PİRHA – Yazar Ozan Doğan, ‘Roman Aleviler’ isimli kitabında ötekileştirilme durumunun detaylarını ortaya serdi. Alevi toplumu içerisinde hiyerarşik bir önem sıralamasının olduğunu söyleyen Doğan, “İslamiyeti benimseyen Romanlar nasıl camilerde veya gittikleri yerlerde dışlanıyorlarsa Alevi inancını benimseyen Romanlar da cemevlerinde, Hacıbektaş gibi önemli alanlarda düzenlenen törenlerde çok ciddi ve keskin ayrımcı pratiklere maruz kalıyorlar” diye belirtti.
Alevi toplumu içerisindeki tahakküm ilişkilerinin görünür kılındığı “Roman Aleviler” adlı kitap çalışması, İletişim Yayınlarından çıktı. Ozan Doğan imzalı kitap, Roman Aleviler hakkında birçok bilinmeyene de ışık tuttu.
Uşak’ta yaşam süren Roman Aleviler üzerinden araştırmasını başlatan Yazar Ozan Doğan, Roman olmayan Aleviler tarafından oluşturulan tahakkümün boyutunu gözler önüne sermekte.
“Ötekinin ötekisi olmak” durumunu irdeleyen Ozan Doğan ile araştırması hakkında konuştuk.
ROMANLAR DIŞINDA KİMSENİN GİTMEDİĞİ BİR CEMEVİ!
PİRHA – Roman Aleviler ve Abdallar için daima ‘Ötekinin de ötekisi’ tarifi yapılır. Kitap çalışmanıza başlamadan önce bu ayrımı görüyor muydunuz? Kitabı nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda yazma gereği duydunuz?
Ozan Doğan: Kitabı yazmadan önce ötekinin ötekisi olma haline çok fazla tanık oldum. Lisans eğitimi esnasında bir arkadaşım sayesinde Uşak’taki cemevine gitmiştim. Gerçekleştirilen cemlere, orada yaşayan halkın cemevi ile kurduğu ilişkilere tanık olmuştum. İnsanların ezici çoğunluğu, kendisini ‘Roman Alevi’ olarak ifade ediyordu ve 2000’li yılların başıydı bu ifade ettiğim tarih.
Cemevine gelen kitlenin etnik kültürel özelliklerine baktığımızda ise Romanlar dışında kimsenin gelmediği ifade edilmişti. ‘Neden Roman Aleviler dışında başka Aleviler gelmiyor?’ diye sorduğumda ise Çingeneliği atfedilen kötücül imajlardan kaynaklı kentte yaşayan, Roman olmayan Alevilerin cemevine gelmediğini duymuş oldum. Sonraki yıllarda Hacı Bektaş Veli’yi anma törenlerinde Roman ve Abdallara yönelik gerçekleşen dışlayıcı tutumlar, başka kentlerde Abdal ve Roman Alevilerin maruz kaldığı şeyleri görünce bir ötekinin ötekisi olma halini de gördüm. Bunları tabi biliyordum, haberdardım fakat bunu bir ön kabul olarak almadım. Belli veriler bende vardı ama bunun bilimsel bir düzlemde araştırılması, yani bir soru olarak mesela ‘Aleviler içerisinde Roman Aleviler, kendilerini öteki olarak görüyorlar mı? Eğer Aleviler içerisinde ötekilik durumu varsa Roman Aleviler bunu nasıl yaşadılar ve bu ötekileştirme tutumunu nasıl algılayıp ne tür pratikler ürettiler?’
Bunlar saha çalışması içerisinde birer soru olarak şekillenip bireylerin Uşak, Kütahya, Afyon, Elazığ ve Malatya’da ifade ettiği şeyler çerçevesinde şekillenerek bilimsel bir teze ve sonrasında da kitaba vesile oldu.
TOPLUMUN YABANCILIĞI VE ‘ÇİNGENE’ KATEGORİSİNDE GÖRÜLEN GRUPLAR!
PİRHA – Çalışmanızı Uşak merkezli yürüttüğünüzü söylediniz. Diğer illerde de yerinde, bire bir görüşerek mi ilerlediniz?
