PİRHA – Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Erzincan’da yaşanan maden faciasına ilişkin rapor açıkladı. “İliç, adeta Türkiye’nin Çernobil’i olmuştur” denilen raporda, ilgili şirket ve bakanlığın ihmallerine vurgu yapıldı.
DEM Parti, 9 kişinin yaşamını yitirdiği İliç maden faciasına ilişkin raporunu açıkladı. Yaşananlar sonrasında hava, su ve toprağın ciddi oranda kirlendiğine vurgu yapıldı.
Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü İbrahim Akın ile Emek Komisyonu Eş Sözcüsü Sevtap Akdağ Karahalı, DEM Parti Genel Merkez binasında konuya ilişkin basın toplantısı düzenledi. Erzincan’ın İliç ilçesinde meydana gelen maden faciasına ilişkin “Ekokırım cinayeti” diyen DEM Partili yetkililer, şu açıklamayı yaptı:
“Siyanür dağının kopmasıyla meydana gelen facianın üzerinden 4 gün geçmesine karşın, milyonlarca ton siyanürlü çamurun altında kalan 9 maden emekçisine bugün halâ ulaşılamamış durumda.
İliç’te gerçekleşen şey, işleneceğini herkesin bildiği ama önlemek için kimsenin hiç bir şey yapmadığı bir cinayet öyküsüdür. Toprağı, havayı, suyu kirleterek zehirli atıkları geniş bir coğrafyaya yayan bu facia, aynı zamanda göz göre göre işlenmiş bir iş cinayetidir.
Facianın üzerinden iki gün geçtiği halde 9 maden emekçisinden ancak 6’sının adı açıklanabilmişti. Göçük altında kalan tüm emekçilerin isimleri ise felaketten sonraki üçüncü günün sonunda ancak öğrenilebildi. Enerji Bakanının itirafı ile söylemek gerekirse 9 maden emekçisi, 400 bin kamyon toprağın altında bırakıldı.
Bu duruma, bir günde veya birkaç ayda gelinmediğini hepimiz biliyoruz. Adım adım inşa edilen doğa ve insan düşmanı bir sömürü rejiminin bu coğrafyaya ve bu coğrafyada yaşamakta olan insanlara neler yaşatabildiğinin acı ama ne yazık ki tek olmayan bir örneği ile karşı karşıyayız.
“ZİNCİRLEME BİR SÖMÜRÜ VE CİNAYET SİSTEMİ”
Çöpler Madeni’nin bulunduğu bölgeye baktığımızda bu madenin mera, tarım arazisi ve orman bölgesi üzerinde kurulmuş olduğunu görüyoruz. Köylülerin, tarla vasfı taşıyan alanlara bir kulübe bile yapmasına izin vermeyen devlet, onlarca tarlanın üzerinde devasa bir maden tesisi kurulmasına onay vermiş. Normal koşullarda bir ağacın dahi kesilmesine izin vermemesi gereken devlet, ormanlık bir alanın ortasında milyonlarca metreküp kapasiteli bir zehir havuzu açılmasına izin vermiş. Böylece o alanlarda yaşayan köylüler adım adım ve sistematik olarak topraklarından koparılmış, bölgede tarımsal üretim durmuş ve tarımsal üretimin sona ermesiyle işsiz kalan bölge halkı da büyük şirketlerin ölüm saçan madenlerinde kölelik koşullarında çalışmak zorunda bırakılan ücretli kölelere dönüştürülmüştür. İnsanların yaşadıkları alana yabancılaştırıldığı zincirleme bir sömürü ve cinayet sistemi ile karşı karşıyayız.
Facianın meydana geldiği Çöpler Altın Madeni’ndeki istihdamda taşeron sisteminin kullanıldığını, 2400 civarında işçinin 8’er saatlik 3 vardiya şeklinde çalıştırıldığını şirketin kendisi açıklamıştır. Yani burada, 24 saat boyunca hiç durmadan devam eden, bir doğa katliamı ve sömürü düzeni kurulmuştur. Bugün halâ siyanür çamuru altında olan maden emekçilerinin, asgari ücrete yakın bir ücret karşılığında ve can güvenliği sağlanmadan çalıştırıldıkları ifade edilmektedir.
