Yaşadığı dönemde çevresini oldukça etkilemiş ve komşu hükümdarlarca kovuşturmadan kurtulamamış önemli bir bilgindir Fazlullah. Ne yazık ki etkili olduğu dönemlerde ve sonrasında onun takipçileri Fazlullah tarikatı dışında bu öğretiyi başka tarikatlar içinde yaymışlardır. Onun öğretilerini içeren Hurufilik Anadoluda etkili olduğu kadar daha çok Orta Asya ve Azerbaycan çevresinde gelişim göstermiştir. Fazlullah Hurufi’nin kurduğu Hurufilik ne yazık ki kovuşturmalardan, baskıdan kendisini kurtaramamış, onun sürdürücüleri Bektaşi öğretisi içinde kendilerini daha kolay ifade ederek bu öğretiyi sürdürme yolunu bulmuşlardır.
İnanç ve kültür tarihimiz açsından önemli bir yer tutan Hurufi öğreticisinin kurucusu olan Fazlullah Hurufi, 1339-40 yılında Hazar Denizinin güneydoğusunda bulunan Esrerabat şehrinde dünyaya gelmiş, 1394 yılında 56 yaşında düşüncelerinden dolayı idam edilmiştir. Asıl adı Fazlullah Naim Tabrizi Astarabadı dır. Yaşamaının büyük bir bölümünü Azerbaycan’da geçiren Fazlullah soyunu 7. İmam Musa Kazım’ın oğlu Seyit Cafer’e ulaştırırlar ve onun soyunun Yemen’den geldiğini ve İsmaliler’le yakınlığı bulunduğunu belirtmekteler[1].
Çocukluk yaşına ilişkin fazla bilgi bulunmayan Fazlullah ‘ın iyi bir eğitimden geçtiği bilinmektedir. Çok genç yaşlarda sufiliğe yönelmiş ve zamanın Şii ve İsmaili bilginlerinden ders alarak bilgi ve tecrübesini artırmıştır.Çeşitli bilginlerin vaazlarını yakın bir ilgiyle izler ve onlardan bir takım yorumlar çıkartırdı. Düş yorumu ve gaibden haber alma ve bunu çevresine etkili bir şekilde kullanma becerisi onu genç yaşlarda tanınma olanağına kavuşturmuştur. Ayrıca tasavvuf bilgilerini edinmede geç kalmamış,ayrıca gezmek, görmek, yeni şeyler araştırıp bulma özelliğini hep sürdürmüştür. Bu ara bir hac yolculuğunda da kendinden geçmiş ve harflerin yorumu ve görevleri hakkında kendisine önemli görevler verildiğini de açıklamaktan kaçınmamıştır. Daha sonra bunu batini anlamlarda açıklama görevini sürdürmüştür.
Gölpınarlı onun süreklerinden Seyit Nesimi’nin bir divanına dayanarak Fazlullah’ın hocasının Şeyh Hasan adlı bir batini sufisine intisap ettiğini ve büyük bir ihtimalle Hurufiliğe onun yönlendirdiğini söylemektedir.[2] Gezilerinde Horasan’ı gezdikten sonra bir süre Tebriz’de oturmuş ve burada rüya yorumlarını açıklamakla meşgul olmuş ve gayıptan haber vermede çevresine dönemin önemli kişilerini toplamayı başarmıştır. “Alimler,vezirler, kadılar ve yöneticiler de dahil olmak üzere bütün halk rüyalarını tabir ettirmek için ona gelmeye başladı”[3]
Bunun arından halifeleri onun adına propoğanda çalışmalarını sürdürmüşler ve onun kerametlerini çeşitli çevrelere yaymada büyük başarı göstermişlerdir. 1376 yılında yeniden Hacca gittiği ve dönüşünde gördüğü bir rüya yorumunda kendisine Allah tarafından büyük görevler verildiğini ve artık peygamberler adına mehdilik ve Mesihlik yapma yetkisinin laik görüldüğünü söylemeden çekinmemiştir.[4] Ancak Tebriz uleması onun kafir olduğunu öne sürünce Fazlullah İsfehan’a giderek bir mağarada inzivaya çekilmiştir.Ancak bağlıları onu hiç bir zaman yalnız bırakmamış sürekli fikirlerini alıp çevresine yeni şeyler aktarmışlardır. Dervişleri artık onun Tebriz rüyasının çok önemi bir uyarıcı olduğunu söyleyerek Fazlulah’ın daha da öne çıkmasını, onun artık mehdi olduğu herkes tarafından bilinmesi gerektir telkini yapılmıştır.
