PİRHA – Gazeteci Çilem Küçükkeleş ile kadınların Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne bakışını ve etkisini konuştuk. Küçükkeleş, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin “AKP ile barış” şeklinde yorumlanmaması gerektiğini vurgulayarak, “Barış, AKP’nin eline bırakılacak bir şey değil. AKP ile yapılan bir şey de değil. Barış, bir değişim, dönüşüm meselesi, birlikte yaşama kültürüdür ki buna en çok Alevilik davet eder” değerlendirmesinde bulundu.
Abdullah Öcalan tarafından yapılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, “40 yıllık çatışmanın sonlanma fırsatı” olarak yorumlanırken, PKK’nin feshi ve silahlarını yakması ardından ülke siyasetinde yeni bir aşamaya geçildi denilebilir.
Yeni süreçle birlikte farklı kesimler de demokrasi taleplerini dile getirerek Mecliste kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na önerilerini sundu. Ancak söz konusu komisyonda henüz dinlenmeyen bir kesim var ki o da kadınlar oldu.
Çatışmalı süreçle birlikte kültürel kimliklerin yanı sıra inanç kimliklerinin de yasaklanması, özelde Alevi kadınlar için daha zorlu bir dönem oldu. Kadın kimliğinin de yüküyle ağır bir dönem geçiren Alevi kadınların, geçmişte yaşadıkları mağduriyetler ve bugüne dair önerilerini dinledik.
Gazeteci Çilem Küçükkeleş ile kadınların Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne bakışını ve etkisini konuştuk.
“KADIN MÜCADELESİ, SOKAKTA KALMA KONUSUNDA ISRAR ETTİ”
PİRHA: Savaşın etkisinin kadına yansıması nedir?
Çilem Küçükkeleş: Aslında ‘süreç’ deyince, böyle her başlayan süreç sanki yeni bir başlangıçmış gibi algılanıyor ama bir süreç vardı ve devam ediyor zaten. Aslında bunu 2013’ten beri almıyorum. Türkiye ile Kürt hareketinin konuşmaya başladığı andan itibaren yürüyen bir süreç var. Bu süreç dönem dönem konuşulabilen ama dönem dönem de konuşulamadığı anda çok büyük çatışmaya dönen bir süreç. Bizim de ömrümüz bu sürece tanıklık etmiş bir ömür.
AKP hükümetinden bugüne doğru bakarsak 2013’ten bir de 2025’ten biraz bahsetmek isterim. Tam ‘bu aralıkta kadınlar ne yaşadı?’ meselesine bakarsak eğer konuşulduğu dönemler aslında Kürt hareketi ile Türkiye’nin konuşmaya başladığı andan itibaren herkes konuşmaya başladı ve her alan bir konuşma mekanına dönüştü. Her sorun bir müzakere meselesine dönüştü ve çatışmadan çıkan hal, aslında hem ülkeyi hem de kadın mücadelesini büyüten bir yerde durdu. O dönemde iyi hatırlayalım; yine kadınlar, bunu ciddi bir örgütlülük meselesine de dönüştürdü. Kadınlar, İmralı’da yapılan görüşmeye de dahil olmaya çalıştılar. Yani Barış İçin Kadın Hareketi, zaten öncesinden kurulmuştu. Kadınlar, bir şekilde müzakere masasına oturtmak için de ciddi bir mücadele verdiler.
Bu müzakere etme hali bittiği andan itibaren hiç kalkmayan bir OHAL süreci yaşadık ve ne zaman konuşma bitti, biz kadınlar açısından kazandığımız bütün haklar da, AKP iktidarı tarafından askıya alındı. İşte o beka meselesi, o ‘terörle mücadele’ içindeki mesele, bu ülkede aslında topluma karşı devletin, kendinde en suç işleme hakkı bulduğu yıllar oldu. Çatışmalı, gerilimli, kaoslu dönemler de her zaman sadece devletin değil, erkekliğin de hortladığı dönemlerdir. Ve artık o kadar kaos içerisinde kadına yönelik şiddet görünmez kılınır. Kadına yönelik cinayetler sıradanlaşır. En nihayetinde kadın mücadelesi, zaten sokakta kalma konusunda ısrar etti ama çok da darbelendiği bir süreç geçirildi.
