PİRHA-Emekçi Hareket Partisi (EHP) İstanbul Kadıköy’de ekonomik krizin tüm yönlerini ele alan EHP Kriz Komitesi Sözcüsü Hakan Öztürk’ün sunumu ile “Ekonomik Kriz Nedir Ne Değildir?Algı Değil Gerçek, Sıkıntı Değil Kriz başlıklı halka açık toplantı gerçekleştirdi.
Toplantıda EHP’nin kriz gündemiyle ilgili çalışmaları kapsamında, son ekonomik veriler paylaşıldı.Mevcut rakamların ne ifade ettiği, enflasyon, McKinsey anlaşmasından cayılması ve döviz kurlarının yükselişi gibi bir çok konunun ele alındığı toplantıda, ekonomik kriz tüm boyutları ile tartışıldı.
Toplantı EHP Kriz Komitesi Sözcüsü Hakan Öztürk’ün sunumu ile başladı. Öztürk sunumunda ekonomik kriz gündemiyle ilgili şu ifadelere yer verdi:
“2002 yılında Bülent Ecevit’in partisi DSP’den ayrılan Hüsamettin Özkan “meğer Vefa sadece İstanbul’da bir semt adıymış” demişti. O bununla vefasızlık nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığını anlatmaya çalışıyordu.Onun bu hatırasından hemen sonra iktidar gelen AKP’nin ise hiç böyle bir derdi olmadı. Biraz değiştirilmiş olarak vefa yerine “güven bir roman adıdır” demeyi benimsedi. “Güven”in sadece bir roman adı olarak kalması ona bir eksiklik gibi gözükmüyordu.
2008 dünya krizi sonrası kolayca bulunan kredi kaynakları sayesinde para sorunu yaşanmıyor gibi gözüküyordu. İşler 2013’de paranın anavatanı ABD’de bulunmayı tercih etmeye başlamasıyla değişti. Çark kolay ve ucuz kredi olmadan hiç de kolay dönmüyordu artık. 2018 yılına gelindiğinde toplam dış borç 457 milyar dolara dayandı. GSYH da zaten ancak 851 milyar dolardı.
Yeniden borç bulmak zorunluluktu ABD Merkez Bankası 600 milyar doları daha piyasalardan geri çekmeye çalışırken. Ne var ki kredi kuruluşları epey zamandır verdikleri borçların ödenebileceğinden hiç de emin değillerdi.Borcun ödeneceğine güvenebilme ölçüsünü anlatan risk primi Türkiye için 400 puan civarına geldi. AKP işte şimdi “güven”in kıymetini anlıyor
Güven için gerçeklikle bağ kurmak gerekir. “Aya dört şeritli yol yapabilirim” demek gerçeklikle bağı hiç dikkate almamak demektir. Hayat bunun acısını çok kötü çıkarır. AKP zihniyeti, önemli olana bir algı yaratmaktır zannediyor. Kriz yok gibi düşünürsen, kriz demekten kaçınırsan kriz olmayıverir. Bir bakanları diyor ki “yaşanan bu sıkıntılar daha ziyade rasyonel değil psikolojik”. 457 milyar dolarlık kaya gibi borç krizine sonradan görme diplomat diliyle “sıkıntı” diyor. Meselenin psikolojik olduğunu tespit etmekten de geri kalmıyor. Ufak çapta beklenti ve algı yönetimi yapıldı mı iş tamam.
Eğer kriz yok deniyorsa “itaat et rahat et” felsefe düzeyi bu.
Nedense o kadar rahat olamadılar. Hatta yerlerinde hiç duramayarak, gidip McKinsey şirketiyle ekonominin kontrol ettirilmesi konusunda anlaşma yapıverdiler. Plan yapılacak ve sonra da o planlara uygun hareket edilip edilmediği sıkıca kontrol edilecek. Gerçekle bağ kurma düzeyindeki hassaslığa bakınız.Soru şu,madem bunun önemini anladınız, kendiniz neden yapmıyorsunuz?
Elbette ki bir ömür boyu her şeyi “algı” zannetmiş olanlar gerçek iktisadi değerlerin planlamasını yapıp, sonuçlarını kontrol edemez. Zaten bu ekolün ağababası Süleyman Demirel de “plan değil pilav” lazım geldiğini söylerdi. Bir, ekonominin planlanıp denetlenmesi konusunda kendilerine güvenemiyorlar. İki, dünyada hiç kimse bunlara güvenmiyor. O nedenle belki McKinsey’e güvenilir de bize yeniden kredi kapıları açılır, diye düşündüler. Düşününüz her gün “eyy Amerika” diyenler, Amerikan şirketiyle anlaşma yapıyor. Ülkeyi ona teslim ediyor.Ne acıdır ki güvenilmez olmanın aczi budur.
Bütün bu olan bitene rağmen deniyor ki “bizim IMF’ye borcumuz yok, hatta beş milyar dolar biz verecektik almadılar”. Söylenen yine bir “algı ayarlaması”. Huylu huyundan vazgeçmiyor. Evet, IMF’ye borç yok ama kamu sektörünün 139 milyar dolar borcu var. Yani toplam dış borcun üçte bir kadarı devlete ait. Bu da zaten ülkedeki iktisadi krizin en önemli boyutlarından başta geleni.
Bu esnada bakıyoruz ki TÜİK Başkan Yardımcısı Enver Taştı görevden alınmış. Neden? Çünkü 12 aylık enflasyonun 24,5 olduğunu açıkladı.O bu istatistiki sonucu açıklamayıp algı yaratmasaydı enflasyon bu kadar yüksek olmazdı. Algı mı enflasyondan çıkar, enflasyon mu algıdan ikileminde AKP zihniyetinin hangisini tercih ettiğini biliyoruz. Güya McKinsey sonuçları kontrol edecekti. Daha istatistik memurları sonuçları bile açıklayamıyor.
Tabii ki asıl konu felsefe değil. AKP enflasyonun gerçekte olduğu gibi ilan edilmesini istemiyor. Çünkü yarın öbür gün ücretler ve maaşlar belirlenirken enflasyon esas alınacak. Yapılmak istenen emeğin hakkını vermeyerek, ücret ve maaşların enflasyon karşısında aşınmasını sağlamak. Kar olunca patrona, enflasyon çıkınca bütün yük işçiye, emekçiye, köylüye.
Enflasyon TÜİK yöneticisinin kellesine rağmen açıklansa da gölgede kalan bir başka yön var. Tüketici enflasyonunun yüksekliğine rağmen, %46,2 oranında ortaya çıkan çok daha yüksek tüketici enflasyonu. Üretici enflasyonu şu anda sadece ertelenmiş tüketici enflasyonu olarak pamuk ipliğine bağlı bir biçimde duruyor. Bu makasın devamı küçük ölçekli işletmelerin yaygın iflası sonucunu da doğurabilir.Bakan Albayrak firmalara yüzde 10 indirim yapın diyor ama elektriğe evlerde %45, işyerlerinde%72 zam yapan devlet olarak bir indirimden hiç bahsetmiyor.
Durum bu kadar kötü mü? Ücretler, maaşlar aşınıyor mu? Halkın alım gücü düşüyor mu?
Buna biz değil AKP’nin has adamı MÜSİAD Genel Başkanı Abdurrahman Kaan cevaplıyor. Türkiye’nin hiç olmadığı kadar cazip bir ülke haline geldiğini savunarak “elinde 40 milyar doları bulunan bir grup gelse Türkiye’deki şirketlerin dörtte birini satın alabilir” diyor. Kendi ülkesinin varlıklarının ve parasının değerinin yitip gitmesinden pişkince bahsediyor. Türkiye’de işçinin ücreti de, ülkenin varlıkları ve parası da hızla değersizleşiyor. Doların bir önceki yılsonuna göre %57,7 yükseldiğini gözlerimizin önünde tanık oluyoruz. Bunun gizlenip algılattırılacak bir tarafı yok.Asgari ücret yılın başında 425 dolarken 246 dolara düşüyor. Yarı yarıya kaybediyoruz her şeyimizi.