Tezin temel odağı Uşak merkezdi. Bunun bazı nedenleri var. Uşak merkezde Roman Alevilerin kullandığı yaklaşık 40 yılı bulan bir cemevi pratiği var. Bununla birlikte kentte yaşayan 10-12 bin dolayındaki nüfusun tamamı Alevi. ‘Roman’ adını kullanıyoruz ama tabii genel olarak toplum, Romanlara yabancı olduğu için onların fiziksel görünümlerine, geçim stratejilerine bakarak Roman olmayan grupları da Çingene kategorisi altında toparlıyor ya da Roman olarak ifade ediyor. Ama sahaya gittiğimde benim dahi tanıdığımı düşündüğüm aslında grupları tanımadığımı fark ettim. Çünkü Uşak gibi nispeten küçük bir yerde dahi kendisini Roman olarak adlandıran üç farklı grup var.
Abdallar roman değil! Abdallar da işin içerisine dahil olduğunda Uşak’ta yedi farklı grup karşımıza çıkıyor. Bu farklar bir kere ana dilden kaynaklanıyor. Abdallarla Roman grupların konuştuğu diller birbirinden farklı. Göç yolları, etnokültürel özellikleri farklı. Bununla birlikte romanlar içerisinde yer alan üç grubun da ana dilleri farklı. Göç yolları farklı noktalardan geliyor. Alevi inancıyla tanışma serüvenleri farklı. Dolayısıyla aslında göçebe olanın zengin bir kültürü birikimi olmadığını düşünen ya da öyle tahayyül eden, ona bir birikim atfetmeyen o genel algının ya da genel yargıların Uşak’ta tuzla buz olduğunu gördüm. Uşak’ta elde ettiğim veriler, bu verileri başka illerle kıyaslama, zenginleştirme tutumuna itti beni. Afyon, Manisa, Elazığ, Malatya’da da görüşmeler gerçekleştirdim ve burada yine farklı gruplarla gerçekleştirilen görüşmelerde hakikaten de hem dil özellikleri bakımından, hem göç yolları bakımından, hem de kültürel özellikler bakımından önemli farklar olduğunu gördüm.
“TOPLUMUN ALGISI ‘ROMANLARIN ALEVİ OLAMAYACAĞI’ YÖNÜNDE”
PİRHA – Kitap hazırlık sürecinde, bireyleri dinlemenin ötesinde size önemli anlamda yol açan bir argüman elde edebildiniz mi?
Sahaya çıkmadan önce önemli bir zamanım literatür taramasıyla geçti. ‘Roman Alevi’ tanımlamasını yaptığımızda işin içerisine bir etnik özellik bir de inanç bakımından Alevilik dahil oluyor. Dolayısıyla karşımızda iki ayrı büyük literatür var. Alevilik üzerine yapılmış çalışmaları okumam önemli bir zamanımı aldı. Burada Roman Aleviler genellikle ele alınmamış. Ya birkaç paragraf atıflar ya da Alevilerin etik kimliği üzerine yapılan okumalarda belli değiniler olmuş. Dolayısıyla Roman Aleviler aslında şimdiye kadar ciddi düzeyde bir araştırma konusu yapılmamış. Hem etnik kültürel özellikleri, hem Alevi inancıyla tanışma tarihleri, serüvenleri, Alevi ocak sistemine bağlılıkları, bunlar irdelenmemiş. Düşünülenin aksine Türkiye’de kendisini Alevi olarak ifade eden gruplar; yani Roman gruplar çok sınırlı değil. Bir nüfusun az ya da fazla olması, onun birikiminden bir şey götürmez. Türkiye’de kendisini Alevi olarak ifade eden Rom, Dom, Lom ve bu gruplara dahil olmayan göçebe kökenli grupların sayısı çok fazla. Şöyle somutlaştıracak olursak Romanlara ilişkin Türkiye’de yapılmış çalışmalarda 2 ile 5 milyon arasında bir nüfustan bahsediliyor. Genel olarak yapılan tartışmalarda bu nüfusun ezici çoğunluğunun Sünni inancı benimsediği, sınırlı bir kısmının ise Alevi, Bektaşi inancını benimsediği söylenmiş. Bu ifadeler genel bir kabul olarak tezlerde, kitaplarda hep söylenegelmiş. Bunları bir veri olarak aldım ama net bir yargıyla, ‘bu böyledir’ diye sahaya çıkmadım.
