PİRHA-Türkmen Alevi köyü olan Kalender Dere, Ardahan’ın Damal ilçesine bağlı. Burada yaşayan 86 yaşındaki Hürü Sulan, eskiden her şeyin ağır ancak daha sağlıklı, daha güzel olduğunu söylüyor. Çok ağır koşullarda yaşamalarına rağmen hastalıkların bile az olduğunu belirten Hürü Sulan ile eski yaşamlarına dair sıcak bir sohbet ediyoruz.
Ardahan’ın Damal ilçesine bağlı Alevi köyü olan Kalender Dere Köyü’nün yaylasına gidiyoruz. Gündüzleri yaylada çok kimse kalmıyor. Akşam dana ve inek sürüleri gelince yayla şenlikli oluyor. Kadınlar ağıllarda inek sağıyor, çocuklar inekleri götürdükten sonra ellerine top alıp oynamaya çıkıyorlar dışarıya. Yaylanın hemen hemen her günü aynı rutin içinde geçiyor hem çocuklar için hem de kadınlar için.
Genelde köyde kalan yaşlılar bazı günler yaylaya geliyorlar. Gittiğimiz gün 10 yıldır yaylaya gelmeyen Hürü Sulan’a rastlıyoruz. Yayla çok değişmiş geliyor Hürü teyzeye. Komşularının evlerini tanımaya çalışıyor tek tek. Neredeyse kendi yaylaları bile yabancı geliyor Hürü teyzeye. Kapının önünde oturup sohbet ediyoruz Hürü teyzeyle. On sene önce yayla daha değişikmiş Hürü teyze için, “Şimdi yayla güzelleşmiş” diyor.
Hürü teyze 1932 doğumlu, şimdi 86 yaşında. Bir 10 sene öncesine kadar sürekli yaylaya çıkan Hürü teyze, eskilerle şimdiki dönemi karşılaştırmadan edemiyor. Eskiden diye başlayan cümleler ardı ardına dökülüyor Hürü teyzenin ağzından. Yaşadığı zorlukları hiç unutamıyor ve rençberlik günlerinden başlıyor anlatmaya.
“DERİN RENÇBERLİK YAPILIRDI”
“Çok derin rençberlik yapılırdı” diyor Hürü teyze ve ekliyor: Davar çobanımız olurdu, kuzu çobanımız olurdu. Davar sahiplerinden ev başı bir adam giderdi sürüye. Davarı kuzudan seçerlerdi. Kuzu ayrı giderdi davar ayrı giderdi. Öğlen kuşluğa gelirdi. Davar ağılına doldururlardı davarları. Kadınlar dizilirdi, çoban gelen koyunun başını tutardı, kadınlar davar sağarlardı. Ben de sağardım. Sağardık, sütü makineye vururduk, yayık yayardık.”
“ÇALIŞ Kİ KAYNANANIN GÖZÜNE GİRESİN”
Eskiden ot işlerinin bile farklı olduğunu şöyle anlatıyor Hürü teyze:
“Eskiden beylerimiz biçerdi biz de purul (ot yığma) eder gelirdik. Şimdi yemek var içmek var; çayla, yemekle gidiyorlar. Eskiden kaynanalarımız yoğurdu yayarlardı, elimize külekle katığı verirlerdi, öğlen olunca onun içine ekmeği doğrar yerdik. Sonra da çalış babam çalış, çalış babam çalış ki kaynananın gözüne giresin. Şimdi tırmık tırmıyor, biçer biçiyor. Yarı gecede kalkar arabayla maşala (ot tırmıklamak) giderdik. Öküz arabasıyla ot sap indirirlerdi. Ayaklarımız üşürdü, ellerimiz titrerdi. Güneş doğana kadar bir dönüm araba getirirdik. Onu dökerdik harmana dört arabayı bir harman ederdik. Onu aktar, kurut, atın varsa onu koş, öküzün varsa öküzü koş. Akşama kadar geme binerdik ayaklarımız uyuşurdu. Yiyeceğimiz neydi? Harmanın gözlüğüne biraz katık korduk, biraz da ekmek. Onunla öğlen yemeğimizi yerdik, eve gitmek bile yok. Ondan sonra harman dövüldüğünde savururduk yabayla. Samanını samanlığa döküp tahılını da ambara doldurur sonra gelir uyurduk.”
HAYVAN YAĞI VE SODA İLE ÇIKMA SABUN YAPARLARMIŞ
Eskiden bitin çok olduğunu ifade ediyor Hürü teyze. “Bit ilacı alırlardı. Bit bir kaybolur sonra tekrar düşerdi. Biti hiç bitiremiyorlardı. Şimdi bit yok. Yemekten mi içmekten mi temizlikten artık her neyse” diyen Hürü Sulan, o günlerde sabunlarını da kendilerinin yaptığını söylüyor. Sabun yapımını da şöyle anlatıyor:
“Hayvanlar ölünce onun donmuş yağından çıkarırlardı. Şehirden soda alırlardı hayvanın yağıyla karıştırıp sabun yaparlardı. Ona da çıkma sabun derlerdi. Kaynanan iyiyse kullanırdın, kaynanan kötüyse de onu üç, dört kere kullanırdın.”
“ESKİDEN ADAMLARIN ÇOĞU AÇLIKTAN GİDİYORDU”
İnsanların eskiden daha fakir olduklarını, sadece zenginlerin iyi beslenebildiklerini belirten Hürü teyze, “Eskiden zenginler yer içerdi, fakirler aç susuz kalırdı. Öyle fakir vardı ki tarlalar biçilirdi dökülen buğdayları toplarlardı, onu döver kavururlardı kavut eder yerlerdi. Bir şeyi olmayan gelir zenginlerin taşını boğazı dolusuna temizlerdi. Boğazı dolusuna purulcu gelirlerdi. Eski çoraba, eski dizliğe purulcu gelirlerdi. Zenginlerin çok masrafı çıkmazdı, fakirlerin karınlarını doyururlardı, boğazlarına bakarlardı işlerini görürlerdi. Şimdi bir çöp kaldırsan diyor ki 150 lira. Şimdi çok beylikte geziyorlar. Eskiden adamların çoğu açlıktan gidiyordu (ölüyordu)” diyor.
ESKİ MEYVE VE SEBZENİN LEZZETİ ARTIK YOK
Bütün bu ağır çalışmaya ve yaşama rağmen hastalıkların daha az olduğunu ve hiç doktora gitmediklerini söyleyen Hürü teyze, şimdiki hastalıkların sebebi olarak da ilaçlı, hormonlu meyve ve sebzeleri görüyor ve şöyle ifade ediyor:
“Hormonlu öteberileri yiye yiye adamlar da bozuldu. Eskiden kendi patatesimizi ekiyorduk patates yiyorlardı. Soğan ekiyorduk soğan yiyorlardı. Meyve çok gelirdi Badele’den (Türkgözü Köyü). Şimdi Badele’nin meyvesinin lezzeti yok. Salata, armut, cancır getirirlerdi yağla alırdık. Yesen tadı damağında kalır. Ben ekiyordum soğan, patates, kabak, fasulye. Eskiden bir tarla dolusu ekerdik patatesi. Akşama kadar çapalardık. Şimdi biraz eşeleyip hemen boğazını dolduruyorlar. Biz bir kör çapa ederdik, bir yarım boğaz ederdik, bir de tam boğaz ederdik. Şimdi bir kere çapa vuruyorlar. Arabacı geliyor hormonlu patatesi alıp yiyorlar. Tadı da su gibi. Bizim buraların patatesini ocağa koy iki dala kaynasa hemen pişerdi.”
“BİR KADIN DOKUZ KOCA BOŞARDI”
Her sözünde eskiyle şimdiyi karşılaştıran Hürü teyze, son olarak şunları söylüyor:
“Eskiden çok zordu, şimdi alafranga yaşıyorlar. Öğlene kadar uyuyorlar, öğleden sonra demli çay, yemek, köy tavuğu, şehir tavuğu ye babam ye. Bazıları da bilmiyor yediğini nankörler çok var. Diyorlar ‘Beyim bana bakmıyor. Ne yedirmiş ki’ halbuki yok. Eski kadınların yerinde olsaydı şimdiki kadınlar, bir kadın dokuz koca boşardı.”
Suay ABAK/ARDAHAN
Yoruma kapalı.