Alevi Haber Ajansi

‘Dersimliler bir direnişe hazırlanıyor olsaydı 7 bin silahı neden devlete teslim etti?’-VİDEO

PİRHA – Dersimli aydınlardan Kazım Arık, 1937-38 Dersim Tertelesi ardından en az 124 köyün yok edildiğini vurguladı. Yapılanların “bir soykırım hareketi” olduğunu belirten Arık, “Birebir tespit edilen 160 tane toplu kırım merkezi var. Listesi de bende mevcut. Bizim köyde hiçbir gün silah falan olmadı, buna rağmen 55 kişi katledildi” diye konuştu.

1925 yılında çıkarılan ‘Şark Islahat Planı’, 1936 tarihli ‘Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun’ ve ‘4. Umumi Müfettişlik’in kurulması ile ulus devletin inşası önünde engel olarak görülen Dersim’in, öncelikle kanaat önderlerinin yok edilmesi, halkın soykırımdan geçirilerek kalanların sürgüne tabi tutulması hedeflendi.

25.12.1935 tarih ve 2884 sayılı Tunceli Kanunu çerçevesinde 4 Mayıs 1937 tarihli bakanlar kurulu kararı ile Dersim’e yönelik askeri operasyonlar başlatıldı ve on binlerce Dersimli katledildi. Askeri operasyonlar 1938 yılı boyunca devam etti. Katliamla birlikte sürgün politikası devreye konulup Dersim coğrafyası büyük oranda insansızlaştırıldı.

15 Kasım 1937 yılında Dersim’in Kürt Alevi kanaat önderi Seyit Rıza, oğlu Resik Hüseyin ve Dersim’in 7 ileri geleni, Elâzığ Buğday Meydanı’nda idam edildi.

1937-38’de yaşanan Dersim Soykırımı’nda ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ olarak bilinen bir kuşağın ise ailelerinden kopartılarak tanımadıkları ailelere evlatlık ve eş olarak verildiği gerçeği de soykırımın bir başka boyutunu oluşturuyor.

Dersim Tertelesi’nin 88. yıldönümünde ajans olarak katliamın öncesini ve sonrasını ele aldık. Dosyamızın bugünkü konuğu Dersimli aydın Kazım Arık oldu.

1942 yılında Dersim’in Nazımiye İlçesine bağlı bir dağ köyü olan Civrak’da dünyaya gelen Kazım Arık, soykırımın öncesini ve sonrasında yaşananları, Pir Haber Ajansı’na (PİRHA) anlattı.

“CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA ETNO DİNSEL VURGU YOKTU”

PİRHA-Nasıl bir cumhuriyet kuruldu?

Kazım Arık: Şimdi bir kere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bahsetmek lazım. Hangi temel paradigma üzerine kurulmuştur? Aslında imparatorlukların parçalanmasıyla birlikte ‘ulus devlet’ kavramının ortaya çıkışı var. İmparatorluklar parçalandıktan sonra her ne kadar ulus devletin kuruluşu 1789’da tarihlenirse o değildir, 1789’da kurulan, oluşturulan ulusal devlettir. Ulusal devlette temel ana kriter ulusun kendisidir. Ulusun bütün topluluğudur. Aslında ulus devlet 19. yüzyılın son çeyreğinde realize edilmiştir. Ulus devletin temel felsefesi şudur; etno dinsel bir yapıya, teknik üzerine kuruludur.

Diğer çoğulcu halkları, dilleri, kültürleri, inançları devre dışı bırakır. Bu ulus devletin ana karakteridir. Cumhuriyet de bundan esinlenerek Osmanlı İmparatorluğu parçalanmasından sonra ulus devletin kuruluş sürecinde gelirsek, Cumhuriyetin ilk mücadele yıllarında, yani o mücadele dönemi dediğimiz dönemde bu etnik dinsel vurgu yoktur. Bütün o mücadeleyi başarabilmek için geniş bir yelpazede birlik oluşturulmuştur. Bunun önderi de Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal aynı zamanda bir pragmatisttir yani. Bunu din unsurunda da, Kürtler ve Aleviler konusunda da kullanmıştır. Başlangıçta etno dinsel bir vurgu yoktur. Bu birlikteliği sağladıktan sonra, bu dönemde ikrar dönemi vardır. 1919 ile 1924 süreci ikrar dönemidir. 1924’ten sonra, yani devlet sağlamlaştıktan sonra inkar dönemi başlamıştır.

“DEVLET O İKRARDAN DÖNDÜ”

-Dersim neden devletin hedefi oldu?

1921 Anayasası’nda etnik vurgu yoktur. Herkes kendi kıyafetleriyle gelmiştir. Hatta Mustafa Kemal’in meclis konuşması vardır; ‘Bu cumhuriyet yalnız Türklerin, Müslümanların değil, çeşitli unsurlar da müteşekkir. Bütün halklarındır’…şeklinde.

Hatta İzmit’te Ahmet Emin Yılman’ın ‘Kürt meselesini, Kürtleri ne yapacaksınız? sorusuna verdiği cevapta ‘Efendim onlar da bu mücadelemiz gerçekleştikten sonra, devleti kurduktan sonra her liva, kendisini geleneklerine, örfüne, dil ve adetine göre yönetecektir’ der. 1921’in anayasasında etnik vurgu yoktu ama 1924 anayasasında tamamen etnik yapı etkendir.

Ne diyor? ‘Her Türk hür doğar’ diyor. Peki diğerleri ne olacak? Hiç Türkler dışında başka bir ibare yoktur. Çünkü 1924 Anayasası devletin kuruluşudur. Lozan kuruluş antlaşmasıdır. ‘30 yaşını bitiren her Türk mebus seçilebilir. ‘Her Türk kanun karşısında eşittir’. Türk, Türk, Türk… Yani hep Türklüğü vurgulamıştı. Devlet de bunun üzerine, etnosu Türk ırkı, dini de İslam Sünni mezhep üzerinedir. Nitekim 1925’te tekke ve zaviyelerin kaldırılması var. İşte her ne kadar Aleviler, cumhuriyet diyorlarsa da halbuki orada ‘tekkeler ve zaviyelerde pirlik, şeylik, müritlik yasaktır’ diyor. Sonra Alevi ibadetlerinde o dönem gazetelerini tarayın, yapılan ibadetlerdeki takibatlar, mahkemeye verilmeler filan vardır. Dolayısıyla teknik üzerine kurulan bir devlet olunca da şimdi 1915’te, 16’da Ermenileri, 1920’lerde Rumları mübadele ile halletmişsin! Kalmış Kürt meselesi. Kürtler de mücadelede seninle beraber olmuş. O mücadeleyi beraber yapmışsınız, başarıya ulaştırmışsınız ama ondan sonra da dediğim gibi o ikrardan dönüldü. Çünkü Mustafa Kemal’in, Erzurum ve Sivas Kongresi’nde Kürt ağalarına, beylerine, şeyhlerine destek için yazdığı mektuplar var. Ama ondan sonra da Kürtlerin en ufak bir taleplerini reddederek, Şark Islahat Planı’yla dilin yasaklanması, iskan kanunlarıyla sürgünlerin başlaması…

O dönemdeki verilen bütün raporlarda ‘Dersim’in mutlaka ıslah edilmesi lazım’ deniliyor. Hatta İbrahim Talih Öngören, umumi müfettiş, diyor ki ‘Nasihat ile plan olmaz. Hedef ve tenkil lazım’. Hatta İbrahim Talih Öngören, ‘Etrafını çevireceğiz, izole edeceğiz, yollarını keseceğiz, aç kalacaklar, iltica edecekler. Bu da olmazsa yine o zaman rahatlıkla biz onları tedip ve tenkile başlayacağız’ diyor. Yani tamamen önceden planlanmış, programlanmış raporlara dayalı harekat. Yani bu soykırımın yapılacağı önceden raporlarda belli.

7 BİN SİLAH DEVLETE TESLİM EDİLMESİNE RAĞMEN YİNE DE KATLİAM YAPILDI!

-Kırım öncesi devlet nasıl bir hazırlık yaptı?

Çok ciddi bir hazırlık var. Soykırımın başlayabileceği önceden belli. 1935’te Kasım ayında Mustafa Kemal’in mecliste yaptığı bir konuşma var. Diyor ki: ‘Bütün ülkede asayişi sağladık, hallettik, huzuru sağladık. Bir tek Dersim müşkülesi kaldı. Bunun halledilmesi lazım.’

Mustafa Kemal tek otorite. Yani, dediklerinin elbette yerine getirilmesi gerekir. Bu konuşmanın üzerine aralık ayında fevkalade yetkilerle donatılmış özel bir Tunceli Kanunu çıkarılıyor. Kanun kanun ama hukukla alakası yok! Düşünün ki iddianameler tebliğ edilmiyor, avukat dahi tutulamıyor.

Abdullah Alpdoğan diye bir korgeneral tayin ediliyor. Abdullah Aldoğan 1921 Koçgiri harekatını yöneten, oradaki zulmü yaratan Sakallı Nurettin Paşa’nın da damadı. Evet, böyle fevkalade yetişmiş biri! Ondan sonra harekata bütün ordu; diğer bütün Kürt direnişlerindeki harekete katılmış deneyimli subay ve askerler geliyor. ‘Bu bölge mahrum kalmış bir bölgedir. Biz size uygarlığı, medeniyeti getirdik’ diyorlar. ‘Okul, hastane, yollar yapacağız, uygarlığa kavuşturacağız’ diyorlar ama diğer taraftan bakıyoruz gelir gelmez 1936 yılında bütün ilçelerde kışlalar yapılmaya başlanıyor. Hastaneler de belli ki kışlalar için yapılıyor, çünkü asker sevkiyatı yapılıyor.

Sonrasında Kamut, Sin, Amutka, Haydaran, Danzik gibi bölgelerde stratejik karakollar yapılıyor. Ondan sonra ‘Mutlak surette silahlarınızı getirip teslim edin’ denilerek silahlar toplanıyor.

Diyorlardı ki ‘Efendim devlet, hiçbir zaman Dersim’e girmemişti’. 1937’de yapılan sayımlarda devlet, hangi köyde kim var, ne kadar kör var, ne kadar çolak biliyor. Ondan sonra ne kadar silah var, hangi aşiret var, bütün ayrıntıları var. Hani devlet giremiyordu? Birebir tespitler var. Hangi aşiretin elinde ne kadar silah var belli.

‘Silahları getirin, teslim edin’ deniliyor ve 7.000 küsur silah teslim ediliyor. Yani eğer Dersim bir direnişe hazırlansaydı, bir isyan yapabilseydi niye getirsin silahını teslim etsin? 7.000 silah teslim ediliyor, ondan sonra hareket başlıyor.”

“DEVLETİMİZ ŞEFKATLE SİZE KUCAĞINI AÇIYOR!”

-Dersim Tertelesi’nin siyasal ve toplumsal sonuçlarına dair ne söylersiniz?

Mesele şurada; tabii ki Dersim bir Alevi Kızılbaş bölgesi. Aynı zamanda etnik yapı olarak da Kürt Dersim. Dersimlilerin, Kirmanckî haricinde başka dil bildiği yok zaten. Yani etno dinsel bir temizliktir bu. Dedik ya devletin kuruluş felsefesi bu teknik üzerine kuruludur. Yani geriye bir tek Kürt meselesi kalıyor. Kürt meselesinde de Koçgiri’den başlayarak Ağrı’dan, Zilan’dan; Şeyh Sait direnişiyle birlikte sindirmişsin, etmişsin, bir Dersim kalmış.

Kendi kültürünü, geleneğini, örfünü, efendim babadan dededen kalan anneanne geleneğini devam ettiren; aslında Dersim’in vergi vermediğine dair de o da ayrı bir uydurma bir bahanedir. Çünkü 1930-32 tarihli vergi kayıtları var. Askere gitme konusunda da kayıtlar var. Hozat’ta, Çemişgezek’te %50-60 gidiş var. Pülümür ile Nazimiye’de %20-30 civarlarındadır. Türkiye’nin her yerinde bu durum vardır.

Diğer taraftan derler ki ‘Dersim’de eşkıya, isyan vardı’. Ancak bütün Osmanlı coğrafyasında o zaman direnişler var. Yani o tip direnişler, davranışlar bütün Osmanlı coğrafyasında var. Ama yani o bahane edilerek bütün halk imha mı edilir? Bakarsanız halk vergi veriyor, otoritenin kurulması için askere gidenler var. Nitekim somut bir olay anlatayım ki netlik kazansın.

Şimdi Abdullah Alpdoğan 1937 yılında Nazimiye geliyor. Nazimiye’de bir çeşmenin önündeki dut ağacının önünde ‘Bütün aşiretlerin ileri gelenleri toplansın gelsin diyor’. Bir araya geldiklerinde ‘Aranızda Türkçe bilen, cevap verebilecek kim var?’ diye sorulunca Bertal Efendi gösteriliyor. Bertal Efendi, anne tarafından benim dedem. Bizim Xormek Aşiret’in reisi Bertal Efendi… Bertal Efendi Türkçeyi çok iyi biliyor.

‘Size uygarlığı getirmeye çalışıyoruz. Okul, yol, hastane yapacağız, medeniyeti getireceğiz. Buna rağmen devlete biat etmiyor, devletin kurallarına uymuyorsunuz. Vergi vermiyor, askere gitmiyorsunuz. Devletimiz şefkatle size kucağını açıyor ama siz karşı geldiğinizde de devletin demir pençesinden de kurtulamazsınız’ diyorlar.

Hani havuç ve sopa meselesi var ya… Tam bu esnada oradan bir keçi geçiyormuş. Bertal Efendi’de diyor ki; ‘Bak zaten üç beş keçimiz var. Görüyorsunuz arazi de yok gelir de yok. Zaten olanaklar az ama vergisini veriyoruz. Bir de ‘askere gitmiyorlar’ diyorsunuz. Amcam Veli ağanın oğlu Mustafa şu anda askerde.’

Abdullah Alpdoğan, bütün bunları yaverine not ettiriyor. Bertal Efendi’yi düşünün; orada askeri taahhüt almış. O zaman motorize güçler pek yok. Katır, at, hayvan filan onlarla ulaşım sağlanıyor. Lojistik destek sağlanıyor. Onların yemlerinin taahhüdünü benim dedem almış. Düşünün ki yani kaymakamla, jandarma komutanıyla dostlukları, merhabası var. Yani herhangi bir direniş meselesi de yok. Bütün bunlar 1937’de oluyor. 1938 Temmuz’u olunca kasabadaki yüzbaşı, Bertel Efendi’yi çağırıyor. Bertel Efendi geliyor. Bu olay Muzur Çem’in kitabında da var. Çavuş Usif diyor ki ‘Biz kışlada çalışıyorduk. Baktım ki Bertal Efendi’nin atı karakolun önünde bağlı. Gittim uzaktan baktım. Bertal Efendi ile yüzbaşı bir şey konuşuyorlar. Bir miktar para tuttu verdi.’

Yüzbaşı ‘Bertal Efendi sizin hakkınızda sürgün kararı geldi’ diyor. Bertal Efendi de şaşırıp ‘Yüzbaşım, Allah’ını seversen, bak seninle merhabamız var. Görüyorsun, devlete karşı en ufak bir direnişimiz yok’ diyor. Yüzbaşı ise ‘Benim yapabileceğim bir şey yok. Oğlun, tüm aileyi toplasın getirsin’ diye cevaplıyor. Bertal Efendi ‘Yalnız annem kalsın, o 100 yaşındadır’ diyor. Bütün aileyi çoluk çocuğuyla birlikte topluyorlar. Yolda getirirlerken Nazimiye’ye 10 km uzaklıkta Ramadan Deresi var, oraya getiriyorlar. 49 kişiyi orada kurşuna diziyorlar. Ana karnında çocuk var… Bütün cesetleri de yakıyorlar.

TESPİTİ YAPILMIŞ EN AZ 160 TOPLU KIRIM MERKEZİ MEVCUT!

Gelelim Bertal Efendi’ye ne oldu? Yüzbaşı o konuşma sonrasında ‘Bertal Efendi herhalde senin canın sıkıldı. Yanına asker verip gönderelim’ diyor. Bertal ise ‘Hayır, neden asker vereceksin? Herkes beni tanıyor’ diyor.

Bu ana tanık olan kişi ‘Baktım, Berdal Efendi atına bindi ama arkasında da askerler vardı. Askerlerin terkilerinde ise kazma ile kürek var. Benim dikkatimi çekti. Biz de takıldık peşlerine gidiyoruz. Nazimiye’den 2-3 km yukarıda Bertal Efendi’yi öldürüyorlar ve cesetlerini çukura atıyorlar. Bütün bu toplu kırımlarda arkadaşlarımızın birebir tespit ettiği 160 tane toplu kırım merkezi var. Listesi de var bende. Bizim köyde 55 kişi katledildi. Yalnız bizim köyde hiçbir gün silah falan yok.

Sonrasında dağ tarafından benim amcam filan gidiyor Bertal Efendi’nin cesedini alıp köye getirerek defnediyorlar. Kardeşim ve ben bu sene Bertal Efendi’nin, dayımın, dedemin mezarını yeniledik. Bertal’ın annesi de orada yatıyor.

Devletin politikalarından birisi, hafızalarının silinmesi. Bunun için de mezarların da olmaması lazım. Çünkü mezar bir yerde belge niteliğindedir.”

“124 TANE KÖY TARİHTEN SİLİNİYOR”

-O günden bu güne ne değişti, değişmedi?

Dersim’deki asıl soykırım 38’de başlıyor. Büyük bir sindirme, katliam var. Bütün insan haklarındaki Birleşmiş Milletler kriterlerini de alırsak aslında bir soykırımdır yani. Aileleri dahi dağıtıyorlar. Geleneklerini, dillerini, etnik yapılarını unutmaları lazım. Dili unutturduğunuz zaman asimilasyon kolaylaşır. Mühim olan en önemli unsur bir ulusu ulus yapan, bir milleti millet yapan ana öğe dildir. Dil kaybolduğunda diğer bütün meseleler çok tali derecede kalır. Ulus bilinci de oluşmaz. Onun için de bütün b asimilasyon politikalarında siyasi literatürde hep dilden başlanır.

Nitekim zaten 1937’de itibaren Dersim’de 124 tane köy tarihten siliniyor. 20 bin kişinin katledilmesi, 20 bin kişinin de sürgün edilişi var. Bu büyük katliamdan sonra diğerleri için bir suskunluk dönemi oluyor. O suskunluk şöyle; biz de kavuştuk. Haklı olarak insanlar, kendilerini bütün canlı varlıklarda olduğu koruma moduna alıyor. 1959’a gelinceye kadar neredeyse Kürdistan’da bir sükunluk dönemi var.

Ya suskunluk dönemi anlaşılıyor ki çok net bütün bunları devlet arşivlerine, komutanlarına, aynı zamanda sözlü tarih projelerine dayanarak bir irdeleme yaptığında görüyoruz ki bir direniş olmadığı halde çok büyük bir katliam olmuştur. Bu, hangi açıdan bakarsan hafızalarının silinmesi de dahil bir soykırım hareketidir.

Ayıptır. İnsanların değerleriyle, kutsallarıyla bu kadar oynanmaz. Özür dilemeyi bir yana bırakın, hiç olmazsa bari kültürümüzle, dilimizle, geleneğimizle, inancımızla bizi rahat bırakın. 1980’li, 90’lı yıllardaki katliamlar, köy boşaltmalar, sindirmeler de ayrı bir şey. Devletin bu politikası hala daha devam ediyor. Yani yüzleşmeyi bir yana bırakın, hiç olmazsa kendi değerlerimizi, kendi dilimizi, örfümüzü, geleneğimizi devam ettirip anlatabilme ortamı olsun hiç olmazsa. Hala daha korkuyoruz. Bir televizyonda, bir şey anlattığımda diyorum ki ‘acaba polis gelip alıp götürür mü?’ Bu yaştan sonra da hapis edilmek de istemiyorum.

Eren GÜVEN/İSTANBUL

İLGİLİ HABERLER:
-Dersim Harekat Planı’nın üç ayağı: Etno dinsel temizlik, tek tipleştirme, Türk İslamlaştırma-VİDEO
-BM’nin ‘Soykırım’ tarifi: Yapılanlar organize bir şekilde ise bu bir soykırımdır!-VİDEO
-‘Rejimin Kürt sorunuyla yüzleşme yeteneği bugüne kadar olmadı, şartlar yüzleşmeyi zorluyor’-VİDEO
-‘Dersim’de Türkleşme yatılı bölge okulları üzerinden başladı’-VİDEO
-‘Kız çocuklarını yatılı okullarda eğiterek Türklüğe kazandırılmış bir Tunceli istiyorlar’-VİDEO
-‘Tek tipçiliğe karşı ocaklarımızı ayağa kaldırmalıyız’-VİDEO
-‘Travmatik deneyimi olan toplumlarda gençleri koruyacak politikalar üretebilmemiz gerekiyor’-VİDEO

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.