Dolayısıyla tam da ifade ettiğiniz gibi sahada hem bireylerle görüşerek; yani onların Alevi inancıyla tanışma, birikimleri, farklı illerdeki akrabalık ilişkileri, hem de bağlı oldukları Alevi ocağının dedesiyle ve cemevi ile görüşmeler yaparak değerlendirme yaptık. Hem cemevi dedesinin aktarımları, hem de yerelde görüştüğüm bireylerin aktarımları oldu.
Uşak özelinde somutlaştıracak olursak; 1800’lü yılların başına uzanan bir Alevi ocak sistemine bağlılık durumu söz konusu. Bu tarihi önceye götürmek de mümkün. Örneğin İran’da 1960-70’lerde yapılmış çalışmalara baktığımızda yerelde yaşayan ve ‘âşık’ diye adlandırılan gruplar içerisinde yer alan bazı kesimlerin örneğin Seyit soyundan geldiklerini ifade ettiğine tanık oluyoruz. Şimdi bu durum aslında yine bazı genel kabullere eleştirel bir şekilde yaklaşma Romanlara atfedilen işte ‘Onlar Alevi değiller, Alevi olamazlar’ ya da ‘Bektaşiler. Sonradan Aleviler’ gibi benim hem saha görüşmeleri esnasında Roman olmayan Alevilerden duyduğum hem de özellikle kitap basıldıktan sonra sosyal medyada tanık olduğum çok fazla söylem oldu. Genel bir algı olarak Türkiye’de yaşayan Romanların Alevi olamayacağı, en fazla Bektaşi olabilecekleri ifade ediliyor. Aleviliğin doğumla kazanılan bir durum olduğu, dolayısıyla etnik köken olarak bakıldığında Romanların soyunu Hindistan’a dayandıran o genel anlatı ekseninde işte Hint kökenli oldukları, Hindistan’dan belli yüzyıllar ekseninde başka bölgelere dağıldıkları ve genel olarak da gittikleri ülkelerde hakim olan dini inanışı benimsedikleri rivayet edilir ve dolayısıyla Türkiye’de yaşayan Romanların da Alevi olamayacağı dile getirilir. Fakat İran’da ifade edilen bu durum, bu genel kabulü de eleştirel yaklaşmamızı sağlayan, farklı pencereler açan bir durum getiriyor. Elbette ‘Romanların bir kısmı Seyit soyundan gelir’ gibi bir iddiada da değilim.
Arşiv belgelerin oluşturulma biçimleri, politik sistemler ve bu eksende tutulan kayıtların niteliğine baktığımızda yüzyıllar önce oluşturulan belgeler ekseninde herhangi bir topluluğun etnik ve dini kökenine ilişkin net ifadeler kullanmanın bizi çok da doğru sonuçlara ulaştırmayacağını düşünüyorum. Bir grup ya da bireyin, kendi etnik kimlik ve dini inancını nasıl tanımlıyorsa ona saygı göstermek ve o eksende değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
DÜNYANIN DÖRT BİR YANINA DAĞILAN TOPLUM!
PİRHA – Dünya genelinde dağınık yaşayan Romanlar içerisinde Alevi olan gruplar, daha çok hangi coğrafyada görülmekte?
Roman Aleviler daha çok Anadolu coğrafyasında dağınık yerlerde yaşıyorlar. Tabii göç yollarının uzunluğu dikkate alınırsa, bu göç yılları 5 ila 15. yüzyıl arasında farklı dönemlerde farklı kuşaklar boyunca gerçekleşiyor. Dolayısıyla Hindistan’dan İran’a, Suriye’ye, Filistin’e, Avrupa’ya, Amerika’ya; yani dünyanın dört bir yanına dağılan bir durum söz konusu.
Dolayısıyla kaynakları okurken, literatür taramasını gerçekleştirirken özellikle sadece Türkiye için değil, Türkiye dışı alanlarda da örneğin Romanlar ve Gipsi çalışmalarında da genel olarak Çingenelerin gittikleri yerin dini inancını kabul eden, herhangi bir dini inanca sahip olmayan gruplar olarak tarif edildiğini gördüm. Yani bu Türkiye’ye has bir şey değil. Yani Afrika’ya da gitseniz, Avrupa’nın herhangi bir yerine de gitseniz bu imaj ya da bu yargı her tarafta ortak bir şekilde çalışıyor. Roman Alevi gruplar, Türkiye’de de dağınık olarak hemen her yerde yaşıyorlar. Ama hem Roman Aleviler, hem Dom Aleviler, hem de Dom Aleviler var ve çok geniş bir alanda yaşayan ve büyük bir nüfusa tekabül eden bir topluluktan bahsediyoruz.
