PİRHA- Danıştay 10. Dairesi’nin, kamusal alanda görüntü ve ses alınmasını engelleyen Emniyet genelgesini iptal etmesine ilişkin konuşan DİSK Basın-İş Bölge Temsilcisi Turgut Dedeoğlu, “Polisler iptal kararını tanımıyorlar. Çünkü bu bir keyfiyet. Baskıcı bir rejim var ve bunu bir araç olarak kullanıyor. O eylemin yapılmasını istemediği gibi çekilmesini de görüntülenmesini de istemiyor” dedi.
Emniyet Genel Müdürlüğü, Genel Müdür Mehmet Aktaş’ın imzasıyla 27 Nisan’da valilikler aracılığıyla ‘Türkiye genelinde ses ve görüntü alınması’ başlıklı bir genelge yayınladı. Yayınlanan genelgede, polisleri kaydeden kişilerin engellenmesi ve haklarında adli işlem yapılması gerektiği ifade edilmişti. Karara gerekçe olarak da ‘özel hayatın gizliliğinin ihlali’ gösterilerek ses ve görüntü kaydı alınmasının, ‘kolluk personelinin görevini yapmasını engellediği’ iddia edilmişti.
Danıştay 10. Dairesi, kamusal alanda görüntü ve ses alınmasını engelleyen Emniyet genelgesi oy çokluğuyla iptal etti. Kararda, genelgenin haberleşme ve basın hürriyetini kısıtladığı vurgulanırken temel hak ve hürriyetlerin sadece kanunla sınırlandırılabileceği aktarıldı.
DİSK Basın-İş Bölge Temsilcisi Turgut Dedeoğlu, Danıştay’ın vermiş olduğu kararı ve iptal kararı verilmesine rağmen gazetecilerin hala genelge gerekçe gösterilerek engellenmesini PİRHA’ya değerlendirdi. Bu durumun tamamen keyfi bir uygulama olduğunu vurgulayan Dedeoğlu, basın emekçilerinin baskı ve engellemeler karşısında örgütlenmesinin büyük önem arz ettiğini belirtti.
“KAMUSAL ALANLARDA ‘ÖZEL HAYAT’ DİYE BİR ŞEY OLMAZ”
Söz konusu genelgeye karşı yürütülen hukuk sürecini anlatan Dedeoğlu şu bilgileri aktardı:
“Danıştay 10. Dairesi ilk aşamada yürütmeyi durdurma kararı aldı. Emniyet Genel Müdürlüğü bu kararın üzerine bir savunma hazırlayıp sundu. Savunmada dediler ki, ‘Biz bu genelgeyi toplumsal düzeni sağlamak için ve polisler açısından da özel hayatın gizliliği ilkesi olduğundan dolayı çıkardık.’ Danıştay’da buna karşılık verdiği kararda, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendini Meclis yerine koyarak kanun çıkardığını ve bunu yapamayacağını belirtti. Çünkü kanunların çıkacağı tek yer Meclis’tir. Bu genelge gösterilerek kısıtlamalar yapılması Anayasaya aykırıdır, dedi. İkinci iptal gerekçesi de, temel hak ve hürriyetler ancak kanunlarla sınırlandırılabilir, dedi. Meclis’ten çıkan kanunlarla sınırlandırılabilir, diyor. Yani Danıştay, bu genelgeyle kimin çekim yapıp yapmayacağına karar veremezsiniz, çekim yapanları engelleyemezsiniz diyor. Emniyet Genel Müdürlüğü bunun üzerine tekrar ‘özel hayatın gizliliği ihlal ediliyor’ gerekçesiyle itiraz etti. Ancak bu özel hayata girmiyor zaten. Çünkü kamusal alanda, kamuya açık alanda yapılan her şey özel hayata girmez. Polis bir kamu görevlisidir ve kamu görevini yaparken, mesela gözaltına alırken, işkence yaparken çekiliyor. Bunlar onun özel hayatı değildir. Kamusal alanlarda özel hayat diye bir şey olmaz.”
“BU GENELGE FAŞİST BİR DEVLETİN UYGULAMASIDIR”
Birçok ülkede ‘Yurttaş gazeteciliği’ diye bir alan olduğunu ve yurttaş gazeteciliğinde, insanların toplumu bilgilendirmek adına ellerinde bulunan telefonları ya da fotoğraf makineleri ile görüntü alabildiğini vurgulayan Dedeoğlu şunları dile getirdi:
“Kamuya açık alanlarda bunları yapabilirler ve bunların asla bir sakıncası yoktur. Anayasanın ilgili maddesinde de şöyle diyor; ‘Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama veya yayma hakkına sahiptir. Resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber yapmak veya vermek serbestliğini de kapsar.’ Anayasa, istediğiniz yerde istediğiniz şekilde haber amaçlı ya da bir düşünceyi ifade etme amaçlı görüntü alabilirsiniz diyor. Kamuda bulunanların sizi engelleme gibi bir durumu söz konusu olamaz. Çünkü bu anayasal bir haktır, diyor. Bizim 12 Eylül faşist darbesinin Anayasası bunu söylüyor. Ancak şu ana baktığımızda bu çok ilerici kalıyor. Çünkü bu genelge faşist darbenin Anayasasına göre çok geride. Bu genelge faşist bir devletin uygulamasıdır.”