SİVİL TOPLUMU, BUGÜNE KADAR EN DARBELEMİŞ İKTİDAR
Toplam sürece bakarsak Türkiye kadın hareketi açısından aslında sokakta kalmakta en ısrar eden ve en olmaz, en ‘eylem yaptırmayız’ denilen yerde eylemini yaptı. Hatta kadınları, toplumun inançlarına karşıymış gibi gösteren bir İçişleri bakanına rağmen, işte ‘ezanı ıslıkladılar, dinlemediler’ vesaire gibi saldırılarına rağmen… Bugün o içişleri bakanı yok ama Türkiye kadın hareketi olduğu yerde duruyor!
Özelde Aleviler açısından bakarsak eğer bu süreç, sivil toplum kuruluşlarını, demokratik hareketleri de en zayıflatan, neredeyse toplumsuz kılan, başkanı, yönetimi olan kurumlara dönüştürdü. Kurumların çevresinde toplumun çok da toparlanamadığı bir hale getirildi. AKP, Türkiye’de sivil toplumu, bugüne kadar en darbelemiş iktidarlardan biri ve bu darbeleme hali de elbette ki mücadele alanlarını zayıflatan ama aynı zamanda bu kadar suç, bu kadar kirlilik, bu kadar çamurun içerisinde de temiz kalmayı zorlaştıran dönemler oldu.
Hepimizin tüm hakları askıdaydı bu süreçte. Her an bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile elimizden çalınabilen haklara dönüştürdü AKP. İstanbul Sözleşmesi, bu konuda hani kadın mücadelesi açısından en askıda tutulan ve en sonunda bir KHK ile kaldırılan bir yere geldi. Savaşın hali ve ahvali budur diyebilirim.
“EŞİT BAŞKANLIK İLAN ETMEK ÇOK GÜZEL BİR ŞEY AMA…”
-Yıllardır süren çatışmalı ortamın kadın mücadelesini nasıl etkiledi? Özelde Alevi kadınlar bu süreçte ne yaşadı?
Dünyadaki özgürlük mücadelelerine bakarsak eğer Kürt hareketini diğerlerinden ayıran en önemli özelliği bizim ‘eşitsizliğin anası’ olarak terimlediğimiz ve en nihayetinde bütün eşitsizliklerin üzerine kurulduğunu düşündüğümüz kadın-erkek eşitsizliği meselesi. Aslında en ana temelden başlayan, bunun üzerine yoğunlaşan bir hareketti. Dünya üzerinde en uzun mücadeleyi yürüttü. Kadınlar da bu mücadele içerisinde çok bedel ödeyen, emek veren hem de kendi özgün mücadelesini de erkek olmadan da dünyada bir kadının ne yapabileceğini kendi başına planladığı, bir akıl yaratabildiği için de bugüne kadar geldiğini ve bugün bu süreci konuşuyor olabildiğimizi düşünüyorum. Bunun Alevi kadınlar açısından önemi şu ki bir kadın örgütlenmesi meselesinde Kürt hareketinin kadın bakışı, kadın örgütlülüğü herkese güç veren bir yerde durdu.
Mesela Alevi toplumunun da çok eleştirdiği, sürekli erkeklerin başkan olma meselesi… Bu eleştiriler hem Kürt hareketinin hem Türkiye kadın hareketinin, bu ülkeye öğrettikleri diyelim. Ama ‘Alevi hareketinde buna ilişkin bir çıkış yaşandı mı?’ dersek maalesef o çıkışı yakalayamadık. İşte eş başkanlık meselesini bile HDP politikasıymış gibi görüp yanaşmakta, uzak durmakta kararlı durdular.