“ÇİNGENELERİN DEDESİ’
PİRHA – Roman Alevilerin inanç önderleriyle konuştuğunuzda bu ‘öteki olma halini’ nasıl tarifliyorlar?
Yanıtlayanlar açısından da gerçekten çok incitici sonuçlar gördüm. Örneğin Uşak’ta Işık Çakır Sultan Ocağı dedesi ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirdim. Uşak’ta Zakir Nuri Demirel ve yine Alevi Kültür Derneği’nin yönetim kurulu üyeleriyle yaptığımız görüşmelerde hem Uşak’ta hem Uşak dışı alanlarda bahsini yaptığınız bu ötekileştirme pratiklerine ilişkin çok fazla şey aktarıldı. Belki de bunların en çarpıcısı Işık Çakır Sultan Ocağı Dedesi Nazmi Aydedeoğlu’nun maruz kaldığı dışlanma biçimi… Alevi inancında kutsallık atfedilen bir makam, sırf talipleri arasında Romanlar var diye ötekileştirilmeye maruz kalıyor. Dedenin de ‘Çingenelerin dedesi’ olarak adlandırıldığı, Çingeneye yüklenen kötücül imajların dedenin arkasından Uşak’ta, Kütahya’da, Manisa’da, Denizli’de Roman olmayan Aleviler tarafından dile getirildiği durumlar yaşanıyor. Sırf Roman olmak ya da Roman Alevi inancıyla bağdaştırdığı düşünüldüğü için Çingenelik, Aleviliğe yakıştırılmadığı için ya da Çingenilik atfedilen o bütün bildiğimiz kötücül imajların Aleviliği kirleteceği düşünüldüğü için bu topluma önderlik ettiği düşünülen dede de Çingene olmaktan nasibini alıyor. Aslında dede de onlarca yıldır Roman olmanın ya da genel bu topluma yabancı olanların söylemiyle Çingene olmanın nasıl bir dışlayıcı biçimi olduğunu çok çarpıcı bir şekilde yaşıyor. Bu durumun dedede nasıl bir duygusal kırılmaya yol açtığını çok bizzat yaşayarak gördüm.
Yaptığım görüşmelerde ifade edilen çarpıcı şeylerden bir tanesi de ‘Biz, ezilenin dahi ezdiği biz halkız’ ibaresiydi. Yani Aleviler yüzlerce yıldır inançlarından kaynaklı ötekileştiriliyor, eziliyor. Fakat ötekileştirilen Alevi toplumu aynı ötekileştirme pratiklerini kendi içerisinde de üretiyor. Aslında tezimin ve kitabın temel odak noktası buydu. Yani ötekileştirilme biçimi sizi ötekileştirmeye maruz kalan gruplarla ya da bireylerle daha empatik ilişkiler kurmaya sevk edebilir. Fakat ötekileştiren bir pratiğe maruz kalmak sizi bir anda bütün sorunları aşmak, bütün meselelere adil bir biçimde yaklaşma durumunu beraberinde getirmiyor. Dolayısıyla Türkiye’de Çingene olmakla Alevi toplumu içerisinde Çingene ya da Roman olmak arasında kayda değer bir fark göremedim. Sünni inancı benimseyen Romanlar nasıl camilerde veya gittikleri yerlerde dışlanıyorlarsa Alevi inancını benimseyen Romanlar da cemevlerinde, Hacıbektaş gibi önemli alanlarda düzenlenen törenlerde çok ciddi ve keskin ayrımcı pratiklere maruz kalıyorlar. Bu yönüyle bu toplumu inciten ve aslında büyük bir duygusal kırılma yaratan Alevi toplumu içerisinde maruz kaldıkları bu dışlama biçiminin ya da uygulamalarının değişmeyeceğine kanaat getiren bir durum söz konusu. Çünkü bu pratikler münferit değil. Elazığ’a da gitseniz, İstanbul’a da gitseniz bu durum değişmiyor.
