“BÜTÇENİN EĞİTİME YARTIRIMI YÜZDE 17’DEN YÜZDE 8-9’A DÜŞMÜŞ”

Bütçenin yatırımlara payı yüzde 17’den yüzde 8-9’a düşmüş, yarı yarıya düşmüş. Yatırım yapılmıyor eğitim alanında. Bina yapmak demek değildir yatırım yapmak. Yatırım çocukların her türlü eğitime erişiminde engel ne varsa onları sağlamak. Mesela işçi çocuklar var. Tarım işçisi olan insanların çocukları var. Günlerce, aylarca gidiyorlar birlikte çalışıyorlar ve o çocuklar eğitime ulaşamıyor. Bir kamusal eğitim yapan ve yeterince bütçe ayrılan bir eğitimde, o çocukların çalıştığı yerlere mutlaka mobil okulların kurulması gerekiyor. Geçici olarak o hizmetlerin verilmesi ve ona göre hem öğretmen istihdamı hem geçici mobil olarak kurulacak, bugün deprem kentlerinde olduğu gibi konteyner okullar kurulup, kaldırılması ve o görevin yerine getirilmesi lazım.

“ALEVİ AİLELER ÇOCUKLARININ DİN DERSİ ALMAMASI İÇİN TOPLUCA DİLEKÇE VERMELERİ GEREKİYOR”

-Alevi çocukların zorunlu din derslerine zorunlu katılımı bu yıl da devam ediyor? Danıştay’ın, AİHM’nin Alevi çocukların din derslerinden muaf tutulması için verdiği kararlar var. Ancak iktidar mahkeme kararlarını uygulamıyor. Bu kararların uygulanması nasıl sağlanabilir?

Alevi çocuklar, zorunlu din derslerine tabi tutuluyor. Zorunlu din dersi; bütün inançları, bir kültürel yaklaşım içerisinde anlatan bir ders olsa elbette bundan kimse etkilenmez. Çocuklar dünyadaki inançları, beraberinde kendi inançlarını öğrenirler ama Türkiye’de Alevi çocuklara, diğer bütün çocuklara zorunlu kılınan din dersi; Hanifi, Sünni mezhebinin inançlarını, inanç ritüellerini anlatan, onu bütün çocukları kavratmaya çalışan ve onlar üzerinde bu inancı hakim kılmaya çalışan bir yaklaşım. O yüzden bu kabul edilemez. Zorunlu din derslerinin kaldırılması için mücadele ediyoruz. Bizim mücadelemiz yetmiyor ama bu konuda verilmiş hukuki kararlar var. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlar verdi fakat AKP iktidarı bunların hiçbirini uygulamıyor. Uygulaması için ne yapılması lazım? Alevi aileler çocuklarının zorunlu din dersini almasını istemiyorlarsa hepsinin toplu bir şekilde dilekçe verip, çocuklarının bu zorunlu din eğitiminden azade kılınmasını istemesi gerekiyor. Yoksa bugünkü Hanefi, Sünni mezhebinin yaklaşımını, anlayışını çocuklara dayatan bir eğitim anlayışı ve eğitim yaklaşımıyla bu işin olabilme imkanı ve ihtimali yok.

“TOPLUM SORUNLARI DERİNLEMESİNE ANALİZ EDEMİYOR”

-Zorunlu din derslerinin kaldırılmasından ana dilinde eğitimin verilmesine, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesinden öğretmenlerin atanmasına kadar yaşanan sorunlara karşı toplumsal muhalefetin (Alevi kurumları, eğitim sendikaları, siyasi partiler vb.) yeterli tepkiyi ve farkındalığı ortaya koyamamasını neye bağlıyorsunuz?

Bir, sorunları derinlemesine analiz edemiyor toplum, böyle bir şeyden yoksun.
İki, devletin ve devletin kurumlarının çocuklara yanlış yapmayacağını düşünüyor halk. Yanlış yaptığını düşündüğü yerde de maalesef örgütlü bir şekilde buna tutum alamıyor. Bu 12 Eylül’ün getirdiği bir durum aslında. Ben hep söylüyorum; bugün ülkede yaşanan insanların korkusu, kaygısı, örgütlü bir hale gelememesi 12 Eylül’de atılan tohumlar. Ondan sonra gelen iktidarların da aynı şekilde insanların haklarını arama noktasına geldiğinde despotik, faşizan tutum ve uygulamalarda bulunması. İnsanlar da bunu göze alamıyor aslında. Bu göze alamama meselesinden kaynaklı, bu otoriter, islamcı, gerici, ırkçı rejimlere çocuklarını teslim ediyorlar. Olması gereken bu değil, elbette olması gereken demokratik bir devlette, demokratik yaklaşımlar içerisinde bütün eğitim programı da yapılırken, bileşenlerle birlikte yapmak, uygulamak ve eğitim sorunlarını, eğitimin bileşenleriyle birlikte çözmek, itiraz gelen yerlere kulak vermek, neden itiraz geldiğini anlamaya çalışmak. Ama tek tipçi olunca, gerici, ırkçı bir eğitim yaklaşımı içinde olunca bunları da buna göre dizayn ediyorlar.

“MUHALEFET PARTİLERİ DE GÜÇLÜ SES VERMELİ”

Buna karşı aslında halkın ve aslında daha çok halkın da değil de ana muhalefet partilerinin daha güçlü bir ses vermesi gerekiyor. Bu konuda halkı da motive etmesi gerekiyor. Muhalefet partilerinde de bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de siyaset sadece seçimler üzerinden ve sadece parlamentoda yapılır gibi bir algı var. Hayır, sadece seçimle muhalefet yapılmaz, sokakta da muhalefet yapılır, sokakta da itirazda bulunulur. Bunlar da demokratik bir hakkın kullanımıdır, demokratik ülkelerde bunlar hukuksal güvence altına alınmıştır ama bizde öyle değil. İnsanlarda ciddi bir korku ve kaygı yaratılmış. İnsanlar bence yeterince bundan dolayı muhalefetini güçlendiremiyor.

Buse Nehir DEMİR/PİRHA

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak