Alevi Haber Ajansi

Eğitim Sen: Okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır-VİDEO

PİRHA- Eğitim Sen, 16 Haziran’da sona erecek 2022-2023 eğitim-öğretim yılına dair raporunu açıkladı. Eğitimin günden güne niteliksizleştiğini söyleyen Prof. Dr. Nejla Kurul, “Dinselleştirme politikaları yoğunlaşmıştır” dedi. Kurul ayrıca, Öğretmenlik Meslek Kanunu üzerinden eğitim emekçilerine yönelik ayrımcı ve adaletsiz uygulamaların hayata geçirildiğini de kaydetti.

 

2022-2023 eğitim-öğretim yılı cuma günü sona erecek. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen), “2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda Eğitimin Durumu” raporunu açıkladı.

“EĞİTİM DİNSELLEŞTİRİLDİ”

Eğitim Sen Genel Merkezi’nde yapılan basın açıklamasında eğitimde yaşanan sorunlar tek tek sıralandı.
17,5 milyon öğrencinin ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakıldığını belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, “Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, erken çocukluk eğitiminden (okul öncesi) başlayarak çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemiştir. Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamalarının hız kesmeden devam etmektedir. Siyasi iktidar ve MEB’in eğitim kurumlarında laik-bilimsel eğitim anlayışını dışlayarak hayata geçirdiği uygulamalar eğitimin niteliğinde yaşanan gerilemenin öncelikli nedeni olmayı sürdürmektedir” ifadelerini kullandı.

Nejla Kurul, depremle birlikte eğitim sisteminin de çöktüğünü ifade ederek şöyle devam etti:

“Depremle birlikte sadece binalar değil, ülkenin yönetim rejimi, ekonomisi, doğaya ve bilime meydan okuyan, tamamen ranta dayalı kentleşme politikaları da yerle bir olmuştur. Böylesine büyük bir yıkımın yaşanmasının asıl nedeninin halkın can ve mal güvenliğini değil, sermayenin ihtiyaçlarını önceleyen rantçı politikaları benimseyen merkezi ve yerel yönetim anlayışı olduğu açıktır. Deprem bölgesinde bulunan öğrencilerin ve öğretmenlerin büyük bir kısmının depremden zarar görmüş, can veya mal kayıpları meydana gelmiştir. Yaşanan depremler sonucunda eğitim sistemi de büyük ölçüde enkaz altında kalmıştır.

“DEPREM BÖLGESİNDE MÜLTECİ ÖĞRENCİ SAYISI 358 BİN 376’DIR”

Deprem bölgesinde toplam 12 bin 550 okulda; 4 milyona yakın öğrenci eğitim görürken, sadece devlet okullarında çalışan öğretmen sayısı 210 bindir. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı 56 bin 259 eğitim kurumunun yüzde 21’i, ülkedeki tüm öğrencilerin yüzde 21,4’ü, öğretmenlerin yüzde 19,1’i depremin yaşandığı 11 ilde bulunmaktadır. Resmi verilere göre depremden etkilenen illerde örgün, yaygın eğitim ve barınma hizmetleri dahil 5 bin 24 özel öğretim kurumunda 555 bin 938 öğrenci/kursiyer faydalanmaktadır. Deprem bölgesindeki 16 üniversitede yaklaşık 380 bin öğrenci ile 45 bin akademik ve idari personel eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmektedir. Bu bölgelerde bulunan mülteci öğrenci sayısı ise 358 bin 376’dır.”

“ÖĞRENCİLERİN BESLENME SORUNU BÜYÜMÜŞTÜR”

Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, öğrencilerin beslenme sorununa da dikkat çekti. Çok sayıda öğrencinin okula kahvaltı yapmadan gitmek zorunda kaldığını belirten Kurul, şöyle devam etti:

“Birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü görülmüştür. Geçtiğimiz dönemde yaşanan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle yaşanan yoksullaşma süreci ile derinleşen ekonomik kriz, hız kesmeden devam eden zamlar, gerçek enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşması ve alım gücünün gün geçtikçe düşmesi mutfaktaki yangını büyütürken artık temel besin gıdalarına dahi ulaşmak zorlaşmıştır. Çocuklar için beslenmenin önemli olduğu koşullarda süt, yumurta, peynir, zeytin vb gibi temel gıda ürünlerinin fiyatı 3-4 kat artmıştır. Bu koşullarda çocuklarına her gün ayrı bir beslenme hazırlamak durumunda kalan aileler eti, sütü, meyveyi, kuruyemişi geçelim yumurtayı, peyniri ve zeytini bile alamaz hale gelmiştir.
Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocukların sadece büyüme ve gelişiminde değil, okul başarısı üzerinde de son derece etkilidir. Yetersiz ve dengesiz beslenen öğrencilerin dikkat süreleri kısalmakta, algılamaları azalmakta, zaman zaman öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları gelişebilmekte ve bu ve benzeri nedenlerden kaynaklı olarak okul başarıları belirgin düzeyde düşebilmektedir.
Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sıradadır. Son dönemde çok hızlı artan yoksullaşma Türkiye’de önce en hassas durumdaki çocukları vurmuştur. Türkiye’de bugün her 5 çocuktan biri derin yoksulluk sorunları ile yüzleşmekte, yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamamaktadır. Bu noktada yapılacak en acil eylem, bir an önce okullarda kamunun öğle yemeği hizmeti sunmasıdır.
Gıda fiyatlarındaki artış sofralardan, çocuklarımızın harçlıklarına kadar yansımış durumdadır. Veliler çocukların beslenme çantalarına hiçbir şey koyamaz, okul harçlığı bile veremez hale gelmiştir. Okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek hakkı devlet tarafından karşılanmalıdır.”

“EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRME POLİTİKALARI YOĞUNLAŞMIŞTIR”

Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaştığını söyleyen Nejla Kurul, şunları kaydetti:

“Okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır. MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘iş birliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak projeler üzerinden eğitimi dinselleşme süreci hızlandırılmış, doğrudan laik eğitimi ve laik yaşam tarzını hedef alan uygulamalar hayata geçirilmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaokullar ve imam hatip okulları, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı il/ilçe spor müdürlükleri/Gençlik merkezleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet Gençlik Merkezleri iş birliğinde yürütülmekte olan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) kapsamında 2022/’23 eğitim öğretim yılı içinde ülke çapında çeşitli toplantılar yapılmış ve kararlar alınmıştır.
ÇEDES Projesinin amacı, “Öğrencilerimizin millî, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren ve kendi yaşantılarında inşa eden fertler olmalarına, çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı, aklı selim, kalbi selim ve zevki selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetişmelerine katkı sağlamak” olduğu ifade edilmektedir. Dini ve manevi değerleri merkeze alan ÇEDES Projesi, laik-bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine aykırı bir içerikte hazırlanmış ve uygulanmaya başlamıştır.

“Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizin benimsetilmesi amacıyla tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokulları ile il merkezi ve ilçelerde bulunan tüm cami ve Kur’an kursları”nı kapsayan projenin uygulaması için Milli Eğitim Müdürlükleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülükleri aracılığıyla okullara öğrencilerin ‘manevi gelişimini desteklemek’ adı altında ‘manevi danışman’ sıfatıyla pedagojik eğitimi bulunmayan vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticileri İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere, çeşitli illerde görevlendirilmeye başlanmıştır.
Eğitimin bütün kademelerinde eğitimin niteliğini yükseltmek, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerekmektedir. Ancak MEB, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda “tek din, tek mezhep” yaklaşımıyla hareket ederek okullarda öğrencilere dini ve manevi değerleri aktarmayı kendisine görev edinmiştir. ÇEDES Projesi iktidarın eğitim sistemini siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme hedefinin son örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de eğitim politikalarının merkezinde yer alan “tek din, tek mezhep” anlayışının, farklı kimlik ve inançlara karşı önyargıları diri tutan ve milliyetçilik temelinde yükselen resmî ideolojiyi besleyen ‘manevi değerler eğitimi’ uygulamasının okullardan başlayarak ülkede yaratılan kutuplaştırmayı derinleştirmesi kaçınılmazdır. Böylesi bir uygulama hem çocukların sağlıklı gelişiminin hem de eğitim sisteminde eşit, özgür ve bilimsel düşüncenin ilerlemesinin önünde önemli bir engel olmayı sürdürmektedir.
Erkek ve kız öğrencilerin karma eğitimine dinsel ve cinsiyetçi gerekçelerle karşı çıkmak ve tek cinse dayalı eğitimi savunmak, okulların sadece öğrenme değil, aynı zamanda çocuklar ve gençler için sosyalleşme mekânları olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi, öğrencilerin cinsiyetlerine göre ayrıştırılması birbirinden açıkça tecrit edilmesi anlamına gelmektedir.

