PİRHA-Evrensel Hak ve Özgürlükler Derneği’nin düzenlediği “Anayasa demokratik temsiliyetin önünde engel midir?” konulu panelde konuşan KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Prof. Dr. Nejla Kurul, devletin yeniden inşa edildiğini vurguladı.
Evrensel İnsan Hak ve Özgürlükler Derneği Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Keçiören Cemevi’nde “Anayasa demokratik temsiliyetin önünde engel midir?” konulu panel düzenledi. Moderatörlüğünü Eğitim-Sen Ankara 3 Nolu Şube Başkanı Fevzi Yılmaz’ın yaptığı panele, Avukat Cemalettin Güler, Araştırmacı-Yazar Fikret Başkaya, Araştırmacı-Yazar ve PSAKD’nin önceki genel başkanlarından Kemal Bülbül, KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Prof. Dr. Nejla Kurul, 24. dönem HDP Milletvekili Nazmi Gür konuşmacı olarak katıldı.
Açılış konuşmasını yapan moderatör Fevzi Yılmaz, Türkiye’de gündemin çok hızlı değiştirildiğini vurguladı.
“DİL AYRIMI YAPMAK NE DEMEK?”
İlk olarak konuşan Avukat Cemalettin Güler, dil, din, ırk ve mezhep ayrımı yapmanın suç olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“Aslında kanun metni çok net. Diyor ki Aleviler Alevilik yapmayın, Sünnilik yapmak serbest. Dil ayrımı yapmak ne demek? Bir Allahın kulu bunun ne olduğunu söyleyebilir mi bana. Eğer Bitlis’in Adilcevaz ilçesine gider İngilizce seçim propagandası yaparsanız suç mudur, değil midir? Buraya göre suç. Peki, Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde Kürtçe seçim propagandası yapmak suç mu, Türkçe yapmak suç mu? Hangi dilin suç, hangi dilin suç olmadığına kim karar veriyor, niye karar veriyor, hangi ölçüde karar veriyor? Şimdi dağ Türkçesiyle propaganda olacak mı olmayacak mı buna karar vermesi gerekiyor. Esas olan bu kanun metninde yazmayan ama gerçekleri dil, din, mezhep ayrımcılığının ne anlama geldiğinin söylenmesi. Sünnilik serbest mi bu ülkede o zaman Sünni olduğunuzu söyleyemezsiniz ya da cami önünde, kilise önünde, havra önünde siyasi açıklama yapamazsınız. Yaparsanız cemevi önünde yapılan siyasi açıklamayı ayıplayamazsınız.”
“TEMSİLİ DEMOKRASİ”
Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan 1945-46 yıllarına kadar tek parti diktatörlüğünün olduğunu hatırlatan Araştırmacı-Yazar Fikret Başkaya, “1946’da dünyanın manzarası değişti. Bir tarafta Komünist blok bir tarafta hür dünya denilen Türkiye o zaman hür dünya safında yerini aldı. Dediler ki çok parti sistemine geçelim, Toplumun gazını alacak bir şeyler yapmak gerekiyordu. CHP bölündü onun içerisinden DP çıktı. Demokrasi deniyor, temsili demokrasi ama sosyalistlerin parti kurması yasak, dernek kurması yasak, Kürtlerin parti kurması yasak, ama çok partili dönem. İki parti var. İkili yapı var Türkiye’de. Bir tanesi asıl devlet partisi var. Bir de görünenler var. Mesela kritik zamanlarda devlet partisi devreye girer aracın rotası ne tarafa çevrilmesi gerekiyorsa o yöne çevirir.” şeklinde konuştu.
“1980 DARBESİYLE BİRLİKTE GERİCİLİĞİN İVMESİ ARTTI”
1960, 1971 ve 1980 darbelerini hatırlatan Başkaya, bu darbelerin demokratik bir açılımı engellemek için yapıldığını kaydetti. Şu anda Türkiye’de komprador bir rejim olduğunu vurgulayan Başkaya, bu komprador rejimin arkasında 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının yer aldığını belirtti. Başkaya, sözlerini şöyle sürdürdü:
“NATO başkomutanı Amerikalı olan bir saldırı paktı. Siz ona üye olduğunuz andan itibaren iç ve dış politikada yeteneğinizi kaybediyorsunuz. Birinci kırılma noktası bu. Bu duruma nasıl gelindi, bunun arkasında iki neden var. Türkiye aslında adı konmamış bir Amerikan uydusu. 1980 yılında 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’nin rotası iki defa değiştirildi. 24 Ocak kararlarıyla Türkiye’nin ekonomisinin dışarıya dünya bankası, dünya ticaret örgütü, İMF, Emperyalist egemenlik için dizayn ettiği kurumlara havale edildi. Bu halk düşmanı rejimin normal minimum hukuk ve demokrasi koşularında uygulanma şansı yoktu. Onun için 24 Ocak kararlarından sekiz ay sonra 12 Eylül 1980’dede NATO’cu Kemalist ordu duruma müdahale etti solun önünü kesti, solu ezdi. Dinci gericiliğin önünü sonuna kadar açtı. Türkiye NATO’ya girdiği anda dinci gericiliğin önü açıldı ve dinciler Avrupa’da kültür dernekleri kurmak için 45 milyar dolar para harcadı. Sadece Avrupa’da başka yerde değil. 1950’de başlayan gericiliğin 1980 askeri darbesi ile birlikle ivmesi artı.”
