Hakikatçı Alevilik’te birçok açıdan 19. yüzyıl bir dönemeç niteliği taşır. Bir kez, daha çok şehir ve kasaba çevrelerinde örgütlenen Bektaşi Babalarının, 1789 Fransız Burjuva Devrimi öncesinde gidip devrimin ideologlarıyla görüşmesi, Osmanlı yönetiminin tepkisini çekmiş ve bu süreç, 1828’de Bektaşiliğin yasaklanması ve Bektaşi Babalarının cezalandırılmasıyla noktalanmıştı.
Öte yandan, sürekli uğradığı kayıplar karşısında kendisini Batı’ya uyarlamak zorunda kalan Osmanlı, Tanzimat Fermanı’nı yayımlamak ve gayrımüslim topluluklara da kimi haklar vermek zorunda kalmıştı. Bu çerçevede, Osmanlı memleketlerinde dini tebaası bulunan kilise merkezleri de yaptırım gücüne kavuşmuş ve buralardaki mensuplarını sahiplenmeye, korumaya başlamışlardı.
Bu çerçevede, merkezi Amerika’da bulunan Protestan Kilisesi de, başta Gregoryan Ermeniler olmak üzere Anadolu, Kürdistan, Ermenistan ve Mezopotamya’daki yandaşları arasında izinli olarak çalışma yürütmeye başlamış ve birçok Konsolosluklar, okullar, işlikler, yetimhaneler ve kiliseler açmışlardı.
Bu amaçla bölgeye giden diplomatlar, araştırmacılar ve misyonerler, Protestan unsurların yanısıra, genelde Aleviler, özelde Kürt Aleviler’le de rahat bir diyalog içine girmişlerdi. Öyle ki, bu diyalog bir yandan mahalli yöneticilerin, bir yandan da merkezi hükümetin dikkatini çekiyor ve Alevi toplumuna bu anlamda önderlik edenler sorgulanıyor, yargılanıyor, tutuklanıyor veya sürülüyorlardı.
19. yüzyılın ortalarına doğru, resmi söylemde „eşkıyalık“ yaptığı, ancak gerçekte farklı bir Alevilik söylemiyle ortaya çıktıkları için, Koçgiri bölgesinden Diyab Ağa ve 39 arkadaşı (toplam 40 kişi) Bulgaristan’ın Rusçuk kazasına; Erzincan- Sivas yerleşkesinden, aralarında Bayram Koca ve Hıdır Dede’ lerin bulunduğu çok sayıda Kızılbaş önderi Varna’ya sürülürken; Dersim bölgesinden Ali Gako ile arkadaşları, Sivas- Kangal bölgesinden ise Şıx Süleyman (Araboğlu/ Araboli)ve yoldaşları Kürdistan ve Anadolu içlerinde aynı akibete uğruyorlardı.
İşte, bu yüzyılın ortalarında Dersim’in Mazgirt bölgesindeki Babamansur (Bamasor) Ocağı’ ndan kopup, Kangal’ın Mescid köyündeki talipleri arasına yerleşen ve birçok yönüyle Kızılbaş/ Alevi pirlerinden ve Bektaşi babalarından ayrışarak ortaya çıkan Şıx Süleyman (Araboğlu), İçtoroslar’daki „Hakikatçı Alevilik Akımı“ na öncülük eden başlıca halk filozoflarından biridir.
