PİRHA – Güvenç Abdal Ocağı dedelerinde Sefa Öztürk, Alevilikte orucun aç kalma eylemi değil insanın kendini eğitme durumu olduğunu kaydederek lokmanın önemine vurgu yaptı. Öztürk, Muharrem orucu sonunda pişirilen aşure için ise “Asıl olan farklılığın aynı kazanda pişerek olgunlaşması, aynılaşması. Yani herkes farklı farklı gelir aynı kazana konulur farklılıkları orada gider ve farklılıklarına tahammül eder. Tam da bugün sorunumuz birlik ve dirlik sorunudur” dedi.
Kerbela’da İmam Hüseyin ile susuz bırakılarak katledilen 72 kişi için tutulan 12 İmamlar orucu (Muharrem) bugün tutulmaya başlandı. Üç gün süren Masum-u Paklar ve arkasından bir gün tutulan Ana Fatıma orucunun ardından başlayan Muharrem orucu 12 gün sürecek.
Güvenç Abdal Ocağı dedelerinden Sefa Öztürk ile Muharrem ayının önemine, Matem orucunun ardından pişirilen aşureye ve Muharremin günümüze yansımasına ilişkin sohbet ettik.
“KERBELA DÜN DEĞİL BUGÜN”
Muharrem ayının temel özelliklerinden bir tanesinin Kerbela’da İmam Hüseyin’in Yezid’e karşı direnişi diğerinin de Muharrem sonunda pişirilen aşure olduğunu söyleyen Öztürk, günümüz dünyasında hala katliamların devam ettiğine vurgu yaptı. Öztürk, şunları kaydetti:
“İnsanlık tarihi 680 yılında 10 Ekim’de yaşanan Kerbela olayından sonra birçok katliamlara tanık olmuştur. Günümüz dünyasında katliamlar devam ediyor. Fakat öyle bir toplum durumuna geldik ki Ali Asker’e, Ali Ekber’e gözyaşı dökenler (bir buçuk yaşında Ali Asker şehit edilmiştir) fakat günümüz dünyasında o kadar çocuk katlediliyor, o kadar çocuk annesiz ya da babasız bırakılıyor ki yüzlerce çocuk bugün cezaevinde. Kerbela bence dün değil bugün. Yani bugün ki kıyımları, bugün ki katliamları, bugün ki çocuklara yapılan zulümleri mutlaka görmek zorundayız. Eğer Kerbela’yı görüp de bugünü görmüyorsanız hiçbir anlamı, mantığı yok. Yani biz ‘Kerbela dün değil bugün devam ediyor’ demek durumuyla karşı karşıyayız.”
“ASIL OLAN FARKLILIKLARIN AYNI KAZANDA PİŞEREK OLGUNLAŞMASI”
Eskiden aşurenin 12 çeşit tahıldan yapıldığını söyleyen Öztürk, aşurenin önemine şöyle dikkat çekti:
“Asıl olan farklılığın aynı kazanda pişerek olgunlaşması, aynılaşması. Yani herkes farklı farklı gelir aynı kazana konulur farklılıkları orada gider ve farklılıklarına tahammül eder. Tam da bugün sorunumuz birlik ve dirlik sorunudur. Aşure birliğin, beraberliğin, farklılıkların aynı zamanda pişerek, olgunlaşarak, kamil insan noktasına gelerek ortadan kaldırılması.”
“ALEVİLİKTE ORUÇ AÇ KALMA EYLEMİ DEĞİLDİR”
Günümüzün temel sorunlarından bir tanesinin lokmaya sahip çıkabilmek olduğunu belirten Öztürk, Alevilikte lokma paylaşımının insanların alın teriyle hilesiz ve hurdasız bir şekilde ürettiği kazançlarını dostlarına sunması olduğunu ekledi. Günümüzde bir iftar çılgınlığı olduğuna işaret eden Öztürk, Alevilikte sahur ve iftarın olmadığını da ifade etti. Alevilikte orucun aç kalma eylemi olmadığını söyleyen Öztürk, şöyle devam etti:
“Oruç Alevilikte insanın kendisini eğitme durumudur. Yani elinize, gözünüze, kaşınıza, ayaklarınıza sahip olma, yediğiniz paylaştığınız lokmanın kıymetini bilme, emeğinize sahip çıkma, o emeğinizle ürettiğiniz lokmanın mademki helal lokma olacak, hilesiz ve hurdasız sofraya konma sürecidir. O anlamda bir başkasının lokmanızı talan etmesine, onu elinizden almasına ya da başkalarının elinden lokma almayı şiddetle reddederek alın terini savunmalısınız. Yani bir aşureden emek bilincini çıkarabiliriz. Bir emek bilincini, iki farklılıkların aynı cemde giderilmesi. Yani şöyle düşünmekte fayda var: Herkes kendisi olarak ceme gelir dışarı çıktığında kendisi olarak değil o toplumun bir üyesi olarak gider. Yani toplumsallaşır. Amaç aşurede bir lokmayı doğru anlamak, kavramak yani sadece bir seferde yutulan yiyecek değil üretim safhasından tüketim safhasına kadar nasıl soframıza konulduğunu anlamak bilmek, onun helal olmasını sağlayabilmek, ona hile ve hurda karıştırmamak ikincisi farklılıkların ortadan kaldırılması durumu.”