Eşit başkanlık ilan etmek çok güzel ama ilanı kolay, inşası çok zor bir şey. İnşa konusunda Alevi hareketinde şöyle bir duygu mevcut; ‘hakkınızı verdik ya daha ne istiyorsunuz?’. Türkiye hareketi açısından ise şu bir kazanımdır; meclis örgütlenmesi esas alındı. Meclis elbette ki Alevilerin aslında en iyi bildiği örgütlenme modeli. İnancın kendisine tarif ettiği şey şu; Meclis olmak, birlikte konuşmak, birlikte karar vermek meselesidir. Ama kadın meclisinin varlığı da Alevi hareketinin demokratikleşmesi konusunda yeterince etkide bulunamadı. İlan etmek, adını koymak elbette ki yeterli çabalar değil. Bunun öyle bir zemini olmalı ki Alevi hareketinde kadınların da en nihayetinde oraların politikalarına, işleyişlerine, şekillenişlerine, mekanlarına etki edebilir bir noktaya gelebilmesi gerekiyor. Biz henüz o etkiden bahsedemiyoruz ama geçirdiğimiz 10 yıl içerisindeki Türkiye’nin kaoslu hali, AKP iktidarının antidemokratik yapılanması, topluma her şeyi suç sayıp, ifadesiz bırakıp, kendinin de her türlü suçu işleme hakkı oluşturması tabii sadece Alevi hareketi değil, tüm demokratik hareketleri de etkileyen bir yerde oldu.
“DEVLETİN KÜÇÜLDÜĞÜ, TOPLUMUN BÜYÜDÜĞÜ BİR SÜREÇ”
-Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin kadınlara etkisi nasıl olacaktır? Alevi kadınlar bu sürece ne tür katkılar sağlayabilir, neler önerirsiniz?
Sürecin başarıya ulaşması uzun yıllar alacak bir şey. Başta bunu söylemek lazım. Hani barış deyince toplumda şöyle bir algı var ‘hadi bir an önce barıştık, oldu bitti’ meselesi değil. AKP gerçekten de toplumu çürütüyor. Bu tufana karşı bir Nuh’un gemisine ihtiyaç var! Aslında yeniden inşaya ihtiyaç var. Bu da ciddi anlamda zaman alacak bir şey. Kazanımlar meselesini de elbette ki toplumu şu olursa kazandı sayacağız; barış dediğimiz şey ayrı, demokratik toplum dediğimiz ayrı. Demokratik toplum inşa edilirse devletin küçüldüğü, toplumun büyüdüğü bir süreç olacak. Şu anda devlet, insanların yatak odasına kadar girmiş durumda. Bağını, bahçesini, zeytin ağacını, her şeyini kendi mülkü sayar durumda. Her şeyi belirlemek istiyor. Kaç çocuk yapacağımıza kadar karar almak istiyor ama bu alanda daralır, devlet, kendi alanına çekilir, toplum tam da toplumsallığıyla vicdanıyla, hayatı daha fazla yürütebilir ve toplumun kararlarını sadece uygulayıcı bir noktaya devlet düşerse, biz evet o zaman demokratik toplum meselesi inşa olmuş diyebiliriz.
AKP, 2013’te de açılımlar yaptı ve bu süreç içerisinde aynı zamanda İmralı’da Sayın Öcalan’la görüşüyordu. O dönem ‘Kürtlere ne hak verilecek, nasıl olacak, anadillerinde konuşabilecekler mi?’ gibi bir pazarlık meselesi vardı. Ama bu kez Kürt hareketi, Sayın Öcalan da bu durumu başka bir noktaya çekti. Yani devletin bize verdiği değil tam tersi bu devletin değişmesi üzerine bir model kurdu.
AKP yeniden Alevilerle ayrı, Romanlarla ayrı, şunlarla ayrı deyip toplumun hep birlikte demokratik mücadele vermesi yerine herkesin kendi derdine düşmesi ve herkesin AKP’nin kapısından hak dilendiği bir pozisyona çevirmeye çalışıyor. Hani duyduk Alevi hareketinden de çeşitli öneriler alıyor. Ama aynı zamanda kendisi bir Alevi açılımından bahsedip, Aleviler hakkında karar vermek istiyor. Karar verip ‘ibadethanenizi sayarım’ demek istiyor. Bunu yalnız Aleviler değil, hepimiz reddetmeliyiz. Çünkü artık bu devletin verdiğini, bir kaosta yeniden elimizden aldığı bir sistem olduğunu biliyoruz. Doğal olarak da al verin değil, birlikte demokratikleşebileceğimiz; zaten demokratik olunduğunda kimsenin hakkının yenmeyeceği, hiçbir şeyin inkar edilmeyeceği bir düzen kurmak durumundayız.