Dolayısıyla aslında mesele Roman Alevilere anlatacağımız bir durumdan ziyade, Roman olmayan Alevilerin yüzleşmesi gereken bir durum olarak önümüzde duruyor.
“ALEVİ TOPLUMU İÇERİSİNDE HİYERARŞİK BİR ÖNEM SIRALAMASI VAR”
PİRHA – ‘Çingenelik Aleviliğe yakıştırılmıyor’ dediniz. Bu durumda olan başka halklar, topluluklar da var. Mesela Kürt Aleviler… Örneğin Kürt Alevilerin, Roman Alevilere bakışını gözlemleyebildiniz mi?
Kitabın önemli kısımlarından bir tanesi de katmanlı ötekiliktir. Romanlar açısından benim tartıştığım şey temel olarak bu. Yani katmanlı bir ötekilik var. Yani roman olmanızdan kaynaklı bir kere toplumun genel ifadesiyle ‘Çingene’ imajı hatırlanacak olursa işte hırsız, tehlikeli, kirli, yılışık gibi akla gelebilecek bütün kötücül imajlar Anadolu’nun dört bir yanında yüzlerce yıldır çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye’de Roman olmak başlı başına bir ötekileştirilme durumu. 2009 yılında gerçekleştirilen ‘Roman açılımı’ ve sonrasında gerçekleştirilen çalıştaylarda ortaya konulan belgeler incelendiğinde bu ötekileştirme pratiklerinin devlet tarafından da kabul edildiği ve bunları ortadan kaldırmaya yönelik kimi kararlar alındığını görüyoruz. Dolayısıyla Roman olmak başlı başına büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte hem Roman hem Alevi olduğunuz zaman bu yine dini inanıştan kaynaklı bir ötekileştirmeyi beraberinde getiriyor. Aleviler içerisinde Kürt Alevi ile Türk bir Alevi karşı karşıya geldiğinde Kürt Alevilerin, Türk Aleviler tarafından dışlanabildiğini görüyoruz. Fakat şöylesi ilginç bir durum var; dışlanan Kürt Alevi, Roman bir Aleviyle karşı karşıya geldiğinde ise o da dışlayabiliyor. Yani kabul etmiyor. Dolayısıyla Uşak’ta karşılaştığımız durum neyse Malatya’da Elazığ’da Kürt bir Alevi’nin Dom ya da Roman bir Aleviyle karşı karşıya kaldığındaki durum aynı. Tabiri caizse Alevi toplumu içerisinde hiyerarşik bir önem sıralaması olduğunu ifade edebiliriz. Türk Alevilerin en üstte görüldüğü, altında Kürt Alevilerin, Arap Alevilerin geldiği ve en alta Roman Alevilerin ve Abdalların yerleştirildiği bir durum var.
Roman Aleviler ve Abdallar, Kürt, Türk ve Arap Alevilere de ön yargıyla yaklaşmıyor. Ama herkes tarafından ortak şekilde dışlandıklarını düşünüyorlar. Bu durumun değişmeyeceğini Malatya, Uşak ve Akhisar’da farklı bireylerden de dinledim.
“EVVELA BU YABANCILIĞIN GİDERİLMESİ GEREK”
PİRHA – Anadolu’da artık hemen hemen her süreğin, örgütlü olduğu bir kurum mevcut. Ve bu kurumları kimi zaman yan yana görmek de mümkün. Peki kurumsallaşan bir Roman Alevi örgütlülüğünden bahsedebilir miyiz?
