Yazar Bayrak’ın Horasan üzerine yaptığı araştırma çok önemli yeni bilgiler ortaya koyuyor
Yazar-araştırmacı Mehmet Bayrak, yeni kitabı “Kürt ve Alevi Tarihinde Horasan”ı gazetemize değerlendirdi. Bayrak, “Horasan Kürt Alevi tarihinde Kürt kimliğini karatmaya dönük coğrafik mekan tasarımı açısından önemli bir yere sahip” dedi.
Horasan kimlik karartma tasarımıydı
Kürtler ve Alevilik üzerine önemli araştırmalar yapan Mehmet Bayrak’ın yeni kitabı “Kürt ve Alevi Tarihinde Horasan” Alevilerin kafasında yer alan birçok soruya yanıt olacak nitelikte. Cumhuriyet tarihi boyunca, asimile edilmeye çalışılan Kürt ve Alevi kimliği üzerine yoğunlaşan Bayrak, araştırmalarını içerden ve dışardan asimile edilmeye çalışılan bu kimlikleri korumak ve orijinatesini ortaya çıkarmak için yaptı. Odaklandığı konulardan biri de Türkleştirilmeye çalışılan Kürt – Alevileri. Yeni kitabı bu Türkleştirilme konusunda stratejik önemde olan Horasan’ı bütün yönleriyle ele alıyor. Bayrak, Horasan’ın cumhuriyet tarihi boyunca, Kürt-Alevi kimliğini kararmak için coğrafik mekan tasarımı olarak kullanılan pilot bölge olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca bu Türkleştirme politikasının tersine, Horosan ile Kürdistan’daki Kürt-Alevileri arasındaki sosyal, kültürel ve inançsal benzerlikleri vurguluyor.
Bayrak’a Horasan’ın yanı sıra Kürdistan’taki Alevilik, günümüz Aleviliğinin yaşadığı sıkıntılar, cami-cemevi projesi ve Aleviliğin islamdaki yerine ilişkin sorularımızı yönelttik.
Horasan, bu topraklardaki bazı Alevilerin kendi köklerini dayandırdığı yer olarak karşımıza çıkıyor. Horasan uzun süre Türk olarak bilindi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Şunu hemen söyleyeyim ki Horasan Kürt Alevi tarihinde Kürtlerin, Kürt kimliğini karatmaya dönük coğrafik bir mekan tasarımı açısından önemli bir yere sahip. Cumhuriyet tarihi boyunca özelikle 30’lu yıllarda başlayıp 60’larda patlama yapan dini halk kitapları furyası bu tasarımı yoğun olarak işledi. Bu kitaplar özellikle Darendeli çerçiler aracılığı ile Alevi Kürt coğrafyasına sokuldu. Merkezi İstanbul’dur. Bunun üzerinden asimilasyon örgütlenmeye çalışıldı. Kitapların önemli kahramanlarından biri de Hz Ali’dir. Kitaplardaki Hz Ali, Alevilerin inanıp bağlandığı Ali değildir. Erdoğan’ın dediği gibi islam uğruna kılıç sallayan kafirleri öldüren bir süpermendir. Ali üzerinden Aleviler islamiyete çekilmeye çalışıldı. İkinci önemli figür Ebu Müslim Horasani’dir. Alevilik açısından önemlidir. Horasani de hem Türk hem de İslam uğruna mücadele veren bir cengaver biçimde sunularak Aleviliğin asimilasyonunda kullanıldı. Üçüncü önemli husus Horasan olgusu.
Özellikle belirli bir kuşak üzerinde Horasan’ın Türk olduğu ve bütün Alevilerin kökeninin oradan geldiği propagandası etkili oldu..
