Bugün Dersim Katliamı’nın ardından hayata tutunmaya çalışan 2. ve 3. kuşağın yaşadığı psikolojik ve toplumsal sıkıntılar geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan Dersim Tertelesi Travma ve Bellek panelinde konuşuldu.
Ana gündemin bellek ve bellek üzerinden kuşakların kendini yeniden inşa etme durumu olan panel iki gün sürdü. Prof. Dr. Taner Akçam’ın açılış konuşmasını yaptığı panelde Prof. Dr. Doğan Şahin, Prof. Dr. Bedriye Poyraz, Doç.Dr. Gülnaz Karatay, Uzm. Dr. Azat Gönderici, Dr. Zeynep Türkyılmaz, tarihçi-yazar Ayşe Hür ve yönetmen Nezahat Gündoğan konuşmacı olarak yer aldı.
ERMENİLERİN EMANETÇİSİ DERSİMLİLER
Tarihçi-yazar Ayşe Hür konuşmasına Dersim halkının tarihini anlatarak başladı. Ermeni kilisesinin tavrının ve 1837 yılı ve sonrasında vergi düzenin konuşulduğu tartışmada Hür “Dersim halkı içinde bulunan tüm etnik unsurlar komşuluk bilincine sahipti. Ermeniler, yurtlarını terkederken tüm mal ve mülklerini komşularına bıraktılar. Savaşmak istemediler,” dedi.
“ALEVİLER KÜRT, KÜRTLER ALEVİ DİYE SAHİP ÇIKMADI”
Prof. Dr. Doğan Şahin toplumsal travmanın oluşumu üzerine yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Dersim Katliamı, Cumhuriyet tarihinin en vahşi travmasıydı. Bir halk kendi kaderine bırakıldı. Aleviler Kürt, Kürtler Alevi diye birbirine sahip çıkmadı. Bugüne gelen travma, toplumsal dayanışma olsaydı şimdiki kadar yıkıcı olmayacaktı. İyileşmenin temel sebebi destektir.”
“DERSİM HALKI YALNIZ BIRAKILDI”
İnsan belleğinde travmanın oluşum aşamalarına değinen Şahin sözlerine şöyle devam etti. “Kişiler içgüdüsel olarak hayatta kalmak ister. Bu içgüdü tek başına yeterli değildir. Kişi hayatta yalnız olmadığını da bilmek ister. Dersim halkının yalnız bırakılması bugünkü acının büyüklüğünün en önemli faktörüdür,” dedi. Travmanın kişi üzerindeki etkisine de değinen Şahin, “Bizi hasta eden, travmaya sokan acizlik duygusudur. Topyekün bir askeri harekatta kaçabilecek bir yerin yoktur. Yapılan bilimsel çalışmalardan örnek vermek gerekirse, işkenceye maruz kalan kişi elindeki imkanlarla işkencecisine karşı çıkabiliyorsa – tükürerek, küfrederek, bağırarak- sonraki hayatında yaşadıklarının etkisini daha az hasarla atlatıyor. Bunun tam aksi de geçerli. Kişi boyun eğip, işkenceyi kabul ederse, sonraki hayatında yaşadığı hastalıklar daha ağır geçiyor. Buna Dersim coğrafyasından bakarsak, kuşatılmış aciz bırakılmış bir halkın olduğunu görebiliriz. Bu travmanın yansımaları 2’nci ve 3’ncü kuşakta kimliğini saklamak, yerini yurdunu terketmek olarak kendini açığa çıkarıyor ve travma uzun süre kişinin, toplumun ve coğrafyanın üzerinde etkin oluyor,” dedi.
DERSİM’DE TRAVMAYA RAĞMEN ŞİDDET ARTIŞI OLMAMIŞTIR
Prof.Dr. Şahin çok katmanlı konuşmasında katliam sonrası coğrafya insanının şiddet eğilimine yönelik yapılan araştırmaları anlattı. Şahin, “Dersim’de yaşanan bu büyük travmaya rağmen şiddet artışı olmamıştır. Bir süre sonra kendi içinde boşalamayan şiddet, silahlı mücadeleye belli bir siyasi bilinçle evrilmiş olabilir. Bu noktada devletin, terörün etkilerini toplumsal olarak incelememesi ve katliamı yok sayması da etkili. Yaşanın bunca durumunda en kalıcı zarar insani değerlerin tahribatıdır” dedi.
“YARA YOK AMA İZLERİ VAR”
Tunceli Üniversitesi’nden Doç. Dr. Gülnaz Karata, kuşaklar arası travma aktarımı konu başlıklı konuşmasında hayatta olan 2’nci ve 3’ncü kuşakların travmadan etkilenme seviyelerine değindi. Akademik araştırmaların sonuçlarından ses alarak yaptığı konuşmada Karatay şunları söyledi: “Maalesef, uluslararası literatürde Dersim Katliamı bulunmuyor.
Ülkemizde milletvekili Hüseyin Aygün meclise taşıyana kadar konuşulması tabir-i caizse yasaktı. Akademisyenler olarak, Dersim Katliamı’nın kuşaklararası bellek aktarımını inceledik.
“ÇOCUKLARIMIN BAĞIRIŞLARINI DUYUYORUM”
27 gönüllü üzerinde yaptığımız çalışmada kuşakların birbirinden farklı imgeleri ortaya çıktı. 2’nci kuşağın imgeleri arasında dereler, kemikler vardı. 2’nci kuşak bu noktada daha fiziki acılar ve imgeler etrafında dönüyordu. Katılımcılarımızdan birisi “Çocukların bağırışlarını duyuyorum” dedi.
Karatay konuşmasına şöyle devam etti: “3’ncü kuşakta ise travma bambaşka bir boyuttaydı. Katılımcılarımız kendilerini köksüz, tarihsiz hissettiklerini dile getirdi. Katılımcılarımızdan birisi “Küçükken herkesin akrabası vardı, bizim yoktu” dedi. Katliamın sosyal hatırlatıcıları da belleğin başka bir noktası olarak dikkat çekiyor. Bu, anlatı yoluyla kuşaklar arasında yayılma durumu… Dedelerin, ninelerin kanlı Munzur suyunu anlatması gibi…
‘ACI GEÇİYOR, AÇI ÇEKMİŞ OLMAK GEÇİYOR*’
Karatay araştırmalarında katılımcılara “Ne olsa geçer?” sorusunu yönelttiklerini ve aldıkları karşılıkları maddeler halinde raporladıklarını anlattı. Raporda dikkat çeken başlıklar şu şekilde:
- Yaralar iyileşmez.
- Yaşananların toplumsal bir karşılığı yok.
- Bizi politika aracı olarak görüyorlar.
- Onurumuz iade edilmeli.
- O insanların eşkıya, terörist olmadığı devlet tarafından söylenmeli.
- Katliamın yapıldığı yerlere anıt mezarlar yapılmalı.
- Eline kamera alan gidip kayıt yapıyor. Bunun işi ehli kişiler tarafından yapılması sağlanmalı. Yaşlılarımız çok acı çekti, onlar yıpratılmamalı.
- Yerelde bir heyet kurulmalı. Katliam bilimsel yollarla araştırılmalı.
Karatay konuşmasının son dakikalarında 2’nci kuşağın katliamı ağlayarak, 3’ncü kuşağın ise anlatılanları içselleştirerek anlattığını dile getirdi.
Yoruma kapalı.