PİRHA-İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi, İç Anadolu Bölgesi Hapishaneleri 3 Aylık Hak İhlalleri Raporu’nu paylaştı. Cezaevlerinde ölümlerin sürdüğüne dikkat çekilen raporda, sağlık hakkının engellendiği, işkence ve kötü muamelenin gün geçtikçe arttığı, baskı ve iletişim yasaklarının devam ettiğine vurgu yapıldı.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şube Hapishaneler Komisyonu, İç Anadolu Bölgesi cezaevlerine dair hazırladığı 3 aylık hak ihlalleri raporunu açıkladı.
İHD Ankara Şube binasında yapılan açıklamayı Nuray Çevirmen okudu. Çevirmen, İHD’nin belirlemelerine göre, 2020 yılı Ekim-Kasım-Aralık aylarında çeşitli cezaevlerinde 9 mahpusun yaşamını yitirdiğine dikkat çekti.
Çevirmen, İHD’nin verilerine göre, hapishanelerde 604’ü ağır olmak üzere en az 1.605 hasta mahpus bulunduğunu dile getirdi. Çevirmen ayrıca, İç Anadolu Bölge Hapishanelerinde ise 46’sı kadın olmak üzere en az 284 hasta mahpusun olduğunu söyleyerek bunların 98’inin ağır hasta olduğuna işaret etti.
“HASTANE SEVKLERİ YA GEÇ YA DA HİÇ YAPILMAMAKTA”
Sağlık hakkına erişimde tespit edilen hususlar da raporda vurgu yapılan bir diğer başlık oldu.
Tutukluların aşırı kalabalık koğuşlarda tutulduğunu belirten Çevirmen, şunları dile getirdi:
İHD Ankara Şubesi Hapishaneler Komisyonu’na gelen başvurular, avukatların hapishanelere yaptıkları ziyaretler, mahpusların tarafımıza yolladığı mektuplar ve mahpus-aile görüşmelerinin tarafımıza aktarılması ile derlenen bilgiler sonucunda hazırlanmıştır.
Ekim-Kasım-Aralık aylarında İç Anadolu Bölge Hapishaneleri için 67 kişi, diğer cezaevleri için 48 kişi olmak üzere toplam 115 kişi İHD Ankara Şubesi’ne başvuru yapmıştır. Komisyonumuza yapılan başvurular ile ilgili olarak hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için ilgili kamu kurumlarına gerekli yazılar yazılmıştır.
İHD’nin belirlemelerine göre, 2020 yılı Ekim-Kasım-Aralık aylarında çeşitli cezaevlerinde 9 mahpus yaşamını yitirdi.
Adalet Bakanlığı tarafından 08 Kasım 2020’de Korona başlıklı ikinci açıklama yapılmıştır. Açıklamada “368 Ceza İnfaz Kurumumuzdan 117’sinde pozitif vaka görüldüğü, Kovid-19 testi pozitif çıkan 120 hükümlü/tutuklunun sağlık kurumlarındaki tedavileri devam ettiği, testi pozitif çıkan tüm hükümlü/tutukluların genel sağlık durumları iyi olduğunu, Korona virüs salgınından etkilenen hükümlü/tutukluların yakınlarına, sağlık durumları ile bilgilendirmenin Sağlık Bakanlığı ve cezaevi yönetimleri tarafından düzenli olarak yapıldığı, yine Başsavcılıklardan alınan bilgilere göre; 14 Mart 2020 tarihinden bu yana 3 Nisan, 4 Nisan, 8 Nisan, 15 Nisan, 15 Mayıs, 21 Mayıs, 28 Temmuz, 12 Ağustos, 21 Ağustos ve 24 Ekim’de hayatlarını kaybeden 10 hükümlünün kronik rahatsızlıkları (diyabet, hipertansiyon, tüberküloz, KOAH, astım) nedeniyle salgın öncesinde veya salgın sırasında hastanelerde tedavi edildikleri, 12 Eylül ve 2 Ekim’de vefat eden 2 hükümlünün ise Kovid-19 virüsüne bağlı olarak bağışıklık sistemlerinde gelişen komplikasyonlar sebebi ile vefat ettiğinin tespit edildiği, bu süreçte hayatını kaybeden tutuklu ve hükümlülerin tamamında bir hastane geçmişi olduğu veya kronik hastalıklardan tedavi süreçlerinin bulunduğunun görüldüğü” ifade edilmiştir1. Ancak cezaevlerinde pandeminin yaygınlaştığı, etkisinin alt hastalıkları olanlar üzerinde ölümcül olduğu ve hapishanelerde binlerce hasta mahpusun olduğu düşünüldüğünde ve geçen süre zarfında bilgi çok az bilgi paylaşmaması nedeniyle mevcut durumun açıklığı konusunda ciddi kaygılar oluşmaktadır.