“SON DERECE SAKINCALI”

Türkiye’de yasal olarak zorunlu din dersi 4. sınıfta başlıyor olsa da İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin müftülüklerle protokol imzalayarak bu derslerin seviyesini 4 yaşına kadar indirmesi, eğitim bilimi ve çocukların zihinsel gelişimi açısından son derece sakıncalıdır. Henüz oyun çağında olan ve somut düşünme yetisini tam olarak kazanmamış çocuklara yönelik ‘değerler eğitimi’ ve ‘Kur’an eğitimi’ çalışmalarının yapılması pedagojik olarak son derece sakıncalıdır.
Eğitimde 4+4+4 dayatması ile ‘dindar nesil’ yetiştirmeyi hedefleyen siyasi iktidarın, hedefini daha da büyüterek bilinçli ve programlı bir şekilde daha kolayca ‘şekil verebileceği’ 4-6 yaş gurubuna yönelmesi çocukların sağlıklı gelişimi açısından son derece tehlikelidir. Henüz oyun çağında olan, somut ve soyut düşünce yetileri gelişmemiş olan 4-6 yaş grubu okul öncesi eğitim çağındaki öğrencilere hangi neden ya da gerekçeyle olursa olsun ‘dini eğitim’ verilmesi, Türkiye’nin de altında imzasının bulunduğu çocuk hakları sözleşmesinin ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi ile temelden çelişmektedir.
Devletin bilinçli bir şekilde boşalttığı alanlar, dini vakıf ve cemaatler tarafından okullar, yurtlar, kurslarla doldurulmuş ve iktidar desteği ile büyüyen bu sistem tıpkı bir örümcek ağı gibi bütün bir ülkeyi kuşatmıştır. Çocuklarını okutmak isteyen yoksul aileler, kaçınılmaz olarak bu eğitim kurumlarına yönelmekte, “dindar nesiller” en çok emekçilerin, yoksulların çocuklarından devşirilmektedir.”

EĞİTİMDE TİCARİLEŞTİRME POLİTİKALARI!

Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, eğitim alanının kamusal ve toplumsal işlevlerinden ayrıştırılarak rekabetçi bir mantıkla ekonomik sektöre dönüştürüldüğünü de söyledi. Kurul, şunları ifade etti:

“Eğitimde yaşanan çok yönlü ticarileşme ve eğitim hizmetlerinin adım adım özelleştirilmesi anlamına gelen çok sayıda uygulama, 2022/’23 eğitim öğretim yılında belirgin şekilde artmıştır.
OECD ülkeleri ortalamasında ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde kamu kaynaklarından yapılan harcamalar eğitim harcamalarının yüzde 90’ını, hane halkı ve özel kaynaklardan yapılan harcamalar ise yüzde 10’unu oluşturmaktadır. Türkiye’de ise eğitimde yaşanan ticarileşmenin sonucu olarak kamusal eğitim harcamalarının oranı yüzde 72,5, hane halkı ve özel kaynaklardan yapılan eğitim harcamalarının oranı yüzde 27,5’tir.

Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı artmıştır. Kamusal eğitim adım adım zayıflatılmış, kamu kaynakları özel okullara aktararak özel öğretimin büyük ölçüde devlet desteği ile güçlendirilmesi politikası izlenmiştir. ”

“ÖMK OKULLARDA AYRIMCILIK VE EŞİTSİZLİK YARATMIŞTIR”

Eğitimcilerin, insanca yaşam ve insan onuruna yakışır ücret taleplerinin yok sayıldığını da söyleyen Nejla Kurul, “Yıllardır ekonomik, sosyal ve özlük haklarımıza yönelik taleplerimiz, insanca yaşam ve insan onuruna yakışır ücret taleplerimiz siyasi iktidar tarafından görmezden gelinmektedir. Siyasi iktidar ve Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) üzerinden eğitim emekçilerine yönelik ayrımcı ve adaletsiz uygulamaları hayata geçirmiştir.” diye belirtti.

PİRHA/ANKARA

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak