PİRHA- “Adıyaman’ın kendi içerisindeki özgünlüğünde kaldım, orada da kalmak istiyorum. Bir klamda ‘Madde değil mana bizim ehlimiz, dost cemali olur açan gülümüz. Binbir donda ayan bizim halimiz o sebepten giden gelen üryan da biz oluruz.’ Biz kendimizde kalmak istedik. Ama zaman, teknoloji, değişim, dönüşüm bir şekilde insanları bir yerlere getiriyor ama köklerimizden kopmadan çağın içerisinde yaşamaya çalışıyoruz.”
Adıyaman’lı bir hakikat aşığı Ali Sizer. Küçükken katıldığı muhabbet cemlerinde öğrendiği yol geleneğini sürdürmeye çalışıyor. Sizer öğrendiği hakikat geleneğini eserlerine yansıtarak kalıcılaştırmayı hedefliyor.
Ali Sizer 3. albümü için kayıtlara başladı. Kayıt yaptığı stüdyoda ziyaret ettiğimiz Sizer ile albümüne yönelik koyu bir muhabbete başlıyoruz. O eserlerini seslendiriyor, biz ise o güzel deyişleri dinliyoruz.
Okuma yaparken albümün adı netleşiyor aslında ‘Güla Makamê’… Toplamda sekiz eserden oluşuyor albüm. İkisi Türkçe, altısı Kürtçe olan eserlerin çoğu kendisine ait. Albümde iki semah deyişi de yer alıyor. Bir eser ise Alevi-Kızılbaş inancındaki kadını anlatıyor.
Ali Sizer ile yeni albümü ve hazırlıklarını konuştuk.
Ali Sizer kendisini nasıl anlatır bize?
Adıyaman’ın merkeze bağlı Yarma Kaya Köyü’nde oturuyorum. İsterdim ki röportajlarımı kendi anadilimde yapayım ama burada sohbetimizi Türkçe yapıyoruz. Adıyaman’da doğdum, orada yaşıyorum. Çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Bir taraftan rençberlik yapıyorum. Diğer taraftan, kültür sanat içerisinde harmanlandığım Adıyaman’ın kendine ait, benim içinde yer aldığım Safi dedikleri bir hakikatçi gelenek, bu geleneği sürdüren bir gurubun içerisinde büyüdüm. Oda cemlerinde, muhabbetlerinde büyüdüm. Oradan aldığım gıdayı şimdi insanlarla paylaştığım zaman mutlu oluyorum. Müzik alanında akademik bir eğitim almadım. Bizde usta çırak ilişkisi vardır. Oda muhabbetlerinde genelde üç telli tambur çalınırdı. Mehmet Ali amca vardı ondan feyzalırdım.
“ADIYAMAN’IN KENDİ İÇİNDEKİ ÖZGÜNLÜĞÜNDE KALDIM”
Adıyaman’ın kendi içerisindeki özgünlüğünde kaldım, orada da kalmak istiyorum. Bir klamda ‘Madde değil mana bizim ehlimiz, dost cemali olur açan gülümüz. Bin bir donda ayan bizim halimiz, o sebepten giden gelen üryan da biz oluruz.’ Biz kendimizde kalmak istedik. Zaman, teknoloji, değişim, dönüşüm bir şekilde insanları bir yerlere getiriyor ama köklerimizden kopmadan çağın içerisinde yaşamaya çalışıyoruz.
“ALEVİLİK KENDİ İÇİNDE ÇOĞULDUR”
Sözlü gelenekle aktarılan kültürlerde, aktarım oldukça önemli. Ne yazıkki bir çok Alevi deyişi kayboldu. Şimdilerde aktarma araçları çok daha gelişmiş. Gelecek kuşaklara kültürel hafızamızı aktarmak açısından, söylediğiniz klamları çocuklarınıza aktarıyor musunuz? İlgileri nasıl?