Ayrıca Adli Tıp Kurumu tarafından “Cezaevinde Kalabilir” raporu verilen mahpusların da yaşam hakları ihlal edilmektedir. Bu konuya dair, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer tarafından “ceza ertelemesi için tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanelerinden aldıkları ağır hastalık raporları Adli Tıp Kurumu tarafından onaylanmayan tutuklu ve hükümlülerle ilgili sayısal verilerin açıklanması” istemiyle Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a yazılı soru önergesi verilmiştir. CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in önergesine Adalet Bakanı Abdülhamit Gül yanıt verdi. Bakan Gül, 2013 yılından bu yana Adli Tıp Kurumu tarafından “ceza infaz kurumlarında kalabilir” raporu verilen işlem sayısının 1330 olduğunu açıkladı.
“SON 3 AYDA EN AZ 24 MAHPUS AĞIR İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE MARUZ KALMIŞTIR”
İHD’nin belirlemelerine göre, 2020 yılı Ekim-Kasım-Aralık aylarında İç Anadolu bölgesindeki hapishanelerde en az 24 mahpus işkence ve/veya kötü muameleye maruz kalmıştır. Ancak, Adalet Bakanlığı’nın bu konudaki verileri paylaşmaması, hapishanelerle haberleşmenin sürekli olarak engellenmesi, haberleşmenin sıkı bir biçimde denetlenmesi, özellikle taşra hapishanelerinden haber alma konusunda yaşanan güçlükler, adli mahpusların yaşadıklarını basına, yetkili makamlara ve insan hakları örgütlerine (çoğunlukla) iletmemesi nedeniyle işkence ve kötü muameleye maruz kalan mahpus sayısının belirtilen sayının çok üzerinde olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Hapishanelerde yaşanan işkence ve kötü muamelenin aşağıda dökümü yapılmıştır. Hapishanelerde uygulanan işkencenin ve mahpuslara yönelik kötü muamelenin temelinde cezaevi görevlilerine yönelik cezasızlık politikası yatmaktadır. Cezaevi görevlilerinin soruşturulma, yargılanma kaygısı olmadan hareket etmeleri ve mahpuslar tarafından Adalet Bakanlığı’na yapılan başvuruların sonuçsuz kalması benzeri olayların sıklıkla ve artarak görülmesine sebebiyet vermektedir.
Sonuç ve öneriler üzerine İHD Ankara Şube YK üyesi Sevinç Turgut yaptığı açıklamada, şunları kaydetti:
1) Ulusal ve uluslararası insan hakları hukukunda; mahpusların hakları ile ilgili oldukça gelişmiş standartlar olmasına karşın mahpuslar ilgili hakları ve düzenlemeleri doğrudan kullanamamakta, tutuldukları yerlerde bulunan yetkililer aracılığı ile ancak kullanabilmektedir. Yetkililer, hapishane müdürleri, kaynağını uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve Anayasa’dan alan yasal düzenlemelere aykırı işlemler ve uygulamalar yapmaktadır. Bu durum mahpuslarda, ailelerinde, avukatlarında ve insan hakları örgütlerinde hapishane sistemine ilişkin ciddi güvensizlikler oluşturmaktadır. Bir bütün olarak bu saptamalar, hapis cezalarının infazında özgürlüğünden yoksun bırakılmanın kendi başına yeterli bir ceza olduğu gerçeğinin göz ardı edildiği ve gerek hapishanenin fiziksel koşulları ve gerekse uygulanan rejimin, çekilmekte olan cezanın şiddetini daha da arttırdığını göstermektedir. Mahpusluğun bu “ağırlaştırılmış” koşullarını etkin biçimde denetleyecek bir mekanizma bulunmamaktadır. Mahpusun avukat görüşü, arkadaş görüşü ve aile görüşlerinden mahrum bırakılması, yine dışarıyla iletişim bağı olan telefon, faks ve mektup hakkının engellenmesi gibi uygulamalar insanlık onuruna aykırı uygulamalardır. Mahpusun işkence ve onur kırıcı ceza işlemlerine maruz bırakılması demektir.
2) BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 10. maddesinde açık bir şekilde “Özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişiler insani muamele ve insanın doğuştan kazandığı insan onuruna saygılı davranış görme hakkına sahiptir” denilmektedir. Yine BM Mahpusların Islahı İçin Temel Prensiplerin 1. maddesinde; “Bütün mahpuslara doğuştan sahip oldukları insanlık onurunun ve değerin gerektirdiği saygıyla muamele yapılır” denilmektedir. Oysa İç Anadolu Bölgesindeki cezaevlerinde insanlık onuruna yakışır muamele yapılmamakta ve mahpuslar şiddet, hakaret ve kötü muameleye ve hak ihlallerine maruz kalmakta, hasta olanların tedavileri aksatılmakta, iletişim ve bilgi edinme hakları engellenmektedir.
3) Mahpuslara yapılan işkence, onur kırıcı ve kötü muameleler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile yasaklanmıştır. Madde3: İşkence Yasağı” Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tâbi tutulamaz.”
4) Yeterli ve sağlıklı beslenmek temel insan hakkıdır. Sağlık sorunları olan mahpuslar, doktorlarca reçete edilmiş yiyecekleri alma hakkına sahiptirler. Cezaevi idareleri tarafından hasta tutuklu veya hükümlülere diyete uygun yemek sağlanmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ebedin Abi/Türkiye (B.No: 10839/09, 13/3/2018) bireysel başvurusunda hasta tutuklu veya hükümlüye diyete uygun yemek sağlanmaması ile ilgili olarak insanlık onuruyla bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine hükmetmiştir.
5) Hapishanelerdeki sağlık personeli sayısı arttırılmalıdır. Hastaların havasız, kışın soğuk, yazın sıcak ringler ile hastaneye sevk edilmesi, hastane önlerinde ringler içerisinde saatlerce bekletilmesi uygulamalarına son verilmelidir. Ağır hastaların ring araçları ile değil ambulansla hastanelere sevki sağlanmalıdır. Tek kişilik ring aracı tamamen kaldırılmalıdır.
6) Hastaların revire çıkarılmaları, hastaneye sevkleri hızlandırılmalıdır. Teşhis, tedavi ve kontrollerinin uzman hekimler tarafından yapılması sağlanmalıdır.
7) Kelepçeli muayene ve tedavi yöntemi uygulamasından vazgeçilmelidir. Bu uygulama nedeniyle birçok hasta mahpusun tedavisi yapılamamaktadır.
Her hasta mahpusun tıbbi etik gereği, her hastaya uygulanması gerektiği gibi, mahremiyetine saygı gösterilen bir ortamda, insan onuruna yakışır bir şekilde sağlık hizmeti alma hakkı vardır. Dünya Tabipler Birliği ve Türk Tabipler Birliği de yayınladıkları birçok metinde, hekimlerin mahpusları muayenesi esnasında kişinin içinde bulunduğu her türlü kısıtlılığın ortadan kaldırılmasını ve kişiyi kelepçeli, yatağa bağlı ve benzeri bir durumda muayene ve tedavi etmemelerini salık vermektedir. Türk Tabipler Birliği, Aralık 1994’te konuyla ilgili yayınladığı bildirgede kelepçelerin açtırılmasını “hekimin görevi” olarak nitelendirmektedir.
Avrupa İşkencenin ve İnsanlık-dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) Genel Raporu’nda da kelepçeli olarak tedavinin uygun olmadığı vurgulanmaktadır: “Sivil hastanenin kullanılması halinde, güvenlik düzenlemeleri konusu ortaya çıkacaktır. CPT bu bağlamda, tedavi almak üzere hastaneye gönderilen tutukluların gözetim nedenleriyle hastane yataklarına ya da diğer eşyalara fiziksel olarak bağlanmamaları gerektiğini vurgulamak ister. Güvenlik ihtiyaçlarını yeterli bir şekilde karşılayacak başka yollar bulunabilir ve bulunmalıdır; bu tür hastanelerde bir gözetim biriminin oluşturulması bu çözümlerden bir tanesi olabilir.”