Isparta’da,Kredi Yurtlar Kurumu’nun 57 daimi işçinin alınacağı kadro ilanına 2 bin 977 kişi müracaat ediyor. Üzücü olan şu ki, 57 kişilik kadroya 50 katı insan başvuruda bulunuyor. Mülakat sınavına katılacak adaylar, noter huzurunda yapılan kura çekimiyle belirleniyor. Her koşulda çoluğunu çocuğunu geçindirmek zorunda olanlar kurayla seçiliyor.Çin’de %3,8. Bulgaristan’da %5,6. Meksika’da 3,5. Azerbaycan’da %5 ama bizim ülkemizde %10,2. TÜİK yeterince yüksek motivasyonla iş aramıyor olduğu için 2,3 milyon insanı işsiz dahi saymıyor. Hatta bu konuda acımasız bir tabiri var “iş bulmaktan ümidini kaybetmiş olanlar”. Onları da dahil edecek olursak işsizlik oranı %16’ları bulur.
NE YAPMALI?
Her şeye rağmen işsizlik var ama işçiler, emekçiler ve köylüler de var.Onlar yani üretenler, kriz yaratan ekonomik gidişata el koymalıdır.
Mevcut düzen ve hükümet borç batağı kriziyle Türkiye’nin emekçi sınıflarına hiçbir gelecek veremediğini açıkça gösteriyor. Bu düzen ve hükümet yarattıkları yıkımın bedelini ödeyerek sahneden çekilmeli. Bundan böyle ülkenin geleceğine el koyacak olanlar bu ülkenin üretenleri yani işçileri, emekçileri ve köylüleridir. Üretenler, ülkenin krize sokulmuş olmasına karşı ülke çapında, her çalışma biriminde, her işçi havzasında ve her köyde örgütlenmek üzere harekete geçecek. Asgari düzeyde elektronik ortamda bir haberleşme ağı kurulmasıyla başlanarak işyeri komiteleri ve meclisler düzeyine kadar yükselen örgütlenmeler yaratılacak. Ülkeyi krizin yıkımından kurtarmanın tek yolu emekçilerin örgütlü olarak politik mücadele vermesidir. Ekonomiyle ilgili temel kararların alınmasını sağlamak üzere her 3 ayda bir ülke çapında Üretenlerin Ekonomi Şurası toplantısı gerçekleştirilecek. Kamu İhale Yasası yandaşlara ayrıcalık yaratmak için 16 yılda 186 kez değiştirildi. Şuranın ele alacağı ilk iş, bir daha değiştirilmemek üzere yasayı adaletli ve objektif niteliğiyle düzenlemek olacak.
İşçi sınıfı, krizin bedelini ödemeyi reddetmeli ve iktidara aday olmalıdır.Mesele tek tek delikleri yamamakla çözülebilecek bir hadise değildir.Mesele kapitalist sistemi tamamen ortadan kaldırılmasıdır.
Partimiz işçi komiteleri ağlarını kurmak için harekete geçiyor
İşçilerin komiteleşmesi, kurduğu komitelerin birbiriyle bağ kurması, ülke çapına yayılan işçi komiteleri ağları oluşturması işçi sınıfı açısından zor bir hedeftir. Ama bu aynı zamanda ekonomik krizin karşısındaki en gerçekçi hedeftir. Bu hedefe yürürken işçi sınıfı yalnız değildir.
Partimiz tüm gücüyle ülke çapında işçi sınıfının birliğini sağlamak, kriz yaratan ekonomik gidişata el koymak için komitelerin kuruluşunun sağlanması için harekete geçiyor.
Tüm parti dostlarını, bizi takip eden ama bugüne kadar bağ kuramadığımız yurttaşlarımızı bu konuda harekete geçmeye, sorumluluk almaya davet ediyoruz. Yapacak çok işimiz var. Herkes bu büyük kavganın parçası olabilir. İşçi sınıfı mücadelesinin yetenekli gençleri, kadınları elinden ne geliyorsa, hangi konuda, alanda, şehirde katkı koyabiliyor ise bu mücadeleye katkı koyabilir. Gün durup bekleme günü değil harekete geçme günüdür.
Amacımız EHP’nin işçi komitelerini yaratmak değil. EHP her konjonktürde söz, yetki ve karar hakkının katılımcılarında olduğu demokratik meclis işleyişini savunuyor oldu. Bugün de işçi demokrasisinin var olduğu komiteleri böyle oluşturmayı amaçlıyoruz. Amacımız işçi sınıfının öz gücüyle harekete geçmesinin önünü açmaktır.”
HABER MERKEZİ
Yoruma kapalı.