Cumhuriyet döneminde, Horasan eyaletinden gidilerek tüm Alevilerin Türk olduğu, dahası Kürt-Alevi olunamayacağı ileri sürüldü. Orta Asya yakın olduğu için bu kurgu üzerinden tüm Alevi-Kürtlerin Türkleştirilmesi öngörüldü. Horosan Kürt – Alevi kimliğini karartmada bir pilot bölgedir. Oysa Aleviler ne Aleviliğin tarihi ne sosyolojisi ne etnolojisi ne de kültürel yapılanmasını biliyor. Öyle ki Horasan denince Erzurum’un Horasan ilçesi akla geliyor. Ayrıca kim biliyor Güney Kürdistan’da ve Horasan’da ve Alevilerin olduğunu. Bu bilgisizlikten yola çıkarak Türklük merkezi saydılar. İşte bu politikanın bilimsel gerçeklikle uyuşmadığını göstermek, belgelemek için bu kitabı hazırladım.
Horasan’ın Alevilik üzerindeki etkisi nedir?
Esas olarak İran coğrafyasının devamıdır. İslam öncesinde de orada Kürtler vardı, islamiyet döneminde de Kürtler var. İşte bu Ebu Müslim Horasani döneminde sonraki süreçte de var. Özellikle bugün kimlik karartmada kullanılan olgu şudur: Horasan Eyaleti Şah İsmail’in döneminde fethedilerek Safavilere bağlandı ve Şah İsmail o dönem kendine bağlı olan Dersim toprağından binlerce, bazı kaynaklara göre on binlerce gerek Dersim gerekse de Dersim’in uzantısı olan Doğu Kürdistan’dan on binlerce aileyi alarak Horasan’ın sınır bölgelerine yerleştiriyor.
Yani Dersim’den Horasan’a götürülüyor?
Elbette işin püf noktası bu zaten. Kuzeyde sünni Özbek ve Türkmenler yaşıyor. Bunlar sürekli olarak Safevi topraklarına saldırıyor. Durum böyle olunca Şah İsmail’den başlayarak 17. yy başlarından I.Şahbaz dönemine kadar 3 büyük dalga halinde gerek Dersim’den gerekse Doğu Kürdistan’dan Kuzeydoğudaki Horasan’ın sınır bölgesine kitleler halinde Kızılbaş Kürtler yerleştiriliyor. Niye, çünkü hem milliyet olarak hem din olarak sünni Özbek ve Türkmenlere ters Kızılbaş Kürtler. Kitapta 40 dolayında yerleşim bölgelerinin haritaları var. Bugün Horasan’da 1.5 milyon civarında Kürt yaşıyor tüm asimilasyon çabalarına rağmen. Bunların yüzde 75’i Alevi, Şii, Êzidî gibi farklı inançlara mensup. Ordaki Şiilik de tipik İran Şiiliği değil. Alevilere daha yakın bir Şiilik.
Horasan’dan Dersim’e gelme olgusu tamamen yanlış mı?
Hayır. Horasan’a mecburi iskana tabi tutulan Dersim aşiretlerinden önemli bir kısmı eski yurtluklarına geri geliyor. Dolayısıyla hani sözün yalanı yok, yanlışı var diye bir söz var ya Dersim’e gelme hikayesi de buna denk geliyor. Yani Horasan’dan gelme olgusu esas olarak Dersim ve doğusunda kalan Doğu Kürdistan’daki Kürtlerin 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasından sonra eski yurtluklarına geri gelmesi olayıdır.
İnanç boyutuyla ne gibi benzerlikler gösteriyor, bugün hangi boyutta inanç benzerlikleri?
Safevi devletini kuran ve imparatorluk haline getiren Safevi hanları hanedanlık ailesidir. Safeviler köken olarak Sincar Kürtleridir. Alevilik bunlarla birlikte önemli ölçüde İran’da yaygınlık kazandı. Şah İsmail döneminde Alevilik daha da yaygın hale geldi. Fakat özellikle Osmanlı I. Selimi hilafeti alınca Safeviler’e karşı Kuranı ve ahkamı sürekli baskı unsuru olarak kullandı. Safeviler de bunlarla mücadele edebilmek için o Alevilik formunu Şiilik formuna dönüştürdüler. Yani islama daha yaklaştırmak, Osmanlılarla mücadele etmenin bir aracı olarak kullandılar ve Alevilik giderek Şiilik formuna dönüştü. İran’da resmi din haline geldi. Daha sonra kendi içlerindeki Noktavi, Hurufi, Kalenderi gibi Alevi öğretilerine savaş açtılar. Alevileri etkisizleştirmeye başladılar.
