PİRHA- Tahtacıların 100 yıllık geçmişi olan Altındağ Mahallesi’ndeki Tahtacıların öykü ve anılarını derleyerek ‘Alevi Tahtacı İzleri’ kitabını çıkartan Fatma Kırmaç Kılıç,” Ben kör bir ebenin (nine) masalları ile büyüdüm. Sonradan kör olmuştu ve 7 yıl görebilmiş. Bu bir ihtiyaçtı. Öyküler, gelenekler yoktu. Unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimiz yazıldı aslında. Beton evlerde nasıl sağlıksız isek ve eski taş evleri arıyor isek işte geçmişi de öyle arıyoruz” dedi.
Yazar Fatma Kırmaç Kılıç‘ın 100 yıllık geçmişi olan Altındağ Mahallesi’ndeki Tahtacıların öykülerini ve anılarını derlediği kitabı ‘Alevi Tahtacı İzleri’ Kil Yayınları’ndan çıktı.
Durhasan Dede’ye bağlı Yanyatır Ocağı talibi olan İzmir Bornova’ya bağlı Altındağ Mahallesi’ndeki Tahtacıların Çukurova’dan, İzmir Narlıdere’ye oradan da Midilli’ye ve gerisin geri İzmir Altındağ’a uzanan serüvenini ve öykülerini bir kitapta toplamış.
Öykülerin yanında Altındağ’daki Tahtacıların gelenek, görenek, inanç ve ritüellerinin yanında toplumsal dayanışma yönünü de işleyen Fatma Kırmaç Kılıç, 22 öykünün yer aldığı kitabında kimi özel karakterlere de yermiş. Bu özel karakterlerden biri de hasta yatağında semah dönen ve 5 Aralık 2018 yılında Bergamaya bağlı Yerlitahtacı Köyü’nde Hakk’a yürüyen Karpuz Ebe (Nine).
Fatma Kırmaç Kılıç, 22 öykü/anıdan oluşan kitabına dair PİRHA’ya konuştu.
‘NOHUT TANESİ’ KİTABI 65 ÜLKEDE OKUNDU
Durhasan Dede’ye bağlı Yanyatır Ocağı talibi olan ve 13 yıldır yazan Fatma Kırmaç Kılıç, ‘Nohut Tanesi’ adlı kitabının çokça ilgi görmesinden sonra Tahtacı öykülerini derlediğini söyleyerek, “Tahtacıyım ve Yanyatır Ocağı’ndanım. İşçi emeklisiyim ve okuma şansı verilmeyen bir kesimdenim. 13 yaşında işe başladım. 40 yaşında emekli oldum. Yaz atölyelerine başladıktan sonra ortaokulu beş sınavda vererek dışardan bitirdim. 13 yıla yakındır atölyelerde emek veriyorum. Kadın Yazarlar Derneği’ne katıldım ve 202o yılında ‘Nohut Tanesi’ adlı çocuk kitabı çıkardım. Güzel ses getirdi, 65 ülkede indirilip okundu. O da beni yeniden yazmaya teşvik etti. Yine 2020 yılında Dersim’deki ‘Analar ve Pirler Çalıştayı’na gittiğimde geleneğimizi anlattım ve herkes kitabımı sormuştu. Daha önceleri Tahtacı dergilerinde yazıyordum. Sonrasında ise bu hikayeleri derledim ve ana öykü çıktı” diye konuştu.
100 YILLIK BİR MAHALLE: ÖYKÜLERE DE EZİLMİŞ HAYATLAR YANSIYOR
Kırmaç Kılıç, Tahtacıların Çukurova’dan, Narlıdere’ye oradan da Midilli’ye ve sonrasında İzmir Altındağ’a uzanan 100 yılını buluşturduğu kitabına ezilmişlik öykülerinin de yansıdığını ifade ederek, “Bizler kalburun en altındayız. Ezilen sınıftım ve her zaman ezilen sınıfın yanında oldum. Bizler işçiliğin çok güzel zamanlarında çalıştık. Eylemliliklere, grevlere ve hakların elde edildiği zamanlara yetiştik. 1 Mayıslara çok daha örgütlü olarak çıkabiliyorduk. Şimdilerde ise işçilerin elinden tüm hakları neredeyse alındı. Ezilmişliğin de öyküleri var. Hepsi öykü ama küçük küçük geleneklerimizi de verdim. 100 yıllık Altındağ Mahallesi’ni, Tahtacı geleneğini, Yunanistan Midilli’ye gidiş gelişimizi, 20 aile olarak mahalleye yerleşmemizi ve ebelerin (nine) genel karakterlerini bu kitapta anlattım. Altındağ Mahallesi aslında bir göç hikayesi. Adana’dan İzmir’e, İzmir’den Midilliye ve tekrardan İzmir’e uzanan bir halkın hikayesi. Bunlarda hep bir ezilmişlik var. Ezilmişlik olunca öykülere de ezilmiş hayatlar yansıyor” diye belirtti.