“KADIN VE ÇOCUKLARIN İSMİYLE ORUÇ TUTTUĞU TEK İNANÇ BİÇİMİ”
Öztürk, Muharrem öncesinde tutulan üç günlük Masum-u Paklar ve bir günlük Ana Fatıma orucuna ise şöyle dikkat çekti:
“Bugün tam da dünya üzerinde temel sorunlarımız olan çocuk ve kadın sorunlarını buradan görmek mümkün. Alevilik kadınların, çocukların dünyada ismiyle oruç tuttuğu tek inanç biçimidir. Bunu böyle algılamakta fayda var.”
“AH HÜSEYİN VAH HÜSEYİN, LANET OLSUN YEZİD’E DEMEKLE DÜNYA DEĞİŞMİYOR”
Kerbela’yı ağlama duvarından çıkarmak gerektiğini kaydeden Öztürk, “Eğer günümüz Yezid’lerine karşı bir tavrınız varsa bir duruşunuz varsa ancak o zaman Kerbela’yı içselleştirmiş olursunuz, anlamış olursunuz. Yoksa ‘Ah Hüseyin vah Hüseyin, lanet olsun Yezid’e, lanet olsun Muaviye’ye’ demekle dünya değişmiyor. Mesele Hüseyin’in Yezid’e karşı vermiş olduğu mücadeleyi günümüz Yezidlerine karşı vermek. Çünkü günümüzde zulüm aynen olduğu gibi devam ediyor, hala kadınlar töre cinayetlerine kurban ediliyor, hala çocuklar istismarın parçası, hala emeğimize göz konulmakta, hala doğa yağmalanıyor. Günümüz zalimlerinin dünkü zalimlerden nitelik olarak hiç farkları yok. Eğer Yezid’e karşıysanız bugünkü duruşunuzla bunu ifade edeceksiniz. Bugünkü haksızlıklara, bugünkü zulme karşı gelmeyenlerin ‘Ben Yezid’i sevmiyorum lanet olsun Yezid’e’ sözü hiç inandırıcı ve gerçekçi değildir.” dedi.
PİRHA/İSTANBUL
Merhaba…
Peygamberlerin tebliğleri hep ahlaka ve adalete, barışa ve eşitliğe yönelik olması itibariyle GÜNCELdir.
Zulüm karsisinda, İbrahim peygamber Nemruta, Musa peygamber Firavuna, İsa peygamber Bizans ve Roma muktedirlerine, Muhammed aleyhisselam ise Ebu Cehil, leheb, muaviye tayfasına karşı köleci zihniyet ile mücadele edegelmiştir.
Zulüm, Kerbelada ne başlamış ne de sona ermiştir. Dedenin sözleri yerindedir.
Hz Hüseyin, yezide lanet okuyup hayatına devam etmemiştir. HAYATI BAHASINA ZULME VE ZALİME DİRENEREK, ÖRNEK OLMUŞTUR. Pir Sultan Abdal “…Bir ben mi düşmüşüm can telaşına…” diyerek tam da bunu anlatır. “…Dünyayı sevenler veli değildir, CANI TERKEDENLER DELİ DEĞİLDİR…” Diyen SÜMMANİ ler…
Hatâyîler, Harabiler, Nesimiler, ve onlarcası boşa mı demişler DEYİŞLERİNİ?
Eline Diline Beline sahip OLMAK… Ne demektir?
Tevhid, bedenin organlarını BİR ederek başlayan bir süreç değilmidir?
Aklın, nefs’e hükmetmediği beden, CAN olabilir mi?
Bedenler CAN olmadan, “Gelin canlar bir olalım” dileği/talebi ne mâna taşıyabilir?
Gerçeğin,demine devranına HÜ!