Uşak’ta örneğin kurumsal bir durum söz konusu. Yani bir cemevi var. Uşak Işıkçakır Sultan Cemevi ve cemevi bünyesinde Alevi Kültür Derneği mevcut. Haricinde yerelde iki Roman derneği var. Dolayısıyla Uşak’ta örgütlü bir yapı var. Yine Afyon’da benzer bir yapılanmanın olduğunu biliyoruz. Özellikle 2009 sonrasında roman derneklerinin birçok yerde kurulduğuna şahit oluyoruz. Dolayısıyla Romanlar içerisinde hem Alevi inancı ekseninde hem de etnik ve kültürel özellikler bakımından bu örgütlenme meselesi oluştu. Fakat şöyle bir fark söz konusu; ekonomik ve sosyal imkanlar bakımından Alevi Romanlar, Abdallar; tabii bu Alevi olmayan topluluklar için de geçerli, yani Romanlar ve Abdallar çok büyük sorunlar yaşıyor. Yani yaşanan sorunlar hepimizin malumu. Dolayısıyla en temelde yaşanan, gerçekten çok ciddi ekonomik sorunlardan kaynaklı inanç kurumlarında bir araya gelebilme, Alevi kurumlarıyla ortak hareket etme konusunda çabalar geliştirme konusu ikinci planda kalıyor. Çünkü hayatta kalmak, çocuğunun karnını doyurmak gibi çok temel çok insani sorunlar var. Uşak, Elazığ ve Malatya’da da bu durumları bir araştırmacı olarak gördüğüm. Dolayısıyla o etik karşılaşma da sizi belli yönüyle rahatsız eden bir şeye de dönüşebiliyor. Bu yönüyle daha ekonomik temelli sorunların ön plana çıktığı, toplumun bunları aşmaya yönelik çabalar gösterdiği bir durum var. Bu bir araya gelme konusunda Alevi kurumlarının adım atması gerekiyor. Çünkü çok büyük bir ön yargı söz konusu. Dolayısıyla bu yargılar var olduğu için de bu kurumlarla diyalog geliştiren, onlarla ortak etkinlik örgütleyen, kendisini onunla eşit gören bir durum daha söz konusu değil. Aslında en büyük sorumluluğun Alevi kurumlarına düştüğü kanaatindeyim. Şayet bu sorun görülür, daha hakim bir dil kullanmak yerine tepeden bakan onun adına konuşan bir dil yerine, gören, anlamaya çalışan, dinleyen bir dilin hakim olması gerekir. Dolayısıyla evvela bu yabancılığın giderilmesi gerektiği kanaatindeyim. Şayet bu yabancılık giderilirse ve Roman olmayan Alevilerin kurumları tarafından adımlar atılırsa da bunun sahada çok önemli sonuçları olacağı kanaatindeyim.
“ÖZNELEŞME SÜRECİ BAŞLADI”
PİRHA – AKP, MHP iktidarının Alevi toplumuna, kurumlarına olan yaklaşımı ortada. Roman Alevilerin, devletle olan ilişkileri konusunda bir çıkarımda bulundunuz mu?
Kurumsallaştıkça; yani dernekler, federasyonlar, cemevleri kuruldukça artık bu toplumun da kendisini temsil etme kabiliyeti gelişiyor. Kabiliyet geliştiği oranda da bulunduğunuz alanda valilik, belediye, baro, üniversiteler, diğer devlet kurumları tarafından da muhatap alınmaya başlıyorsunuz ve bu muhataplık ilişkisi hem sizin taleplerinizi iletme hem de bu talepleri takip etme konusunda bir durum açığa çıkartıyor. Bu yönüyle de Roman Alevilerin, devlet kurumlarıyla olan ilişkilerinde de belli değişimlerin olduğunu ifade edebiliriz. Ama bu değişimler kurumsallaşmanın, kendisini kurumsal bir kimlik etrafında ifade etmenin getirdiği değişimler. Örneğin Uşak’ta 10-12 bin dolayında bir nüfus var ve bu nüfus cemevi, dernekler etrafında bir araya geldikçe kendi taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirebilen bir özne olarak öne çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla Alevi Romanlar açısından da genel olarak Roman toplumu açısından da bir özneleşme sürecinin başladığını, bu sürecin geliştiğini ifade edebiliriz.
ZENGİN BİR KÜLTÜRÜN TAŞIYICILARI!
PİRHA – Özden uzaklaşmayan, başkalaşmayan, itikatli olan topluluklar konuşulduğunda Abdallar hep anılır. Roman Aleviler nezdinde bu konuda ne söylersiniz?
Çalışma esnasında da Roman olmayan Alevilerden örneğin ‘Çingene’den Alevi olur mu?’ söylemini çok duydum. Çünkü belli klişeler var. ‘Çingene’ kullandığım bir kavram değil, dışarıdakinin söylemi olarak kullanıyorum! Genel yargı, inançsız oldukları, kimseye söylemedikleri gizli inançları olduğuydu. Dolayısıyla o pencereden baktığınızda genel olarak toplumun ya da Alevi toplumu içerisinde de önemli bir grubun, Çingenelerin itikatsız olduğu, maruz kaldıkları şeylerden kaynaklı Alevi inancını bir basamak olarak kullandıkları, sonradan Alevi oldukları, onların Aleviliğinin şüpheli olduğunu ifade eden yaygın fikirler söz konusu. İşte bu, Alevi Romanları ve genel olarak Roman toplumuna aslında ne kadar yabancı olduğumuzu gösteren bir şey.
