Alevi Haber Ajansi

Fehim Taştekin: Alevilere yönelik katliam yok propagandası tıkır tıkır işliyor

PİRHA- Gazeteci Fehim Taştekin, Suriye’de Alevilere dönük katliamlara ilişkin, “Alevilere yönelik kitlesel katliam yok, HTŞ azınlıklara güvenceler veriyor ve olumsuzluklar kontrol dışı grupların işi propagandası tıkır tıkır işliyor. Sadece Alevilere değil bütün Suriye’ye kötülük ediliyor, ülkenin geleceği karartılıyor” dedi.

Gazete Duvar yazarı Gazeteci Fehim Taştekin, Suriye’de Alevilere dönük katliamlara ilişkin bir yazı kaleme aldı. Taştekin, HTŞ’nin resmi olarak elini kirletmediğini, söz konusu katliamları bazı grupların yaptığını ve tüm dünyanın da bunu izlediğini dile getirdi.

“YAPILANLAR DAHA NE KADAR HAFİFLETİLEBİLİR?”

Taştekin’in Suriye’de yaşananlarla ilgili yazdığı yazı şöyle:

“Bir yandan ‘Alevilere yönelik kitlesel katliam yok’, ‘HTŞ azınlıklara güvenceler veriyor’ ve ‘Olumsuzluklar kontrol dışı grupların işi’ propagandası tıkır tıkır işliyor. Alevilerin başına gelenleri meşrulaştıran HTŞ’ci tayfa da diyor ki; ‘Eski rejimin suçlarına ortak olmuş Sünnilere de operasyon yapılıyor’

İdari meselelere bakan üç hakim gibi onlarca Alevinin cesedinin yol kenarına atılmış olarak bulunmasından daha korkunç ne olabilir? Ya da Tartus’tan Şam’a giderken üç Alevi din adamının öldürülmesi? Yahut Şeyh Ali Dib Ebu Rami ve eşinin cesedinin yol kenarında bulunması? Lazkiye’ye bağlı Ayn Şarkiye köyünde biri çocuk üç Alevi çiftçinin katledilmesi? Dr. Kusay el Zir ve Prof. Dr. Raşa el Ali gibi isimlerin kaçırılması?

Ve vakıalar artıyor…

Devrik rejim adına suç işlemiş olsalar bile evleri basılan kişilerin eşlerine, çocuklarına ve yakın akrabalarına her türden kötülüklerin yapılmasından daha iğrenç ne olabilir? Sıra sıra dizilmiş ya da yere yatırılmış insanların darp edilmesinden, köpek gibi havlatılmasından ve küfredilmesinden daha aşağılık ne olabilir? İnsanların kaçırılıp infaz edilmesi, işkenceden geçirilmesi ve her an bir bedel ödeme korkusuyla yaşatılması “HTŞ’nin işi değil” diyerek daha ne kadar hafifletilebilir?

“ALEVİ KÖYLERİ HEDEF ALINIYOR”

Kontrol noktasında Alevi olduğunu söylerse ya da sahile özgü şiveyle konuşursa başının belaya gireceğini bilen insanın dili bugünlerde düğümlüdür. Verecekleri sesin ölüm olarak dönmesinin korkusu sinmiştir. Konuşamazlar. Ancak artık kaybedecek bir şeyi kalmayanlar ve evlerine ateş düşenler birkaç kelam edebilir.

“Alevi katliamı vardır, HTŞ de bundan sorumludur” diyebilmek için Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) gibi muhalif yapılardan bir haberin gelmesi mi gerekiyor?

23 Ocak’ta Humus’tan feci haberler geldi. HTŞ’nin günler öncesinde ilan ettiği operasyon vilayetin batı kırsalındaki Fahil, Meryemin, El Kabu, Hirbet el Hamam, Arkaya, El Şaniyye, Hadese ve Harkal köylerini hedef aldı. SOHR gelişmeleri 25 Ocak’ta şöyle geçti: “Alevi, Şii ve Mürşidiye topluluklarına mensup sivillerin yaşadığı kasaba ve köylerde Askeri Operasyonlar İdaresi’ne bağlı yerel gruplar tarafından işlenen ihlaller, suçlar ve yargısız infazlarda dramatik bir artış yaşandı. Son 72 saatte öldürülen sivillerin sayısı 22’yi buldu.”

İhlaller arasında rastgele tutuklamalar, tacizler, aşağılamalar, dini sembollere saldırılar sıralandı. “Bu suçlar, eşi benzeri görülmemiş bir şiddet düzeyini yansıtan korkunç cinayet suçlarına ve öldürülen sivillerin cesetlerine saygısızlığa dönüşmüştür” denildi.