YENİ KİTABINDA KÜRTÇE BİR ÖYKÜ OLACAK
3 ay gibi bir zaman aralığında çıkacağını öngördüğü ‘Duyun Sesimi’ kitabında ise Kürtçe bir öyküyü kaleme aldığını dile getiren Kırmaç Kılıç, “3 ay sonra yeni bir öykü kitabım olan ‘Duyun Sesimi’ kitabım çıkacak. Ezilmiş işçilerin, halkların öyküleri bunlar. Bu kitapta Kürtçe olan bir öykü var. Kürtçeyi hiç bilmiyorum ve bu konuda yardım aldım. Bazı şeyleri Kürtçe yazdım ve onda da okuduğum haberlerden etkilendim” dedi.
“40 YAŞIMA KADAR ALEVİYİM DİYEMEDİM AMA ŞİMDİ DİYEBİLİYORUM”
İşçi olan ve 40 yaşına kadar Alevi olduğunu söylemediğini ifade eden Kırmaç Kılıç şöyle devam etti:
“İşçilik hayatımda 40 yaşıma kadar Aleviyim diyemedim. Onun ezilmişliği çok var. Oruçlarımızı gizli tuttuk, yemeğimizi gizli yedik. Bir mum söndü kirliliği toplumda gelip gidiyordu. Kapalı bir toplumduk ve cemlerimiz gizli olurdu. Eğitim alamadık. Tahtacı Derneği’nin kurulması ile okuduk, araştırdık. Artık gittiğim her yerde Aleviyim diyebiliyorum ve bu benim için büyük bir artı. Çünkü artık tarihimizi biliyoruz. Bizler geçmişte varız, bunu niye söylemeyelim ki? Göğsümü gere gere artık Aleviyim diyebiliyorum ve bu müthiş bir heyecan.”
“KÖR BİR EBENİN (NİNE) MASALLARI İLE BÜYÜDÜM”
Ben kör bir ebenin (nine) masalları ile büyüdüm. Sonradan kör olmuştu ve 7 yıl görebilmiş. Bizim zamanımızda çocuklar sokaktaydı. Yunanistan Midilli’den gelerek evlerimizin fotoğraflarını çekiyorlardı. Yaşadığımız mahallenin o dönem hepsi Tahtacıydı. Halen geleneklerimizi sürdürüyoruz. Cemevlerimizi, baş bağlama, ikrar alma, sağdıçlık, üç etek gibi geleneklerimizi asla unutmadık.
HASTA YATAĞINDA SEMAH DÖNEN KARPUZ EBE’NİN ÖYKÜSÜ
Kırmaç Kılıç, İzmir Bergama’ya bağlı Yerlitahtacı Köyü’nde yaşayan ve Hakk’a yürümeden önce hasta yatağında semah dönen Karpuz Ebe’nin (Döndü Dirik) öyküsünün yazımını ise, “Acemilik zamanlarımdaki ilk öyküm Karpuz nine ile olandı. Kendisini Sultan Nevruz’da tanıdım ve birlik kurbanı yapılmıştı. Kendisinden çok etkiledim ve onun öyküsünü yazdım. Karpuz ebe (nine) daha ölmemişti. Ona ölmeden ölümdeki gelenekleri anlattırdım. Tepki de aldım ve giderek elini öptüm özür diledim. Gönlünü aldım. Onunla iyi bir akrabalığımız oldu. Ondan sonra 3-4 kez daha gittim yanına. Bu bir ihtiyaçtı. Öyküler, gelenekler yoktu. Sonradan çok ilgi gördü ve devamının gelmesini isteyen çok kişi oldu” diyerek anlattı.
“KAYBETTİĞİMİZ ŞEYLERİ ARIYORUZ, SAHİP ÇIKMAMIZ LAZIM”
“Beton evlerde nasıl sağlıksız isek ve eski taş evleri arıyor isek işte geçmişi de öyle arıyoruz” diyen Kırmaç Kılıç şunları ifade etti:
“70’li 80’li yıllardaki Altındağ’ı anlattım. Birlikte beraber kalkınmayı anlattım. Şimdilerde kaybettiğimiz şeyleri anlatıyorum. Sen inşaat yaptığında ben gelip sana 2 gün çalışıyordum para almadan. Kumunu çimentonu yardımlaşarak taşıyordum. 2-3 kadın bütün mahallenin çocuklarına bakabiliyordu. Birlik, beraberlik vardı. Onları kaybettik biz. Unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimiz yazıldı aslında. Cuma akşamları ölülerimiz için yemek yapılırdı. Onlar için çırağ/çerağ yakmak kalmadı. Beton evlerde nasıl sağlıksız isek ve eski taş evleri arıyor isek işte geçmişi de öyle arıyoruz. Bunlara sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum ve onun içinde yazdım.”
Ersin ÖZGÜL/İZMİR
Yoruma kapalı.