Mazdekçiliğin ve Yaresanlığın devamı olarak nitelendirebileceğimiz bu Kızılbaşlık akımı, toplumsal mülkiyeti , gerçek anlamda tanrı-insan algısını, Ali- İsa (Mesih) özdeşliğini ve kadın-erkek eşitliğini savunmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı Batılı gezginlerin ve misyonerlerin dikkatlerini çekmiş; savundukları görüşler yöre egemenlerinin tepkisini topladığı gibi, Osmanlı gizli raporlarına da konu olmuştur. (Batılı gezgin ve misyonerlerin, konuya ilişkin kimi mektupları konusunda bkz. M. Bayrak: Alevilik ve Kürtler, Özge yay. Ank. 1997)
Sözgelimi, 15 Şubat 1891 ve 10 Nisan 1894 tarihli iki raporda Orta Anadolu Alevileri’nin, 16 Ocak 1899 tarihli bir raporda ise „Dersim, Akçadağ, Erguvan ve Hekimhan Alevilerinin Protestanlığa eğilimli oldukları“ bildirilerek, bu kaygı ortaya konur ve Protestan Kilisesi’nin faaliyetleri yasaklanarak; bunun yerine Katolik Kilisesi’nin faaliyetlerine izin verilir. (Bu konuda bkz. M. Bayrak: Misyonerlik Mi Dediniz?..; Alevilerin Sesi, Sayı:106/ 2007)
Kızılbaş/Kürt- Hıristiyan/ Ermeni yakınlığı, tarihsel ve toplumsal bir gerçeklikti. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, yönetimleri rahatsız eden bu yakınlık, 1925’ten itibaren Atatürk’e danışmanlık yapan Prof. Hasan Reşit Tankut’ un, daha 1961 Darbesinden sonra yönetime verdiği gizlilik dereceli bir etno-politik inceleme raporunda da ifadesini bulur.
Tankut, Osmanlı’nın son dönemlerinde, Sivas vilayetinde görevlidir. Hafik ilçesinin bir Alevi köyünde geceler. „Hakikatçı- Pirler“den olduğu anlaşılan yöre pirlerinden biri, onun sorusu üzerine bu yakınlığı şu sözlerle aktarır:
„Aleviler’le Hıristiyan Ermeniler arasındaki fark, soğan zarı kadardır. Hıristiyanlar; Tarı’yı baba, oğul ve ruh olarak anar; biz bu üçlemeyi Hak- Muhammed- Ali biçiminde söyleriz.
Onların 12 Havarisi vardır, bizim 12 İmamımız.
İbadet ve oruçların vakit ve şekli ile bayramlar, her iki millette de aşağı yukarı aynıdır.
Onlar tek kadınla evlenir ve kadın boşamazlar, biz de öyle.
Onlar sakal-bıyık kestirmez, kıl düşürmezler, biz de öyle.
Onlar gusul etmezler, biz de öyle.
Onlar göğüslerinde haç çıkarmak yoluyla şahadet getirirler, biz açık avucumuzu bağrımıza basmak suretiyle.
Biz, sonradan Hazret-i Ali efendimize uyduğumuz için adımız Alevi oldu, yoksa aramızda bir fark yoktur.“ (M. Bayrak: Alevi- Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşıklar (Aşuğlar), Özge yay. Ank. 2005, s.57)
Hakikatçı Pir Araboğlu’nun (Şıx Süleyman) İçtoroslar Dervişlerine Etkisi
Yukarda da vurgulandığı gibi, İçtoroslar’daki Hakikatçı Alevilik akımına öncülük eden Dersimli Şıx Süleyman (Araboli) ve Seyid Veyis gibi hakikatçı pirler, zaman zaman tutuklanmış ve daha sonra Sarız yöresine sürgün edilmiş veya baskılardan kurtulmak için bu yöredeki yakınlarının yanına gitmişlerdir. Dolayısıyla bu akım; özellikle Erzincan-Sivas hattındaki Kangal’dan başlayarak Malatya/ Akçadağ, Maraş/ Elbistan- Pazarcık- Afşin ve Kayseri/ Sarız yörelerinde önemli bir kitle kazanmıştır.
Halk arasında daha çok Araboğlu (veya Araboli) olarak anılan hakikatçı pirlerden Şıx Süleyman’ a ilişkin ilk yazılı belgeler, 19. yüzyılın ortalarına dayanmaktadır.
Türkçe çevirilerini ilk kez Alevilik ve Kürtler (Ank. 1997) adlı eserimizde yayımladığımız Batılı misyoner belgelerinin birkaçında, Şeyh Süleyman’la görüşmelere yer verilmektedir.
W. Winchester adlı Amerikalı gezgin ve misyonerin 28 Kasım 1860 tarihli bir mektubunda, Şıx Süleyman’ı ziyaret kapsamında şu bilgiler verilmektedir:
„Birkaç Kürd’ün eşliğinde Şıx Süleyman’ın köyü Mescid’e gitmek üzere yola çıktık. Köy bulunduğumuz yerden at sırtında neredeyse bir günlük bir mesafedeydi. Yolculuk esnasında dört köyden geçtik. Her birinde de kahve içip, Kutsal Kitap’tan okumak ve dua etmek üzere kısa bir süre durakladık. Her yerde de büyük içtenlikle karşılandık ve yolumuza devam ederken bize eşlik edenlerin sayısı giderek artmaktaydı. Şıx’ın evine vardığımızda, onun buradan on- oniki
mil mesafede bulunan bir köye gittiğini ve ertesi güne kadar da dönmeyeceğini öğrendik. Kendisine hemen bir haberci gönderildi. Bu arada, eşi ve oğlu tarafından tam bir Kürt konukseverliğiyle ağırlandık. Büyük bir ateşte bizim için kuzu kızartıldı. Ateşin çevresinde, kadın ve çocukların yanısıra onbeş kadar iyi görünümlü Kürt oturmakta ve İncil’deki ‚Hakikatı’ dinlemekteydi. Sonunda, gecenin geç bir vaktinde Şıx Süleyman geldi ve bize hoşgeldiniz diyerek, bu kadar uzun bir yoldan onları ziyarete geldiğimiz için bize teşekkür etti. Neredeyse tüm geceyi İncil okuyarak ve muhabbet ederek geçirdik…Kendileri, (Biz gerçek kurtuluş yolunu öğrenmek istiyoruz) diyorlardı…“ (Age,s. 315).
Amerikalı gezgin Herrick’ in 18-20 Ekim 1866 tarihlerinde gerçekleştirdiği ziyarete ilişkin bir mektubunda da; Protestan Kızılbaş Kürtler olarak nitelendirdiği Şıx Süleyman ve çevresi hakkında birhaylı bilgi verir. Bu mektuplardan; Şıx Süleyman ve çevresinin, hem yöredeki Müslümanlar, hem de doğrudan kimi Kürt Kızılbaşlar tarafından suçlandıkları; zaman zaman bölge yöneticileri tarafından soruşturmaya uğradıkları anlaşılmaktadır. Mektuplarda, (Protestan Kızılbaş) olarak nitelenen bu Hakikatçılar’ın, diğer Kızılbaş Kürtler’den daha zeki ve kişilikli olduklarına vurgu yapılmaktadır…(Age,s. 321)
Mahalli Kaynaklarda Araboğlu ve Yandaşları
Bu hakikatçı pirlerin yaşam serüveni ve felsefesi konusunda, başta Süleyman Çiltaş’ın Binboğalı Kökçüler, Binboğalı Son Kökçüler , Zöre Zöre adlı romanları olmak üzere, değişik mahalli çalışmalarda birçok anılar, anekdotlar ve belirlemeler bulunmaktadır. Çiltaş, Araboğlu ve İçtoroslarlar’da Hakikatçı Alevilik akımını, Binboğalı kökçülerin yaşam mücadelesi çerçevesinde roman anlatımı içinde verir.
Bölgede Hakikatçı Alevilik akımının önemli şair temsilcilerinden Meluli’ nin torunuHamdullah Erbil, dedesinin anlatımlarından yola çıkarak, Araboğlu hakkında şu bilgileri verir:
„Sivas’ta Araboğlu namında, eskiden Dedelik yapmış, ancak daha sonra Dedeliği bırakarak Bektaşilik’i hakikat yoluyla izlemeye çalışmış birinin yanına da gidip gelir Karaca (Meluli). Araboğlu’nu Osmanlı kadısı sık sık vilayete getirtir, zındana atar, işkence ettirirmiş. Kadı’nın iddiası, Araboğlu’nun İslamiyete aykırı cemaat teşkil etmesi ve tarikat ehli insanlar yetiştirmesidir.
Efsaneye göre, Araboğlu’na (Şıx Süleyman) zindanda işkenceye başladıklarında, işkencecilerin karşısına bir Arap çıkar ve onu korurmuş.
