12 MART GAZİ KATLİAMI
“Gazi katliamı sırasında cami hiçbir zaman Alevilerin hedefi olmadı. Halk, kendisine bunu yapanın devlet olduğunu biliyordu, o nedenle de yürüyüşün hedefi baştan beri karakoldu…”
“Devlet başından beri orada var olan örgütlülüğü kırmaya çalışıyordu. O zaman da amaç buydu, şimdiki saldırıların sebebi de bu.”/12 Mart 1995.
Gazi Mahallesi‘ne giren araçlardan açılan ateşle üç kahvehane, bir pastane tarandı.
Halk silahlı saldırıyı protesto etmek için sokağa döküldü. Karakola doğru yürüyüşe geçen halk, ölülerin hesabını sormak istiyordu.
Polis bu kez yürüyenlere ateş açtı.
İki gün süren silahlı saldırılar ve eylemlerin sonunda, geride 22 ölü, resmi kayıtlara göre 300 yaralı kaldı.
20 polis yargılandı, ikisi ceza aldı, cezaları ertelendi. Polisliğe devam ettiler.
Hüseyin Ocak‘ın kardeşi Hasan Ocak, Gazi direnişinin ön saflarındaydı.
Bir hafta sonra gözaltına alındı, işkence edilerek öldürülmüş vaziyette bulundu.
19 Mayıs’ta Gazi Mezarlığı’na defnedildi.
Ocak ailesi ve diğer kayıp yakınları 27 Mayıs’ta Galatasaray Meydanı’na oturarak Cumartesi Anneleri eylemini başlattı.
Bu hafta 363. kez aynı meydanda kayıplarının bulunması ve faili meçhul cinayetlerin sorumlularının yargılanması için oturacaklar.
Hüseyin Ocak, bianet’e, Gazi katliamını, ardından açılan ve kendi deyimiyle “hüsranla sonuçlanan” davayı, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı anlattı.
Gazi Mahallesi Şubat ayının başında yine silahlı saldırılara tanık oldu. Sokağa dökülenler yine polis müdahalesiyle karşılaştı.
Ocak, “Failler bulunana, geçmişle yüzleşene dek bu provokasyonlar da devam eder” diyor…
“Bilinçaltımız önceki katliamlarla doluydu”
12 Mart’ta ne oldu Gazi Mahallesi’nde?
Mahallede huzursuzluk bu tarihten çok önce başladı aslında. Sık sık operasyonlar düzenleyerek halkı rahatsız ediyorlardı, bir simitçi karakolda dövülerek öldürüldü.
O akşam, sivil bir otomobilden açılan ateşle, üç kahvehane ve bir pastane tarandı. Halil Kaya isimli Alevi Dedesi öldürüldü.
Alevilerin bilinçaltı zaten daha önceki katliamlarla doluydu. Sivas, Çorum, Malatya… Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 35 kişinin yakılmasının üzerinden daha iki yıl geçmişti.
Bu olayın ardından halk hemen tepki verdi, insanlar toplanarak karakola yürüdüler.
Mahallelinin önce camiye yürümek istendiği söylenmişti, doğru mu?
Hayır, değil. Her Alevi, Sünnilerin onların düşmanı olmadığını bilir. Cami hiçbir zaman hedef olmadı. Mahalle halkı o gün kendisine zulmedenin devlet olduğunu biliyordu, o nedenle de yürüyüşün hedefi karakoldu.
Ertesi gün neler oldu?
O gece kimse uyumadı, halk 13 Mart sabahı tekrar toplandı, İstanbul’un farklı semtlerinden, mahallelerinden Aleviler ve sosyalistler destek vermek için mahalleye geldi. Tekrar yürüyüşe geçildi, polis yine ateş açtı. O sabah 12 kişi öldürüldü.
İnsanlar cenazelerini almak için yürümeye devam ettikçe, polis de ateş açmayı sürdürdü, beş kişi daha öldü.
Hedef gözetmeden kalabalığa uzun namlulu silahlarla ateş açtılar. Hiçbir şeyi gizleme gereği duymadılar, zaten tüm bunlar kamerayla, fotoğraf makineleriyle kayıt altına alındı. Her şey, herkesin gözü önünde oldu.
İkinci günün sonunda Gazi Mahallesi’nde 17, Ümraniye’de yapılan yürüyüşlerde beş kişi öldürüldü. Resmi kayıtlara göre 300 ama gerçekte 1000’e yakın insan yaralandı, yarısında kurşun yarası vardı.
“Devlet bu kanı nasıl temizleyecek?”
Korkmadınız mı karakola yürürken, üzerinize ateş açılırken?
Korku değil öfke hissiyle doluyduk. Devletin resmi polisi 22 insanı öldürdü. Halk, “Devlet, bu kanı nasıl temizleyecek?” diye soruyordu.
“Susmanın, yok olmak anlamına geldiğini” biliyorduk.
Basının yazdığı gibi orada halkı kışkırtan “provokatörler” yoktu, sadece halkın tepkisi vardı. Cenazeler defnedilinceye kadar kimse uyumadı, herkes sokaktaydı.
Katliamı kimin, neden yaptığını biliyorlardı.
Kim yaptı? Amaçları neydi?
Bugünden geriye baktığımızda, Gazi katliamını kimin ne amaçla planladığı çok açık olarak görülüyor.
Bir kaos ortamı yaratmak istediler, Sivas’ta da yapılan da buydu. Bir dini çatışma varmış gibi gösterilmek istendi. Ancak tüm bunların sorumlusunun şimdi “derin devlet” denilen, devletin içindeki yapı olduğu açık.
Çorum ve Malatya‘dan farklı değil 90’larda olanlar da…
Örneğin Sivas katliamının sorumlularından biri ölünceye dek Sivas’ta kent merkezinde yaşadı, ölene kadar tutuklanmadı, yargılanmadı. Şimdi dava zamanaşımına uğrayacak.
O zaman Sivas’a adı karışanların bazıları şimdi devletin farklı kademelerinde görevli, vekil olan da var, belediye başkanı olan da…
“Katlettikleri yetmedi, dava da ayrı eziyet oldu”
Katliamın ardından 20 polise dava açıldı, Ahmet Albayrak ve Mehmet Gündoğdu isimli polisler ceza aldı. Bu sonuç sizi tatmin etti mi?
Katlettikleri yetmedi, dava süreci de aileler için ayrı bir eziyete dönüştü.
Yargılama önce Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı, sonra “güvenlik gerekçesiyle” Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşındı.
Duruşmalarda da devletin tavrı açıkça belliydi. Örneğin, Emniyet, mahkemenin istediği uzun namlulu silahlar listesini eksik yollayarak polisleri korumaya çalıştı.
Dava, olaydan altı yıl sonra, Kasım 2001’de, üç şehir gezdikten sonra sonuçlandı. Albayrak hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 50. maddesine göre indirim yapılarak 3 yıl 24 ay hapis cezası ve 9 ay kamu hizmetlerinden geçici mahrumiyet kararı verildi.
Gündoğan ise bir kişi öldürmekten 1 yıl 8 ay hapis ve 3 ay kamu hizmetlerinden yasaklı olma cezası aldı. İkisinin cezası da 4616 sayılı İnfaz Yasası’na göre ertelendi.
Davadan kısa süre sonra da polisliğe geri döndüler.
İkisi de mahkemede suçlarını inkar etti ama ateş ettiklerini gösteren fotoğraflar vardı.
“Ahmet Şık’ı sevgiyle anıyorum”
Şimdi OdaTV davasından tutuklu olan Ahmet Şık’ın çektiği fotoğraf…
Ahmet Şık’a selamlarımı yolluyorum, onu sevgiyle anıyorum.
Gazi’de o fotoğrafı çeken, katliamı belgeleyen Şık, şimdi dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’yla birlikte yargılanıyor. Katliamın sorumlularından olan Avcı ise Gazi davasında sanık olması gerekirken, tanık olarak bile dinlenmedi.
İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, İstanbul Emniyeti’nde Terörle Mücadeleden Sorumlu Şube Müdürü Reşat Altay, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Başbakan Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu…
Bu isimlerin çoğu sonradan “görevlerini layıkıyla yaptıkları için” ödüllendirildiler, terfi ettiler, vekil oldular.
Hepsinin sorumluluğu var.
Davanın sonucu başından belli miydi yani?
Trabzon’da mahkeme başkanı Hüseyin İmamoğlu, “Ben bu davada polislerden yana tarafım, polis cinayet işlemez” diyerek davadan çekildiğini açıkladı.
Bunu “doğru davranış” olarak algıladılar ancak hakim, bundan sonraki mahkeme heyetini etkilemek, onları da zan altında bırakmak için böyle bir tavır sergiledi.
Ve biz böyle bir ortamda mahkemede adalet aramak için yola çıkmıştık.
“Devletin tüm kurumları elbirliğiyle örtbas etti”
O yollarda neler geldi başınıza?
Aynı baskılara devam ettiler. Devletin tüm kurumlarının katliamı nasıl elbirliğiyle örtbas ettiğini de gözlerimizle gördük.