Bu toplumun çok zengin bir kültürü, birikimi olduğunu, çok kayda değer toplum önderleri olduğunu kabul etmiyor, çünkü kafada bir imaj var. Kafamızdaki ‘Çingene’ imajı, göçer olanın zengin bir kültür ve birikimi olacağına müsaade etmiyor. Dolayısıyla önce kafamızdaki yargıları dağıtmak gerekiyor. Yani eğer o yargıların bizde yarattığı etnik sınırları aşabilirsek Roman Alevilerin ne kadar zengin bir kültüre ve birikime sahip olduğunu görebiliriz.
Uşak özelinde 1800’lere uzanan bir Alevi ocak sistemi söz konusu ve bir teyzemiz ‘Oğlum, sen bu çalışmayı 20 sene önce yapsaydın daha neler bulacaktın. Maalesef artık büyüklerimiz yaşamıyor’ demişti. Dedenin, Kütahya’dan at sırtında gelip, göçebe durumda olan o grupların bir araya geldiğinden, belli noktalarda çadırlarda cemler düzenlendiğinden bahsetmişti. Dolayısıyla kuşaklar boyunca aktarılan çok zengin bir birikim söz konusu.
‘Çingeneler, Alevi inancına bağlı mı? gibi bir soruyu ciddi ciddi yanıtlamaya kalkmak da aslında farkında olmadan bir dışlama pratiği olarak karşımıza çıkıyor. Yani kendisini Alevi olarak ifade eden bireyler ya da diğer gruplar ne kadar Alevi ise kendilerini Alevi olarak ifade eden Roman gruplar da Alevi inancına o kadar bağlılar. Görmek, tanışmak isteyen, yaşadığı bütün kentlerde şayet bu sese kulak verirlerse bunu çok rahat görebileceklerini düşünüyorum.
“KAPSAMLI BİR SORUNLA KARŞI KARŞIYAYIZ”
PİRHA – İnanç önderleri, günümüzde inançsal ritüelleri yaşatma konusunda bir zayıflamadan bahsederken, Yol’a girmek, müsahip tutmak, görgüden geçmek gibi geleneklere de pek başvurulmadığını söylüyor. Peki Roman Alevilerde bu yönlü işleyiş nasıl?
İşleyiş süre gidiyor. Orada tabii ocak sisteminin de değişimini irdelemek gerekiyor. O da bizi başka bir tartışmaya götürüyor tabii. Ocak sistemi de kentleşme ile birlikte belli çözülmeler geçiriyor, evriliyor. Yerelde yaptığım çalışmalarda Ege Bölgesi’nde Işık Çakır Sultan Ocağı’nda müsahiplik uygulamasının 1970’lerde bir dede tarafından kaldırıldığını öğrendim. Dolayısıyla eskiden var olan ama 70’li yıllarda o geleneğin son bulduğu bir durum gerçekleşiyor. Sebep, sürekler arasındaki fark, yaşanılan bölgenin, durumuna, koşullarına göre değişiyor. 1826 sonrasında dergahların kapatılmasından sonra Kütahya’da, Afyon’da, Ege’nin diğer illerinde açığa çıkan durum. Aslında karşımızda çok büyük ve kapsamlı bir olgu var. Tek bir olguyla açıklayamayacağımız kapsamlı bir sorunla karşı karşıyayız. Ama bölgedeki hakim yapı, artık hakim inanç sisteminin etkisi ve tesiri ile birlikte 70’lerde musahiplik sistemi kalkıyor. Yani kalmıyor bu uygulama. Ama onun haricinde Alevi inancında var olan ritüellerin tamamı Roman Aleviler tarafından da hayata geçiriliyor. Yani mateminden diğer uygulamalara kadar bir süreç söz konusu. Kuşaklar boyunca aktarılan bir gelenek söz konusu ve bu Roman Alevileri arasında çok canlı bir şekilde yaşıyor.
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.