Prof. Dr. İrfan AÇIKGÖZ
Bu yazı dizisinde Diyarbakır’da yaşayan Alevi-Türkmen Köylerinin dünü, bugünü ve yarınını sergilemeye çalışacağım. Bu konuda bilimsel çalışmalar ne yazık ki çok yetersizdir. Daha çok yaşlı köylülerimizin anlatımlarını ve köylümüz Saygıdeğer Burhan Akgün’ün henüz basılmamış olan “Son Mohikanlar… Diyarbakır’da Alevi-Türkmen Köyleri” adlı çalışmasını ve köylerimiz ve köylülerimizle ilgili roman tadında bilgi sunan Saygıdeğer Öğretmenimiz Fehmi Salık’ın Lalo ve Kızılet Kuşlar adlı eserlerini temel alacağım.
Konuya girmeden önce gündemde olan önemli olaylara ilişkin düşüncelerimi aktarmak istiyorum. TBMM’de Cem evi açılmasıyla ilgili taleple başlayan tartışma, Malatya/Doğanşehir/Sürgü’de katliam girişimiyle sonuçlandı ne yazık ki. Ardından devletin tepesindekiler belediye başkanlıkları döneminde yıkmak istedikleri ancak yıkamadıkları Karaca Ahmet Cem evi için “ucube” sıfatını kullanmaktan çekinmediler ve Camiye gitmeyenleri bölücülükle suçladılar. 21.Yüzyılda CERN adlı dev laboratuarda neredeyse ışık hızıyla hareket eden protonların çok yüksek enerjide çarpıştırılmaları sonucu yıllardır çözümü aranan ve kütle problemi diye bilinen problemin anahtarı olan Higgs Bozonunun bulunduğu bir zamanda böylesi “çılgınlıklar” ancak Türkiye’de yaşanırdı doğrusu. İktidar hırsı ve otorite kibiri nelere yol açıyormuş meğer! Alevi Kurum ve Kuruluşlarının duruşunu yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Alevilerin inancı ve onuruyla oynanmasına seyirci kalmak kabul edilebilir bir durum değildir.
Konu genişledikçe ayrıntılarda benzeri çok olayla karşılaşacağız elbette. Tarihin her döneminde benzer saldırılar, çamur atmalar, aşağılamalar ve katliamlar söz konusu olmuştur. Ancak zaman ve mekan itibariyle bakıldığında şu an yaşananlar hayret vericidir ve vicdan acıtıcıdır. Düşünün: 150’den fazla üniversitesi olan, onlarca konunun uzmanı bilim insanı ve araştırmacıya sahip bir ülkede Cem evleri konusunda son sözü Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum üzerinden Yargıtay ve TBMM başkanı söylüyor. Eşitlik ilkesine ve temel insan haklarına aykırı olan bu duruma dindar çevreler daha ne kadar sessiz kalacak bilemiyorum. Akademik çevreler daha ne kadar üç maymunu oynamayı sürdürecek onu da tahmin edemiyorum. Şundan eminim: Bu iktidar sahipleri de er geç rollerini oynayıp tarihteki yerlerini terk edecekler ve hiç de güzel şekilde anılmayacaklar; mazlumların zalimleri tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de kibirli, kan dökücü, katliamcı, inkarcı ve asimilasyoncudur.
Geçmiş dönemlerde farklı etnik ve inançsal toplulukların bir arada yaşadığı güzel örneklerden biri olan Diyarbakır’ın adının Amed, Omid, Dikranagerd, Diyarbekir ve (şair/yazar dostların önerisiyle) Dikran-Amed diye adlandırılması boşuna değildir. Çok-kültürlü, çok-inançlı ve çok-dilli bu yaşam ne yazık ki özellikle İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucularının zihniyetiyle hareket edenlerce yok edilmeye çalışılmıştır. Bu akıl almaz çalışma kısmen de olsa başarılı olmuştur. Müslüman-Sünni-Milliyetçi-Türk olanların dışında kalanlar hep “iç-düşman” diye algılanmıştır. İç-düşmanları bekleyen hep sürgün, yağmalanma, yok sayılma, soykırıma uğratılma, inkar ve asimilasyon olmuştur. Bu akıl almaz proje hala yürürlüktedir. Son gelişmeleri böyle okumakta yarar vardır.