“ANAYASA DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNÜNDE ENGELDİR”
Başkaya’nın arkasından söz alan araştırmacı-yazar Kemal Bülbül de anayasanın demokratik siyasetin önünde engel olduğunu söyleyerek nedenini şöyle açıkladı:
“Türkiye’de yaklaşık 140 yıldır anayasa ile yönetiliyor. 1876 Kanuni-Esasi Türkiye topraklarında gerçekleştirilmiş. Anayasa olarak ele aldığımızda Anayasa olarak ele aldığımızda 1908-1921-1924-1960-1970-1982 anayasası 82’den bugüne yapılan çeşitli kimi değişiklikler, 2010 yılında yapılan evet hayır referandumu ve son olarak devlet başkanlığı için yapılan değişikliklerin hiçbir tanesine ne halk, ne sivil toplum, ne demokratik kurum ve kuruluşlar katılmamıştır, katılamamıştır, katılmasının önüne de engel konulmuştur. Oysa anayasa bir toplumsal sözleşme olarak değerlendirilir. Ne demek toplumsal sözleşme karşıda bir devlet var. Bu devletle yurttaşlar, yurttaşlarla yurttaşlar, sosyal gruplarla, sosyal gruplar, inanç kurumları ile inanç kurumları bu sitemde nasıl yaşayacaklarına dair bir mutabakat yapacaklar. Bunu adı sosyal sözleşme fakat anayasa yapılırken hiçbir kimlik, hiçbir kültür, katılım gösteremez sadece devletin işaret ettiği ırkçılaştırdığı, gericileştirdiği ve kışkırttığı en kahraman kimlik dışında hiçbir kimliğin söz hakkı da olmaz, eleştiri hakkı da olmaz, katılım hakkı da olmaz.”
Bülbül, bir anayasa yapılırken tüm toplumsal kesimlerin, emek örgütlerinin, demokratik kurum ve kuruluşların, bireylerin, yurttaşların katılımıyla yapılması gerektiğini de vurguladı.
“DEVLET YENİDEN İNŞA EDİLİYOR”
KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Prof. Dr. Nejla Kurul ise eski anayasanın da şimdi çıkarılmaya çalışılan anayasanın da çoğulcu bir anayasa olmadığına dikkat çekti. Kurul şunları belirtti:
“Devlet şimdi yeni rejim inşası diyor. Devlet yeniden inşa ediliyor bunu gözlemleyebiliyoruz. Devlet şu anda daha erkek egemen, kadınları yok sayıyor, devlet şu anda emek düşmanı. Diyor ki ‘OHAL’i işçi grevlerini engellemek için kullandık’. Devlette büyük değişim var. Eğer yurttaşlık eski yurttaşlık olarak kalırsa şayet sadece uzaktan izleyen ‘Ne yapalım toplumun büyük bir çoğunluğu bu kararı verdi’ diyen bir halk var. Devlet zaten görmüyor, toplumun büyük bir kesimini Alevileri yok sayıyor, Kürtleri yok sayıyor, kadını azarlıyor, küçültüyor, evin içine hapsediyor. ‘Sen o alanda dur erkekte o evi yönetsin’ diyor. Evden çıkınca da erkeğin de iradesini al elinden, gelişim potansiyelini al elinden. Erkeği de eziyor. Fakat ona evin içerisinde küçük bir alan yaratıyor. Dolayısıyla bizi şu anda doğrudan temsil eden bir aygıt yok. Bu yeni rejim tarafından toplumu uzun zamandır dışarıda bırakıldığı, ötekileştirildiği kesimler daha da keskin çizgilerle toplumun mahzeninin içine itilmeye mahkum olarak bırakılıyor. Kapitalizm zaten eşitsizleştirici bir süreç, giderek dikleşmiş durumda. Toplumun en alt katmanlarına itilmiş olan bizler haksız, hukuksuz bir şekilde işten atılmışlar, görevlerinden alınmış insanlar ve büyük bir kısmını da korkuyla sindirilmiş durumda.”
“HALKLARI BÖLEN TEMEL DEĞİŞİKLİKLER VAR”
24. dönem HDP Milletvekili Nazmi Gür ise, Osmanlı bekası denilen yeni bir devletin, yeni Cumhuriyetin kuruluyor olduğunu ifade etti. Cumhuriyetin kurucu babası İttihat ve Terakki anlayışı ilk Türk anayasasından bu yana tekliği, milliyetçiliği, tek devlet olma, tek ulus olma, tek dil olmayı dayattığını söyleyen Gür, o günden bu yana hiç bir şeyin değişmediğini halkların yok sayıldıklarını ve halklara asimilasyonun dayatıldığını belirtti. Türkiye’de halkları bölen temel değişiklikler olduğunu kaydeden Gür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ortadoğuda kurgulanan Sykes-Picot düzeni yaklaşımıyla Kürtleri, Arapları kısmen Türkleri, Türkmenleri 4 egemen devlet tarafından paylaştırıldığı bir düzenden söz ediyorum. Bir de Lozan’a bakmak gerekir. Sykes-Picot ile halklar parçalanmıştı. Kürtlerin, 4 parçada, hiçbir parçada çoğunluğu sağlayamayacak bir şekilde bölünmesi ve Kürtlerle birlikte yaşayan birçok halkı örneğin Süryani halkını yine o sınırlar içerisinde Kürtlerle, Türklerle birlikte yaşayan Arapları yine inançsal olarak bu topraklara ait olan ve inançları büyüten Alevileri, Nusayrileri parçalayan bu düzen maalesef halklar açısından bizler açısından çözümleyici olmamıştır. Tam tersi ret ve inkar politikalarıyla sorunların daha da ağırlaşmasına ve günümüze kadar taşınmasında sebep olmuştur.”
Cebrail ARSLAN/ANKARA
Yoruma kapalı.