Üstünden kapıları kilitlerlermiş, ama sabahleyin bakarlarmış ki Araboğlu dışarda geziyor. En sonunda Kadı, Araboğlu’ndan ve 4 arkadaşından özür diliyor ve peşlerini bırakıyor. Asıl adı bilinmeyen Araboğlu’na bu söylenceden dolayı bu ad verilmiş. Meluli’nin felsefi eğitiminde bu Araboğlu’nun da önemli bir yerinin olduğu söylenir.“ (H. Erbil: Meluli/ Çağdaş Bir Bektaşi Mistiği, Cumhuriyet gaz. 1 Haziran 1993).
Öyle görünüyor ki, 20. yüzyıl başlarında Hakka yürüyen Şıx Süleyman’ın çevresinde 50 yıl içinde bir söylence bile oluşmaya başlamış. Ben, bir söylenceye bağlanan bu (Araboğlu) isminin, kovuşturmaya ve sürgüne uğrayan Şıx Süleyman ve çevresi tarafından bir kamuflaj olarak kullanıldığını ve zaman içinde onun dervişlik ismi olarak kanıksandığını düşünüyorum.
H. Erbil, Hakikatçı Aleviliğin güçlü temsilcilerinden Karaca’nın (Meluli), dedegân düşünceye bakışını da şöyle özetler:
„Karaca’nın Dedelere karşı çıkması, onların peygamber soyundan gelme düzmecelerini belgeleriyle açığa çıkartıp, halk içerisindeki sahte davranışlarını eleştirmesiyle başlar. Der ki, (Sizin yobaz hocalardan ne farkınız var? İnsanlara dinin gerçeklerini, gerçek sevgiyi ve hakikat yönünü öğretmiyor, onun yerine dinin dıştan görünen şekilciliğini anlatıyor, halkı aldatıyor, fakir fukara demeden insanlardan bağış (Hakkullah/ Allah hakkı) topluyorsunuz. Bu bir aldatmaca ve soygun düzenidir. Hakikat yolu babadan oğula geçer mi hiç? Siz düzmece künyelerle – ki bu künyeleri Alevileri kılıçtan geçiren Osmanlılar’dan binbir armağan ve rüşvet karşılığı aldınız- insanların hüsnüniyetlerini sömürüyorsunuz.“ (Agy)
Aslında, Hakikatçı Alevilik, dedegân düşünceye karşı çıktığı gibi, onu Bektaşilik olarak nitelendirmek de yanlıştır. Çünkü, Hakikatçılık bir tarikatın sınırlarının çok üzerinde bir düşünce akımıdır. Meluli’nin şu sözleri bile, bu gerçekliği anlatmaya yetiyor: „Biz Bektaşi tekkesine gitmedik, tekkelerde hizmetimiz yok; fakat Bektaşilerin yetişmiş, faziletli, kâmil mürşidleriyle görüşüp, hizmetlerimiz onlarla oldu. Ders aldık, onlardan ilham aldık. Daha doğrusu bizim aldığımız bütün ilham insandadır. İlahi ilham zaten insandadır.“ (Agy. Bir hakikatçı şair ve köy aydını olarak Meluli’nin felsefesi konusunda ayrıca, Batı dillerindeki şu başlıca yazıya bakılabilir. Hans-Lukas Kieser: Alevilik als Lied und Liebesgespråch: Der Dorfweise Meluli Baba (1892- 1989), Migration und Ritualtransfer içinde, Peter Lang yay. Frankfurt, 2005 ).