‘Kimlik haklarını verin havra da olur’
Bugün Alevi asimilasyonunda gelinen nokta cami-cemevi projesi…
Alevilerin kimlik haklarını, inanç ve kültür haklarını verip anayasal güvence altına alırsınız, Alevi toplumunun yaşadığı yerlerde cemevlerinin kurulmasına destek olursunuz ya da serbest bırakırsınız, ondan sonra halkların kardeşliği gibi dinlerin kardeşliğini savunuyorsanız o zaman sembolik olarak hatta sadece cami ile cemevi de değil yanına havrayı da koyabilirsiniz. Ama Alevilerin hakkı hukuku yokken bunun hiçbir anlamı yok.
Kültürel olarak ne gibi benzerlikler görüyoruz?
Kültürel olarak bir defa oradaki dengbêjlik, aşıklık, ozanlık geleneğini Kürdistan’ın diğer coğrafyalarından kesinlikle soyutlayamazsın. Aynı zamanda bu coğrafyadaki gibi halk şiiri ve lirik eser örneklerine rastlayabilirsiniz. 17. yy da yaşamış Horasanlı Cafer Kuludiye çok önemli bir Kızılbaş Kürt şairidir. Yöre Kürtçesiyle Alevi edebiyatını temsil eden çok önemli bir şahsiyet. Şunu söylemek istiyorum gerek edebiyatına gerek anonim halk şirlerine gerek kilim dokumlarına bak yani etnolojik ürünler açısından büyük benzerlikler var. Hatta şunu söyleyeyim Horasanlı Kürtlerle, Kurmancî konuşan bir Kürt olarak ben çok rahat anlaşıyorum.
Müziğe ilişkin ne dersiniz. Ordaki müzikle ibadet arasındaki ilişki için ne diyorsunuz?
Tambur dediğimiz saz türü Horasan’da ve diğer Alevi Kürtlerinde olduğu gibi temel kutsal enstrumandır. Aynı Kürdistan Alevilerinin kendi sazına telli Kuran demesi gibi. Onlarda bağlamayı tamburu kutsarlar. Ek olarak oradaki Alevi Kürtler vurmalı çalgılarda kullanıyor ibadetlerinde. Hatta bu nedenle çok güçlü çok gelişkin bir Alevi Kürt müziği var İran ve Horasan’da. Orada sexiştin, yani üç dizeli şiir, nazım türleri şarkılar var buradaki halk şarkıları gibi. Horasan Kürt halk şarkıları bunların bir bölümünde Dersim’e olan Erzurum’a olan özlem ifade edilir. Onun ötesinde çok ilginçtir bazı oyunlar ve halk dansları aynen Dersim’deki halk danslarına benziyor. Sopayla oynanan o meşhur Varvara denen oyun türünün, aynen bir versiyonu Horasan’da da var. Yani ibadetin kadın erkeklerle beraber icra edilmesi, müzik enstrümanları, okunan ayet ve beyitler açısından da Horasan’daki Kürtlerle bu coğrafyadaki Kürtler arasında benzerlikler var.
Geçmişte Horasan üzerinden kimlik karartma süreci yaşandı. Bugün ise bu asimilasyon süreci devam ediyor. Devlet bir şekilde kendine uygun inanç yaratmak için araçlarını yaratıyor. İçerden de birçok enstrümanı kullanıyor. Son dönemde de İzzettin Doğa çizgisi zirvesi oldu..
İzzettin Doğan ailesi ile Alevilik misyonu ile ilgili 1997’de yayınlanan “Alevilik ve Kürtler” kitabımda ilk defa bir bölüm açtım. “Bir Siyaset Tarzı Olarak Alevi Katliamları” kitabında ‘Alevi asimilasyonunda bir iç mimar İzzettin Doğan’ başlığıyla bir bölüm kaleme aldım. İzzettin Doğan ve onun babası cumhuriyet tarihi boyunca Kürt ve Aleviliğin asimilasyonunda önemli bir işleve sahipti. Babası Hüseyin Doğan’ı ilk defa 1925 Kürt isyanında görüyoruz. Nuri Dersimi, isyanda Hüseyin Doğan’ın Dersim aşiretlerini nasıl isyancılara karşı kışkırttığını, tahrik ettiğini gerek “Kürdistan Tarihinden Dersim”, gerek “Hatıratımda” bu işbirlikçiliğin ayrıntılarını verir. Bu ailenin misyonerlik faaliyetleri cumhuriyet tarihi ile yaşıttır.