“TAMAMEN KEYFİ BİR UYGULAMA SÖZ KONUSU”
Polisin hala eylemlerde, etkinliklerde bu genelgeyi gerekçe göstererek basını engellemeye çalıştığını söyleyen Dedeoğlu, bunun tamamen keyfi bir uygulama olduğunu belirtti. Dedeoğlu, “Valinin almış olduğu bir karar Anayasalardan, yasadan üstün değildir. Kararnameler kanunlardan hele de Anayasadan üstün olamaz. Ama siz bunu polisin yüzüne de söyleseniz, oradaki tüm güvenlik güçlerinin yüzüne de söyleseniz onlar anlamamazlıktan geliyorlar. Diyorlar ki, ‘Bizi ilgilendirmiyor, Valiliğin böyle bir kararı var. Biz bunu uygulamakla yükümlüyüz’ ya da diyor ki, basın kartını göster. Gösteriyorsun, IFJ’den uluslararası kartımız var diyorsun -ki bu kart bütün dünyada tanınıyor- ancak hayır Cumhurbaşkanlığı’nın vermiş olduğu turkuaz basın kartını tanırız diyorlar” cümlelerini kurdu.
“BİZ DE AKREDİTASYON, GAZETECİLERİ ENGELLEMEK AMAÇLI KULLANILIYOR”
Meslek örgütleri, sendikalar, dernekler olarak basın kartını devletin vermesine karşı olduklarını kaydeden Dedeoğlu sözlerine şu şekilde devam etti:
“Basın kartını gazetecilerin bağlı oldukları kuruluşlar vermelidir. Amerika’da, İngiltere’de bütün Avrupa ülkelerinde basın kartları devlet tarafından değil, gazeteci örgütleri, kuruluşları tarafından dağıtılıyor, veriliyor. Örneğin akreditasyon kolaylaştırmak demektir. Yani gazetecinin işini kolaylaştırmak için kullanılır aslında ama biz de akreditasyon engellemek amaçlı kullanılıyor. Cumhurbaşkanlığı’ndan onaylı turkuaz basın kartınız da olabilir ama akreditasyonunuz yoksa bu kartlarınız bile geçerli değil. Akreditasyon alamazsanız Saray’da hiçbir haberi takip edemezsiniz.”
“BU TÜR GENELGELER BASKI İÇİN BİR ARAÇ OLARAK KULLANIYOR”
Yaşanan engelleme ve baskıların nasıl aşılacağına da değinen Dedeoğlu, basın emekçilerinin örgütlenmesinin büyük önem arz ettiğini aktararak; “Siz istediğiniz kadar dava açın, istediğiniz kadar Danıştay’ın kararını yanınızda taşıyın, çerçeveletip boynunuza asın, hatta pankart yapın ama polisler bunu tanımıyorlar. Çünkü bu bir keyfiyet. Baskıcı bir rejim var ve bunu bir araç olarak kullanıyor. O eylemin yapılmasını istemediği gibi çekilmesini de görüntülenmesini de istemiyor. Bunun karşısında yapılabilecek tek mantıklı şey bu tür eylemler de avukat varsa eğer o avukat aracılığıyla o polisler hakkında tutanak tutmaktır. İlerde açılacak olan davalarda bu zabıt altına alınmış olur ve bu polislerin karşılarına çıkar. Kimsenin tek başına yapabileceği bir şey yok. Çünkü çok fazla da iddialaştığınızda ya da bu hukuksuzluğa direnmeye çalıştığınızda polis sizi de gözaltına alıyor. En son örneğini Emrullah arkadaşımız yaşadı. Urfa’da adalet arayan bir ailenin haberlerini yaptı. Defalarca polis tarafından uyarı aldı. Haber yapmaması istendi. Ama o inatla gazetecilik yapmaya devam etti ve gözaltına alındı. Hukuksuz bir şekilde günlerce gözaltında tutuldu ve daha sonra serbest bıraktılar. Böyle bir düzen içinde yapabileceğiniz pek bir şey yok çünkü bu ülkede adalet yok” dedi.
“BU DÜZEN BÖYLE GİTMEZ”
Sendika olarak, polisin engelleme ve baskılarına karşı tutanak tutup suç duyurusunda bulunduklarını ancak soruşturma açılabilmesi için valilik ya da amirlerinin izni gerektiğini, bu izninde verilmediği bilgisini veren Dedeoğlu son olarak, “Ama bu düzen böyle gidecek değil. Biraz daha demokratik bir topluma doğru evrilirse eğer süreç bunların hesabı sorulur. Bunlar karşılarına çıkar. Gazetecilerin yapabilecekleri en önemli şey örgütlü olmak. Gazeteciler, toplumsal olayları takip ederken ya da haber yaparken birbirleriyle dayanışma halinde olurlarsa, her tür olay karşısında kenetlenirlerse polisin çok yapabileceği bir şey kalmaz. Bu tür faşist uygulamalara karşı, bu tür keyfi uygulamalarına karşı örgütlü olursanız ancak bu sorunları çözebilirsiniz” ifadelerini kullandı.
Melis CİDDİOĞLU/ANKARA
Yoruma kapalı.