Kızım müzik öğretmenliği okudu. Batı müziğiyle ilgileniyor. Bizim geleneğimizde babadan oğula diye bir şey yok. Hak eden kişiye hak diyoruz. Alevi-Kızılbaş toplumunun da kendi içinde yer aldığı bir şeydir. Irkı, dili, dini ne olursa olsun fark etmiyor. Kimse bize bir şey bahşetmedi, bizim emeğimiz varsa biz de oradan marifet almışız. Ama tamamen emeğe ve hizmete dayalıdır. Geçmişten ne aldıysak çocuklarla paylaşıyoruz. Tıpkı halkımızla gittiğimiz yerlerde konser ve panellerde paylaştığımız gibi. Özelimiz bizim halkımız, irfanımız. Özelimiz bizim geçmişte aldığımız geleneğimizdir. O özelimizi bile şu anda herkesle paylaşıyoruz. Keşke biraz daha özel kalsaydı. Ben bazen diyorum; keşke bu kamera olmasaydı. Çünkü Alevilik- Kızılbaş- Bektaşi geleneği bunlar zaman içerisinde maddeleşiyor. Şu anda federasyonlar, konfederasyonlar “biz karar aldık” diyor. Cemlerde şu gülbeng okunacak, şu figür dönülecek. Bizim geleneğimizde böyle bir şey yok. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı değil ki. Alevilik kendi içinde çoğuldur. Onun için bizde kendi ailemiz dahil, kendi içimizde çoğulculuğumuzu kabul ediyoruz. Bizim inancımız özgür bir inançtır. Biz Emevi-İslam iktidar gibi Müslümanlar gibi ‘Sen bunu yapmasan şöyle olursun’ gibi, öteki dünya gibi bir hayali yok. Burası yer küredir. Bütün bir varın zerrecikleriyiz.
“ÜÇ TELLİ TEMBURDA HAYAT BULUYORDUM”
Deyişlerle büyüdünüz. Peki müziğe ne zaman başladınız?
Şu yaşta bunu yaptım diyemiyorum, çünkü; evdeki muhabbetler vardı. Gözlerimi açtığımda bir gelenek vardı. Köydeki yaşlılar bir araya geldiği zaman yoğunlaşan bir muhabbet geleneği, bir zikir geleneği vardı. Bunların kayıtları var. İleri zamanlarda bu kayıtları yavaş yavaş paylaşacağım. 15 yaşından sonra temburla çalıyordum. 20 yaşına geldiğimde dört ay bağlama kursuna gittim. Ama klamlarımı söylerken bağlamayla söyleyemedim. Alışmıştım üç telli tembura, onu aldığımda onda hayat buluyorum.
“TÜRKÜLERİ SÖYLERKEN DELİL OLDUM”
Bir de bu bir hizmettir. Bu geleneğin dışında da bir hal’dir. O hali sana giydirdikleri zaman manada sen fark etmiyorsun. Ben türküleri söylerken, klamlarımı yaparken delil oldum. Ben bunları yazarken çoğuna diyorum ki, “Bu sözler benim değil.” Çünkü hakkın verdiğidir, bizimkilerin verdiğidir.
Üçüncü albümünüzü çıkarıyorsunuz. Bu albümde neler var?
Üç albümüm oldu. Biri demo gibi birşeydi. Ama iki tane profesyonel. Biri Ses Müzik’ten çıktı. ‘Sürek’. Bir tanesi de KOM Müzik’ten çıktı. Adı, ‘Sina Husên’. Şimdi üçüncü albümün çalışmasındayım.
Bu albümüm sekiz tane klamdan oluşuyor. Altı tanesi Kurmanci, iki tanesi Türkçe. Projelerim devam edecek. Bundan sonraki çalışmamda biraz dengbejlik üzerinde yoğunlaşacağım. Birazda Helbest (şiir) çalışmalarım olacak. Benim çalışmalarım daha çok kayıt altına alınsın diye. Alevi-Kızılbaş yol geleneğinin Kürtçesidir. Bunlar çok bilinmiyor. Kızılbaş Alevi, Kürt Alevi olmaz diye bir algı var halk arasında. Oysa biz binlerce yıldır bu topraklarda yaşadık, yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz. Kendi dilimizle ayetlerimizi, nefeslerimizi söyledik. Onları biraz devam ettirmek istiyorum.