Ancak Fazlullah bu çerçevede harflerin özellikleri konusunda çok daha iddialı davranarak harflerin batini anlamlarının ve gerçeğin açıklamasının geldiği görüşlerinde ısrar etmiştir. “ 1386 tarihinde yaşlı bir dervişin artık Allahın kendisinde tecelli ettiğini söylemesi üzerine vaazlarını artırma zamanı geldiğini de düşünmüştür. İnancının esaslarını açıkladığı Cavidanname adlı eserini bu sırada kaleme almıştır”[5] Önce Horasan,Azerbaycan , Irak taraflarında öğretilerini aymak için geziler yapmış daha sonra kendisi için merkez seçtiği Bakü’ye yerleşmiştir. Hurufiliğin daha çok Arap olmayan uluslar arasında daha çok da Türk ulusu üzerinde yaygınlaştığı bilinmektedir.
“Bu sebepten olacaktır ki, merhametsiz Timur Leng’i öğretisine kazanma isteği ile, kendi ölümüne koştu: Timur, Semerkand’da Fazlullah’ın öldürülmesi için fetva verecek bir ulema meclisi toplamıştı”[6]
Fazlullah’ın asıl amacının fazlasıyla tesiri altında kaldığı Batıni fikirlerin Türk memleketlerinde ve İran’da hakim kılınmasıdır. Hatta Arap kültürüne karşılık Fars kültürünün hakim kılınması konusunda harflerle ifadeyi öne çekmesinin bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “ Fazlullah bütün dini hükümleri yirmi sekiz ve otuz iki sayısına tatbik edip bu harflerin insanda bulunduğunu kabul eder. İlahi feyze ancak rüya yoluyla ulaşılabilir.”beni göre kakı görmüş olur” hadis ile feyz kapısının açık olduğunu göstermektedir”[7]
Fazlullah’ın rüya tabirlerindeki yeteneği sayesinde üne kavuşmuş olup, yaşı henüz yirmi beştir. Kırk yaşında Hurufi sırları diye bilinen harflerle kuranı kerimi çözdüğünü ifade etmişti.Hurufilerce Cavidanname kuranın bir bakıma tefsiri sayılmıştır. Bu nedenle kuranı salt kendilerin anladığı gerçeğini topluma aşılamaya çalışmışlardır. Kuranda rastlanan fazl kelimelerinin kendisini kastedildiğini öne sürmüş, insanın yüzünde bile fazlı’nın okunabildiğini söyleye bilmiştir.
Fazlullah 32 harfin her birinde evrenin kendisinin görüldüğünü israrla belirtmektedir. Harflerin içerdikleri toprak,insan,su,ateş her birisi küçük bir evrendir.
Harflerin anlamı daha çok Tevrat yorumlarının bir göstergesi olarak tanımlanmaktadır. Tanrısal öz tamamen kuran kaynaklıdır. Tanrısal kelam zaten kuranın çıktığı kaynaktan başka bir şey değildir. Harflerin kutsallığı kalem ve levh ile simgeleşmiş olup, kurana bağlanır. Mansur’da ise harflerin gizleri açıkça bilinmektedir.
Fazlulah felsefesinin dayandığı asıl kaynak Muhyittin Arabi olmakla birlikte özde İsmaili dailerin etkisi oldukça büyüktür. Daha da geri giderek 6. İmam Cafer Sadık, Fazlullah’ın etkilendiği bilginlerdendir
Fazlullahta yaratılış insanla birlikte kamile ermiştir. Tanrı insanda olmasına karşın tecellisi ancak insanı kamilin en yüksek dereceye ulaşmasıyla gerçeklik kazanmaktadır.
Hurufilik Anadolu’da en çok Bektaşilikte kendisini sürdürebilmiş ve bu biçimde ifade ortamı yakalamıştır. Bir zamanlar Fatih Sultan Mehmet’in sarayına hakim olan hurufilik burada yürüttüğü faaliyetler fazla öne çıkınca saraydan dışlanmış, hatta Fatihin etkisinde kaldığı ulema tarafından saraydan uzaklaştırılmıştır. “ 15. yüzylda Hurufilik sultanın sarayına kadar girmişti. 2. Mehmet (Fatih) gençliğinde bir Hurufi misyonerden tanıdığı bu öğretiye kendini kaptırmıştı. Fakat ulemanın tepkisi o kadar sert oldu ki; kendi adamının 1444’te Edirne’de diri diri yakılmasını önleyemedi.[8] Abdul Baki Gölpınarlı’ya göre Osmanlı sarayında etkisi duyulmuş biri olan Bistami el- Hurufı vardır.
Kanuni Sultan Süleyman, Hurufıliği Osmanlı’dan söküp atmaya çalıştı;fakat Hurufi düşünceler Bektaşilikle kaynaşmış bulunmaktaydı. Hurufiler ağır kovuşturmalara uğramış sonuçta kendisini yaşatabilmek için Bektaşiliğin içerisine girmiş ve oldukça fazla bu tarikatı etkisi altına almıştır.
Fazlullah’ın fikirleri asıl onun ölümü sonrası yayılma göstermiştir.