Seydi Özcan da, İçtoroslar Hakikatçı Aleviliği’nin bölgedeki önemli temsilcilerinden Söbeçimenli dedesi ve babası Apseyd ve oğlu Aziz Baba’ ya atfen „Aziz Baba Aleviliği“ olarak nitelendirdiği bu akıma ilişkin aynı adlı eserinde; Hakikatçılığın , sanılanın tersine salt dedeganlıkla değil, aynı zamanda Bektaşilik’le olan çelişkisini de şu belirlemeyle ortaya koyar:
„Apseyd, çocukluğunda çok etkilendiği Araboğlu’nun düşüncelerine sahip çıktı. Yöre halkının deyişiyle (Hakikatlı) oldu. Yozlaşan Çelebilik ve Dedelik müesseselerine baş kaldırdı, dostlarının da yardımıyla köyünü ve civar köyleri dedelerden arındırdı. Cemaatini genişletti, ama köyüne de Alevilik tarihinde (Dinsizler) anlamında kullanılan (Prodan) lakabının takılmasına engel olamadı“ ( S. Özcan: Aziz Baba Aleviliği, Ank. 2001,s. 1-2)
Seydi Özcan, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarında, yörede gelişen Hakikatçı Akımının iki önemli öncüsünü şöyle anlatıyor: „ Bölgedeki Alevi toplumunun iki önemli isminden biri Araboğlu, diğeri Kırkısraklı Mamki Kosê (Şıx Mamo) idi. Her ikisi de Alevi tasavvufuna vakıftı. Kendilerine ait cemaatleri vardı. Bu cemaatlerde söz söylenir, saz çalınır, ibadet edilir, insan-ı kâmil olmanın yol ve yöntemleri tartışılırdı. Temel öğretilerine göre, kâmil insan olmanın ana koşullarından birisi de (ölmeden önce ölmek, dünyevi iş ve nefsani duygulardan arınmaktı)“. (Age,s.58)
Yazar, „Avrupai fikirler“ olarak nitelendirdiği Hakikatçı Aleviliğin, „Hz. Ali’nin elinden Zülfikarını, altından Düldül’ünü çekip aldığını“ ve süreç içerisinde Sivas, Malatya ve Maraş topraklarında etkili biçimde yaygınlaştığını da vurgulamaktadır.
Hakikatçı Aleviliğin Erzincan/ Sivas kavşağındaki bir kolundan gelen, Ağıldereli Kasım Efendi’nin torunu Hüseyin Özcan, bu akımın 1830- 1915 döneminiKuruluş ve Biçimlenme, 1915-1960 dönemini Gelişme Dönemi, 1960’dan sonrasını ise Çözülüş ve Yokoluş evresi olarak nitelendirmekte ve bu yeni Alevilik yorumunun ortaya çıkışını, „tekkelerin, ocakların, türbelerin, dedelerin insan aklını tutsak eden bağnazlıklarına, akıldışı söylemlerine, çağın koşullarının sorgulayıcılığına ve zorlamasına“ bağlamakta ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:
„Yüzlerce yılda oluşan, şekillenen ve varlığını sürdüren Anadolu Aleviliğinin inanca yönelik yüzündeki tutuculuk 19. ve 20 yüzyıllarda değişen dünya koşullarına ayak uyduramamış ve yaşamın akışına bağlı olarak, değişmesi ve yenilenmesi gerekmiştir. Belki de Purotluk bu amaçla gerekmiş ve varlık kazanmıştır. Tekkecilik, bir ocağa bağlı olma, dedelik, onlardan keramet ve
sorunlara umar bekleme Aleviliğin inanç yönünü ve bir anlamda da bağnaz tarafını oluşturmaktadır.“ (Bkz. H. Özcan: Aleviliğin Çağdaş Yorumu Purotluk Üzerine Bir Deneme, İzmir, 2007,s.97)
Üzerinde durmaya değer önemli hususlardan biri de, Hakikatçı Aleviliğin Araboğlu’nun çıktığı Dersim/ Mazgirt’teki Kalê Mansur Ocağı’nda ya da Kangal/ Mescid’deki Araboğlu Ocağı’ nda değil; İçtoroslar bölgesinde gelişme olanağı bulmasıdır.
Araştırmacı Mamo Baran da, Hakikatçı Alevilik Akımının, bu bölgede geliştiğine vurgu yapmaktadır: „Kendilerine sırr-ı Hakikatlı diyen Kangal’ın Mescit köyünde ikamet eden pirlerden Araboğlu ve Şeyh (Yazar, Veyis’e Araboğlu, Süleyman’a ise Şeyh dendiğini tahmin ediyor. MB), ölmeden önce yolunu sürdürmek için kendi çocuklarına değil, Kayseri/ Sarız/ Kırkısrak köyünde, aslen Ehlbeyt’ten olmayan Şıx Mamo’ ya vasiyet ederler. (…) Yani onların başlattığı ütopyayı Şıx Mamo gerçekleştirmeye çalışır. „ (Bkz. M. Baran: Koçgiri/ Kuzey-Batı Dersim, Tohum yay. İst.2002,s. 88-89)
Yoruma kapalı.