“BİZDEN ÇALDIKLARIYLA KENDİLERİNE SERVET YARATIYORLAR”
Sermaye sahipleri, çöreklendikleri bölgelerde çaresizleştirdikleri yoksul insanların bu çaresizliğini kullanarak onları ucuz iş gücüne dönüştürmekte ve sadaka verir gibi birkaç kuruma yaptıkları sözde bağışlarla da toplumsal meşruiyet sağlama çabasındadırlar. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu şirketler bağış, hibe vs. adı vererek dağıttıkları paraları devletten aldıkları sermaye desteği ile fazlasıyla finanse etmektedirler. Anagold Şirketinin bir kalemde silinen 7,2 milyon dolarlık vergi borcu, hepimizin ve Çöpler faciasında hayatını kaybeden insanların cebinden çıkmıştır. Bizden çaldıklarıyla kendilerine servet yaratıyorlar ve o serveti kullanarak hayatlarımızı yok ediyorlar.
Devlet, halkın cebinden çıkan vergilerle büyük holdingleri finanse ediyor, bu holdingler yoksul insanların bulunduğu bölgelerdeki tarım topraklarına, meralara, ormanlık alanlara çörekleniyor ve o bölgeyi yaşanamaz hale getirdikten sonra kendi toprağına yabancılaşmış insanları madenlerde ücretli köle haline getiriyor.
İliç faciası, bu madenlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yetersiz kaldığının, alındığı söylenen önlemlerin sadece kâğıt üzerinde olduğunun kanıtıdır. Maden atıklarıyla oluşan siyanür dağının bulunduğu yamaçlarda çatlakların oluştuğu bizzat madende çalışan işçiler tarafından fotoğraflanmış ve faciadan önce maden işletmesine bildirilmiş olmasına karşın ne önleyici tedbir alınmış ne de maden emekçilerinin can güvenliği sağlanmıştır. Bu çatlakları fotoğraflayan ve şirkete bildiren işçinin de zehirli toprağın altında kalanlardan biri olduğunu öğrendik.
Enerji Bakanının ibretlik açıklamalarına göre arama kurtarma çalışmalarına katılan AFAD ekiplerinin zarar görmemesi için uğraşılıyormuş. Bu itirafı, maden şirketinin hangi koşullarda işçi çalıştırıldığını göstermesi bakımından dikkatle not alıyoruz. Kurtarma faaliyetleri için AFAD ekiplerinin bile sokulmadığı bir alanda işçiler 24 saat esasına göre çalıştırılabiliyor.
“SADECE İLİÇ VE ÇEVRESİ ZEHİRLENMEDİ”
Bu madenin yarattığı facia ile sadece İliç ve çevresi zehirlenmedi. Tonlarca siyanür hem toprağa sızdı, hem sulara hem de havaya karıştı. Şu an Erzincan çevresinden başlayıp, Basra Körfezine kadar devam eden Fırat Havzası, büyük bir ekokırım cinayetinin yaşandığı yer haline gelmiştir. Siyanür çok zehirlidir ve çok kolay buharlaşır. Madenden yayılan zehir şu an bölgenin üzerindeki bulutlara kadar ulaşmış durumdadır. Uzun yıllar boyunca temizlenmesi mümkün olmayan bir hava, su ve toprak kirlenmesi ile karşı karşıyayız. İşte bu yüzden İliç, adeta Türkiye’nin Çernobil”i olmuştur.
Bunu yapan yerli ve yabancı şirketler bir ahtapot gibi hareket ediyor. Dışarıdan baktığınızda bunlar, birbirinden farklıymış gibi görünüyor ama aslında ortak bir gövdede birleşen bir ahtapotun değişik kolları bunlar.
İliç’teki facia, birçok diğer suçu da açığa çıkarmış oldu. 2008 yılında ‘ÇED Olumlu’ raporu ile faaliyetine başlayan maden şirketi, maden sahasını o günden bu yana üç kat büyüttü. Her seferinde ya ‘ÇED Olumlu’ ya da ‘ÇED Gerekli Değil’ raporu ile işlerini yürütmesi sırasında hiçbir yasal engele takılmadı. Belli ki çok yukarılarda, çok hatırlı kişilerce koruyup kollanıyorlardı. Öyle olmasa, bugün yüzbinlerce metrekare alanı, Fırat ırmağını ve büyük bir coğrafyayı zehir çamuru altında bırakan bir madenin İliç ilçesine 850 metre, Çöpler ve Sabırlı köylerine 250 metre ve Fırat Irmağı’na 350 metre mesafede bulunan ve altın elde edilmesi sırasında çok sayıda zehirli kimyasal kullanan bir işletmenin Çevresel Etki Değerlendirmesi’nden olumlu rapor alabilmesi mümkün olmazdı.