Tırnak içinde vereceğim ifadeler Sayın Burhan Akgün’ün çalışmasından olduğu gibi alıntıdır. Yeri gelmişken Sayın Burhan Akgün’e bu kısa ama önemli çalışmasından ötürü teşekkür etmek istiyorum.“Diyarbakır’da bugün yedi Alevi Türkmen yerleşimi kalmıştır. Hatta bu sayı daha da düşmüştür. Merkeze bağlı Şarabı (Nahırkıracı) ve Büyükkadı köylerinde Alevi Türkmen nüfusu neredeyse kalmamıştır.
2003 Nüfus sayımı verilerine göre Şarabı boşalmış, Büyükkadı ’da bir ya da birkaç aile kalmıştır. Köy etnisitesi tamamen değişmiştir. Zaten Büyükkadıköy statüsünden çıkarak kentin bir mahallesi olmuştur. Bismil’e bağlı Yukarı ve Aşağı Darlı da boşalmış, mahalleye dönüşmüştür. Seyithasan ve Türkmenacı köyleri varlıklarını sürdürmektedir.
Çınar İlçesine bağlı Şükürlü’de de nüfus azalmış ve yapı değişmiştir.
DİE Verilerine Göre Diyarbakırdaki Türkmen Alevi Köyleri Nüfusu
DİYARBAKIR MERKEZ——-1980—1985—–1997—-2003
Nahırkıracı (Şerabi)———–349—- 391——324—- Boş
Büyükkadı——————– 418—- 352——499——10
BİSMİL MERKEZ
Bakacak(Seyithasan)———-673—- 621— 294—–150
Aşağıdarlı(Türkdarlı)———–955—1022—–141——- 5
Türkmenhacı——————-1437—1606— 946—–850*
ÇINAR
Şükürlü————————-1135—1224—-750——-45
Kültür değişimine başka bir örnek de Bismil’e bağlı Köseli ve Tezekli (Aralık) köyleridir. Halen de ana dilleri Türkçe olduğu halde Sünnileşmişlerdir. Çok geçmeden etnik kimliklerini de yitirmeleri mümkündür. Yine Bismil’e bağlı Yukarı Darlı(ilk ismi Aktaş’tır), Aşağı Darlı (Herkes bu köyü bu adla bilir. Bu köyün ismi sonra Türkdarlı ve sonrada simdiki ismiyle Ulutürk köyü olmuştur), Seyithasan (su andaki ismi Bakacak), Türkmenhacı ve Bismil merkezde 1 mahalle (Dumlupınar Mahallesinde yasayanların bir kısmı) Türkmen Alevidirler. Fakat şu anda Yukarı Darlı köyü dışarıdan gelen Sünnilerin de yerleşimiyle tamamen göçmüştür.“ Bu tespitlere ek olarak şunlar söylenebilir: Merkez köylerden Şarabi(ı) Köyünün özgün nüfusunun bitmesinden sonra Büyükkadı ’da özgün nüfus bitmek üzeredir. Türkmen-Alevi olarak sadece bir aile yaşamaktadır artık. Şu an sebep-sonuç ilişkisi üzerinden düşünüp geleceğe dönük saptamalar ve öneriler yapılması gerekmektedir. Bence Diyarbekir ‘in ve dolayısıyla Mezopotamya’ nın renklerinden birisi solmaktadır.