“SON 72 SAATTE 35 KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ”

SOHR daha sonra ölü sayısını 35 olarak güncellerken 40 kişinin hala kayıp olduğunu bildirdi. Köy sakinleriyle konuşan gazeteci Cenan Musa’ya göre 23 Ocak’ta minibüs ve kamyonetlerle Fahil’e gelen silahlı adamlar, rastgele ateş etmeye başladı; evleri tahrip edip yağmaladı; erkek, kadın yaşlı ayırmadan köylüleri dövdü; dini semboller parçaladı; o sırada Şam-Fahil otobüsünden inen iki adamı oracıkta öldürdü. Köylüler kayıp sayısını 58 olarak verdi. Bazı cesetler köy yakınında yollarda bulundu. Aynı gün Meryem’in köyü basıldı. Silahlı adamlar orada da rastgele ateş etti, evlere girdi, değerli eşyaları çaldı. Mürşidiye tarikatının kurucusu Süleyman el Mürşid’in resmi indirilip köylülerden üzerine basmaları emredildi. Erkekler dövüldü, havlamaya zorlandı. İki kişi öldürdü. Özellikle eski asker ve polisler gözaltına alındı. Cesetleri bulunan 16 kişiden 13’ü eski asker ve polisti. Hepsi de HTŞ’nin uzlaşma masasına gitmiş ve silahlarını teslim etmiş ve kendilerine ‘aman’ (güvenlik güvencesi) verilmişti.

Pek çok baskında olduğu üzere önce Askeri Operasyonlar İdaresi geliyor, düzgün davranıp gidiyor. Sonra logosuz gruplar geliyor, cezalandırıyor. Meryemin’de olduğu gibi HTŞ’nin atadığı vali soruşturma ve suçluları bulma sözü veriyor. Yani resmi olarak HTŞ elini kirletmiyor. Bu artık bir kısır döngü.

Bu şiddet, terör ve güvensizlik ortamında halkın yaşadıkları bir kenara; uzlaşma masasına gidip güvence almış askerler daha sonra operasyonlarda öldürülüyorsa aranan diğer subaylar nasıl HTŞ’nin adaletine güvenerek? Varsayalım ki suçlular; bunlar akıbetinin yargılanmadan infaz edilmek olduğunu bile bile nasıl teslim olacak?

“MEZHEBİ NEFRETİN ŞİDDETLİ TEZAHÜRLERİ”

SOHR direktörü Rami Abdurrahman haklı olarak HTŞ’yi uyarıyor: “Katliamları gerçekleştiren subaylar yargılanmalı, Askeri Operasyonlar Dairesine bağlı yerel silahlı gruplar tarafından sahada infaz edilmemeli. Askeri İdare bu kişilerin neden infaz edildiğini açıklamalıdır. Bunlar Alevi mezhebindendir ve rejime sadık oldukları gerekçesiyle ve mezhep temelinde idam edilmişlerdir.”

Teröre karşı vatan savaşı yaptıklarına dair ‘kahramanlık anlatısı’ devran döndü bir idam fermanına dönüştü. Yaşananlar eski rejimin kalıntılarıyla hesaplaşma meselesinin çok ötesinde. Oklar HTŞ’ye yönelmesin diye geçiş döneminin zaafları, yönetsel boşluklar ve kontrolün henüz tesis edilmemesi gibi gerekçeler sıralıyorlar.

Mezhebi bir nefretin şiddetli tezahürlerini görüyoruz. Bunun zeminini yıllardır hazırlıyorlar. Baas yönetimi için “Alevi azınlık rejimi” propagandası muhaliflerin söylemine yedirilmiş ve uluslararası toplumun bakış açısına da sirayet etmiş bir yalandı. Bunun kaynağı da 1970’lerden beri Müslüman Kardeşler’di.

1973’te Müslüman Kardeşler laik anayasaya karşı yürüttüğü savaşı “Nusayri (Alevi) yönetimine karşı cihat” diye çerçevelemişti. O günden beri rejimin bütün kötülükleri mezhepçi bir motivasyonla bir kesimin hanesine yazıldı.

“REJİMİN GÜNAHLARI ALEVİLERİN OMZUNA YIKILDI”

Özetle Alevilerin adı çıktı. Hallerinden memnun muydular, değildiler. Ses etmeleri de mümkün değildi. Potansiyel cellatlarıyla da iş tutamazlardı. Elbette muhalefete katılanlar da oldu, hapsi boylayanlar da… Mezhebi paydaşlıktan dolayı Esad rejimiyle özdeşleştirilmiş olmaları onlar için bir çıkmazdı. Bu özdeşleştirme ‘kollektif güvenlik’ karşılığında her türlü haklarını unutmayı telkin etti. Sisteme yakın olsalar da esasen talepkâr olamadılar. Esad saraydayken örgütlenemediler. Esad gitti ve en örgütsüz kesim olarak ortada kaldılar. Rejimin günahları da omuzlarına yıkıldı. Esad kaçarken Lazkiye’deki kutlamalara katıldılar; ‘bedeli hak eden azınlık’ olmaktan kurtulamadılar.

Mesele ülkeyi yeniden inşa etmekse ‘kör intikam’ ve ‘mezhepçi temizlik’ ile Suriye yolunu bulamaz. Colani’nin yabancı heyetlere verdiği sözlerin sahada karşılığı yok. Bu şekilde çoğulcu bir sistem kurmak bir yana Suriye’nin dağılmış yakalarını bir araya getiremezler. Alevilere yapılanları Kürtler, Dürziler ve diğerleri de izliyor. HTŞ’ye kefil olanların üç maymunu oynaması vaziyeti kurtarmıyor. Sadece Alevilere değil bütün Suriye’ye kötülük ediliyor, ülkenin geleceği karartılıyor…”

(HABER MERKEZİ)

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak