PİRHA- Dr. İsmet Konak, Dersim Katliamı’ndan 1 yıl sonra “misyonerlik” çalışması başladığına dikkat çekerek, “Bu planının bir parçası olarak öğretmen Sıdıka Avar, Elazığ Kız Enstitüsü’ne tayin edildi. Kendisine verilen görev Elazığ, Dersim ve Bingöl gibi yerlerden kız çocuklarını alıp, enstitüde “Türkleştirmekti” dedi. Dersim’de anadil kullanımının zayıflığına işaret ederek “Acaba “modernizm, çağdaşlık Dersim’i daha mı fazla Türkleştirdi?” diye sordu.
1925 yılında çıkarılan Şark Islahat Planı, 1936 yılında çıkarılan Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun, Şark Islahat Planı’na dayanılarak kurulan ve Dersim’in de içinde yer aldığı 4. Umumi Müfettişlik’in kurulması ile adım adım ‘ulus devlet’in inşası önünde engel olarak görülen Dersim’in, öncelikle kanaat önderlerinin yok edilmesi, halkın soykırımdan geçirilerek kalanların sürgüne tabi tutulması hedeflendi.
25.12.1935 tarih ve 2884 sayılı Tunceli Kanunu çerçevesinde 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Dersim’e yönelik askeri operasyonlar başlatıldı ve on binlerce Dersimli katledildi. Askeri operasyonlar 1938 yılı boyunca devam etti ve katliam ile birlikte sürgün politikası devreye konulup Dersim coğrafyası büyük oranda insansızlaştırıldı.
15 Kasım 1937 yılında Dersim’in Kürt Alevi kanaat önderi Seyit Rıza, oğlu Resik Hüseyin ve Dersim’in 7 ileri geleni, Elâzığ Buğday Meydanı’nda idam edildi.
1937-38’de yaşanan Dersim Soykırımı’nda ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ olarak bilinen bir kuşağın ise ailelerinden koparılarak tanımadıkları, bilmedikleri ailelere evlatlık ve eş olarak verildiği gerçeği de soykırımın bir başka boyutunu oluşturuyor.
Dersim Tertelesi’nin 88. yıldönümünde ajans olarak katliamın öncesini ve sonrasını ele aldık. Dosyamızın bugünkü konuğu Akademisyen, Dr. İsmet Konak, oldu.
İsmet Konak, Dersim Soykırımı’nın öncesini ve sonrasında yaşananları, dil, kültür ve kimliğin önemini Pir Haber Ajansı’na (PİRHA) anlattı.
“KÜRTLER, OSMANLI VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE BASKI YAŞADI”
-Dersim Katliamı’na gelinen süreçte Kürtler nasıl baskılara maruz kaldı?
1937-38 Dersim Katliamı’na kadar Kürtler birçok zulme ve baskıya maruz kaldı. Kürtler sadece Türkiye Cumhuriyeti döneminde değil, Osmanlı Devleti döneminde de baskı yaşamıştı. 1898 yılında Kürdistan gazetesi sürgünde Kahire’de yayımlanmak zorunda kaldı. Buna benzer bir örnek de Güney Kürdistan’da 1907 yılında yaşandı Şeyh Abdusselam Barzani özerk bir idare ve anadilinde eğitim için II. Abdülhamit’e başvuruda bulundu ama Türk yönetiminin cevabı çok sert oldu. Asker gönderildi, Barzani’ye karşı orantısız güç kullanıldı. 1908 yılından itibaren iktidara ittihatçıların gelmesiyle birlikte Barzani’ye karşı daha fazla güç kullanıldı ve 1914 yılında idam edildi. İdam ettiren de Musul Valisi Süleyman Nazif’ti. Süleyman Nazif’in Amedli olduğu ve Kürt olduğu malumdur. Bu dönemde Osmanlı’nın baskısı Dersim üzerinde de söz konusuydu. Dersimli aşiretlerin bir kısmı Türk yönetimine karşı mücadele etmekteydi. Mesela Qoçan Aşiret Reisi İdare İbrahim Ağa onlardan biriydi. Şu cümlesi oldukça ünlüdür: “Ben Osmanlı’nın çeşmesinden su içmem. Çünkü suyu bulanıktır.” Yine Dersim’den örnek verilmesi gereken isimlerden biri Kurêşan Aşiret Reisi Alîyê Gaxî’dir. 1916 yılında Doğu Dersim’de Osmanlı yönetimine karşı direnmiştir. Tabii bu yıllarda tüm Kürdistan’da örnekler çoğaltılabilir.
1918 yılına gelindiğinde Kürtler arasında Kürdistan Teali Cemiyeti adıyla yeni bir örgüt tesis edildi. Kürdistan Teali Cemiyeti ile İstanbul Hükümeti arasında 1918 yılının aralık ayında bir antlaşma yapıldı. Yapılan antlaşmaya göre İstanbul yönetimi bir Kürt özerkliğini tanıyacaktı. 1919 yılına gelindiğinde ise konjonktür yeniden değişti. Bir taraftan Paris’te devam eden bir konferans, diğer taraftan Anadolu’da Mustafa Kemal inisiyatifinde şekillenen bir hareket söz konusuydu. Paris Barış Konferansı sonucunda Sevr Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma bir Kürdistan öneriyordu ama sınırları oldukça küçüktü. Dolayısıyla Kürt dinamikler arasında bir tartışma yaratmıştı. Kürtlerde büyük bir Kürdistan hayali vardı. Her ne kadar Binbaşı Noel’le bazı görüşmeler yapıldıysa da kafalar karışıktı. Bu açıdan Mustafa Kemal’in Anadolu’da başlattığı hareket bazı Kürtlerde olumlu karşılanmış olabilir. Bu hareketi fırsata çevirme algısı tecessüm etmiş olabilir.
“DEVLET, KIZ ÇOCUKLARINA TÜRKÇE ÖĞRETİP ASİMİLASYONU HIZLANDIRMAYI PLANLADI”
-Ulus-devletin temellerinin atıldığı 1924 Anayasası, Kürtler ve diğer etnik kimlikler için neyi ifade ediyordu?
Bu keşmekeş içinde Dersim’in pozisyonu da kaygandı. Dersim’in kimi ileri gelenleri Ankara yönetimine olumlu yaklaşırken, bir kesim mutlak suretle karşı çıkıyordu. Hasan Hayri Bey ve Diyap Ağa gibi isimler mebusluk yapmış Ankara yönetimiyle bir dayanışma kurmuştu. Buna mukabil Seyit Rıza, Alişer gibi isimler Ankara’ya karşı mukavemet yanlısıydı. Mustafa Kemal yönetiminin maskesi, aslında Koçgiri direnişi esnasında düşmüştü. Özellikle Koçgiri ve Dersim Kürtleri, Ankara’nın Kürtler karşısındaki tutumunu gözler önüne sermişti. Buna rağmen Kürtlerin konformist tutumu devam etmişti. Lozan Barış Antlaşması karşısında takınılan uzlaşmacı tavır Kürtlere çok şey kaybettirdi ve hiçbir statü verilmedi.
Daha sonra Mustafa Kemal yönetimi 1924 Anayasası ile ulus-devletin resmi temellerini atmıştı. Anayasanın 2. maddesinde devletin resmi dili Türkçe olarak formüle edilirken, 88. maddesinde Türk kimliğine dayalı bir vatandaşlık tanımlaması yapıldı. Yani çanlar Kürtler ve diğer etnik kimlikler için çalmaya başlamıştı. 1 yıl sonra ise devletin “Kürdistan Anayasası” yani Şark Islahat Planı hazırlandı. Sinsice hazırlanan bu planın 13. ve 14. maddeleri Dersim’i yakından ilgilendirmektedir. 13. maddeye göre Kürdistan’ın birçok vilayetinde ve Dersim’de çarşı, pazar, sokak, kamusal alanda Türkçe dışında diğer dillerden biri konuşulursa ceza verilmesi şart koşuluyordu. 14. madde ise direkt Dersim’i konu ediyordu. Buna göre Dersim’de müstacelen leyli mektepler ve kız mektepleri açılmalıydı. Neden kız mektepleri? Devletin malikleri kızlara Türkçe öğretip asimilasyonu hızlandırmayı planlıyordu. Zira kadının aile üzerindeki rolünü iyi biliyorlardı.
“KATLİAMDAN 1 YIL SONRA MİSYONERLİK ÇALIŞMASI BAŞLADI”
-Kemalist rejim döneminde ‘çıban’ olarak görülen Dersim’de neler yapıldı?
1926’da Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Dersim’i bir “çıban” olarak tanımladı. Kemalist yönetim bu tarihten itibaren Dersim’i tamamen mercek altına aldı. Birçok rapor hazırlandı ve “imha planı” teşkil edildi. Bu plan 1937-38 yıllarında icra edildi. Kimilerine göre 50 bin, kimilerine göre ise 70 bin Dersim Kürdü katledildi. Katliamdan 1 yıl sonra “misyonerlik” çalışması başladı. İmha planının bir parçası olarak öğretmen Sıdıka Avar, Elazığ Kız Enstitüsü’ne tayin edildi. Kendisine verilen görev Elazığ, Dersim ve Bingöl gibi yerlerden kız çocuklarını alıp, enstitüde “Türkleştirmekti”.
Şunun altını çizmek gerek sanki Dersim veya diğer yerlerde herkes “al, çocuklarımıza Türkçe öğret” coşkusu yaşamış gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bu doğru değil. Mesela Sıdıka Avar’ın Karlıova’ya geldiğini duyan aileler, bir gecede kızlarını küçük yaşta evlendirmek zorunda kalmış ki alıp gitmesin. Yine Sıdıka Avar, Nazmiye’ye gitmiş, Zerif adında bir kız çocuğunu almak isterken annesi ve babası tarafından kendisine izin verilmemiş, üstelik dayak yemişti. Daha sonra Sıdıka Avar, Mazgirt’te bir eve misafir olmak istemiş ama kabul edilmemişti. Ezcümle Dersimli şair Sey Qajî bir şiirinde geçmiş dönemleri şekilde özetliyor:
Tanzimat devri/Hürriyet devri/Cumhuriyet devri/Hepsini de gördüm/Bizim payımıza sadece felaket ve terteleler düştü.
“20 MİLYON KÜRT, KENDİ ANADİLİNDE EĞİTİM GÖREMİYOR”
-Dersim Tertelesi’nden sonra devlet Dersim’de nasıl bir politika izledi ve bu politikalarda başarılı oldu mu?
Dersim Tertelesi’nin üzerinden 88 yıl geçti. Bu süre zarfında Dersim çok şey gördü. Ulus-devlet her türlü yönteme başvurdu. Irkçılık, ayrımcılık, asimilasyon, baskılar hiç eksik olmadı. 85 yıl sonra özellikle dil, kültür ve kimlik bağlamında devletin “başarılı” olduğunu kabul etmek gerek. Maalesef Dersim’de ciddi bir kimlik bunalımı yaşanıyor. Bu bunalımı aşmanın iki yolu var. Biri devletin kendi görevini yapması, diğeri ise toplumun üzerine düşenler. 21. yüzyıla girmişiz, hala ulus-devlet yüzyıl öncesinin kodlarıyla hareket ediyor. 1924 Anayasası’nın 2. maddesi, şimdiki anayasada 3. madde olarak Dersim halkına ve tüm Kürtlere dayatılmaktadır. Yine şimdiki anayasanın 42. maddesinde Türkçe dışında diğer dillerde eğitim verilemeyeceği belirtilmektedir.
Dolayısıyla 21. yüzyıla uygun bir anayasaya ihtiyaç var. Anadilinde eğitim hakkının mutlak suretle sağlanması gerekiyor. Örneğin Almanya’da Brandenburg ve Saksonya eyaletlerinde yaklaşık 60 bin Sorb yaşıyor. Brandenburg eyaletinin 25. maddesine göre Sorbların dili, kültürü ve kimliği garanti altına alınmaktadır. Yine Finlandiya’da Laponya bölgesinde 7 bin Sami yaşamaktadır. Samiler için birçok hukuki düzenleme yapıldı. 1992 yılında kabul edilen Sami Dili Kanunu’na göre Samiler kendi anadillerinde eğitim görebiliyor. Bir de Türkiye ve Kürdistan’a bakalım. 20 milyon Kürt kendi anadilinde eğitim göremiyor, bu kabul edilemez.
“DERSİMLİLERİN, ANADİL KONUSUNDA KOLAY PES ETMEMESİ LAZIM”
-Dil, kültür ve kimliğin önemi nedir? Dersim halkı, anadilini korumak için mücadelesi yeterli mi?
Dersim halkının üstlenmesi gereken bir görev var. Ulus-devlet paradigması zaten belli. Ancak Dersimlilerin bu kadar kolay pes etmemesi gerek. Özellikle anadilini kullanma, konuşma ve yazma açısından büyük eksiklikleri var. Anadilinde çok inatçı olmak gerek. Tıpkı insanların başına konma inatçılığına sahip bir “at sineği” gibi olmak lazım. Dil, kültür ve kimliği korumak için bu inatçılık bize gerekiyor. Filozofun biri diyor ki kişinin anadili onun derisidir, diğer diller ise kıyafetidir. Kıyafetleri değiştirebilir ama derisini asla. Dolayısıyla anadilinin değerini bilmek gerek. Dersimliler çok okuyor, entelektüel şahsiyetler var, ama anadiline yeterince önem vermiyorlar. Felsefe okuyorlar, derin analizleri var ama asıl soruyu sormuyorlar: “Ben kimim? Kimlik ve dilim ne durumda?”. Felsefe her şeyden önce varlık üzerine soru sormaktır.
Geçen Ramazan Bayramı’nda annemle beraber Amed’e bağlı Eğil ilçesine gittik. Orada Kırmancki’nin çok konuşulduğunu duymuştum. Göl kenarına gittik, çok sayıda lokanta ve kafe vardı. Bir o kadar da genç vardı. Biraz kulak verdim, gençler kendi arasında yüzde 90 oranında Kırmancki konuşuyordu. Çok şaşırdım ve bir o kadar da sevindim. Kırmancki soru sordum, cevabını Kırmancki aldım. Bu durum beni çok ümitlendirdi. Dersim’e her geldiğimde ise ümidim daha fazla kırılıyor ve öfkeleniyorum. Köylerde dahi sorduğunuz soruya Kırmancki cevap alamıyorsunuz.
Biliyorsunuz biz Bingöl ve Elazığ Zazalarını çok eleştiriyoruz, devletçi oldukları ve sağ partilere oy verdikleri için. Lakin kendi aralarında yüksek oranda Kırmancki konuşuyorlar ve geleneklerini koruyorlar. Acaba “modernizm, çağdaşlık Dersim’i daha mı fazla Türkleştirdi?” diye sık sık kendime soruyorum. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Dersimli şair Sey Qajî bir şiirinde şöyle yazıyor: “Güneş ve ay olmazsa dünya karanlıktır, ilim ve irfan olmazsa körlüktür. Dil, kültür ve kimlik bizim için ay ve güneştir. Onlar yoksa dünya karanlıktır.”
Cihan BERK-Nuray ATMACA/DİYARBAKIR
İLGİLİ HABERLER:
-Dersim Harekat Planı’nın üç ayağı: Etno dinsel temizlik, tek tipleştirme, Türk İslamlaştırma-VİDEO
-BM’nin ‘Soykırım’ tarifi: Yapılanlar organize bir şekilde ise bu bir soykırımdır!-VİDEO
-‘Rejimin Kürt sorunuyla yüzleşme yeteneği bugüne kadar olmadı, şartlar yüzleşmeyi zorluyor’-VİDEO
Yoruma kapalı.