“Diyarbakır Türkmen Alevilerinin ifadelerine göre çok eski zamanlarda Diyarbakır’daki Alevilerin nüfusu daha fazladır. Yine onlara göre Dicle nehri boyunca sağlı sollu sıralanan üç yüzün üzerindeki köy Türkmen Alevi köyüdür. Hatta nehir kıyısındaki Alevi köylerinin zamanla Sünnileştikleri ve nüfus olarak azaldıkları, Sünnileşmeyle beraber Kürtleştikleri de eklenmektedir. Günümüzde Türkmen Alevilerine komşu bazı köylerin Sünnileşmesi bunun en iyi örnekleridir ki, bu köyler yüzyılın başında Türkmen Alevi köyleridir. Bu köylerden Alevilerin cemlere katılmak üzere bugün hâlen mevcut Alevi köylerine geldiklerini, günümüzde dahi bu köylerin tam anlamıyla Sünnileşmedikleri, fakat Aleviliklerinden de bir şey kalmadığını, yani Sünnilikle Alevilik arasında kaldıkları, sadece Türkmenliklerini koruduklarını, kendilerinin de bunu bildiklerini belirtmektedirler (Konyar, 1936: 54-55). Özellikle bunlar arasında Ayneto, Tilalo, Ali Bardak, Mitrani, Köseli, Hüseynik, Altunakar (Bu köyde Güzel Şah Ocağı’nın kurucusu Güzel Şah’ın türbesi bulunmaktadır). Fuat Köprülü ’nün kayıtlarında Diyarbakır Dicle’ye bağlı “Abdalan” köyü de bir Abdal, yani Alevi köyüdür.” Evet, eskiler de böyle anlatırdı: Dicle boyunca sıralanmış onlarca Alevi Köyü. Araştırmacıların ilgisizliği, devletin acımasız politikaları ve yerelde tarih bilincinin gelişmemiş olması durumu geri dönüşü olmayan bir noktaya taşımıştır. Tuhaf olan bir durum da şudur: Alevi Sosyolog ya da Antropologları adeta devletin istediği şekilde davranarak bu güzelliğe gözlerini kapatmışlardır. Yapılan çalışmalar epey yüzeysel ve günü kurtarmak amaçlıdır bence.
“Bölgede Ağu İçen ve Dede Kargın gibi ocakların yanı sıra Beyazıt Bostan, Ersefil, Güzelşah gibi Anadolu ‘da pek kalmamış Alevi Ocakları varken Güvenç Abdal Ocağının da asimilasyon öncesi var olduğu ortaya çıkıyor. Hatta bugün hiç adı geçmemesine rağmen Sarı Saltuk Ocağı da vardı.” Bugün Diyarbekir ’de Urfa Kapının hemen karşısında ziyaretçisi hiç eksilmeyen Sarı Saltuk Türbesi yer almaktadır. Dede Kargınların el verdiği Karkin soyadını taşıyan ocak-yürütücülerinin bir kısmı hala Diyarbekir ’de yaşamaktadır. Dede Kargın ‘ın türbesinin Mardin ili sınırları içinde yer alan Dede Köyünde bulunduğu tespit edilmiş durumdadır(Kaynak olarak Araştırmacı Hamza Aksüt ‘ün çalışmaları verilebilir.) Günümüzde Türkmen-Alevilere ait inançsal olaylarda(Cem, kuşanma, ölüm ve defin) Seyithasan Köyünde Abbas Dede, Türkmenacı’ da Hasan Dede, Büyükkadı doğumlu olup şehir merkezinde yaşayan Musa Dede ve Şarabı doğumlu olup şehir merkezinde yaşayan Hidayet Dede büyük rol oynamaktadır. Abbas Dede Zeynel Abidin Ocağına, Hasan Dede Beyazıt Bostan Ocağına, Hidayet Dede Ağuçan Ocağına ve Musa Dede ise Dede Kargın Ocağına mensuptur. Adı geçen dedelerin talipleri bugün Diyarbekir, Mersin, Ankara, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın birçok şehrinde yaşamaktadır.