Fazlulah öldürülmeden önce Nahcivan yakınlarında bir kalede hapsedilmiş, Timurun oğlu Miranşah’ın talimatıyla yargılanarak idama mahkum edilmiştir. Suçlu bulunan Fazlullahın düşünceleri,yaydığı fikirler din ulemasını rahatsız etmiştir.Alt edemeyeceğini anlayan din adamları, bükemediği bileği öpme yerine o bileği kesme yolunu seçmişlerdir.Tarihte bu tür olaylar hep aynı nedenlerle ortaya konmuş, aynı nedenlerle de en büyük beyinler, düşünen, yenilik getiren, kurumlaşmış düzene ters gelen her fikir böylece ortadan kaldırılmştır. Fazlulalh için değerleri hiçe sayıyor kutsal değerleri aşağılıyor düşüncesiyle idamı yaşama geçirilmiştir. Bunun nedenlerini de topluma bilinen gerekçelerle anlatılmıştır. İdam tarihi 1394 olup, Nahcivan yakınında bulunan Alıncak’ Fazlullah’ın hakka yürüdüğü yerdir. Ve hemen orada sırlanmıştır. Hakka yürümesinin altıncı ayında baş halifesi Ali el –A’la ve seyit Musa tarafından bulunduğu alan kutsal olarak algılanmış ve oraya bir türbe yaptırılmıştır. Ancak türbenin yapıldığı Alıncak büyük bir ziyaretçi akını tarafından dolup taşmıştır. Burası her zaman Hurufilerin kabesi olarak anılmıştır.
Fazlulah’ın ölümü Hurufiliği bitirilmesinin aksine bu akımın büyüyerek güç kazanmasını sağlamıştır. Batıdan Hindistan’a kadar geniş bir seven kitle oluşmuştur. Anadolu’da ise baş halifesi Ali el- A’la tarafından Anadolu’nun içlerine kadar götürülmüştür. Bu öğreti Anadolu’da daha çok Bektaşilik içerisine sızarak yayılma göstermiştir. Anadolu’da halifelerinde Türk Edebiyatının önemli ozanlarından Seyit Nesim, Hurufiliğin Anadolu’daki en büyük temsilcilerinden birisidir.
Nesimi kendisini çok iyi yetiştirmiş yazım dilinde Türkçe’den başka Arapça, Farsça da yazmaktadır.Nesimi Fazlullaha mürit olmadan önce Şeyh Şibli’nin mürididir.Ancak Fazlullahla tanışmasından sonra onun fikirlerinden etkilenerek ona bağlandığını bilmekteyiz. Bir şiirinde şöyle söylemekte
“ Fazlullah dost olunca, yeni bir dosta gerek var mı?
Nesimi Fazl-Allah’ın değersiz kulu . Fazl-Allah, yaradanımız”[9]
Diyecek kadar mürşidini kutsallaştırmaktan çekinmemiştir. Nesimi aynı zamanda Fazlullah’ın kızıyla evlenmiştir. “ Bununla birlikte Nesimi, Hurufiliğe, sufilikten yola çıkarak varmıştı. Öğrettiği, Neo- Platoncu ve gnostik; evrensel sevgi esaslı, Muhyiddin Arabi ve onu izleyenlerce geliştirilmiş olan Vahdet el Vücud (Varlığın birliği) öğretisidir”[10]
Fazlulah’ın Nesimi dışında yine baş halifesi Mir Ali Al’a üstadın hakka yürümesinin ardından kıyımlarla birlikte Bektaşi tekkeleri içine girerek öğretiyi sürdürmüştür. Nesimi de aynı yolu izlemiş ölümüne dek Bektaşilik tekesi içinde Fazlulah’ın görüşün topluma aktarmıştır. Hurufiliğin yayıcılarından birisi de yine Nesimi’nin müritlerinden Refii’dir. Bununla birlikte yine tanınmış Hurufilerden Ferişteoğlu ya da Firişte-zade olup , Alevi Bektaşiliğin yedi ulu ozan adlandırmasını yaptıkları Yemini, Virani de açıkça Hurufiliği savunmuşlardır.
Hurufiliğin yayıldığı bölgeler daha çok Balkanlarda bulunan Bektaşi tekkeleridir. Bu gün hala Alevi- Bektaşilikte Hurufi düşünceleri yaşamaktadır. Alevi cemlerinde Hallac, Nesimi, Fazlı adları sürekliliğini korumaktadır. Deyişlerde mutlak bu adlar bir biçimde geçmektedir.
[1] Beyanü’l Vaki, vr.78 a Aktaran, Hüsamettin Aksu
[2] Gölpınarlı, İÜ. Ktp. FY. Nr.448 vr. 114b-115b
[3] İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları cilt 12, s.277
[4] age. S.278
[5] İrene Melikof, Hacı Bektaş, Efsane’den gerçeğe, s.162 cumhuriyet yay.1998
[6] age.s.163
[7] Buhari, Tabir 10, Müslüm Rüya,11, Aktaran Hüsamettin Aksu
[8] İrene Melikof age.s172
[9] İrene Melikof ag.s.167
[10] age,s.167
Gülağ ÖZ
Yoruma kapalı.