Hrant Dink, 15 Eylül 1954’te, Malatya’da dünyaya geldi. Beş yaşında ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da, anne ve babasının ayrılması üzerine iki erkek kardeşiyle birlikte, Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi’nin çocuk yuvasında yatılı olarak yaşamaya başladı. Üç kardeş, ilköğretimini bu kiliseye bağlı İncirdibi İlkokulu’nda sürdürürken, yazları da okulun Tuzla’daki kampında barındılar. Hrant Dink, ortaokulu Bezciyan, liseyi ise Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank Yatılı Okulu’nda okudu, Şişli Lisesi’nden mezun oldu.
İlkokulda tanıştığı Silopi doğumlu, Ermeni Varto Aşireti’nden Rakel Yağbasan ile evlenen Hrant Dink’in üç çocuğu oldu. İstanbul Fen Fakültesi’nde Zooloji ve ardından da Felsefe eğitimi alan Dink, ‘biyoloji felsefesi’ kürsüsü hayallerini, Türkiye’de gelişmekte olan sol siyaset içerisindeki aktif mücadelesine terk etti. Siyasi faaliyetlerinin Ermeni kimliği ile ilişkilendirilmesi ve cemaatin bundan zarar görebileceği endişesiyle, ismini mahkeme kararı ile “Fırat” olarak değiştirdi.
Hrant Dink ve eşi Rakel, bu dönemde içinde yetiştikleri Tuzla Çocuk Kampı’nın yönetimini üstlenerek pek çok kimsesiz Ermeni çocuğuna sahip çıktılar. Tuzla Kampı’na “Ermeni militan yetiştirildiği” suçlaması ile devlet tarafından el konması sonrasında, Dink, siyasal görüşleri nedeniyle de üç kez gözaltına alındı ve tutuklandı.
Kardeşleriyle birlikte bir kitabevi işleten Dink, 90’lı yıllarda Ermenice günlük Marmara gazetesinde Çutak (Erm. keman) rumuzuyla, Ermeni tarihine ilişkin Türkiye’de çıkan kitaplara yönelik eleştiri yazıları yazmaya başladı. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayımlanan haftalık Agos gazetesi, İstanbul’da Türkçe-Ermenice yayımlanan ilk gazete olarak tarihe geçti. Adını iki dilde ortak olan ve “sabanın toprakta açtığı, içine tohumun konulduğu ve bereketin fışkırdığı yer” anlamına gelen Agos deyişinden alan gazete, bu bereket ve ortaklık simgesi ışığında bir yayın politikası benimsedi. Ana hedefler; Türkiye Ermeni toplumunun anadilini bilmeyen kesimi ile dayanışmak, Türkiyeli Ermenilerin devlet nezdindeki sorunlarını kendi sesinden dile getirerek, geniş kamuoyunun desteğini almak ve Ermeni kültür ve tarihini ana kaynağından Türkiye toplumu ile paylaşmaktı.
Sol, muhalif kimliği ile dikkat çeken Agos, Türkiye Ermeni toplumu içerisinde de var olan aksak yapıya eleştiriler getirirken, sivilleşmenin ve şeffaflaşmanın önemini vurguladı, bizzat Hrant Dink’in ağzından alternatif toplumsal projeler önerdi.
Agos’un yayın hayatı içinde ufuk açıcı söylemleri ile giderek kamuoyunun dikkatini çeken Hrant Dink, Yeni Yüzyıl ve BirGün gazetelerinde de köşe yazarı olarak görev aldı. Türkiye ile Ermenistan arasında komuşuluk ilişkilerinin tesisi, sınırın açılması, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin desteklenmesi ve 1915 olaylarının ölenler üzerinde acıtıcı rakamsal bir anlayış yerine kalanlar üzerinden, karşılıklı iki halkın onurunu gözeten empatik bir üslupla konuşulur kılınması, konuya ilişkin resmi tez dışında alternatif yayınların da yaygınlaşması konularını gündeme getirdi. Amerika, Avustralya, Avrupa ve Ermenistan’da çok sayıda konferansa katılan Dink, Ermeni kimliği ve Türk-Ermeni ilişkileri konusunda gerek Ermeni dünyası içinde, gerek tarihteki rolleri açısından çeşitli Batı ülkelerinde sorgulayıcı süreçlerin başlamasına vesile oldu.
Hedef Gösterme Kampanyaları ve Davalar
2002 yılında Urfada’ki bir konferansta yaptığı konuşma nedeniyle açılan dava 9 Şubat 2006’da beraatiyle sonuçlanan Hrant Dink için asıl yoğun yargı sürecinin başlangıç noktasını, kendisi doğrudan dava konusu olmasa da, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçe’nin Ermeni kökenli olduğuna ve Ermenistan’da akrabalarının bulunduğuna yönelik 6 Şubat 2004’te, kendi imzasıyla Agos’ta yayımlanan Sabiha Gökçen haberi oluşturdu. “Sabiha Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde, Antep asıllı Ermenistan vatandaşı Hripsime Sebilciyan Gazalyan, kendisinin Gökçen’in yeğeni olduğunu ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçe’nin aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyordu.
Bu haberin 21 Şubat 2004’te Agos’tan alıntılanarak Hürriyet’in manşetinden “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığıyla verilmesinin ardından, 22 Şubat 2004’te Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği sert bir açıklama yayımlayarak, “Kendisi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk kadın savaş pilotu olarak Türk havacılığının onursal bir ismidir. Sabiha Gökçen aynı zamanda Atatürk’ün, Türk kadınının Türk toplumu içinde bulunmasını istediği yeri gösteren değerli ve akılcı bir sembolüdür. Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır. Bir iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak bu şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul etmek mümkün değildir. Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir” görüşlerine yer verdi.
Bu bildirinin hemen ertesinde İstanbul Valiliği’ne çağrılarak, Vali Yardımcısı Erol Güngör’ün makamında, kendilerini Vali Yardımcısı’nın yakınları olarak tanıtan ve bugün halen kimliği belirsiz iki kişi tarafından “uyarılan” Hrant Dink hakkında, bu görüşmenin hemen ertesinde radikal sağ basında hedef gösterme kampanyası başladı. ‘Şapparigce’ köşesinde Ermeni kimliği üzerine yazdığı sekiz bölümlük yazı dizisinin, 13 Şubat 2004 tarihli bölümü içerisinden cımbızlanan ve Diaspora Ermenilere yönelik eleştirel yaklaşım içeren bağlamından koparılarak, “Hrant Dink, Türk kimliğine hakaret ediyor” tavrıyla sunulan “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan ile kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesi, yeni bir davanın konusu oldu. Hrant Dink hakında “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek” suçundan açılan dava sonunda, mahkeme tarafından tayin edilen bilirkişinin yazıda herhangi bir suç unsuru olmadığı yönündeki lehte raporuna karşın, Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 7 Ekim 2005 tarihli kararı ile Hrant Dink altı ay hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı onadı ve böylece Hrant Dink hakkındaki hapis cezası kesinleşmiş oldu. Yargıtay Cumhuryet Başsavcılığı bu karara itiraz etti, ancak itirazı Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından reddedildi. Hrant Dink’in karara ilişkin açıklamaları üzerine de “yargıyı etkilemeye çalışmak”tan yeni bir dava açıldı.
Davanın ilk duruşmasına gerek adliyenin dışında, gerek koridorlarda ve duruşma salonunda davaya müdahil olmak isteyen kişiler protesto gösterilerinde bulundu. Hrant Dink, adliye salonuna polisin oluşturduğu bir koridordan polis ve avukatı eşliğinde girebildi. Bu sırada ona saldırmak isteyenler, hakaret edenler, tükürenler oldu. Duruşma salonunu dolduran grup, Hrant Dink’in avukatlarına bozuk para ve kalem fırlattılar, hakaret ve tehdit ettiler. Duruşma sonrasında Hrant Dink bir polis aracı ile adliyeden ayrılırken, avukatlar da adliye önüne çekilen polis otobüsüne bindirilerek bu öfkeli kalabalığın saldırılarından kurtarıldı.
Bu arada, 26 Şubat 2004’te İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup Agos’un kapısına gelerek “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganları attılar. Agos’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Hrant Dink, BirGün gazetesinde yayımlanan “Hoş Gidişler Ola” başlıklı yazısı sonrasında ise Yeniçağ gazetesinin 9 Ekim 2004 tarihli nüshasında “Ermeniye Bak” başlıklı manşetle hedef gösterildi. Bu manşet sonrası, Basın Konseyi Yüksek Kurulu, Yeniçağ gazetesinin kullandığı hitap tarzıyla yazara karşı zorbalığı özendirme tehlikesi yaratabileceği gerekçesiyle, Yeniçağ gazetesinin uyarılmasına karar verdi. Son olarak, Agos’un 21 Temmuz 2006 tarihli nüshasında yayımlanan “301e Karşı 1 Oy” başlıklı haber nedeniyle de Hrant Dink, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arat Dink ve İmtiyaz Sahibi Sarkis Seropyan hakkında dava açıldı. Söz konusu haberde, Dink’in Reurters ajansına verdiği demeçteki “Elbette bu bir soykırımdır diyorum. Çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor ve adını koyuyor. Dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu olanlarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz” alıntısının TCK 301 uyarınca “Türklüğü aşağıladığı” iddia edildi.
Tüm bu mahkeme süreçleri, Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de, gazetesinin önünde kurşunlanarak öldürülmesinin ardından da devam etti. Suikast sonrası Hrant Dink hakkındaki davalar düşerken, söz konusu son davada Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 11 Ekim 2007’de Arat Dink ve Sarkis Seropyan’ı birer yıl hapsi cezasına mahkûm etti. “Arat Dink ve Sarkis Seropyan’ın Türk milletine soykırım isnat eden haber yayınladıkları mahkemelerce sabit görüldüğünden sanıkların ayrı ayrı kişilikleri, eylemlerin özellikleri dikkate alınarak cezalandırılmalarına” ifadesi ve söz konusu demeci alıntılayan hiçbir ulusal basın ve medya kuruluşuna dava açılmaması büyük tartışmaları da beraberinde getirdi.
Yoruma kapalı.