Köylerin tarihi konusunda değişik görüşler olmakla birlikte 1515 yılını esas alabiliriz. Örneğin, kendi ailem için kabaca bir hesaplama yaptığımda ancak dört kuşağı sayabilmekteyim. Her kuşağı ortalama 100 yıl kabul edersek 400 yıl eskiye dayanan bir tarih ortaya çıkmaktadır. “Doğan Avcıoğlu Türklerin Tarihi adlı eserinde Çaldıran Savaşını kazanan Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e karşı bir denge kurabilmek ve sınırlarının savunulmasında destek sağlamak üzere Çaldıran Savaşından sonra Kürt Mollalarından İdris-i Bitlisi ‘yi Urmiye Gölünden Malatya’ya ve Diyarbakır’a kadar uzanan bölgeyi Şah İsmail’e karşı ayaklandırıp Osmanlı’ya bağlamak amacıyla görevlendirdiğinden bahseder. Şah İsmail’in elindeki Diyarbakır’da halk ayaklandırılır, kentteki Kızılbaşlar öldürülür ya da kentten kovulur ve Diyarbakır Osmanlı’ya bağlanır. Bölge birçok uğraştan sonra Osmanlı’ya bağlanır ve Kürt beylerine verilir.” Hatırlanacağı üzere 1514 tarihli Çaldıran Savaşı sonrasında yüzlerce Türkmen- ve Kürt-Alevi katledilmiş ve kurtulanlar sürgüne gönderilmiştir. Bu katliam tarihsel, kültürel ve sosyal anlamda bir kırılma yaratmıştır.
“Diyarbakır’da Alevi Türkmen edebiyatı geçmişte bölgeye damgasını vurdu. Azeri Türkçesi bölgeye hakim olan dildi. Bölgede yaşamış en önemli ozan Seyyid Nesimi idi. (1369 – 1417)Bağdat’ın Nesim Kasabası’nda yetişmiş, Diyarbakır bölgesine yerleşen Türkmenlerdendir. Halep’te Hallac-ı Mansur’un düşüncelerinin iz sürücüsü olduğu için kafir sayılıp derisi yüzülerek öldürülmüştür. Nesimi, Hurufi’dir. Fazlullah Hurifi’ nin görüşlerini benimsemiştir. Varlık birliği görüşünü savunan, kişi ile tanrı arasında bir nitelik yükleyen inanç arasında bağlantı kurar. Tanrının yetkin (Kamil) insanda görüldüğü tasavvufi görüşünü benimser. Başlıca eserleri Türkçe ve Farsça divanlardır. Azeri asıllı Türkmenlerdendir. Günümüzde bölge kökenli olup farklı şehirlerde yaşayan birçok yazar, şair, öykücü yetişmiştir. Büyükkadı Köyü Fehmi Salık gibi önemli bir yazarı Türkiye edebiyatına kazandırdı. Tüketim dünyası kalıplarının edebiyat dünyamıza da sindiği günümüzde, hak ettiği ilgiyi göremese de akıcı dili, usta kurgusu, zengin anlatım teknikleriyle ulusal ölçekli bir yazar oldu. Sultan Su Esen öykücülükte önemli bir yer edindi. Muharrem Çakar, köyün yetiştirdiği birçok şairden biriydi. Çok genç yaşta Hakk’a yürüdü. Günümüzde de yetişen ve ümit veren şair ve araştırmacılar vardır. Darlı Köyünden emekli öğretmen Cebrail Sürücü çocuk edebiyatı alanında önemli birçok öyküye imza attı.” Bu şair ve yazarlara ek olarak Ulaş Akçay, Necat Orhan, Mesut Baştürk, Halil Kargın, Mikail Koluman, Aziz Güçlü, Zülfikar Koluman, Cemal Özdemir, ozan/şair olan Gani Cansever(Ozan Heval) ile Aşık Mahturna sayılabilir.
Bölgede yer alan fakat çeşitli sebeplerle ziyaretçisi epey azalan ziyaretlerden de kısaca bahsetmeliyim: Büyükkadı ‘da köyün hemen içinde Dolu Baba ve İsa Pınarı ziyaretleri bulunmaktadır. Yaklaşık 10 km uzakta Deveboynu adı verilen ve belirli zamanlarda topluca ziyaret edilen bir türbe söz konusudur. Şarabi ‘de Ağuçan Ocağına mensup Aleviler için epey önemli bir mekan olan Kuyu Damı ziyareti vardır. Hala da önemli bir mekan olmayı sürdürmekle birlikte ciddi bir bakım ve onarıma ihtiyaç duymaktadır. Yine Şarabi ‘de köyün hemen dışında Pırlı Baba adı verilen ziyaret söz konusudur. Diyarbekir merkeze bağlı bir köyken şimdi mahalle olan Tilalo (Karaçalı)’da eskiden ziyaret edilen ancak şimdi pek uğranılmayan Ali Ziyareti bulunmaktadır. Türkmenacı Köyünde Koç Baba, Mine Hatun, Yedi Kızlar, Sarı Sakal ziyaretleri bulunmaktadır. Seyithasan ‘da Köklü, Kara Baba, Keberli, Sultan Seyit Tepesi ve hastaların yıkanarak şifa bulduğu Sıtma Pınarı ile Cumo Pınarı bulunmaktadır. Şükürlü ‘de Güzel Şah ve İmam Akıl Türbeleri hala ziyarete açık kutsal mekanlardır. Bismil yakınlarında Beş-i Ali ziyaretiyle Battal Gazi soyundan gelen Şeyhmus Akarellerin evinin yakınında “Doğan Taşlar”(köylüler bu taşların zamanla büyüdüğünü ifade etmektedir) adı verilen bir ziyaret yeri vardır. Bu ziyaretlerde belirli zamanlarda kurban kesilmekte ve etlerin büyük bir bölümü yoksullara dağıtılmaktadır. Şüphesiz sayılan mekanların dışında unutulanlar da vardır. Bu konuda yeterli bilgisi olanlara bu anlamda büyük iş düşmektedir. Bunun dışında Musul yakınlarında yaşayan Ehli Haq ve Kakai adı verilen toplulukların da araştırılması gerekmektedir. Çünkü adı geçen toplulukların yaşam tarzı ve inanç biçimlerinin Diyarbekir yöresinde yaşayan Alevi Türkmenlerine epey benzediği söylenmektedir.
Bu noktada izninizle çocukluğumda yaşadığım bir Deve Boynu ziyareti anısını paylaşmak istiyorum: Köylülerimiz gerekli hazırlıkları yapıp eşyalarını eşeklere yükledikten sonra yaşlı ve çocuklar eşeksırtında diğerleri yaya olarak sabah erkenden yola koyulurdu. Deveboynu ‘na varınca önce toplu halde türbenin çevresi yedi kez dolanılırdı(tavaf edilirdi). Sonra Dağdağan adı verilen ağaçların gölgesine yerleşilir ve kurban kesme/dağıtılacak eti ayırma/yemek yapma hazırlığı başlardı. Kurbanlar kesilir, duası okunur, bir kısmı dağıtılır ve geri kalanla yemek yapılırdı. Büyük kazanlarda imece yöntemiyle pişirilen yemekler topluca yenirdi. Akşama doğru yine toplu halde geri dönülürdü. Ayrılan etler köydeki yoksul insanlara dağıtılırdı.