“ANLAŞILIR BİR DÜNYA İÇİN BÜTÜN DİLLER EŞİT OLMALI”
Dilinizi ve inancınızı yaşatmak için çaba gösteriyorsunuz. Bir çok yer de de bunu dile getiriyorsunuz…
Benim insanlığa dair ne marifetim varsa, inan ana dilimden aldım. Bir başka dilden bu kadar marifeti öğreneceğimi sanmıyorum. Herkesin ana dili onun ana sütüdür ve bütün marifeti oradadır. Benim önceliğim her zaman ana dilim olmuştur. Çünkü ben Kürtçe düşünüyorum, Kürtçe düşünüp Türkçe yazmaya gerek yok. Kürtçe rüya görüyorum. Kendimizi birilerine kabul ettirmek zorunda değiliz. Bunu korumamız bulunduğumuz bölgeyi yaşatmamız gerekiyor. O anlamda Kürtçeyi önemsiyorum. Çünkü onun için bir sürü mücadele veriliyor. Bu dil üzerinden bir sürü tahribat yaşayan aile var. Anlaşılır bir dünya için bütün dillerin eşit olması gerekir. O yüzden herkes kendi ana dilinde söylemeli bence. Benim yaşamımda bu vardı.
Toplumun ve gençliğin ilgisi nasıl eserlerinize?
Aslında benim dinleyici kitlemi gençler oluşturuyor. Gençler arasında etnomüzikoloji alanında çalışan gençler ya da gelenekçi kendi ana dilleriyle özdeşleşmiş bir gençlik var. Aynı zamanda, yaş ortalaması 35-50 yaş arası dinleyi kitlem de var. Yurt dışında birkaç tane dinleti verdim. Dışarıda da ilgi güzel. Bizimki yol gereğidir, hak içindir, hukuk içerisindedir. Ben değil, bizlerin var olduğu bir yaşam için olduğunda çok fazla bir şey beklemiyorum. İnsanların kendini görmesi, kendini bulması bir klamın içerisinde bir demin bir muhabbetin içerisinde insanların ruh halinin anlaşılır olması onunda bize dönmesi sevindirici.
“BİZLER KÜLTÜR ELÇİSİYİZ”
Adıyaman deyince hakikat cemi, muhabbet cemleri geliyor aklımıza. O muhabbetler şimdilerde de yapılıyor, bunun devamlılığı nasıl sağlanabilir?
Taşıyıcı olmak gerekir. Aslında biz bir kültür elçisiyiz. Bölgelerin bulundukları yerlerin kültürlerini, edebini, erkanını alanlar kültür elçileridir. Bir yerde onların özel yaşamları da bizleri ilgilendiriyor. Yani söylemi ile eylemi biraz birbirine yakın olmalı. Söylem ile eylem farklı olunca o gelenek de yaşamıyor. Adıyaman’da da son 50-60 yılda çok fazla ocak dedelerinin götürdüğü bir hizmet yoktu. Üryan Hızır Ocağı, Ağuçan Ocağı, Hacı Kureş Ocağı. Bundan 50-60 yıl önce verilen ikrarlar hala devam ediyor. Bizim sofi grubunun kendi içindeki bu dem muhabbetler vardı. Son dönemde de derneklerin kurulmasıyla birlikte biraz daha maddeleşti. İşte bazen istemediğimiz platformlarda bile semahların dönüldüğüne şahit oluyoruz. Bilmiyorum ne kadar yaşar ama ben yine söylüyorum biraz kendi tizinde kalmalıydı Alevilik. Çok fazla maddeleşmemeli.
Bütün kurumlara; lütfen her bölge kendi dilini, her bölge kendi gelenekselliğini, her bölge kendi ocak piriyle, her pir kendi piriyle buluşsun. Yani tekil olduğu zaman bitersin, maddeleşirsin. Biz tekil değiliz. Alevilik kendi içinde çoğuldur. Çepnidir, Romandır, Yörüktür, Kürttür.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Albüm biraz geç kaldığım bir çalışma. Ama yine muhabbet dolu, yine dem dolu yine kendimize ait. Bize bağışlananın halkla buluşması diyeyim. Kendime ait bir şey yok, sadece bizlerin, toplumun halkın, yoldaşlarımızın, erlerimizin bize bağışladığını, bizlerde sevenlerimizle buluşturacağız. Dilerim insanlarda buna hak ettiği yeri verirler. Herkesin emeği hak katında kabul olsun. Biz ne dersek diyelim halkın bizi nerde gördüğü haktır. Kendimizi hiçbir yerde görmemize gerek yok. Halkın yüreğinde ne varsa sen osun.
Semra ACAR/İsmet SEFER
İSTANBUL
Yoruma kapalı.