Yaklaşık 70 bin km yol yaptık duruşmalara gidip-gelerek ve sonuçta iki kişiye göstermelik cezalar verildi. Otobüslerimizin yolu sürekli polis barikatlarıyla kesiliyordu.
Polis sabaha karşı ıssız bir yolda otobüsü kimlik kontrolü bahanesiyle durdurup daha önce örgütledikleri sivilleri ailelere saldırtıyordu.
Önceden bir örgütlenme olmasa, sabahın 05:00’inde kim gelip otobüsümüzün durdurulduğu yerde aracı taşlamak için bekler ki?
Her yolculuğumuzda böyle organize saldırılarla karşılaştık. Mahkemede bile saldırıya uğradık.
Davanın nasıl biteceğini tahmin ediyorduk ama yine de davayı takip eden, adalet bekleyen aileler için sonuç tam bir hüsran oldu.
İki hafta sonra Hasan Ocak “kayboldu”
Katliamdan kısa bir süre sonra, kardeşiniz Hasan Ocak gözaltına alındı, kaybedildi. Neden sizin kardeşiniz hedef seçildi?
Kardeşim Hasan, Gazi olaylarında ön saflardaydı, bir sosyalist olarak katliamda halkın yanındaydı.
Devlet bu olayı birilerinin üzerine yıkmak için “Gazi provokasyonu” adı altında bir operasyon başlattı, 30 kişi gözaltına alındı. Kardeşim de 21 Mart’ta gözaltına alındı.
Hemen Emniyet’e ve diğer kurumlara başvurduk, kardeşimi aramaya başladık.
Çünkü daha önce de iki kez gözaltına alınmıştı ve bize haber verilmemişti, mahkemeden tahliye edilince gözaltına alındığını öğrenmiştik.
Başvurduğunuz yerler ne cevap verdi size? Kabul ettiler mi Hasan’ın gözaltına alındığını?
Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM) gittik, oradaki savcı önce Hasan’ın gözaltına alındığını, Emniyet Müdürlüğü’nde olduğunu söyledi, ancak biz dilekçeyle başvurunca cevabını değiştirdi, resmi yanıtı “Gözaltına alınmamış” oldu.
“Haftada böyle 2-3 ceset geliyor buraya”
Nasıl bulundu Hasan?
Gözaltına alındıktan beş gün sonra, vücudunda işkence izleri ve kırıklar olduğu halde ölmüş olarak bulunmuş.
Üzerinde sigara söndürülmüş. Elektrik verildiğine, askıda bekletildiğine dair izler, kızarıklıklar, yanıklar vardı. Telle boğarak öldürmüşler. Yüzünde de kırıklar ve kesikler vardı.
Kemeri, saati, ayakkabı bağcıkları yokmuş, bunlar da gözaltına alındığının kanıtı.
Beykoz Buzhaneler mevki Dedeler köyünde, köylüler bulmuş cesedini, jandarmaya haber vermişler.
Jandarma da cesedini Beykoz Devlet Hastanesi’ne götürmüş. Sonradan görüştüğüm Beykoz’daki memurlar, “Haftada bize böyle 2-3 ceset geliyor, raflarda onlarca dosya var” dediler.
Altı gün sonra İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilmiş. Parmak izleri, kan örneği alınmış, fotoğrafı çekilmiş.
İstanbul ve çevre illere dağıtılıyor bu bilgiler, ama İstanbul Emniyet Müdürlüğü, o kişinin Hasan olduğuna dair Adli Tıp’a bilgi vermiyor.
Ama daha önce gözaltına alınmıştı, kaydı yok muymuş İstanbul Emniyeti’nde?
Vardı tabii. Gözaltına alındığında parmak izini de almışlardı, fotoğrafını da çekmişlerdi. O cenazenin Hasan’a ait olduğunu bilmelerine rağmen sessiz kaldılar.
Ben sürekli Adli Tıp’a gidiyordum, bir gün kayıpların olduğu deftere bakarken fotoğrafını gördüm, öyle bulduk cenazesini. 26 gün morgda bekletmişler, belki de hiç bulamayacaktık.
Ölümünden yaklaşık iki ay sonra Gazi Mezarlığı’na defnettik.
“Devletin polisi insan öldürmez”
Cenazeden sonra, yasal yollara başvurmaya devam ettiniz mi?
Ettik, hala da ediyoruz.
Kardeşimi işkencede gören çok insan vardı. Örneğin Baki Düzgün isimli biri, işkenceden çıkıp cezaevine yollandığında Hasan’ın fotoğrafını görünce tanıyor, “Emniyet’te benim yanımdaydı” dedi.
Onunla birlikte Gazi’den alınanlar da işkencede Hasan’ı gördüklerini söylediler ama yine de devlet gözaltına alındığını kabul etmedi.
Fatih Cumhuriyet Savcısı, otopsi raporlarına rağmen verdiği takipsizlik kararına, “Ben devletin polisinin insan öldüreceğine inanmıyorum” yazmıştı.
Tüm başvurularımız takipsizlikle sonuçlanınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurduk, devlet, “Yeterince araştırma yapılmadığı” gerekçesiyle tazminata mahkum oldu. Biz de bu kararın ardından, tekrar soruşturma açılması için başvurduk. Ama nafile…
“Devlet korumaya devam ediyor”
Ergenekon iddianamesinde, Gazi katliamı ve Hasan Ocak’ın kaybedilmesiyle ilgili bir bölüm var. Gizli tanık, kahveyi, Veli Küçük’le birlikte hareket eden Osman Gürbüz’ün tarattırdığını, Sedat Peker’in de işin içinde olduğunu söylüyor. Peker de “Üç beş tane faili meçhul cinayet yapacağız” diyor. Bunun üzerine başvuru yaptınız mı tekrar?
Evet, bu isimlerle ilgili suç duyurusunda bulunduk. Reddedildi.
Ne gerekçeyle?
“İddianamede olay anlatılıyorsa da mahkememiz bu tür bir yargılama yapmamaktadır” diyerek reddettiler. Geçen yıl suç duyurusunu yineledik, hala cevap bekliyoruz…
“Kardeşini gömdün, çok şanslısın”
Cumartesi oturmaları nasıl başladı?
Hasan’ın cenazesinde, Hüseyin Toraman‘ın annesi Hatice Ana gelip sarılmıştı, “Oğlum, çok şanslısınız” diye…
Verecek cevap bulamadım. Bir yandan gencecik kardeşimi toprağa verdim, diğer yandan o oğlunun cenazesini bulamamış, bir mezar taşı bile yok… Sustum kaldım.
Hasan ilk kayıp değildi tabii ama kayıplar mücadelesi o dönemde önemli bir yere gelmişti, kamuoyu oluşmuştu.
Hasan’ı 19 Mayıs’ta defnettik.
“Türkiye’de artık kayıplar olmasın, akıbetleri açıklansın ve sorumlular yargılansın” diyerek 27 Mayıs Cumartesi günü ilk eylemi yaptık.
Zamanla kaybedilenlerin ailesi, yakınlarının fotoğrafını alarak yanımıza gelip oturmaya başladılar.
Rahat bıraktılar mı sizin eylemlerinizde?
Olur mu hiç! Annem, babam, kardeşlerim defalarca gözaltına alındı, her hafta saldırılar oluyordu, 60 yaşın üzerindeki kadınlar yerlerde sürüklenerek götürüldüler.
Bu arada gazeteciler, milletvekilleri, Avrupa’dan gelen insan hakları savunucuları da bizimle birlikte oturmaya başladı. Tabii saldırılar da devam ediyordu. Ama biz inadına orada olmaya devam ettik. Saldırılar dayanılmaz hale gelince ara verdik.
Ergenekon davası başladığında, bizim eylemlerimizde dillendirdiğimiz şeyler bu kez mahkemeye yansıdı. Biz de Cumartesi eylemlerine tekrar başladık.
“Devlet değil halk isterse cinayetler aydınlanır”
Dava başladı ama Hasan’ı öldürenler hala ortada yok. Gazi katliamının gerçek sorumluları yargılanmadı diyorsunuz. Devlet korumaya devam mı ediyor?
Evet. Toplumun ne kadarı gerçeğin ortaya çıkmasını istiyor? Önemli olan bu. Halk, katliamların, kayıpların sorgulanmasını isterse cinayetler de katliamlar da aydınlanır.
Gazi Mahallesi yine “karıştı.” 29 0cak‘ta yıkımlara karşı toplanan halka çeteler saldırdı, üç kişi ağır yaralandı. Eylemlere polis müdahale etti, sanıklar serbest bırakıldı… Neden hep Gazi Mahallesi?
Devlet başından beri orada var olan örgütlülüğü kırmaya çalışıyor. O zaman da amaç buydu, şimdi de bu. Sadece Gazi’de değil, birçok yerde yapılıyor böyle provokasyonlar. İki hafta önce Adıyaman’da Alevilerin evlerini işaretlediler, örneğin.
Bu provokasyonlar yeni değil, bitmesi de ancak örgütlü bir karşı koyuşla olur. (AS)
/Ayça Söylemez
Yoruma kapalı.