Ermeni Katliamı(Qefle) sırasında köyümüz Büyükkadı ‘da gerçekleşen bazı olayları da anmakta yarar var diye düşünüyorum. Köyümüzün yakınında bulunan ve Kanlıdere adı verilen yerde Ermenilerin kanının oluk oluk aktığı söylenir. Bu katliamdan kurtularak derelerde saklanmaya çalışan iki çocuk bulunup köye getirilir ve sahiplenilerek yetiştirilir. Sonradan Meryem Bibi ve Elo Emi(köyün en hızlı, en çalışkan ve dürüst biçincisi) diye bildiğimiz insanlar o zaman bulunan ve katliamdan kurtulan iki çocuktan başkası değildir. Köylülerimizin sahip çıktığı bu iki insan evlendirilmiş ve bu evlilikten çocukları meydana gelmiştir: Halen Meryem Ana Kilisesinin avlusunda oturmakta olan Bayzar Teyze ile İstanbul ’da ikamet eden Yaşar Abi(Ohannes, köylülerimizin ifadesiyle Evanes). Yaşar Abi ‘nin oğlu köyde okurken sınıf arkadaşlarımdan biriydi.
Bu arada Navruz(Newroz) Bayramıyla ilgili bir hatırlatma da yapmak durumundayım: Köyümüzde(Büyükkadı), Navruz adıyla kutlanan bir bayramın olduğunu hatırlıyorum. İçeriğini hatırlamıyorum. Sadece özel yemeklerin pişirildiğini ve bayramlıkların giyildiğini hayal meyal hatırlıyorum. Küçük yaşlarda gerek Navruz Bayramı ve gerekse Alevilikle ilgili diğer konularda bir eğitimden geçirildiğimizi hatırlamıyorum. Muharrem süresince Mustafa(Kargın) Dede ‘nin evine “kağıt dinleme”ye gidildiğini hatırlıyorum. Mustafa Dede, hatırladığım kadarıyla Kerbela Olayını gayet şiirsel bir dille anlatırdı. Belirli yerlerde “şehide rahmet, yezide lanet” diye toplu halde bağırılırdı, bazı yerlerde dinleyen yaşlıların ağladığını görürdüm. Kuşanma, bir anlamda yola girmenin onaylanması idi. Aile hangi ocağa mensupsa o ocağın Dedesinin yönettiği bir “tören” yoluyla gençlerin kuşanması gerçekleştirilirdi. Bu olay şehirde hala sürdürülmektedir. Özellikle 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonraki süreçte inançsal düzlemdeki faaliyetlerin sadece çok gizli şekilde yapıldığını hatırlıyorum. Büyüklerin biz çocuk ve gençlere korkuyla karışık şekilde tavsiye ettiği şuydu: “Oğul adımız yamandır, sakın ola kimseye Kızılbaş olduğunuzu söylemeyin”.
Köylerden çeşitli sebeplerle göç edenler büyük şehirlerde ve Avrupa’nın birçok şehrinde tutunmaya çalışmışlardır. Artık bu aşamada “gönüllü asimilasyon” kavramından bahsedebiliriz. Şehirlerde bir anlamda kuşatma altında yaşayan köylülerimiz önceleri bir şey olmaz diyerek başladıkları gönüllü şekilde asimile olma olayını sürdürmektedirler ne yazık ki. Alevi Kültürüne yabancı epey öğe ve ibadet şekilleri yaşam bulmaya başlamış durumdadır. Bu durum gelecek açısından endişe vericidir. Böylece şehirli tüketici ve mahalle baskısına uyucu tiplemeler ortaya çıkmıştır. Bu tipler Alevi-Sünni ile Köylü-Şehirli karışımı olup yozlaşmış bir kültür örneği sergilemektedirler. Politik çizgileri gelişigüzel olan bu kesimler devletin yaratmaya çalıştığı ılımlı Aleviliğe uygun hale gelmiş durumdadır. Bu durum karşısında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şubesi ile 2007’de kurulan Büyükkadı ve Şarabi Köylüleri Kültür ve Dayanışma Derneği(Büşak-Der) çeşitli çalışmalar yoluyla kendisi eski ama yöntemleri yeni olan projeyi boşa çıkartmaya uğraşmaktadır. Bu konuda çok yol alındığı söylenemez. Çünkü demokrasi bilinci gelişmemiş kesimler Büşak-Der gibi yerel fakat önemli bir yapıyı “köylü derneği” diye küçümsediğinden birlikte iş yapma, eylem yapma, örgütlenme, mücadele etme konusunda zayıflık söz konusu olmaktadır. Hizmete giren Cem ve Kültür Evi üzerinden yürütülecek çalışmalarla bu durumun aşılacağı umulmaktadır.
Büşak-Der şeklinde kısaltılan Büyükkadı ve Şarabi Köylüleri Kültür ve Dayanışma Derneği, 2007 yılında kurulmuş ve bugüne değin anlamlı işler gerçekleştirmiştir: 1. 2007 ‘de Sur Belediyesinin katkısıyla 40 gün canla başla çalışılarak mezarlığın etrafı beton direklerle sabitlenen ağ teliyle korumaya alınmıştır. 2. Büyükkadı ve Şarabi Mezarlığında ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır. 3. Bu süreçte büyük rol oynayan www.buyukkadi.com sitesi yoluyla köylülerimizin yeniden buluşması, görüşmesi ve kaynaşması sağlanmıştır. 4. Sayıları yıllara göre değişen (toplamda, yaklaşık 30) öğrencimize burs sağlanmıştır. 5. Ortaklaşa satın alınan bir mekan Salon Büşak adıyla kahvehane tarzı bir işletmeye dönüştürülmüştür. 6. Bu salonun asma katı derneğimizin bürosu olarak yapılandırılmıştır. Böylece hem kira vb giderlerden tasarruf edilmiş hem de köylülerimizle ortak bir atmosferde çalışma yapma şansı yakalanmıştır. Ayrıca toplantılar, bazı etkinlikler, kongreler ve seminerler bu salonda gerçekleştirilmiştir. 7. Salon Büşak aynı zamanda isteyen köylülerimize taziye yeri anlamında da hizmet sunmuştur. 8. Ortak bilinç yaratılması ve Alevi Kültürünün yaşatılması için diğer Türkmen Alevi köylerine ziyaretler gerçekleştirilmiştir. 9. PSAKD Diyarbakır Şubesiyle her etkinlikte ortaklaşma ve dayanışma sağlanmaya çalışılmıştır. Benzer ortaklaşma diğer sivil toplum kuruluşlarıyla da gerçekleştirilmiştir. 10. Sur Belediyesinin öncülük ettiği Kırklar Meclisinde temsil edilme şansı yakalamıştır. 11. İnanç Çalıştaylarına aktif şekilde katılım sağlanmıştır. 12. Yurtdışından gelen köylülerimiz için buluşma ve görüşme düzlemi oluşturulmuştur. 13. Üye olsun olmasın tüm köylülerimizin sorunlarına çözüm üretilmeye çalışılmıştır. 14. Köyümüzün değerlerinden emekli öğretmen/şair/yazar Fehmi Salık ‘ın iki önemli çalışmasının kitaplaştırılması sağlanmıştır: Lalo ve Kızılet Kuşlar. Ayrıca araştırmacı-yazar Burhan Akgün’ün bu yazıda kaynak diye kullanılan çalışmasının kitaplaştırılmasına çalışılmaktadır. Derneğimizin etkinliğe başladığı yıllarda iki genç üyemizi kaybetmenin acısını yaşadık: Sevgili Erkan Orhan ‘ı kara cehaletin kör kurşunlarıyla kaybettik, Sevgili Hakan Karkin ‘i yakalandığı hastalığa yenik düşmesi sonucu kaybettik. Gençliklerinin baharında hakka yürüyen bu canlarımızı sevgi ve hasretle anıyorum.
Sırası gelmişken Diyarbakır Pir Sultan Abdal Cem ve Kültür Evinden ayrıntılı şekilde bahsetmeye çalışayım. Cem ve Kültür Evi yapımı düşüncesi hep gündemde olan bir konuydu. Şehir merkezinde yaşayanların maddi gücünün sınırlı olması ve köylerde yaşayanların Cem ve diğer inançsal faaliyetlerini Dedenin evinde yapıyor olması süreci epey uzatmıştır. Bunun üzerine yukarıda adı geçen örgütsel yapılar Büyükşehir belediyesi ile ortaklaşma yoluna gitmiştir. Tartışmalar, görüş-alışverişi, projelendirme, yasal alt-yapıyı hazırlama, ihale vs derken ancak 2011 Aralığında açılış gerçekleştirilmiştir. Tüm alt-kademe belediyelerin katkısı olmakla birlikte esas katkıyı Büyükşehir ve Bağlar belediyesinin yaptığını söyleyebiliriz. Hatta katkının ötesinde Cem ve Kültür Evi tamamıyla Diyarbekir belediyelerinin eseridir demek daha doğrudur. Bu sebeple başta Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir ve Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran olmak üzere Sur Belediye Başkanı Sayın Abdullah Demirbaş, Kayapınar Belediye Başkan Vekili Sayın Mahmut Dağ ve Yenişehir Belediye Başkanı Sayın Selim Kurbanoğlu ’na yürekten teşekkür ediyorum.
Cem ve Kültür Evi açılmış olmakla birlikte henüz tam olarak faaliyete başlanmış değildir. Çünkü; 1. Yapımdan kaynaklı sorunlar ancak giderilebilmiştir, 2. Belediyelerin olanca katkısına rağmen yerel kaynakların kararsızlığı ve ikilemleri diğer eksikliklerin giderilmesini geciktirmiştir, 3. İdari yapılanmada yaşanan sorunlar ancak bugünlerde aşılma noktasına gelmiştir, 4. Bölgede yaşanan diğer sorunların(Kürt meselesi, göçler, yoksulluğun artması, eğitim/sağlık konusunda yaşananlar, Suriye’deki kriz) etkileri yapılanma ve faaliyete geçme sürecini olumsuz etkilemektedir, 5. Yerelde Cem ve Kültür Evinin önemi ve anlamı yeterince anlatılmamış, tartışılmamış ve geleceğe dönük planlar yapılmamıştır. Eylül 2012 ‘den sonra yeni bir planlama ve idari yapılanma ile var olan sorunların çözülmesi ve hemen ardından tüm etkinliklerin eksiksiz yapılması umut edilmektedir.
Gündem hızla değişmekte ve bölgemizdeki hareketlilik artarak sürmektedir. Suriye’deki dalgalanmalar Özerk Kürt yapılanmasıyla sonuçlanacak gibi gözükmektedir. Bu sonuç mutlaka bu coğrafyada yaşayan Türkmen ve Kürt Alevileri de etkileyecektir. Dolayısıyla küçük ölçekli sorunları bir tarafa koyarak uzun vadeli planlar yapılıp hayata geçirilmek zorundadır. Bu konuyla ilintili epey örnek olay söz konusudur. Aynı hataların tekrarlanması anlamsız olacaktır. Burada yaşayan insanlar olarak söz konusu gelişmelere kayıtsız kalmamalıyız. Var olan iki dernek ve Cem ve Kültür Evi odaklı yeni, güncel, akılcı, bilimsel, kucaklayıcı, ortaklaştırıcı yöntemlerle dünü, bugünü ve yarını harmanlayan insan merkezli yapılanmayı hedeflemek durumundayız. Aksi durumda gündemin peşinde sürüklenen, verilenlerle yetinmek zorunda kalan ve özne değil nesne olan bir yığın olmanın ötesine geçemeyiz.
13.08.2012, Diyarbekir.
müjde”hz.ali r.a oğlu”muhammed hanefinin türbesi balca
Bayburtta,saygı ile.
not:hoca Ahmet yesevi ve hacı bektaşı veli”soyu boyu,
hz ali oğlu”muhammet hanefidir.el – kebir.Türkiye