PİRHA- 17 Ocak 1996 tarihinde Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Abdullah Canan için adalet isteyen Cumartesi Anneleri, Abdullah Canan’ı işkenceyle katledenler belli olduğuna dikkat çekerek, devleti evrensel hukuka uymaya çağırdı.
Cumartesi Anneleri ve insanları, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin cezalandırılması talebiyle her hafta düzenledikleri eylemlerinin 877’incisi online yaptı. Bu hafta, 17 Ocak 1996 tarihinde Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Abdullah Canan için adalet istedi.
Abdullah Canan’ın oğlu Tayyup Canan, köylerini yakan dönemin Yüksekova Tabur komutanı Mehmet Emin Yurdakul hakkında savcılığa yaptığı başvuru sonrası gözaltına alındığını ve sonrası 45 gün boyunca ağır işkencelere maruz kaldığını belirterek, “Karakola yakın bir yerde babamızın cenazesini bulduk. Bundan dolayı zaman aşımı uygulamasına son verilsin, adalet sağlansın diyoruz” dedi.
Zorla kaybetme devlet gücünün en hesap vermez uygulamalarından biri olduğuna dikkat çeken Canan, “Suçu inkar eden bu uygulama aynı zamanda suçun cezasız kalmasını da amaçlar. Kayıpların akıbetinin açıklanması, faillerin yargılanması sisten tarafından engellenir, babam Abdullah Canan davasında olduğu gibi. Ciddi bir araştırma, etkin bir soruşturma yapmayan savcılar, ‘soruşturmaları zamanaşımına uğramıştır’ diyerek, evrensel hukuka aykırı bir şekilde kapatmak istiyorlar” diye konuştu.
Devletin ‘zamanınız doldu, kaybettiklerinizi unutun’ demek istediğine işaret eden Canan, “Kayıplarımızı unutmayacağız, adalet ve hakikat peşinde koşacağız. Devleti yönetenlere sesleniyoruz; insanlığa karşı suçluları cezalandırmak, devletin evrensel hukuka karşı evrensel bir yükümlülüğüdür. Yükümlülüğünüzü yerine getirin” diye belirtti.
Basın açıklamasını ise İHD Hakkari Şube üyesi Sibel Çapraz okudu.
Sibel Çapraz, 877 haftadır haykırdıklarını ifade ederek, “İktidarlar adaleti ve hukuku yargı yoluyla aşındırıyorlar. Yargı sistemi rejimin hak ve özgürlüklere karşı eylemlerine meşruluk sağlama işlevi görüyor. Bu yüzden kaybedilen insanlarımıza ulaşamadığımız gibi onları kaybedenlerden hesap sormamızda mümkün olmuyor” ifadelerine yer verdi.
877’inci haftada Abdullah Canan’ın dosyasını kamuoyuyla paylaşacaklarını ifade eden Sibel Çapraz, şunları aktardı:
“43 yaşında Yüksekova’da yaşayan bir iş insanıydı. O yıllarda kendi ailesini de hedef alan ağır hak ihlalleri yaşanıyordu. 7 akrabasıyla birlikte Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundu. Bundan dolayı tanıklar önünde Mehmet Emin Yurdakul tarafından tehdit edildi.
Bu olaydan bir süre sonra 17 Ocak 1996 sabahı Hakkari’ye gitmek üzere evinden ayrıldı. Tanık beyanlarına göre Van karayolunda otomobili askerler tarafından durdurularak gözaltına alındı. Askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburuna götürüldü. Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak, Canan’ın bulunmasını istedi. Ancak Canan’ın gözaltına alındığı inkar edildi.
21 Şubat 1996 günü Abdullah Canan’ın ağır işkence görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu. Canan yakın mesafeden atılan 7 kurşunla öldürülmüş, elleri, ayakları, gözleri bağlı olarak Esendere karayolundaki bir menfeze bırakılmıştı.
Canan ailesi Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak Canan’ın öldürülmesinden sorumlu oldukları gerekçesiyle Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundu. İtirafçı Kahraman Bilgiç’in savcılığa verdiği ifadede Abdullah Canan’ın tabur komutanlığında işkence gördüğünü ve Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatıyla öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Ayrıca Albay Kamber Oğur da savcılığa başvurarak Abdullah Canan’ın tabur komutanlığındaki revirde yaralı olarak gördüğünü söyledi. Abdullah Canan’ın tabur komutanlığında işkenceyle ‘Yüksekova Çetesi’ tarafından öldürüldüğü Susurluk Komisyonu raporunda yer aldı.
Gerçek bu kadar ortadayken Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada ailenin ve tanıkların ifadeleri yeterince inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001tarihinde Yargıtay beraat kararını onayladı. Canan ailesi 1 Aralık 1997 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Dışişleri tarafından verilen savunmada sanıkların yargılanarak beraat ettiklerini, bu nedenle de Türk makamlarının sorumlu tutulamayacağını söyledi. AİHM ise aralarında askerlerinde olduğu sanıkların suçunun tanık beyanlarıyla sabit olduğuna oybirliğiyle mahkûmiyet kararı verdi.
Abdullah Canan’ın gözaltında kaybedilişinin 26’ıncı yılında bir kez daha söylüyoruz; Abdullah Canan’ı işkenceyle katledenler bellidir, savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu raporunda, Yargıtay Başsavcısının itiraz yazısında, AİHM kararında isimleri yazılıdır.
Kaç yıl geçerse geçsin, Abdullah Canan ve tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan 178 haftadır yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekanımız Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz.
PİRHA/İSTANBUL
Yoruma kapalı.