Şimdilerde İstanbul’dan twit atarak “toprak kayması” sonucu oluşan felaketle ilgili “üzüntülerini” ifade eden ve timsah gözyaşları döken Murat Kurum, 2021’de “burada toprak kayması olmaz” diyerek ÇED OLUMLU kararını onaylayan kişidir. Kalplerinde vicdan yok, onu biliyoruz ama bunların yüzü de kızarmıyor. Utanma duygusundan da mahrumlar.
Halkın, insanın ve doğanın yararına olan her şeye karşı öfkeli ve sert olan bu iktidarın çok iyi becerdiği işler de var. Şirketler ne istiyorsa hemen yerine getirmek, şirketlerin milyonlarca dolar tutarındaki vergi borcunu bir kalemde silmek, şirketlerin yaptığı iş yasalara uymadığında hemen onların ihtiyacı doğrultusunda torba torba yasa çıkarmak bu iktidarın çok becerikli olduğu işler.
“TÜM CAN KAYIPLARININ SORUMLUSU HÜKÜMETTİR”
Geçtiğimiz günlerde Meclis gündemine getirilen Maden Yasası değişikliği teklifi AKP iktidarının bu konuda ne yapmak istediğinin örneklerinden biri. Maden Yasası 2004’ten bugüne kadar tam 22 defa değişti. İktidar, bugün yaptığı yasayı birkaç ay sonra “bu olmamış” diye yeniden değiştiriyor. Aslında bu değişikliklerle denetimsizliğin, cezasızlığın ve talanın önünü açıyorlar. İliç’te yaşanana benzer başka felaketlere yasal zemin hazırlıyorlar. Açık ve net olarak söyleyelim: Olan ve benzeri olacak tüm doğa katliamlarının, tüm can kayıplarının sorumlusu bugün hükümet koltuklarında oturan bir avuç tuzu kuru iktidar elitidir.
AKP iktidarı, sermayenin çıkarlarını korumak, bir avuç zenginin kazancına kazanç katmak için bugüne kadar nasıl canla başla çalıştıysa bundan sonra da aynısını yapacak. Çünkü ne toprağın, ne havanın, ne suyun kirlenmesi, ne de insanların zehir soluyup zehirli çamur altında boğulması bu iktidarın zerre kadar umurunda değil. Umurlarında olsaydı 301 emekçinin yaşamını yitirdiği Soma maden cinayetinin ardından Soma sokaklarında madencileri ve yakınlarını tekmeleyen, sonra da “ayağım incindi” diyen bir kişiyi konsolosluk ataşesi olarak atamazlardı.
Öte yandan, kimyasal atıkların biriktirildiği havuzların bulunduğu yerlerin çoğu aynı zamanda aktif fay hattı üzerinde bulunuyor. En küçük bir sarsıntıda bölgede yıkım olmasa bile bir deprem yıkımından daha büyük zararlar verecek kimyasal kirlenmeler meydana gelebilir. Çünkü böylesi bir kirlenme toprağı, suyu, havayı yani tüm ekosistemi zehirleyebilecek niteliktedir.
Devlet, insanların güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede hayatını sürdürme koşullarını oluşturmak zorundadır.
Devlet, kölelik koşullarında hayati tehlike altında çalışan insanları bu kölelik düzeninden kurtarmak, onların insani standartlarda iş bulabilecekleri, insani standartlarda gelir elde edebilecekleri bir çalışma düzenini kurmak zorundadır.
Yapılması gereken çok şey var ama İliç özelinde ilk olarak şunlardan işe başlanabilir:
İliç’teki faciaya neden olan maden şirketinin ruhsatı iptal edilmelidir. İliç’teki maden derhal kapatılmalıdır. İliç ekokırım cinayetinin tüm sıralı sorumluları sebep oldukları yıkımın hesabını vermelidir.
Tüm madencilik faaliyetlerinde başta siyanür olmak üzere zehirli atıkların oluşmasına yol açacak kimyasalların kullanılması yasaklanmalıdır.”
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.