8) Hapishanelere bağımsız sağlık kurumlarının girmesine ve inceleme yapmasına izin verilmelidir. Hapishanelerin denetiminde başta meslek kuruluşları ve insan hakları örgütleri olmak üzere ilgili kuruluşların yer alacakları şekilde yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
9) AİHS’in 14. maddesinde düzenlenen “Ayrımcılık Yasağı” ilkesine göre “Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
10) Hakkında yasaklama, toplatma kararı olmayan gazetelerin hapishanelere alınmasının önündeki engeller kaldırılmalı ve temini sağlanarak gazeteler mahpuslara verilmelidir. “Recep Bekik ve Diğerleri’nin” AYM’ye başvuruları (2016/12936): AYM, 27.03.2019 tarihinde ücreti ödenmiş, hakkında toplatma kararı olmayan süreli yayınların verilmemesinin Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan “ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini” karar vererek şikâyetçilere 500 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
11) Ailelerinden uzakta olan mahpusların, maddi koşullar ve hastalıklar nedeniyle gelemeyen ailelerine yakın cezaevlerine nakil talepleri kabul edilmelidir. Ancak, İHD’nin belirlemelerine göre, mahpusların bu yöndeki başvuruları halen sonuçsuz kalmakta, Mahpuslar, sevk dilekçelerinin Adalet Bakanlığı’na gönderilmediğini düşündüklerini, sevk isteyenlere Adalet Bakanlığı’ndan gelen herhangi bir cevabın tebliğ edilmediğini, sevk
taleplerinin reddedildiğini hapishane idaresinin el yazısıyla yazılmış bir notla ya da sözlü olarak kendilerine bildirdiğini belirtmektedirler.
AİHM, Abdulkerim Avşar (19302/09) ve Abdulkerim Tekin’in (49089/12) başvurularını inceleyerek 17 Eylül 2019 tarihinde, Türkiye’deki önemli sorunlardan biriyle ilgili ihlal kararı verdi. Ailelerinden uzak cezaevlerine nakledilen mahpusların hastalık sebebiyle ya da maddi sebeplerle kendilerini görmeye gelemeyen ailelerine yakın bir cezaevine nakledilme taleplerinin başvurucuların somut koşulları dikkate alınmadan reddedilmesi, Sözleşme’nin 8. maddesi altında özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlali olarak görüldü ve başvuruculara 6.000 Euro tazminat ödenmesine hükmedildi.
12) Cezaevlerinde son dönemlerde artış gösteren işkence-darp vakalarına son verilmeli, sorumlu olan kişiler hakkında soruşturma açılmalı ve cezai yaptırımlar uygulanmalıdır.
13) Cezaevlerinde meydana gelen intihar vakalarının önüne geçmek için mahpusları ruh ve bedensel bütünlüklerine yönelik tehditler ortadan kaldırılmalı, insan onuruna yaraşır uygulamalar geliştirilmelidir. Gerekli önlemi almayan ve etkisi olan kişiler varsa etkin soruşturmalar yapılmalı ve yaptırımlar uygulanmalıdır.
14) Dünya Tabipler Birliği Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi’ne göre (1981): “Her insan ayrımcılık yapılmaksızın yeterli tıbbi bakım görme hakkına sahiptir.” Dünya Tabipler Birliği Tokyo Bildirge’ne göre: “Hekim, tıbbi açıdan sorumlu olduğu kişinin bakımıyla ilgili bir karar verirken klinik yönden bütünüyle bağımsız olmalıdır. Hekimin temel görevi, izlediği kişilerin sıkıntılarını azaltmaktır; kişisel, toplumsal ya da politik hiçbir güdü, bu yüce amaçtan daha üstün sayılmayacaktır.”
Türk Tabipler Birliği, Aralık 1994’te konuyla ilgili yayınladığı bildirgede kelepçelerin açtırılmasını “hekimin görevi” olarak nitelendirmektedir. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık-dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) Genel Raporu’nda da kelepçeli olarak tedavinin uygun olmadığı vurgulanmaktadır.
BM Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması için Prensiplerin Bütünü: “Madde 1- İnsani tarzda muamele yükümlülüğü: Herhangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, insaniyetin ve insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onuruna saygının gerektirdiği bir biçimde muamele görür”.
Heyetlerimiz ve kurumumuz; hapishane rejimi, fiziki koşullar ve uygulanan muameleler hakkında etkili bir idari ve yargısal denetim sağlanması gerektiğini tespit etmiştir. İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi Seçmeli Protokolü’ne uygun şekilde, “bağımsız” ulusal denetim mekanizmalarının oluşturulması gerekmektedir. Tüm cezaevlerinde yaşananlara, hak ihlallerine, sağlığa erişim engellerine karşı Adalet Bakanlığı’nı, ilgili tüm kurum ve kuruluşları göreve davet ediyoruz.
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.