Peki bu anlayışın inanca ne gibi zararları var?
Aslında bunlar bir zihniyeti temsil ediyorlar. Devletin asimilasyon faaliyetinde iç misyoner. Zaten Cem Vakfı’nın kuruluşunu irdeledik. Vakfın nasıl güdümlü kurulduğunu, 1980 yıllarında gizli Gölbaşı Toplantıları’na İzzettin Doğan’ın nasıl katıldığını, vakfın kuruluş aşamasında seyrinin nasıl değiştirilerek cumhuriyetçi eğitim merkezine dönüştürüldüğünü, daha önemlisi de Fethullah Gülen’le olan diyaloglarını çeşitli vesilelerle anlattık.
Bir de Aleviliği inançsal olarak sünnileştirip islam içine çekme çabaları var. Cemevleri aracılığı ile de bu faaliyetler sürdürülüyor. Bu noktada Aleviliğin geldiği nokta nedir?
Cem Vakfı çizgisi Alevi islam kavramını ortaya çıkardı. Yani Aleviliğin doğal ve felsefi bir din olduğunu söylemek bir yana Aleviliği ısrarla islamın bir kolu, bir yorumu, dahası gerçek islam olarak sunmaya çalışıyor. Bu nedenle Aleviliğin tanımında ciddi bir fark var. Uygulamaları bütünüyle bu anlayışı hayata geçirmeye yönelik. Ne yapıyor, cem törenleri düzenliyor. Törenler sünni ibadetinin bir versiyonu gibi. Dışarda eşarp dağıtılıyor. Alevilikte yok böyle bir şey. Adım adım gerek oradaki söylemler, yapılan konuşmalar ve ritüeller de Alevilik islamın içinde eritilmeye çalışılıyor. Aslında devletin gizli belgelerinde Atatürk’ün etno-politika uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut’un gizli belgelerinde açıkça ifade ediliyor. Alevilik asla müslümanlık olmadığı gibi asla Şiilikle de karıştırılmaması gereken bir dindir deniliyor. Dolayısıyla devlet açık söyleminde inkarcı, gizli söylemde itirafçı ve kabulcüdür. Açık söylemde ülkenin yüzde 99’u islamdır derler, gizli planda Aleviliğin ayrı bir din olduğu itiraf edilir. Alevlikle islam arasında gerek tanrı algısı, gerek ritüller gerek çeşitli konular arasında farklar var.
Güney Kürdistan’da da Aleviler var
Güney Kürdistan’daki Alevilerden söz ettiniz. Bunu bilmiyordum daha önce, bu konuyu biraz açar mısınız?
Lozan ile birlikte adeta bir demir perde gerildi sınırlar boyunca. Yani hemen yanıbaşımızdaki Alevi Kürtleri de tanıyamadık, diğer Kürtleri de öbür tarafta Êzidîleri de tanıyamadık. Bu sebeple açık söyleyeyim, daha bilinmesi gereken ortaya çıkarılması gereken çok şey var. Kakailik de demin söylediğim gibi kardeşlik dini demektir. Kürtçe’de kek kardeş demektir. Kakai kardeşlik demektir bunların üst adı ‘yaresan’dır. Kakailerin yaşadığı coğrafya, İslam’ın etkisinden uzak kalan Kürt coğrafyası. Aynen Êzidîler gibi. Nasıl Êzidîler eski Zerdüşt dininin devamı olarak kimliklerini Kürdistan’ın orta coğrafyasında kalmış olmalarından dolayı korumuşlarsa, Aleviler de öyle.
Önder ELALDI / Ozgur Gündem 04.10.2013
Yoruma kapalı.