Ayrı ayrı masaları her kesim bence reddetmeli. Biz toplumuz, bütünüz. Mesele sadece Kürt’le barışmak değil. Hepimizle savaştı bu devlet, zeytin ağacına kadar. Yani savaş açmadığı hiçbir kesim kalmadı. Savaş dediğimiz şey de sadece elinde silah olma meselesi de değil. Bu kadar şiddet ortamının yeniden şiddetsiz bir yaşama dönüşebilmesi için demokratik bir cumhuriyete ihtiyaç var. Hepimizin tam da bu talep etrafında toparlanıp ortak mücadele etmemiz gerek.
“BARIŞI SÜREKLİ DİNAMİTLEYEN BİR AKP İLE KARŞI KARŞIYAYIZ”
-Alevi kadınlar bu sürece ne tür katkılar sağlayabilir? Neler önerirsiniz?
AKP hepimizi tedirgin ve kaygılı tutmak için her türlü politikayı işliyor. Çünkü barış, en çok AKP’nin işine gelmiyor. İktidarda kalmanın yönteminin kaos olduğunu düşünüyor. Ama aynı zamanda koşullar, onun bunu sürdürmesine de çok müsait değil. Hani o bahsettiğimiz ‘toplum barış istiyor ama AKP’ye güvenilmiyor’ meselesini sürekli körükleyen ve toplumu sürekli güvensiz bir yerde tutmak için tüm politikaların, yani barışı sürekli dinamitleyen bir AKP ile karşı karşıyayız. Barış, AKP’nin eline bırakılacak bir şey değil. AKP ile yapılan bir şey de değil. Barış, bir değişim, dönüşüm meselesi, birlikte yaşama kültürüdür ki buna en çok Alevilik davet eder. ‘Bir olun’ meselesi böyle bir şeydir. Karıncayla da birlikte yaşadığınızı, onun da yaşam hakkını; yani sadece insanın değil, doğadaki tüm canlıların da yaşam hakkını gözeterek birlikte yaşama kültürü meselesi Aleviliğin en büyük çağrısıdır.
Bizim en büyük temsillerimizden Hacı Bektaş’ın kucağındaki aslanla ceylandır. Aslan devlettir, ceylan halktır değil mi? Aslan avcıdır, ceylan avdır. Doğal olarak biz, toplum olarak kimsenin av, kimsenin avcı olmadığı bir toplum hayalidir. Barışı en iyi tarif edecek, dönemin en çok sözünü kuracak topluluk Alevilerdir. Sadece kadınlar değil, tüm Alevilere bugünlerde hünkarın kucağı olmak düşer. Ama buna ne kadar yakınız dersek, dediğim gibi o tedirgin halden çıkıp dönemin sözünü söylemek konusunda da eksiklikler var. Bu eksikliği Alevi toplumunda değil, Alevi örgütlülüğüne diyorum. Çünkü Türkiye’deki bütün demokrasi hareketlerinin en güçlü katılımcısı Aleviler oldu. Bu ülkede çok hakkımız var. Bu ülke demokratik olsun diye çok bedel ödedik. İşte silah yakma töreni olduğunda da başında bir Alevi kadın vardı. Aleviler her yerde çok güçlü duruyor ve mücadelenin neredeyse bel kemiği halindeler. Ama Alevi örgütlülüğü açısından şunu söylemek isterim. Bir Alevi olarak çok üzgünüm. Bu kadar hayatı değiştirecek olaylar gelişti ama Alevi hareketi o dönemde Alevilerin sözünü söylemek konusunda eksik kaldı. Benim söylemem kişisel bir şeydir ama örgütlü yapı söylerse evet ‘Aleviler de burada durdu’ diye tarihe not düşmek meselesidir.
Silah yakma töreni beni en heyecanlandıran gelişmelerden biriydi. Bu kadar büyük bir gelişme oluyor, 50 yıllık çatışma sonrası bir örgüt kendini feshediyor; bizim hep önerdiğimiz ‘silahsız, cana kıymayan, ne yaparsak sözle yapalım’ dediğimiz yer hayat buluyor ama buna ilişkin kayda geçen açıklamalar maalesef gelmedi.
Saraylar, saltanatlar bu coğrafyada çok yıkıldı. Bize karşı çok zalim iktidarlar oldu. Hepsi gitti. Biz kaldık. Niye? Hakikatten yana kalabildiğimiz için. Bu ülkede hiçbir katliama elimiz bulaşmadı. Doğal olarak da öyle bir yerde durduk ki ne iktidara baktık ne başka bir yere. Topluma baktık ve öyle hareket ettik. Şimdi de öyle günlerden geçiyoruz. Türkiye’de büyük bir değişim de olabilir. Ama masaları yıkıp kaosa çevirmek isteyenler de olabilir. Tam da ‘kaosa dönmesin, masalar yıkılmasın’ sözünün gücü çok daha fazla vücut bulsun diye çokça yapacakları ve bu konuda çok deneyimi olan bir topluluğuz. Bunu, tüm topluluklardan esirgememiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü mesele hepimizi bağlayan bir mesele.”
“27 ŞUBAT’TAN ÖNCE KADINLAR, BİR HAZIRLIK İÇERİSİNE GİRDİ”
-Mecliste çalışmaları devam eden komisyon, Alevi kadınlarını ne oranda temsil ediyor?
Aslında komisyonun ilk toplantısında dinleyeceği kesim Aleviler olmalıydı. Çünkü Kürtler ve Aleviler; yani gördükleri zulüm, ötekileştirme, nefret suçları meselesi açısından en önce dinlenmesi gereken kesimlerdi. Komisyon aslında ilk olarak ‘Kürtlerin beni temsil ediyor’ dediği kişiyle; Sayın Öcalan’la ve Alevi hareketiyle görüşmeliydi. Nüfus büyüklüğü, kapsayıcılık açısından Kürtler ve Aleviler ilk görüşülmesi gereken kesimlerdi.
Komisyonda kadın sayısı mesela çok az. Bunun önüne geçmek için daha bu komisyon kurulmadan Barış’a İhtiyacım Var İnisiyatifi kuruldu. Dışarıdan da nüksedebilir, değiştirebilirsiniz. Ama komisyon Alevi hareketini henüz dinlemedi. Bu çok geç kalınmış bir şey. Bu konu konuşulduğu andan itibaren 27 Şubat’tan önce kadınlar, bir hazırlık içerisine girdiler. Yani Türkiye bir sürece gidiyor ve ‘biz bunu nasıl karşılayacağız, ne söyleyeceğiz, neresinde duracağız’ diye anında bir toparlanma gerçekleşti. Mesela benzeri Alevi hareketinde de olmalıydı. Türkiye başka bir sürece gidiyor. Hani o çok kullanılan deyimle ‘Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor ve biz Aleviler olarak nerede duracağız?’ diye bir araya gelmeli ve mutlaka bir çalıştay yapmalıydı. Hala süreç yürüyor.
Saray habire ‘Aleviler gelin, size bir açılım yapacağım’ diyor. Komisyona gidilmesini desteklerim ama Alevilerin saraya gitmesinden çok rahatsız olurum. Meclis, bizim esas alabileceğimiz bir yerdir. Yani meclisle başladı bizim sorunlarımız. Bu meclis, yanlış anayasa yaptığı için biz 100 yıldır yok sayıldık.
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ DOSYA
‘Alevi kadınlar barışın kurucu öznesi olmalıdır’
‘Kadınlar savaş sürecinden en çok etkilenen kesim, o yüzden barış sürecini kadınlar sahiplenmeli’
Gazeteci Esra Çiftçi: Alevi kadınların hafızası ve sözü bu sürecin asli unsuru olmalı
‘Alevi kadınlar, Barış Süreci’ne çok güçlü bir şekilde destek olmalı’
Ana Narin Gülçiçeği: Neden barış olmasın?
Yoruma kapalı.